Fiyat | : | 110,00 TL |
İndirimli Fiyat (%46,4) | : | 59,00 TL Kazancınız 51,00 TL |
3-Bu bölümleri yazarken takip ettiğim yolu beğenen okuyucularımdan, bana gelen teşekkür mektublarından anladım ki; artık bu ekol, kendi ismine, kurucularına ve propagandacılarına meftun olmuş bir avuç insanın dışında hiç kimseyi tuzağına düşürememiştir. Yine anladım ki, Resûlüllah (s.a.v.)'in hayatında zuhur eden hakikatlar, şerefli ve parlak olarak devam edecektir. Ayrıca bağımsız akıl, o hakikatları oyuncak haline getirmeyi hedef alan herhangi bir tahlil veya te'vile aldanmadan, onlara inanmaya ve onlara doğru meyletmeye devam edecektir!
4-Araştırmacıların ve düşünürlerin tümü bilmektedir ki, o dönemde bu ekolün doğuşunun en önemli sebebi, Avrupa'daki ilmî uyanış hareketinden müslüman Arap kafaların çoğunluğuna sirayet eden şu Batı hayranlığıdır. Bu kafalar, Batı hayranlığının etkisi altında, Müslümanların Avrupalılar gibi kalkınmalarının tek yolu, Avrupalıların Hıristiyanlığı anladıkları gibi onların da Müslümanlığı öyle anlamaları, İslâm'ın gaybî hakikatlerini maddi ilimlerin buluşlarıyla izah etmeleri, ilmin tesbit edemediği gayba inanmamaları, keşif ve icatların doğrulamadığı herhangi bir mucizeyi kabul etmemeleri gerektiği vehmine kapıldılar. Müslümanlar bunları yaptıkları takdirde -onlara göre- Batı'nın ilimde ilerlediği gibi onlar da ilerlemiş, kalkınma ve teknolojide onların seviyesine çıkmış olacaklar.
Bundan dolayı bu ekolün ileri gelenleri, Dinde reform fikrini ortaya attılar. Halbuki, İslâm Dini hiçbir zaman bozulmadı ki, reforma veya reformcuya ihtiyaç duysun.
Evet, Hüseyin Heykel'in «Hz. Muhammed'in Hayatı» adlı kitabı, bu konuda ilk yapılan denemeydi. Bu adam, kitabında, Resûlüllah'ın hayatını, ilmin direktifinin dışında anlamak istemediğini açıkça ilân etmişti. Bunun için de o diyordu ki; Resûlüllah'ın hayatında ne mucizeler, ne de olağanüstü olaylar vardır; onun hayatında tek bir mucize vardır ki, o da yalnızca Kur'an'ın kendisidir.
Yazar bu konuda, İ. Busurî'nin şu beytini delil olarak ileri sürer:
O bizim inanmamızı şiddetle arzuladığından,
Aklın kavrayamadığı şeyle bizi imtihan etmedi...
Ama yazar, aynı kasidenin şu beytini görmezlikten gelir:
Ağaçlar, O'nun dâvetine secde ederek icabet etti, Ayakları yoktu ama kökleri üstüne yürüyerek geldi..
O dönemdeki Ezher Rektörü Şeyh Mustafa Merâğî, Hüseyin Heykel'in bu kitabına bir takriz yazarak, atılan bu ilk adımı tebrik etmiş, kitabın her türlü yanlış ve kusurlardan uzak olduğunu ısrarla belirtmiştir. Onu Muhammed Ferid Vecdî izlemiştir. Bu zât da, Kitab veya Sünnet'de sabit olan doğru habere ters düşmeyi gerektirse bile, İslâm'ı ve Resûlüllah'ın siyretini "bilimsel metod" yoluyla kavramaya çağıran bir dizi makalelerini neşretmeye başladı. M. Ferid Vecdî «bilimsel metod» kavramıyla, mütevâtir haberle sabit olsa bile akim, mucizelere, olağanüstü olaylara ve gaybî konulara boyun eğmemesini kastediyordu. Ona göre sanki ilim, sadece duyu ve algılarımızın alanına girmeyen herşeyi inkâr etmekle gerçekleşir.
5-O vakit Mısır'daki İngiliz işgalinin, yazarlardan ve düşünürlerden bir grup tarafından benimsenen, İslâm hakkındaki bu yeni anlayışı nasıl istismar ettiği ve müslümanların kalbindeki dini duyguyu zayıflatmak için nelere başvurduğu herkes tarafından bilinmektedir. Dindeki mucize fikrini temelinden inkâr eden bir kişinin gönlünde hangi dini duygu kalır? Din, Nebilere ve Resullere gelen İlâhî vahiy mucizesinin dışında birşey midir? Sömürge eğitimi, müslümanlarla İslâmî eğitim metodunun arasını açıp uzaklaştırmış ve oraya başka bir eğitim metodu yerleştirmiştir. Bu eğitim metodunun her yönü, kendisinin köklü bir Avrupa metodu olduğunu isbat etmektedir.
6-Sonra zaman geçmiş, seneler birbirini kovalamış ve nihayet her insaflı araştırmacı tarafından bu ekolün; hem dürüst ilmî bir araştırma ve incelemeye, hem de bağımsız bir düşünceye dayanmadığı anlaşılmıştır. Ayrıca bu ekolün, sadece bir kısım müslümanlardaki aşağılık duygusunun ve Batı hayranlığının doğurduğu bir reaksiyon olduğu görülmüştür. Onları bu duruma getiren şey, içinde bulundukları bir kısım özel şartlar sebebiyle, Avrupai yaşayış biçimini öğrenmeleri ve o hayatın zevk ve çekiciliğine gönüllerini kaptırmalarıdır. Böylece onlar kendi içlerindeki aşağılık duygusunu, akıllarına musallat olan bir hâkim yaptılar. Bununla da, dışı "dinî reform", içi "Avrupa'nın kalkınması karşısında bir çöküntü ve aşağılık duygusu" olar. fikrî bir ekol oluşturduklarını zannettiler.
Yine bu ekolün bağlılarının ve propagandacılarının zannettiği veya zannettirildikleri üzere; Avrupalılarınkine benzer bir kalkınmaya dahi ulaşamadıkları her araştırıcı tarafından görüldü. Dinde reform yapma hareketinin sonucu da iki hakikati birden kaybetmek olmuştu; yâni ne din gerçeği üzerinde kalabildiler, ne de ilmî bir ilerlemeye ulaşabildiler.
7- İşte bu yüzdendir ki bu kitabı yazarken hedef olarak, bu fitne ekolünün kalıntılarını temizlemeyi seçmiş bulunuyorum.
Bir müslümanın, Resûlüllah'ın hayatını, büyük bir dâhinin veya yüksek rütbeli bir komutanın hayatı gibi anlamaya uğraşması bir an bile yakışmaz. Bu gibi gayretler bir inatlaşmadan veya Resûlüllah (s.a.v.)'m hayatına anlam veren büyük hakikatleri basitleştirmekten başka bir şey değildir. Bu önemli açık hakikatlar isbat etmiştir ki, Resûlüllah (s.a.v.) her türlü aklî, ruhî, ahlâkî olgunluk ve yücelik sıfatlarının tümüne sahipti. Fakat bütün bunlar onun hayatındaki tek büyük hakikattan kaynaklanıyordu. Bu tek büyük hakikat ise, onun Allah tarafından gönderilmiş bir peygamber oluşudur. Teferruatı aslın yerine koyup, sonra da mutlak olarak aslın varlığını bilmemezlikten gelmek çok garib ve abestir. Kuşkusuz bunu reddetmek, yalnızca bakışı asla çevirmekle olur.
Yine bir müslüman madem ki, Resûlüllah'ın siyretini inkar etmiyor ve onu anlamaya uğraşıyor, o halde onun, Resûlüllah'ın hayatındaki yegâne mucizenin Kur'ân-ı Kerim olduğunu düşünmesi doğru olmaz. Şayet bu siyretin varlığını inkâr ediyorsa, yine Kufan'ın mucize olduğunu da inkâr etmesi gerekir. Çünkü Resûlüllah'ın diğer mucizeleri de bize, Kur'ân-ı Kerîm mucizesinin geldiği metod ve vasıta ile ulaşmıştır. Bunu te'vile, öbürünü de nefsin hevâsına ve maksada uygun olarak kabul etmeye kalkışmak, son derece yapmacık ve basit bir inceleme tavrıdır. Şeref sahibi ve aklından emin kimse buna teşebbüs etmez.
8- Bu çalışmamı rızâ ve hamaset ile karşılayan okuyucularımdan gördüğüm alâka şuna delildir: Müsteşriklerden, batılılardan ve onların çok cahil olan bağlılarından, İslâm'a ideolojik savaş açanların uzun zamandan beri, büyük bir gayretle yazdıkları kitaplar ve sarfet-tikleri çabaları, herhangi bir hakikati bâtıla çevirmeye veya bâtılı hakka döndürmeye sebeb olamamıştır. Fikrî hakikati da anlaşılmaz hâle getirmek mümkün değildir. Fikrî hakikata tuzak kurmak veya onu bâtıla çevirmek yalnızca geçici bir zaman için olabilir. Kısa bir zaman sonra tuzak ortaya çıkar, karışıklık ortadan kalkar ve hakikat yeniden ufukta doğar. Araştırmacılar ve düşünürler bundan ibret alırlar. O ibret de onları daha çok dikkatli olmaya ve uyanık davranmaya götürür.
Şu son yıllarda, müslümanların kendi İslâmî metodlarından uzaklaştıklarını söyleyen bir kısım kimselerin sözü her ne kadar doğru olsa da bugün yeni doğmakta olan müslüman gençliğin, yakın geçmişte müslümanların sahib olmadığı düşünceye, dikkate ve İslâmî şuura sahib olduklarına kesinlikle inanıyorum. Çok uzun zaman geçmeden, sonunda bu şuurun müsbet ve aksiyoner bir harekete dönüşeceğini, sapmanın düzeleceğini, eğriliklerin giderileceğini, İslâmî yapının yeniden eski haline geleceğini göreceğiz.
9-Diğer taraftan bu kitabı yazarken, her ne kadar özelliği ve faydası olsa bile soyut tahlil ve edebî üslûbu bırakarak, ahkâm ve kaideleri çıkarmak için akademik metodu tercih ettim. Zaten bu kitabı sunduğum ortam (üniversite ortamı) da Akademik metodla uyum halindedir. Okuyucularımın, çeşitliliklerine rağmen bu metodu beğenmeleri beni, daha çok dikkat etmeye ve konuları daha çok genişletmeye şevketti. Gerçi ben incelemeyi hakkıyla yapmadım ve araştırılması gereken herşeyi de tam olarak araştırmadım. Bunun sebebi öncelikle benim aczim ve kusurumdur, ikincisi de; ahkâm ve mesâilin, ayrıca onlarla ilgili olan diğer hususları açıklarken, kitabın, okuyucuya sıkıntı verecek bir sınıra varmasını istemeyişimdir. Zira ben, okuyucunun kitabı az bir gayretle baştan sona kadar okumasını istiyorum. Gerçekten kitab bu sınırı aştığı zaman, benim görüşüme göre yararı azalır. Genel durumlarda 'okumak ve öğrenmek için ele alınan kolay anlaşılır bir kitab olma yerine, ihtiyaç duyulduğu zaman yardımına başvurulan kaynak bir kitab olur.
10-Ancak birtakım insanlar var ki; yaptığım bu çalışma onlara pek ilginç gelmedi. Aksine onların bazıları, mücerred bir ilmî araştırma yaparak eksiklikleri meydana çıkarmaları gerek irken, kitabı eleştirip, kin ve düşmanlık elbisesi giydirilmiş bir ekol oluşturdular.
Ben istedim ki, araştırma sırasında yaptığım bir hatadan veyahut bir delil veya hüküm açıklarken düştüğüm yanılgıdan dolayı uyarılır isem, bu uyarıyı yapan kişiye teşekkür edeyim ve ona hayır duada bulunayım. Fakat ben bu iyi niyetime karşılık, ipe sapa gelmez sözlerle karşılaştım.
11-Resûlüllah'ı (diri veya ölü olarak) aracı kılmanın meşru olduğunu açık bir şekilde, Resûlüllah'ın işaretinde ve. Ashabının tatbikatında gördüm. Çürütülmesi mümkün olmayan delilleri arzettikten sonra da bu konuyu karara bağladım.
Yine Resûlüllah'ın siyretinde, gelen adama hürmeten ayağa kalkmanın meşruiyetini en açık bir şekilde gördüm. Bunun üzerine de delillerini belirtip, ulemânın ve sahih hadislerin, gelen adama kalkmakla oturan kişinin yanında ayakta durmak arasındaki farkı zikrettiği şekilde açıkladım. Sonra da bu tür ayağa kalkmanın, sahih hadislerde açıklanan şartlara uyulduğu takdirde, meşru olacağını yazdım. Yine Resûlüllah'ın siyretinde sehven veya kasden geçirilen namazın kaza edilmesinin meşru oluşunu gördüm. Delillerini sıraladıktan sonra, onların ışığı altında hükmü yazdım.
Delilleri, dayandığımız usûllerinin dışında bir yoruma elverir görsek, o şeklini de söyleyebiliriz. Delillerin ve esasların imkan verdiği şeye uyarız. Fakat biz bugün, cumhûru ulemâ ve mezheb imamlarına muhalefeti kendilerine yeni bir mezheb olarak seçen heveskârları taklid etmek pahasına, ahkâmın ve delillerin bize ifade ettiği mânâları görmemezlikten gelemeyiz! Yine biz, aklın kabullendiği ilmî bir bahsin, nefsimizde kökleşen taassuba dönüşmesinden Allah'a sığınırız.
12- Vallahi ben, şu kendi ferdi görüş ve düşünceleriyle halkın aklını meşgul edip, zamanını israf etmekte olan bu grubun; yaptıkları fâsid işi bırakıp, günümüz insanını ve müslümanları düştüğü müthiş âfetten kurtarmaya gayret etmelerini çok isterdim. Onların çok girift problemlerini çözmek için, çetinler çetini bu iş için, bizimle el birliği edip çalışmalarını arzulardım. Ama ne yazık ki, bunlar hâlâ, hiç de yeni olmayan eski tartışmaların bir başka ağızla tekrarlarından ibaret dedikodular peşinde, zamanın ve olayların kaynatıp köpürttüğü, din ve iman avcılarının da akıllara zerkettiği bu dedikodularla uğraşıyorlar. Sonuç olarak da, gönüllere kin ve düşmanlık etmekten başka bir şey elde edememekteler.
Bu kimseler, Allah rızâsı için çalışma iddialarında samimi olsalar, kanaatimce; bizim görüşümüze gelecek, öbür mezheblere gönül vermişleri de kendi haline bırakacaklardır. Artık halk üzerine hâlâ kin, husûmet ve fikirleri tahkir ile baskı yapmaya da devam etmiyeceklerdir. Halbuki, bizden önceki müslümanların cumhuru, itikadî olsun, amelî olsun, kesin meselelere bağlı kalmakta ittifak ederler, bu gibi hususları savunma ve korumada yardımlaşırlardı. Yine, zannî hususları araştırırken ve içtihad yapmak isterken de, hiçbiri diğerine müdahale ederek fikrî baskı oluşturmaya, birbirinin görüşünü etkilemeye, bağlanmakta olduğu mezhepten ayırmaya uğraşmazlardı.
Halbuki, onlar böyle bir şey yapsa, İslâm birliği daha beşiğinde boğulur ve bugün sahibi bulunduğumuz o müthiş güç ve İslâm medeniyetinden bize hiçbir şey ulaşamazdı.
13- Ben okuyucuyu bu bahis münâsebetiyle, mezkûr gruba karşı çıktığım meseleler üzerinde tekrar araştırmaya davet ederim. Aynı zamanda meseleyi anlamakta kendime rehber edindiğim müslümanların çoğunluğunun görüşüne, delillerinin kuvvet ve doğruluğuna dikkatle bakmaya çağırırım. Tabiî bu deliller, apaçık ve kendisiyle de istidlal etmeye elverişli olmalıdır. Artık bundan sonra, nefsini taassuba kaptırmadan, aklının ve fikrinin tatmin olacağı şeye meyletmesinde beis yoktur.
Geriye bir tehlike kalıyor ki o da; aklî görüşün zamanla nefiste gizli bir taassuba dönüşmesidir. Yoksa iki kişinin bir meselede ikna edici delilleri olduğu müddetçe değişik görüşlere vararak ihtilâfa düşmüş olmaları bir tehlike değildir.
Allahü Teâlâ'dan, bizi doğru yola iletmesini, Hakk üzerinde toplamasını, amellerimizi de rızâsına uygun kılmasını niyaz ederim. Çünkü Allah her yakarışı duyar ve karşılık verir.
Dr. M. Said Ramazan el-Bûtî
10 Eylül 1968
Şam: 18 Cemadiyel'ûlâ-1388
DÖRDÜNCÜ BASKININ ÖNSÖZÜ
Okuyucu bu yeni baskıda, öncekilere nazaran herhangi bir fazlalık, düzeltme ve bazı zarurî düzenlemelerin dışında bir değişiklik ve yenilik göremiyecektir.
Gerçek bu, ama ben, bu yeni baskıya kadar geçen süre içinde hep, değerli okuyuculardan, kitabımın asıl çatısı üstüne, yeni, güzel bir biçim verebilmek için faydalı uyarı ve öğütleriyle beni yönlendirmelerini bekledim. Ama muhtaç olduğum bu mülâhazaları ikram etmek yerine, okuyucularımın çoğu, haketmediğim övgüler yazmakla yetindiler.
Az bir kısmı da beni, meseleleri daha geniş tutmaya veya siyer olaylarından ne varsa hepsini, hem de bütün ibretli yönleriyle (izahlarını) eklemeye zorluyordu.
Evet farkındayım, ben bu kitabımda siyer, olay ve bahislerinin ancak en önemlilerini ve vesikalar yönünden en sıhhatlilerini tesbit etmiş bulunuyorum. Bunun dışında daha çok sayıda olay ve vak'alar var ama ben, bundan fazlasına girmemeyi şu iki sebebten ötürü uygun buldum:
Birincisi: Bu konuda öyle meseleler var ki; okuyucunun onlardan ders ve ibretler alması, sezinlemesi gerekir ve bu da mümkündür. Ama, onlar üzerinde yorumlar yaparak bazı hüküm ve prensipler çıkarmaya elvermez.
Görüldüğü üzere; bizim metodumuz, birçok tarih ve siyer hâdisesini toplayıp takdim etmek yerine, önemli olaylardan hüküm ve hayat ölçüleri çıkarmak tarzındadır. Dolayısıyla, siyerdeki birçok olayı inceleme konusu edinmiyor, onları asıl ihtisas sahasına, herşeyi bütün tafsilât ve genişliğiyle ele alan Siyer ve İslâm Tarihi'ne bırakıyoruz.
İkincisi: Ben, bu tür kitapların, her seviyedeki okuyucu tarafından bıkmadan okunulacak ve faydalanılacak ölçüyü aşmaması görüşündeyim. Bu tarzıyla kitaptan beklenen verimi, okuyucu kolay ve bütün olarak elde eder. Özet de olsa, eksiksiz bir şekilde; Peygamberin hayatında canlı olarak temsil edilen, billurlaşan İslâmî yapıyla ilgili bilgiyi kazanması mümkün olur.
Yâni, kitabı, bütün olayları kuşatacak şekilde geniş tutsak ve hele olaydan da, şerh ve izahıyla hükümler elde etmeye kalksak, her okuyucunun kolaycacık okuyacağı sınırı çoktan aşar; öngördüğümüz ders verme hedefini de kaybederdi. O zaman çok az kişi okur ve istifade eder, çoğunluk ise ancak bir miktarını okuyup bırakırdı.
Nitekim bu hususa, ikinci baskının önsözünde de etraflıca temas etmiştim.
Binâenaleyh, Allah'tan bu çalışmamı kendi rızasına muvafık kılmasını, yazarına ve okuyucusuna faydalı olmasını temenni ediyorum. Muhterem okuyuculardan da yine, kıymetli görüş ve tavsiyelerini esirgememelerini rica ediyorum.
Sahibim Allah'tır. O ne güzel hami ve yardımcıdır.
Dr. M. Said Ramazan el-Bûtî
FIKHUS SİYRE
Çiçek bahçemizde yeni hârika bir gül daha açtı! Her açan yeni güle selam olsun. Rengiyle, kokusuyla gönül ve gözlerimize ziyafet çeken rengarenk güller, siz ne güzelsiniz! Tüm çiçekler güzel ama yediveren gülleri daha bir başkadır. Bazı güller vardır kokusu, rengi ve formuyla diğerlerinden daha gözalıcıdır! Böylesi güllere «Sultani Gül» derler. Gülü sevenlere, bahçivan hep bu gülü göstererek: «Harika değil mi?» diye sorar bazen. Eğer siz gülden anlıyorsanız, hele hele tutkunsanız, o gülü övecek kelime bulmakta zorluk çekersiniz! Binbir emek çekilerek yetiştirilen böylesi nadide bir gülü yetiştiren bahçivana içinizde ancak bir minnet, bir sevgi duyarsınız.
Diğer adıyla «Peygamberimiz (s.a.v.) in uygulamasıyla İslâm ( fıkhus siyre ) » eserini elime alır almaz; böyle bir duygu sardı içimi. Eskilerin deyimiyle «Zarf ve Mazruf» bir aradadır. Yalnız cildi güzel, baskısı güzel değil. İçerik, muhteva bakımından güzel! Aslolan da bu değil mi? Okuyucuya verdiği mesaj nisbetinde değer kazanır bir kitab! Kitab vardır uyutur, kitab vardır uyandırır. Sizi uyandıran bir kitabı okudukça, yazarın düşünce kapasitesi sizi etkilemeye başlar, okurken O'na saygı ve sevgi duyarak okursunuz. Hele bir kitabın nasıl bir doğum sancısı içinde meydana geldiğini biraz biliyorsanız, bu saygınız minnete dönüşür! Tarihimizin içinden süzülüp gelen saygı değer alimlerimizin özgün teliflerini okurken hep bu duyguyla okumuşuzdur. Ondört asırlık bir zaman içinde eserleriyle haklı bir üne kavuşan ve Müslümanların gönlüne taht kuran kaç âlimimiz var? Her asırda on veya onbeş kadar değil mi? Belki bazılarının değerleri öldükten sonra anlaşılmış olur. Yeni gelen àlime bazı kısır yetenekliler yer açmak istemezler; dudak bükerler, hafife alırlar. Köşeleri tutanların her devirde âdetleri böyledir! Ama, yeni gelenin bileği güçlüyse, bu yeri kendi bileğinin gücüyle açmasını bilir. Dr. Said Ramazan el-Bûtî Hocamız da bu bileği, yâni kalemi güçlü olanlardan... Ne için yazdığım bilenlerden! Zamanın sırrını kavrayan, zamanı yaşayan soylu bir âlimimiz!
« Üstad M. S. Ramazan, bütün bu vazifelerini yürütürken, bir yandan da ülkede yayınlanan çeşitli gazete ve özellikle ilmî dergilerde, ilmî, fikrî ve edebî yazılar neşretmekteydi. Yine, çeşitli seviyede, halka ve gençliğe hitaben konferanslar vererek, camilerde geniş çaplı sohbetler düzenleyerek halkı irşad ediyor, kültür ve inanç yönünden genç müslümanları eğitiyordu. Dersleri, sohbet ve konferansları da, umumiyetle, yazdığı ilmî eserlere istinad ediyordu. Yâni, şu sunduğumuz, Fıkhu's Siyre ile itikadî konuları ele alan ‹‹Kübrâ'l-yakîniyyât›› kitablarındaki konulan izah ve yorumları çevresinde, müslüman halkın din ve dünya ufkunu aydınlatmaya uğraşıyordu.
Öte yandan da tabiî; ilmî, fikri ve edebî olmak üzere yeni eserler vermeye halen devam etmektedir. Eserlerinde ele aldığı başlıca konular: Fıkıh, Usûl-i Fıkıh, Akîde, Felsefe, Sosyoloji, Edebiyat. Yirmi beşten fazla eserinden bazılarına birer cümleyle işaret ediyoruz..› diyor. Üstadın kısa biyogra?sini ve verdiği telif eserleri okuyunca geçmişteki âlimlerimizi anımsıyoruz. Kesintiye uğrayan bir devirden sonra, yeniden dirilişimizin öncülerini selâmlıyorsunuz. Şimdikilerin birçoğu ancak bir tek ilim dalında uzman olabiliyorlar. Bu devirde bu bile kolay değil iken, üstadın bu kadar ilim dalında mütehassıs olması, ilmî ve fikri kariyeri hakkında, dahası bir ‹‹Dâva adamı›› olması hakkında yeterli bir fikir veriyor bize. Onun için: Bir pınar bulmuşuz, istifade etmesini bilelim diyoruz.
Mustafa ARAFATOĞ
M. Said Ramazan el Buti tarafından yazılan Fıkhus Siyre adlı kitabı incele diniz.
Diğer Özellikler | |
---|---|
Stok Kodu | 9786055030261 |
Marka | Dönem Yayıncılık |
Stok Durumu | Var |
PlatinMarket® E-Ticaret Sistemi İle Hazırlanmıştır.