Kitap Firasetül Mü’minin, Müminlerin İnce ve Derin Anlayışı
Yazar M.Nazif Gözükara
Tashih Ömer Gözükara
Yayınevi Karaca yayınevi
Kağıt - Cilt 2.Hamur Kağıt, Ciltli
Sayfa - Ebat 638 sayfa, 17x24 cm
Yayın Yılı 2013
Karaca Yayınları Firasetül Mü’minin kitabını incelemektesiniz.
M.Nazif Gözükara Firasetül Müminin kitabı hakkında yorumları oku yup kitabın konusu, özeti, fiyatı, satış şartları hakkında bilgiyi geniş bir şekilde edinebilirsiniz.
Yaratan Rabbinin adıyla oku . O, insanı " alak " dan yarattı. Oku, Senin Rabbin en cömert olandır. Alak 1-2
Firasetül Mü’minin, Mü’minlerin İnce ve Derin Anlayışı
Rahman ve Rahîm olan Rabbimin ismiyle başlıyorum.
Hamd âlemlerin Rabbi olan Allah'adır. Salât-ü selâm efendimiz Muhammed'e ve onun âline ve ashabının üzerine olsun.
Kovulmuş olan şeytanın şerrinden ve doymak bilmeyen nefsin arzularından bizleri yoklan var eden Rabbime sığınıyorum. Çöldeki kumların, gökteki yıldızların sayısınca salât ve selam efendimiz, şefaatçimiz Hz. Muhammed Mustafa (sallallahu aleyhi ve sellem)’in ve onun âlinin ve ashabının üzerine olsun.
……
Bana, "Sen şuna buna niçin sataştın?" diyorlar. Farkında değilim. Karşımda müthiş bir yangın var. Alevleri göklere yükseliyor. İçinde evlâdım yanıyor, imanım tutuşmuş yanıyor. O yangını söndürmeye, imanımı kurtarmaya koşuyorum. Yolda biri beni kösteklemek istemiş de ayağım ona çarpmış. Ne ehemmiyeti var? O müthiş yangın karşısında bu küçük hâdise bir kıymet ifade eder mi? Dar düşünceler! Dar görüşler!
Bediüzzaman Said Nursi (rh.a)
"Din hayatın hayatı, hem nuru hem esası
İhya'yı din ile olur şu milletin ihyası"
Bediüzzaman Said Nursi (rh.a)
BU ESER NİÇİN YAZILDI
Kıymetli okurlarım, sizin de malûmunuz olduğu üzere, günümüzde, pek çok kıymetli eserler vardır. Bizim yazdığımız
kitaplardan çok daha güzel eserler olduğu kesindir. Ama yine de biz de bu kervanda olalım diye Müslümanların en çok bilmesi ve amel etmesi gereken konuları seçip hazırlamaya çalıştım. Tabi bizim için önemli kabul edilen konular, bir başkası tarafından önemli olarak görülmeyebilir. Ama biz önemli olup olmadığını kendimize göre değil de; dine göre ayarlamaya çalıştık.
Evet, şimdi bu
kitabın hazırlanmasına bizi sevk eden sebep: İslâm kardeşliğinin çok yara alması, Müslümanlann birbirlerinden uzaklaşması, aile yuvalarındaki huzursuzlukların çoğalması, insanların yanlış inançlar edinmesi, kişilerin ahireti fazla önemsememeleri, tevbelerinde sebat edememeleri, toplumda günbegün ahlâk çöküntüsünün olması, dostlukların dünya menfaati üzerine kurulması gibi sebeplerdir. Bu konuları ele alırken, konuların önemini anlatan haberlerden ziyade, huzur ve saadetin sarsılmasına sebep olan nedenler nelerdir? Bu sebeplerin ortadan kalkması nasıl mümkün olur? Bunları anlatarak ve bildiğimiz kadar çareler ve örnekler sunup haklıyı, haksızı belirlemeye çalıştık. Şimdi ki insanların çoğu, yanlışlarım açıkça söylemediğin ve ona örnekler sunmadığın zaman hatasını anlamıyor.
Bu eserde Mü'minler başta kalp kırmamaya, güzel ahlâka, tevbe edip tevbede sebat etmeye, ahireti önemsemeye, huzura ve kurtuluşa çağrılıyor. Bize göre bunlar dinimizde hep ısrarla bahsedilen konulardır.
Ben bu
kitapta, İslâm kardeşliğinin öneminden, kalp kırıcı davranışlardan ve onların çarelerinden, karı koca arasında olan huzursuzluklardan ve onların çarelerinden, gelin ile kayın valide arasında olan huzursuzluklar ve onların çarelerinden, evlât ile baba arasındaki huzursuzluklar ve onların çarelerinden, ırkçılığın zararlarından, tevbede sebat edebilmenin çarelerinden, İslâm kardeşliğini engelleyen sebeplerden, aşırı ve yanlış olan düşüncelerden ve daha pek çok konulardan bahsedeceğim. Ama kimseleri kesinlikle hedef almıyorum, sadece doğru bildiklerimi Mü'min kardeşlerimle paylaşmak istiyorum.
Bir de en güzele kavuşabilme ümidiyle, bu kitapta günlük hayatta yaptığımız hata ve yanlışlarımızdan örnekler sunarak konulan izah etmeye çalıştık. Bu anlatılanlar, bir fetva olarak algılanmasın; sadece benim tecrübelerim, izlenimlerim ve dinden anladıklarım olduğundan hatam yoktur demiyorum. İsabetli düşünemediğimiz konular olabilir, o yüzden dini delillere uymayan yanlış düşünceleri kabul etme mecburiyetinde değilsiniz. O zaman siz delillere bakarak en güzeli, en doğruyu, kıymetli hocalarımızla istişare ederek bulunuz. "Hak ve doğru daima en üstlerde dalgalansın." Çünkü onun hakkıdır. Hatasız Cenab-ı Hak'tır.
"Hak kabul edilmeye en lâyık olandır."
(Veciz söz)
"Kuvvet Haktadır; Hak kuvvette değildir"
(Sözler-541)
Hakkın hatırı âlidir, hiçbir hatıra fedâ edilemez-
(Said Nursi)
Yalnız bunlar anlatılırken bazen konular uzayıp gittiği için konularda farklı anlatımlar oldu. Belki benzer ifadelerle de karşılaşabilirsiniz. Söylenenlerin faydalı olduğuna inandığımız için öyle oldu, hoş karşılana.
Başta Yüce Rabbimiz, O'nun Resulü Hz. Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem), onun ashab-ı güzini ve onların izinden giden tüm İslam âlimleri İslam kardeşliğinin öneminden bahsetmişlerdir. Ben de bu işe lâyık olmadığım haldee, benden daha liyakatli hocalarımızın olduğunu bildiğim halde bu kitabı yazmaya başladım.
İslâm kardeşliğinin nasıl olması gerektiğini az çok biliyorum; ama onu nasıl uygulamaya dökeceğimi bilmiyorum, bilsem dahi beceremiyorum. Bu konudaki eksikliğimi kabul ediyor ve Müslüman kardeşlerime bir şeyler söylemekten haya ediyorum. Çünkü bu konuyu yazan, işleyen kişinin sözleri hayatına uymalı, Müslüman kardeşlerini üzmeyen ve onları kırmayan biri olmalı, kısacası ahlakıyla örnek olmalıdır. Ama maalesef ben ne ahlâkımın çok güzel olduğunu, ne de Müslüman kardeşlerime karşı olan görevimi hakkıyla yerine getirdiğimi sanmıyorum, acizliğimi kabul ediyorum. Bu kitabı okuyan kardeşlerimin, bu adam bunları yazdığına göre kendisi çok dikkatli, çok güzel ahlâklı demesinler. (Çünkü söylemekle kolaydır; ama söylenenleri ve bilinenleri hayata geçirmek o kadar kolay değildir. Biz tam olarak beceremezsek de; bunu başarabilecekler her zaman çıkacaktır.)
Bende aciz bir kulum, günahkârım, hatalarımı peşinen kabul ediyorum. Bilerek veya bilmeyerek herhangi bir Mü'min kardeşimin kalbini kırmış isem benim de bir kul olduğuma, hatadan masum olmadığıma yorumlasınlar ve onlardan çok çok özür diliyorum. Şimdiden bana haklarını helâl etmelerini istiyorum. Çoğu zaman kendilerini üzüşüm istemeyerek olmuştur. Kasten onların kalplerini kırmaktan Rabbime sığınır ve Rabbimin kalplerim kırdığım kardeşlerimin yerlerini cennet etmesini rahmetinden temenni ediyorum.
Ben şöyle diyorum. Mü'minlerle kaynaşmak istiyorsanız. Gururu, kibri, hasedliği bırakıp mütevazı, alçak gönüllü, çabuk kızmayan olunuz. Kısacası kalp kırmayın, Müslümanları sevin, güzel ahlâkı elden bırakmayın. O zaman o İslâm diyarı güllük gülistanlık oluverir. Yeter ki hatalarımızı kabul edip, özür dilemesini bilelim.
Ve ben bu güzel ahlâkı içeren davranışlara çok değindiğim için biraz da insanlardan haya ediyorum. Rabbim bizleri affetsin bizlere İslâm ahlâkını nasip etsin. Beyit:
KENDİSİ HİMMETE MUHTAÇ BİR DEDE,
NERDE KALDI Kİ, GAYRIYA HİMMET EDE.
TABİP KENDİ HASTA,
GARİPTİR Kİ HASTA MUAYENE EDİYOR.
HATİP DE TAKVA YOK.
ACAYİPTİR Kİ, TAKVADAN SÖZ EDİYOR,
ALLAH'IM, SEN BENİ AFFEYLE!
Bu
kitaba başlamadan önce bazı hususları hatırlatmak istiyorum. Bu
kitapta yazılanları hayatına uygulamak isteyenler: Sorumluluk duygusunu taşıyan, dünyaya niçin gediğinin farkında olup tevbesinde sebat etmeye çalışanlardır. O yüzden bu
kitapla amel ermek isteyen kardeşlerimiz her şeyden önce sorumluluk duygusu taşımalıdır. Şayet Allah-u Teala'nın emirlerini yerine getirmeye gayret sarf etmiyorsa, emir ve kaide dinlemiyorsa, onun bu
kitaptan istifadesi de o nispette zorlaşır.
Bir de tefekküre sevk edici anlatımları karamsarlığa kapılmadan okuyalım. Önemli olan bazı gerçekleri ciddîye almaktır, gerçeklerle yüzleşmektir. Bu gibi anlatımlar bizi daha fazla kulluğa, daha fazla hizmet ehli olmaya sevk etsin. Bizi tembelliğe, ümitsizliğe sevk ederse yanlış anlamış oluruz.
Biz, bu konulara ilgisi olan, ben de Kur'an ahlâkına kavuşup eksikliklerimi az da olsa tamamlamak istiyorum diyen kardeşlerime
bu kitabı tavsiye ediyoruz. Rabbim tesirini halk eylesin. Âmin
Hiç şüphesiz. Yüce Rabbimiz bizlere pek çok görevler vermiş onlar yerine getirmekle bizleri mükellef kılmıştır. O görevlerin neler olduklarını öğrenmek isteyen kardeşlerimiz, "
Uyarı" adlı eserimizden okuyabilirler. ( firasetül müminin kitap, firasetül müminin , firasetül müminin kitabı, tercümesi, M.Nazif Gözükara kitapları, karaca yayınları, sohbet kitap, müminlerin ince ve derin anlayışı kitabı )
M. Nazif Gözükara
Firasetül Mü’minin Müminlerin İnce ve derin Anlayışı Kitabı ndan Bir Sohbet
İSLÂM KARDEŞLİĞİ 4
Evet, dini yaşamada biz Mü'minler birbirimize yardımcı olalım. Aramızda İslâm kardeşliğini gerçekleştirelim. Birbirimizi dünya menfaati için değil de; Allah rızası için sevelim. Allah rızası için birbirini sevenler o mahşerin kavurucu sıcağında hiç bir gölgenin olmadığı zaman da, onlar arşın gölgesinde gölgelenecektir. İşte bu sınıftan olabilmek için birbirlerimizi sevelim. Allah için dostluk yaptığımız zaman, Allah için bir dostumuzu ziyaret ettiğimiz zaman melekler dahi bizleri müjdelerler. Şehitler ve nebiler onlara gıpta ederler. Bundan daha güzel bir saadet olabilir mi? Rabbimiz İslâm kardeşliğine ne de önem vermiş, onun Resulü ne de önem vermiş; ama bizler neden önemsiz davranıyoruz? O Mümin kardeşlerimizin kalplerini kırıp onları üzüyoruz. Hâlbuki dinimizde Müminleri korkutmak, onları üzmek, onlara eziyet vermek şiddetle yasaklanmıştır. Onlara karşı kin beslemememiz, ufak tefek meseleleri büyütmememiz gerekir. Devamlı hoşgörülü ve iyi niyetli olmalıyız. Küçücük dünya menfaatleri için, para için aralarımızı açmayalım.
Çoğu insanı görüyoruz azıcık menfaatine dokunsan seninle küsüyor, kavgaya kadar girişiyor. Seninle en küçük bir paranın hesabını yapıyor, azıcık bir dünyalık için elinden geleni arkasına koymuyor. Böyle bencil ve menfaat düşkünü olmaktan Rabbimize sığınalım. Ve âyet-i kerimede ki, şu duayı yapmayı da ihmal etmeyelim. Bu dua Kur'an-ı Kerim'de şöyle haber vermektedir:
Onlardan sonra gelenler der ki: «Rabbimiz, bizi ve bizden önce inanan kardeşlerimizi bağışla, kalplerimizde inananlara karşı bir kin bırakma! Rabbimiz sen çok şefkatli, çok merhametlisin! ( Haşr sûresi, 10)
Konumuzla ilgili şu iki hadis-i şerifi zikredelim. Ebû Hureyre (r.a) Peygamber Efendimiz (s.a.v)den şu sözleri nakletmiştir:
Adamın biri, başka bir köyde bulunan (bir din) kardeşini ziyaret etmek için giderken Allah-u Teala da bu adamın yolunu gözetlemek için bir meleği me'mur etmişti. O zat meleğin yanına gelince melek, nereye gittiğini sorar:
Şu köyde bir kardeşim var, ona gidiyorum cevabım alır.
O adamın sana geçmiş bir iyiliği var da onu devam ettirmek için mi gidiyorsun? dedi.
O da:
Hayır, ben o zatı sırf Allah için severim, dedi. Bunun üzerine melek:
Ben Allah-u Teala'nın sana yolladığı elçisiyim. Sen o adamın nasıl seviyorsan Allah ta seni öyle seviyor, dedi. ( Müslim, Birr.64)
Tirmizî'nin rivayetindeki kudsi hadiste Allah-u Teala:
Benim rızam uğrunda sevişenler için, nebilerin şehitlerin bile imrenecekleri derecede minberler vardır."buyurmuştur. ( Tirmizi. Zühd:53)
Müslümanlar kardeş olmalı! Aynı zamanda ister Sünnî, ister Şia, ister Vehhâbî olsun; Allah'a, Peygamber'e Kur'an'a inanan insanlar hangi mezhepten olursa olsunlar, birbirlerine yersiz tekfirlerde bulunmamalıdırlar. İster Sünnî, ister Şia, ister Vehhâbî ilim ehli âlimler olsun, bizim onlardan ricamız: Bu ümmet sizlere bakıyor. Siz ne derseniz onlar öyle inanıyorlar. O yüzden ifrat ve tefritten, taassuptan uzak duralım. Bu mezhep mensuplarını aşırı düşüncelerle birbirine kırdırmayalım. Burada âlimlere büyük görevler düşüyor. Oturup istişareler yapmaları, toplantılar düzenlemeleri, birbirlerinin hatalarını güzellikle söyleyip doğruyu bulmaya çalışmaları gerekir. Özellikle devlet eliyle bu çalışmalar sürdürûlürse daha başarılı olunur.
Şimdi birileri yanlış ve aşın düşünüyor, birileri de taassup yapıyor diye bu ayrılıklar oluyor. İşte aşırı düşünüp, taassup yapan kişiler, hangi görüşlerinde aşırıdırlar, onlar iyi araştırılmalı ve bu hususla birbirlerini yenmeyi değil de, hakkı bulmayı düşünmelidirler.
Benim düşüncem şu ki:
İhtilaflı konular masaya yatırılmalı, bu meselelerden imanla alâkası olan ve olmayan birbirlerinden kesin çizgilerle ayırt edilmelidir. Gerçek manada iman konusu olmayan, farklı düşüneni din tekfir etmiyorsa, o konularda kişiler serbest bırakılmalıdır. Zaten gerçek İslâm âlimleri tarafından hükümlerin hepsi belirlenmiş, önemli olan aşırı düşünenleri ikna edip onları vasat düşünceye çekmektir. Bunlar düzelmez deyip seyirci kalmak ta insanı vicdanen üzüyor. Çünkü insanlar yanlış inançlar yüzünden ahiretlerine zarar veriyorlar. Öyleyse bir şeyler yapılmalıdır.
En azından, eğer bir mesele kesin küfrü gerektirmiyorsa, küfür ithamlarından son derece kaçınılmalıdır. Bir şeyin küfür olması için gereken şartları tesbit edelim. Zaten gereksiz yere tekfir etme, karşı tarafı imansız sayma düşüncesinden uzak durulursa büyük bir sorun da halledilmiş demektir.
Şayet Şia olan, Sünnî olana imansız gözüyle veya Sünnî olanlar Şia'ya, Vehhâbî'ye imansız gözüyle bakarlarsa, aradaki aksaklıklar nasıl halledilecek. Bazen dinde asıl konulardan olmayan birçok konuya iman meselesi gibi bakılmış ve bazı fırkalar bu yüzden birbirlerini sapıklıkla ve küfürle itham etmişlerdir. Her Müslüman yersiz tekfirlerden uzak durmalıdır. Hele avam olanlar küfür ithamından son derece sakınmalıdırlar.
Bu nedenle itikattaki önemli aksaklıklar giderilmeli, yersiz tekfirlerin önüne geçilmeli, orta çizgide bulunmaya gayret sarf edilmelidir. Ben edebimi, haddimi aşarım korkusuyla bu konulan açmak istemiyorum. Ama vasat ve tarafsız düşünmeli, iman meselesi olmayan, küfrü gerektirmeyen konuları iman konusu yapıp tekfirlerde bulunulmamalıdır.
Beni düşündüren şey şu ki: Uç noktalarda düşünen bazı insanlara bakıyorsun, ciltler dolusu
kitaplar okumuşlar; ama taassubunda, düşüncesinde zerre miktarı değişme olmamış. Çoğu zaman taassup insanı kör ediyor. Aşırı sevgi insanın hakkı görmesini engelliyor.
Ebu Derda (r.a)' dan rivayet edilen bir hadisi şerifin manası şöyledir:
Bir şeye karşı sevgin seni kör ve sağır eder (de onun eksikliğini görmez, kusurlarını işitmez olursun. (Ebu Davûd, Edeb: 125 (5130) )
Rabbim bizlere orta yolu görmeyi nasip etsin ve uç noktalarda seyretmelerden bizleri korusun. Bize hakkı gösterip hakka sarılmayı, batılı batıl gösterip ondan sakınmayı nasip eylesin.
Elhamdülillah şimdiki Müslümanlar okuyor, araştırıyor, kardeş olmanın önemini kavramaya çalışıyorlar. Eğer bir Sünnî, eğer bir Şia, eğer bir Vehhâbî, birbirlerinin boynunu acımasızca vurabiliyorlarsa ben bunlara ne diyeceğimi bilmiyorum. Eğer bir Kürt, Türk ve Arap olsun birbirlerine acımadan, ırkçılık uğruna silâh sıkabiliyorlarsa onların imanlarında bir sorun var demektir. Gençlerimize ırkçılığı, mezhepçiliği aşılayarak ve şu Alevî, şu Vehhâbî, şu Sünnî, şu da Şia diyerek gençlerimizi birbirine düşürmeye çalışıyorlar. Bu mezhepler arasında fitne tohumlarının atılmasına müsaade edilmemelidir. Bizler birbirilerimize düşersek, kafirler zaten bunu istiyorlar. Bazı mezheplerin yanlışları vardır; yanlışlarında çok aşırı gidenlerde vardır.
Bizler aşırı yanlışlıkları tasvip etmeyiz. O konularda ikna edici delillerimizi sunar, uyarılarımıza şiddet göstermeden devam ederiz. Ama ehli kıble olanları, dine düşmanlık eden kâfir gibi düşünmek çok yanlıştır. Eğer aralarımıza fitne tohumu ekilirse; aynı ilaha, aynı kitaba, aynı peygambere inananlar birbirlerini acımasızca katletmeye başlarlar. Öyle ise ilmi oturumlar düzenlenmeli, hakkın ortaya çıkmasına çalışıp sorunlarımızı kardeşlik havası içerisinde çözmeye çalışalım. Elbette birileri yanlış yapıyor, öyleyse onları güzellikle ikna etmek lâzımdır.
Meselâ 46 ülkenin katıldığı İslâm Birliği Konferansı'nda yüzlerce âlimin katılmasıyla mezhepler arasındaki sorunlar incelenip, toplantının sonuç bildirgesinde: "Herhangi bir etnik ya da mezhebi fitneyi körüklemek, ümmetin düşmanlarına hizmet etmeye, Müslümanlara karşı yaptıkları çirkin plânlarını gerçekleştirmeye, işgallerini kalıcı kılmaya yarayacaktır," açıklaması yapıldıktan sonra, konferansa katılanlar; "herhangi bir tarafın saygı duyduğu kişi ve kutsallarına yönelik küçük düşürücü, hakaret içeren söz ve davranışlarda bulunmanın caiz olmadığını" belirtmişlerdir. Bu gibi çalışmalar sebebiyle, inşallah Müslümanlar yanlışlarından kurtulup, vasat bir çizgide birleşmeleri sağlanır. Cenab-ı Hak isterse her şey olur.
Kimileri var, olaylara hep kendi penceresinden bakıyor. Aklında kalıplaşmış fikirler var. O düşüncelerini de İslâm'ın kesin emriymiş gibi empoze ediyor. Hatta bazıları var eleştiri makinesi, herkeste hatalar bulmaya çalışır. Bulduğu o hataları da küfürle itham etmede kullanır. Hâlbuki dinimizde hemen geçersiz bir hatadan dolayı insanları İslâm'ın dışında kabul etmek kınanmıştır. Meselâ: Kendilerini desteklemedikleri için Müslümanları küfürle damgalamak çok yanlış ve tehlikeli şeylerdir. Ey kardeşlerim, siz dinin menfaatini mi düşünüyorsunuz; yoksa kendi şanınızı, makamınızı ve menfaatinizi mi düşünüyorsunuz? Veya siz insanların küfre düşüp cehennemlik olmalarını mı; yoksa cehennemden kurtulmalarını mı istiyorsunuz? Şayet hakikaten kurtulmalarını isteseydiniz; başkalarının şirke, küfre girdiğini söylemeye kolay kolay diliniz varmazdı.
Başkaları yersiz yere şirkle, küfürle itham edildiği zaman, şayet isabet edilmediği takdirde, o ağır ithamların sana döneceği hadis-i şerifle belirtilmiştir. Kimin kâfir; kimin değil ona karar verecek biz değiliz. Bir de küfre düştükleri kesin delillerle ispat edilemeyen kişileri imanlı kabul etmek, ehlisünnet inancının şartıdır. Çoğu kişileri görüyoruz; öyle söz ve davranıştan dolayı bazı kişileri küfürle itham ediyorlar ki, o kişilerin kullandıkları söz ve davranışların (10)'dan fazla manası var. Veya tevili mümkün olduğu halde, yine de iyiye yorumlanacak tarafını almayıp; bilakis kötü manalar çıkararak, o insanları küfürle ilham ediyorlar. Bu gibi davranışlarla Mü'min kardeşlerin arasını açmayalım. Ara açıcı davranışlardan uzak olalım.
Bir bakıyorsunuz: İki Müslüman ülke birbirlerine darılıvermiş. Sebep olarak da şöyle diyorlar: "Siz bizim karşıtımız olan devletlerle dünyalık iş alışverişinde bulunuyorsunuz. Niçin onlara baş kaldırmıyorsunuz? diyorlar."
Şimdi İslâm ülkeleri çok güçlü ülkeler olsaydılar o zaman sizin dediğiniz gibi bir durum sergilenirdi. Ama İslâm ülkeleri üzerinde çok büyük oyunlar oynanıp yıpratılmak islenmekledir. Kendine yardımcı olmasını istediğin ülke fakir ve perişan bir durumda olup, bu zayıflıkla beraber başka güçlü ülkelere rest (baş kaldırıp) çekip düşmanlarını daha da çoğaltmaları pek çok sıkıntıları da beraberinde getirebilir. Bir de başka devletlerle, ülke menfaati için başkalarına zarar vermemek ve haram davranışlara girmemek kaydıyla, bazı antlaşmalar yapıp kararlar alınmasının dinen engellendiğine dair ne delil var ki? Şayet Müslümanların aleyhinde olan kararlarda diğer ülkelerle anlaşırlarsa Allah indinde en sorumlu insanlar olurlar, bunlar imanla bağdaşmayan davranışlardır.
Her şeyi bulunduğu ortama göre değerlendirmek gerekir. Bize hakkıyla destek veremeyip, başka devletlerle dünyalık bazı antlaşmalarda bulunanları küfür ile itham etmek, onlara cephe almak doğru olmaz. Müslüman ülkelerinin bazıları sıkıntı içerisinde olup kendi kendilerini toparlamaya çalışıyorlar. Elbette çok güçlü olmasak da, zayıf ta olsak, sayımız az da olsa onları birleştirip gücümüz nispetinde Mümin kardeşlerimizin yanında yer alıp, birbirimize yardımcı olmak zorundayız. Sadece kendi menfaatimizi düşünüp Mü'min kardeşleri kendi hallerine terk etmek hiç bir zaman caiz olmaz. Ama bazı zaruri durumlarda ülke menfaatini düşünerek dünyalık işlere girildiği zamanlarda onları suçlayıp bağlarımızı koparmamalıyız. Gerçekten bizlere yardım edecek durumda değilseler; bilakis kendileri yardıma muhtaç iseler, yeni yeni düşmanlar edinmelerini istemek uygun düşmemektedir.
Öyle ise gücümüze göre davranmalıyız. Bir düşmanla baş edemediğimiz halde, tüm dünyaya meydan okumanın anlamı yoktur. Aşırı taassup ve uç noktalarda gezmek, kalıplaşmış düşünce modelinde bulunmak, İslâm kardeşliğine zarar verir. Bu gibi durumlarda dinimizin ruhsatlarından istifade edelim. Müslüman kardeşlerin davranışlarını her zaman kötüye yorumlamayalım.
Bir de Müslüman ülkelere veya Müslüman kardeşlere yapmış olduğumuz yardımları ve iyilikleri başa kakmayalım. Biz olmasaydık, şimdi sizler perişandınız gibi lâflar etmeyelim. Geçmişte yapılan yanlışlar da her fırsatla dile getirmeyelim. Bunlar hain millettir, bunlar tarihle bizlere şu yanlışlıkları yapmışlar demeyelim. Geçmişte yapılan yanlışlıkları bir kara leke gibi ondan sonraki nesillere mal etmek, Müslüman ülkelerinin tarihlerini, atalarını karalamak fayda değil; zarar getirir. Geçmişteki yanlışlarla uğraşacağımıza gelecekteki İslâm kardeşliğinin temellerini atmaya çalışalım. Bize gelecek lâzım.
Bir de bu zamanda Müslümanlar, tüm dallarda din düşmanlarıyla yarışabilmeli, Müslüman ülkeler ekonomide, sanayide bilimde, teknik ve ticarette, zenginlikte en gelişmiş ülke olmalıdırlar. Yüzyıllarca ekonomiyi, sanayiyi ticareti elinde tutup Müslümanların zenginleşmesine müsaade etmeyenler; bugün de aynı gücü ellerinde tutmasınlar! Çünkü onlar kazandıklarıyla biz Müslümanları sömürüyorlar.
Hâlbuki Müslümanlar gelişip zenginleştiği zaman güç bizlerin elinde olmuş olacak. Ekonomisi çökmüş, teknik ve bilimde geri kalmış İslâm ülkeleri nerede İslâm'a hizmet edecek? Daha kendisi yardıma muhtaç! Onun için tüm dallarda önde olalım ki; kötü düşünceli olanlara karşı dinimizi, vatanımızı koruya bilelim. Maddî gücü de önemsememezlik yapmayalım! Dünyada İslâm'a, Müslümanlara hizmet için çalışalım; ama dünya sevgisini kalbinize koymayalım! İslâm kardeşliğinin gerçekleşip, küffara karşı izzetli olabilmemiz: Lafla, oturmakla, ağaç altında kebap yellemekle, hep kendi nefsimizi düşünmekle gerçekleşmez. Cenab-ı Hak bizlerden amel istiyor, amel!
Bir de her ülkenin cihad hususunda konumu farklı faklı farklıdır. Her şekil, her ülkede uygulanamayabilir. Yanlış bir karar çoğu Müslüman'a" zarar verir. Yapacağımız davranış İslâm'a fayda mı; yoksa zarar mı verir iyice düşünülmelidir. Bazıları bir düşmanla baş edemezken, başka ülkeleri de kendine düşman ediyor. O zaman başka ülkelerdeki Müslüman kardeşler de zarar görüyorlar. Nerede gizli, nerede, açık hizmet sunulacağını, nerede taviz verip, nerede verilemeyeceği çok iyi bilinmelidir. Böyle şeyler çok önemli olduğu için tek başına kararlar alınmamalıdır. Dini ve dünyevî ilimleri iyi bilen âlimlerin istişareleri ile kararlar alınmalıdır. Bir insanın tüm ilimleri tam olarak bilmesi mümkün değildir. Onun için kendi dalında mahir ve uzman olan insanların düşüncelerine başvurulup ortak kararlar alınmalıdır. Kendi başına veya dinde ehil olmayan insanların istişareleriyle kararlar alınmamalıdır. Yanlış bir karar, yanlış bir fetva Müslümanlara çok zarar verebilir. Bir de bulunduğumuz durum ve konum nasıl bir hizmet yapmayı gerektiriyorsa o şekilde hizmet sunulmalıdır.
Bazıları şöyle düşünüyor:
"Bu yoldan, bu şekilden başka kurtuluş olamaz. Ancak bu şekilde din hayatımıza hâkim olur. Hâlbuki daha kolay, daha faydalı ve zararı daha az bir şekille maksada ulaşmak mümkünse, niçin uygulanmasın ki! Din-i Mübin İslâm her zaman aynı şekille hizmet sunmayı farz kılmamış ki! Şartlar neyi gerektiriyorsa ona göre davranmayı istemiştir. Yeter ki, helâl yollar olsun; haramlara sapılmasın. Yeter ki, fıkhı kaidelere riayet edelim.
Bazıları da var, kendi üstadları bir şey demişse onu kıyamete kadar öyle alıyorlar. Hâlbuki o zaman ki şartlar öyle gerekmiş diye o zat öyle demeyi veya öyle davranmayı uygun bulmuş olabilir. Ama öyle zamanlar oluyor ki, o anki durumlar tamamen farklılaşabiliyor. Belki o zat şimdi olsaydı tamamen farklı kararlar alırdı. Zaten o zatlar benim ağzımdan çıkan sözleri kıyamete kadar farz gibi alıp kabul edin dememişler ki.
Peygamber Efendimizin ve Allah-u Teala'nın sözlerinde dahi, emir mahiyetinde söylenen sözlerle, tavsiye mahiyetinde söylenen sözleri farklı değerlendiriyoruz. Onun için taassup yapmayalım. Allah dostlarının neyi ne maksatla yaptıklarını iyi anlayalım. Bulunduğumuz zaman ve zemini iyi değerlendirelim. Müslümanların faydasına neyse onu yapalım.
Din bizi zora sokmuyor, bazen biz kendimizi zora sokuyoruz. Bazı kardeşlerimizi görüyoruz: Uygulamakta serbest bırakılmış sünnet şekillerini dahi farz gibi göstermeye çalışıyorlar. Farz olmayan bir şeyi farz gibi göstermeye çalıştığımız zaman, o görevi yapmayan tüm Müslümanlara günahkâr olarak bakmamız gerekmektedir. Dini hizmetlerde dahi herkes bizim önerdiğimiz şekilde hizmet sunmalı, yoksa fayda olmaz denilmemelidir. Halbuki, öyle zamanlar olur ki, beş on türlü hizmet etmek zorunda kalırız. Kimileri Kur'an okutur, kimileri ilim öğretir, kimileri dünyevî ilimler öğretir, kimileri cihad yapar, kimileri emr-i bilmarûf nehy-i anilmünker (iyiliği emredip kötülüğü men etmek) yapar. Bunlar birbirlerinden kopmayan hizmetlerdir. Kalkıp herkes Kur'an okutsun veya herkes tebliğ yapsın demek de çok doğru olmaz. Birde herkese fıtratına uygun ve kabiliyetli olduğu durumlara göre hizmet şeklini vermek daha başarılı olmalarını sağlar ve o hizmeti severek devam ettirmelerine sebep olur.
Bazıları da sorunların hep şiddetle halledileceğine inanır. Biz şunu demek istiyoruz: Her zaman aynı model uygulamak yerine, o anki durum neyi gerektiriyorsa o yapılmalı. Şayet cihad etmek icap ediyorsa cihad, sulh icap ediyorsa sulh, Müslümanların diğer hizmetlere ihtiyacı varsa o yapılır. Zaten din bir bütündür. Yapılması farz olan şeyler kesin yapılmalıdır. Farz olmayan durumlarda ise farklı hizmet şekilleri uygulayanları da kınama gibi bir davranışta bulunmayalım. Demek ki her şeyden önce; neyin farz, neyin sünnet, neyin müstehab, neyin mubah neyin helâl ve haram oluğunu iyi belirleyelim ki, ondan sonra insanlara uyarıda bulunalım. Ölçümüz bunlar olsun. Eğer kendi kafamıza ve arzularımıza göre
dini kurallar belirleyip farzı mubah; mubahı farz gösterme gibi bir davranışa girersek ona yoldan uzaklaşıp ifrat, tefrit veya taassuba düşmüş oluruz.
Öyleyse her ne hizmet sunulacaksa dinin, Müslümanların menfaatini göz önünde bulundurmamız gerektiği gibi, şahsî veya cemaatin faydalarını da bunların önüne almamak gerekir. Allah-u Teala'nın yüce ve temiz dinine en güzel hizmet nasıl sunulacaksa, o yapılmaya çalışılmalıdır. Zaten neler yapmamız, nelere dikkat etmemiz gerekliği müctehid imamlar tarafından Kur'an ve sünnetten çıkarılıp bizlerin istifadelerine sunulmuştur.
Öyleyse bunların görüşlerine başvurulup ehil kişilerle, âlimlerle istişareler yapılmalı ani ve şahsi kararlardan sakınılmalıdır. Onun için nerede ne yapacağımızı çok iyi ayarlamalı, zaman ve zemin ve o anki şartlar ve bulunduğumuz ülkenin şartları hepsi göz önünde bulundurulmalıdır. Hemen birilerinin tesiri altında kalıp onun yaptıklarını yapmamak gerekir. O kişinin yaptıkları bulunduğu şartlar ve ortamlara göre uygun olabilir. Ama senin yer ve zaman ve şartlar ona müsait olmayabilir. Öyle yapsan belki sen de, ailen de, Müslümanlar da, din de büyük zararlar görebilir. Bir de Allah-u Teala her zaman hep aynı şekilde hizmet sunacaksınız, aynı şekilde cihad edeceksiniz diye farz kılmamışım Yani kaş yapayım derken göz çıkarmamak gerekir. Tecrübeli ilim ehli insanların görüşleri alınmadan başa buyruk işler yapılmamalıdır.
Şu metot yanlışlığını birkaç misalle açıklamaya çalışalım:
Meselâ: Haksız yere adam öldüren kişinin katli helâldir. Ama onu şahısların yapması olmaz, ona devlet karar verir ve o uygular.
Dini tebliğ etmek, haykırmak lâzım; ama öyle zamanlar oluyor ki, gizli olman gerekiyor, orada açık oldun mu, din ve Müslümanlar zarar görüyor. Böylesi durumlarda dikkatli davranılmalı.
Öyle insan var, ben haklıyım deyip anne babasını dövüyor. Tamam diyelim ki, sen haklısın. Ama haklı olduğunda anne babana hakaret edebilir, kızabilir, dövebilirsini nereden çıkarıyorsun?
Cihad etmek lâzım, bu doğru; ama cihadın fıkıh usulü var. Sen onu kendi arzularına göre ayarlayamazsın, her kızdığın adamın başına bir kurşun sıkamazsın. Metotlarımız fıkhı kaidelere uymalıdır. Davamızın hak olması gerektiği gibi metodumuzun da doğru olması gerekir. Aksi takdir de dine, mü'minlere, vatana faydalı olalım derken zarar vermiş oluruz. Nice insan cihadı kendi anladığı ve inandığı şekilde uyguluyor, bu defa da sevap kazanacak yerde günaha girebiliyor. O yüzden İslâm dinindeki cihad usulünü çok iyi bilmek, günah ihtimali olan şüpheli davranışlara girmemek gerekir. İslâmi kurallara göre cihad yapmasını bilmeyenler; İslâm'ı dünyaya yanlış tanıtmış olurlar. Haklı da olsalar, insanların gözünde haksız duruma düştükleri gibi
İslam Dinini kötülemek isteyenlerin eline de büyük kozlar, fırsatlar vermiş olurlar. Allah Rasulü (s.a.v.) inanmamış olan munafıkların ileri gelenlerini bilmesine rağmen öldürülmelerine müsaade etmemesinin hikmetini Buharînin rivayet ettiği şu hadisi şerif şöyle açıklıyor:
Rasulullah (s.a.v.) Hz. Ömer'e (r.a) şöyle demiştir:
"Arapların, Muhammed arkadaşlarını öldürüyor, şeklinde konuşmalarını istemem." ( Muhtasar-ı İbn Kasir, 1/33 )
Bir de bazı kardeşlerimiz; haksızlıklara, yanlışlıklara, zulme, günahların açıktan işlenir hale gelmesine dayanamadığı için, bir şeyler yapmak istiyor. Bunların bu gayreti takdire şayandır. Ama düşüncelerini uyguladıkları zaman arkasından çıkabilecek fitneleri ve Müslümanlara gelebilecek zararları iyicene düşünmüyorlar. Bu defa artık dönüşü mümkün olmayan zararlar meydana geliyor. Bazen öyle durumlar oluyor ki, en küçük bir yanlışlık islâmın, Müslümanların çok zararlar görmesine sebep oluyor. O yüzden iyi niyetle de olsa bir hizmet yapacağımız zaman, o işin kârını, zararını iyi düşünelim, çıkabilecek fitneleri, zararları göz önünde bulunduralım. Hesaba katmadığımız daha pek çok durumların olabileceğini, her zaman evdeki hesabın çarşıya uymayacağını da bilelim.
Bir de bu günümüzdeki şanlar çok farklı, o yüzden günümüzdeki şartlar göz önünde bulundurulmadan alınacak kararlarda isabet etmemiz çok zordur. Olayların arkasında gizli ellerin ve güçlerin olduğunu da unutmayalım. Dikkatli ve uyanık olalım. Kendi başımıza kararlar almayalım. Ehil kişilerle istişareler yapılırken en önemsiz gibi görünen görüşleri bile önemle düşünüp değerlendirelim. Her zaman her konuda bizlerin dediğinin doğru olması mümkün değildir.
Bazıları da şöyle söylüyor: "Dine hizmet edilmelidir." Evet, bu söz doğrudur; ama "herkes bizim hizmet şeklimizle hizmet etmelidir" denilirse bu yanlıştır. Veya "herkes benim hocama, benim şeyhime tabi olmalı; yoksa kurtuluş yoktur" demek de yanlıştır. Hakka giden yollar bir tane değildir. Aynı zamanda sünnet olmayan bir şeye sünnet gibi inanmak veya sünnete de farz gibi inanmakta yanlıştır.
Bazıları var ki, belki sünnet olan yolu tutmuş; ama onu insanlara farz gibi zorluyor. Sünnete uymayanları tekfire kadar gidiyor. Din bu kadar zorlamamış ki, sen zorluyorsun. Simdi bir yanlışlığa dinde ne hüküm konulmuşsa, o kadar söylenmeli, din sahibinden daha da dindar olunmamalıdır. Yalnız şu sözlerimiz yanlış anlaşılmasın, bu ifadelerden sünnetin hafife alındığını veya çok önemli değilmiş gibi algılamamak gerekir. Elbette ki sünnetin dinimizdeki yeri ve önemi tartışılmaz. Her mü'min sünnete sarılıp, bidatlerden de son derece kaçınmak zorundadır. Ama farzı, sünneti, müstehabı, helâl ve haramı da birbirine karıştırmamak lâzımdır. Her meselenin hükmü hangisine giriyorsa ona göre davranılmalıdır.
Zaman zaman insanlar iyi niyet ve düşüncesinin de kurbanı oluyor. Şeytan her insanları farklı yollar deneyerek aldatmak istiyor. Kimisine soldan, kimisine de sağdan yanaşıyor. Soldan kandıramadığı insanları, bu defa sağdan yaklaşarak kandırmaya çalışıyor. Zor lokmaları bu yolla çok kolaylıkla yutabiliyor. Çoğu insana şeytan gelip de adam öldürme gibi bir günahı teklif etse belki kimseler yanaşmaz; ama insanlara öyle düşüncelerle yaklaşıyor ki, binlerce kanın dökülmesine sebep oluyor. Çoğu insana:
Bak sen hakkın arkasını tutuyorsun, sen haksızlığı, zulmü kabul etmediğin için böyle davranıyorsun, onun için sen haklısın, öyleyse ne pahasına olursa olsun, velev ki karşına çıkan Mü'min kardeşinde olsa vur, öldür. Amacına ulaşmak için başta sana ayak bağı olan Müminleri öldürmen lâzım deyip Mü'mini Mü'mine kırdırıyor. Bunları yok edene kadar, kendisi de biliyor ve düşman her ikisini de kolayca avlayıveriyor.
Şeytan bu gibi hilelerle çoğunu kandırmıştır. Zaten din düşmanlarının da uyguladıkları taktik şeytanî şekillerdir. Onlar da tüm amaçlarına, Müslüman'ı Müslüman'a kırdırarak ulaşmak istemektedirler. Şeytan kimisine: "Şunlar kendi kendilerine her ne kadar biz Müslümanız deseler de sen onlara inanma. Onlar Müslüman değillerdir. Çünkü onların inancı bozuk, onlar şirke düşmüşlerdir. Sen onları şirkle, küfürle itham et ki, diğer insanlar da o yanlışlara düşmesinler." der. O'da şeytanın vesvesesine kanıp başlıyor en ufak ve şüpheli durumlarda Müslümanları küfürle suçlamaya!
Şimdi sen Mü'min kardeşine kâfir dersen, artık birleşmek, uzlaşmak hayal demektir. İşin garip tarafı dini iyi bilmeyen insanların ağzından bu gibi suçlamaları çok duyarsınız. Ama gerçek bir din eğitimi almış insanlardan böyle laflar çok duymazsınız. Çünkü bu âlimler, bir insanın nerede küfre düşüp düşmeyeceğini çok iyi bilirler. Bazı küfür gibi görünen şeylerin niyetlerle de çok alâkalı olduğunu düşünürler ve dinimizde tekfir suçlamasında isabet edememenin mesuliyetini de çok iyi bilirler. Bir de mümkün mertebe insanları iman dâhilinde düşünmenin İslâm'ın prensibi olduğunu bilirler. Ama şu rastgele tekfirde bulunan insanlar genelde gerçek bir dini eğitim almayanlardır. Bir de bu adamların kafalarında kalıplaşmış fikirler var, ne desen onlar bildiğini okurlar. Yanlış bir hareket ve söze rastladıkları zaman; "artık ne niyetlere, ne bilip; bilmemeye, ne zorda kalmışlığa bakmadan, ne de mecazî anlamı var mı, yok mu?" demeden hemen küfür damgasını basarlar.
Hâlbuki bazı söz ve davranışlar oluyor ki, onu levil edip iyi düşünmemiz mümkünken, kölü yönünü düşünüp niyetlere bakmamamız uygun mudur?
Firasetül Müminin Kitabı nın İçeriği
İÇİNDEKİLER
Bu Eser Niçin Yazıldı ?
Tefekkür Edilmesi Gerekenler 1
Kalp Kırıcı Davranışlar
Kim Dost Kim Arkadaş?
Huzurlu Ve Mutlu Bir Aile Olmanın Çareleri
Evlenmeden Önce Dikkat Edilmesi Gerekenler:
Güzel Gençliğin Yetişmesinde Zenginlere
Çok Görevler Düşüyor
Evlendikten Sonra Huzurlu Bir Yuvaya Kavuşmak İçin
Dikkat Edilmesi Gerekenler
Evlât, Anne Ve Baba Arasında Dikkat Edilmesi Gerekenler
Evlenmenin Önemi Ve Evlenmeyi Geciktirmenin Fayda Ve Zararları
Evliliği Geciktirmenin Sakıncalarından Bazıları Şunlardır
Tevbe
Tevbemizde Devam Edebilmemiz İçin Şu Tavsiyelerde Bulunabiliriz:
Alevîlik Ve Şiîlik
Gençlerimiz Hakkında Üzerimize Düşen Görevler
Kayınvalide Ve Gelin Arasındaki Huzursuzluklar Ve Çareleri
Talebe Ve Hoca Arasında Dikkat Edilmesi Gereken
Edeb Kuralları
Bir İnsandan Niçin Kızılır?
Komşu Ve Akraba Arasında Dikkat Edilmesi Gereken Hususlar
İslâm Kardeşliği 1
Tasavvufta Dikkat Edilmesi Gerekenler
Şahsî Menfaatlerini Dinin Menfaatinden Önce Düşünenlere Kısa Bir Sesleniş:
İslâm Kardeşliği 2
Tefekkür 2
İslâm Kardeşliği 3
Kadının Çalışmak İsteğinin
Ardında Yatan Gerçekler Nelerdir?
Tefekkür
İslâm Kardeşliği 4
Tekfirin Zararları 2
İslâmiyet Irkçılığı Yasaklamıştır
İslâmiyet'te Kölenin Durumu
Gönül İncitip Kalp Kıranlar Hakkın Rızasına Kavuşamaz
Güzel Ahlâkın Önemi
İslâm Kardeşliği 5
Önemine Binaen Aile Huzuru İçin
Bir Kaç Önemli Hatırlatma Daha
Karaca Yayınları M.Nazif Gözükara Firasetül Mü’minin kitabını incele diniz.