Kitap Fuyuzat Kuranı Mübin’n Mealen Tefsiri
Yazar Şemseddin Yeşil
Yayınevi Yeşil Kütüphanesi
Kağıt Cilt IVORY Şamua - Kalın Cilt - 7 Cilt Set
Sayfa Ebat 3.507 sayfa - 17,5x24,5 cm
Yeşil Yayınları Füyuzat Kuranı Mübinin Mealen Tefsiri, tefsir kitabını incelemektesiniz.
7 Cilt Takım Füyuzat Kuranı Kerimin Mealen Tefsiri kitabı hakkında yorumları oku yup kitabın konusu, özeti, fiyatı, satış şartları hakkında bilgiyi geniş bir şekilde edinebilirsiniz.
Yaratan Rabbinin adıyla oku . O, insanı " alak " dan yarattı. Oku, Senin Rabbin en cömert olandır. Alak 1-2
KURAN – İNSAN
İNSAN, mazhar-ı Hak'tır. İnsân-ı Kâmil, Esmâ-i İlâhî'nin kâffesine mazhardır.
İnsan, hakîkat-ı eşyayı idrâki, Cenâb-ı Bârî'yi tevhidi muktedir vicdana mâlik olan bir candır. Onun içün kendisine (nusha-i kübrâ) denmişdir.
Bu ta'rifte bilkuvve bütün insanlar dâhil olduğu hâlde, bilfi'il yalnız insanlığını bilen ve duyan insanlar dâhildir. Kur'an'a muhâtab, o kalbe sâhib olan insanlar...
Kur'an-ı Mübîn'de Beşer üç sınıf olarak gösterilir: İnsan, âdem, hayvân-ı nâtık.
Esrâr-ı hakikate vâkıf olanlara insan; esrâr-ı esmaya vâkıf olanlara âdem; bunlardan gayrılarına da yalnız hayvân-ı nâtık denmiştir.
Evet, insân-ı kâmil, Esmâ-i İlâhînin kâffesine mazhardır. O Esmâ-i İlâhî, ister zâtiyye, ister celâliyye, isterse cemâliyye olsun, Hazret-i İnsan bunların kâffesine mazhardır.
İmdi, cemâl-i mutlak mazharı olan Cennet, celâl-i mutlak mazharı olan Cahîm, Dünya ve Âhıret denilen âlem, Hazret-i İnsandan maada bütün mevcûdâtiyle beraber merâtib-i Esmâ'nın mazharıdırlar. Fakat Esmâ-i Zâtiyye'nin ve şâir Esmâ'nın mazhar-ı tâmmı İNSÂN-I KÂMÎL'dir.
(İnnâ aradnel emânete alessemâvâti vel'ardı vel cibâli feebeyne en yahmilnehâ ve eşfakne minhâ ve hamelehel inşân innehû kâne zalûmen cehûlâ) Nazm-ı Kerîmi bu sırra işarettir.
Ma'nâ-i celîli:
"Biz emâneti Semâvâta, Arz'a, dağlara alâ teklifit-tahyîr arzettik; onlar o emâneti yüklenmekten ibâ ve imtina' ettiler ve o emânetten kaçındılar. O emâneti insan yüklendi."
Âyet-i kerîmede zikrolunan (emânet)den birçok ma'nâ tahsil edilmiş ise de, ehl-i hakîkat "Kur'ân-ı Mübîn" ma'nâsını tahsil etmişlerdir.
Bu ma'nâya işareten Nebiy-yi Zîşân Efendimiz: "Ünzile aleyyel Kur'an cümleten vâhıdeten" "Kuran benim üzerime cümle-i vahide olarak inzal olundu" buyurmuşlardır.
Dikkat edilecek olursa, Semâvât, Arz ve üzerinde bulunanlar, enva'-ı mahrukatın kaffesi, Hakk'ın esma ve sıfatının kâffesi ile tahakkuktan âciz oldukları içün emâneti yüklenmekten ibâ ve imtina' ettiler. Kabiliyyetleri buna müsâid değildi. Zira Kur'an'a muhâtab yalnız insandır insan. O, O'nu hâmil olacaktı. O'nun ma'nâ-i ihtivası, vicdân-ı kibriyâsı âlemlere sığmaz.
Nazm-ı Kerîmde (zalûm) kelimesine ehl-i hakîkat (ism-i mef'ul) ma'nâsı vermişlerdir ki; Hazret-i insan, insân-ı kâmil mazlumdur. Onun derece-i celîli, mertebesi azîm olduğu içün onun hukukuna tamamıyle riâyete kimse kaadir değildir.
İşte bu nokta-i nazardan mahrukatın insân-ı kâmile muamelesine nazaran insân-ı kâmil mazlumdur.
Kezâlik (cehûl) kelimesine de (ism-i fail) olarak değil (ism-i mef'ul) olarak ma'nâ vermişlerdir. însân-ı kâmilin ma'nâsı bir deryâyı hakîkat olduğu içün meçhuldür, bilinemez.
Ayrıca bir nezâket daha vardır ki: İnsân-ı kâmile lâyık olan muamele bilinemediğinden dolayı, bu özür sebebiyle mahlûkatı vebalden halâs içün bir beyân-ı İlâhîdir. Ve bu beyan dolayısiyle bu ma'ziret âhırette erbâb-ı vebale bâis-i mağfiret olunur.
ŞEMSEDDİN YEŞİL
FÜYÛZAT
Bismillahirrahmanirrahim
İmânında şek ve şübheyi kaldırıp, taklidden kurtularak, nefsini ruhun dizginleriyle terbiye edip teslîm alan, nazargâh-ı ilâhî olan vahdethâne-i kalbi, mâsivâ putu ile doldurmayıp Hak ile huzur bulan, likaullah aşkı ile sayılı nefesini tüketen kuluna:
"Yâ eyyetühen-nefsül-mutmainnetü. İrcii ila rabbıkı radıyeten merdiyyeten. Fedhuliy fî ıbâdî. Vedhuliy cenneti."
Fermân-ı ilâhîsindeki işaretiyle:
"Ey sahte benlikten soyunup, esbaba değil de, sebebleri halkedene hakkıyle teslîm olan kulum! Sen dünya denilen âlem-i imtihanda Rabbinden hoşnûd, Rabbin senden râzî olarak yaşadın. Kudretle azamet yarışına kalkmadın. Nazar-ı hakikatte meşhûd olan Hak'dır diye imân ettin. Âh almadın, kalbin bütün mahlûkata karşı rikkatle çarptı. Elbette bunun mükâfatını görecektin. Bana gel, sevdiğim has kullarımın arasına gir. İşte Cennet-i Sıfatım, işte Cennet-i Zâtım..." da'vet-i Sübhânîsini merhamet-i İlâhîsi ve eltâf-ı Sübhânîsiyle ihsan eden Allahıma hamdederim.
Zât-ı Ahadiyyet Cenâb-ı Ahmediyyetine fethedilmiş, Nefs-i Nâtıka-i Kâinatın Kalbi, makam-ı şefaatin sahibi, düşmanına dahi merhamet elini uzatan, beşeriyyeti ücretsiz, külfetsiz, minnetsiz zulmetten nura çıkaran Resûl-i Ekrem'e, Âline ve Eshâbına salât ü selâm ederim.
Cenâb-ı Hak hubb-i Sübhânîsiyle bu mufassal kâinatı halketmiş ve bu mevcudat içerisinde esrâr-ı zâtiyyesine ve sıfât-ı İlâhîsine agâh ve Zât-ı Sübhânîsine muhâtab olabilecek isti'dadda, cemâl ve celâl sıfatlarına mazhar kılarak, rûh-u men-fûh ile tekrîm ederek, keremnâ tacını giydirerek (insan) sınıfını halketmiştir. Bu sınıfta insân-ı kâmil, icmâlen ve tafsîlen bütün eşyanın hüviyyetidir.
İnsanlara istifa kanunu ile kendisini beyân* içün ve hilkatteki gayeyi, bu âleme geliş ve gidişteki ma'nâyı duyurmak içün de Enbiyâ'yı göndermiştir.
Enbiyânın sertâc-ı ibtihâcı ve burhânullah olan Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselamı da:
"Ve mâ erselnâke illâ rahmeten lil'âlemiyn."
Fermân-ı Sübhânîsiyle âlemlere rahmet olarak gönderdiğini beyân buyurmuştur.
Böylece O'nun rahmetinin mutlak olduğunu duyurmuştur.
* Ba'zıları "Enbiyâ Allah'ı isbâta gelmiştir" derler ise de, Allah muhtâc-ı isbât değildir. Enbiyâ, Allah'ı isbâta değil, beyâna gelmişlerdir.
"Hüvellezi ersele resülehû bilhüdâ ve diynil hakkı Iiyuzhirehü aleddiyni küllihî ve lev kerihel-müşrikûn."
nazm-ı kerîmi ile* ve:
"Vallâhü ya'sımüke minennâsi."
fermân-ı celîli ile: Kaadir, Muktedir, Kayyûm olan Allah'ın, Habîbini ne şekilde techîz ettiğini, vikaye-i ilâhîsinden nasıl zırh giydirdiğini, menba'-ı Huda olan bir Kitab ve hak ile bâtılı fark edici bir Dîn ile gönderdiğini, ve bu dînin, hak ve hakîkatı örtenler patlasa, îmânı bir nefsâniyyet mes'elesi yapanlar çatlasa, Allah ile azamet yarışına çıkanlar bunalsa; ilmen ve aklen bütün edyâna galib geleceğini sarahaten beyân etmiştir.
Ve kefâ billahi şehiyden mühammedün resülüllah."
* Bu nazm-ı kerîmin ma'nâ-i zahirîsi daha zamanla tefsîr edilecektir. Bir gün gelecek herkes Kur'an sofrasında diz dize oturacaktır. Beşeriyyet içün bundan başka felah yolu yoktur! Nitekim Garbda birçok ilim adamlarının O'na teslim olması bunun apaçık bir delilidir.
Emr-i Sübhânîsiyle de, Allah'ın O'nun risâletine hakkıyle şehâdet etmesi kâfidir buyurulmuşdur.
Ehl-i insaf ister teslîm olsun ister olmasın Kur'ân'ın azameti karşısında boyun kesmek mecburiyyetindedir.
İşte Cenâb-ı Fahr-i Âlem'in, menba'-ı Huda olan, taraf-ı ilâhîden umum beşeriyyete getirdiği Kur'ân-ı Azîmüşşân bütün mevcudatı muhît, beşeriyyetin ihtiyâcını câmî bir Kitâb-ı Mübîn'dir. Ezelden ebede kadar akl u idrâkin almış ve alabileceği ulûm u fünûn o Kitabda mevcuddur.
Cenâb-ı Peygamber bu kitabın her âyetinin şeref-i nüzulü içün şöyle buyuruyorlar:
"Nazil olan âyât-ı Kur'aniyye'den hiçbir âyet yoktur ki; o âyetin (zahrı) ve (bâtnı) olmasın; ve her (harfi) içün (had) ve her (haddi) içün (ıttıla') olmasın."
İmdi Kitâbullah'ın ıttıla'-ı zahirîsinden alınan ma'nâya tefsîr, ıttıla'-ı bâtınîsinden dînin hakikati, ma'rifetin yakınlığı üzere alınan ma'nâya da te'vîl derler.
Te'vîl hakkı ilimde rüsuh bulan zevât-ı âliyye içündür ki Cenâb-ı Hak "Verrâsihûn" kelime-i celîlesini ilmullaha atfederek Kitâbullah'ın ma'nâ-yı enfüsîsini bildirdiği sınıfı ayırmıştır.
Kitâbullah'ın gerek zahirinden, gerek bâtınından her müntehâ içün bir makam-ı ıttıla' vardır. Hadîs-i şerîfdeki had: Kelâmın ma'nâsı cihetinden fehmin nihayetidir. Bunların biriyle amel ettikten sonra Cenâb-ı Hak ikincisinin ma'nâsını açar. Bir hadîs-i şerîfde: "Kim ki bildiğiyle amel ederse, Allah bilmediği ilimde onu vâris kılar" buyurulmuşdur.
Esrâr-ı ıttıla'ın makamı ise çok büyük olduğundan her his ona yaklaşamaz, o daireye duhûl için:
"Lâ yemessühü illel mütahherun"
âyetini iyi bilip enfüsde ve âfakda tamamıyle temiz olmak şarttır. Nâpâk olan gönül mahrem-i esrar olamaz.
Şu cümleleri hulâsa edecek olursak; Kur'ân-ı Kerîm yalnız elfâz-ı şerîfesine bakılıp da hemen ma'nâ verilecek bir kıtâb-ı şerîf değildir.
Zîra o büyük Kitab lâf zan Arabca ise de ma naşı Allah çadır. Keza ehâdîs-i şerîfe de öyledir. Lâfzı Arabca ise de ma'nâsı Muhammed'cedir.
Binâenaleyh, elfaz, ma'nâ-yı Kur'ân'ı gösteren münevver bir âyînedir. Kur'ân'ın inceliklerini anlamak içün Hak ile ünsıyyet ve Hazret-i Muhammed'e kendisini sevdirmek şarttır.
Burada şunu da arzedeyim ki:
"Men fesserel kur'âne bire'yihî fekad kefer"
hadîs-i şerîfini ba'zı kimseler yanlış anlamışlardır... Murâd-ı Nebî şudur:
"Âyât-ı ilâhiyyeyi ahkâm-ı nefsânîsine maglub olup, kendi arzularına muvafık bir şekilde tağyîr ü tebdîl etmek suretiyle tefsîr etmek küfürdür."
Yoksa kendisinin abd-i mahz olduğunu ve ihlâs-ı tam sahibi bulunduğunu duyan her mü'minin Kur'ân sofrasında hissesi vardır ve aldığını ümmet-i Muhammed'e söylemekliğe me'zundur.
Onun içün Kitâbullah'dan meal çıkarılır. Herkes hissesi kadar nasibini alır. Meselâ bir kimse evine istediği kadar denizden su alabilir, fakat denizin hepsini çıkarabilir mi? Halbuki ma'nâ-i Kur'ân ona da benzemez. O, ma'nâsı ile urefâyı, elfâzı ile füsehâyı hayrette bırakmış kitâb-ı celîldir. O'nun hitabı ruhadır. O'nun âyetinin her tekerrüründe ayrıca bedîalar gizlenmiştir. O, meâlînin, fezâilin, mekârimin menba'ıdır.
Ey hakîkat yolcusu!
İnsanın mevcudat içerisinde zahirde eşref-i mahlûkat olduğunu ayıran sıfatı, (nutk) olduğu gibi, ma'nâda da (ahkâm) dır. İşte Kur'ân o ahkâmın hazinesidir. Onun âyetleri nazil olurken o günün fesahat ve belagat sergisi olan Kâ'be'nin duvarından en yüksek füsehânın, şuarânın sözleri birer birer düşüyordu.
Meselâ Nûh tufanına taallûk eden:
"Ve kıyle yâ ardu übleıy mâeki"
"Ey arz suyunu yut" ve:
"Ve yâ semâü akli'ıy ve ğıyzel mâü"
"Ey semâ suyunu tut denildi ve su kesildi" ma'nâsını beyân eden âyet-i celîlesi nazil olunca (İmreülkays)' in kız kardeşi: "Artık bu fesahat ve belagat gözüktükten sonra Emîrüş-şuarâ kardeşimin şi'ri de meydân-ı iftiharda durması ayıbdır" demiş, Kâ'be'nin duvarından indirmişti.
"Ikra' bismi rabbike..."
sûre-i celîlesini, Füsehâ Kâ'be-i Muazzama'da görünce gelip İslâm'a girmeye başlamışlardı.
O öyle bir Kitab ki: On üç, on dört asır geçtiği halde, bütün cihanı, Şarkı da, Garbı da kendisiyle meşgul etmiş, hakîkî ilim adamlarını muhakkak karşısında hürmetle eğdirtmiştir.
Jules Barthelemy Saint-Hilaire* Muhammed ve Kur'ân unvanlı eserinde şöyle söyler:
"Kur'ân-ı (Kerîm) kabil-i kıyâs olmayan bînazîr muazzam bir Kitâb-ı Celîldir. Kendi güzelliği bütün âlemin verdiği re'y mu'cibince mevzuun azametiyle beraberdir. O okunduğu vakit O'nun cazibesi karşısında ihtidalar çok olur. Daha ma'nâ fikirlere gelmeden kalbler onun cezbesi tahtında kalır.
Beşeriyyetin bütün tarih-i dînîsinde buna benzer bir şey görmedim ve göremem. Onun içün o Kitabın Allah kelâmı olduğuna kolaylıkla inanılır.
Yalnız bu Kitabın şu'le-i nûrâniyyesi tercümeler vasıtasiyle daha az parlak gözükür, hemen sönmüş gibi olur..."
Stanley Lane-Poole de diyor ki:
"Hiçbir kalb sahibi bu şâyân-ı dikkat Kitabı heyecansız okuyamaz. O Kitabın kalbi bütün beşeriyyet üzerine te'sîri aşikâr olan Hazret-i Muhammed'dir..."
* Meşhur Fransız ulemâsından ve filozoflarındandır. Yunan ve Roma Felsefesi Profesörlüğünde bulunmuş, Aristo külliyyâtının Fransızca tercemesini yapmıştır. İskenderiyye Medresesi ve Daler, Buda ve Buda Dîni, Muhammed ve Kur'ân nâmında daha birçok âsârı vardır.
Beynelmilel ilmiyle büyük bir şöhrete sâhib olan Dr. J.-C. Mardrus'un şu cümleleri de Kur'ân-ı Mübîn hakkındaki beyanâtı arasındadır:
"Faite sur la demande des Ministeres de l'Instruction Publique et des Affaires Etrangres Quant au style du Koran, il est le style personnel d'Allah. Comme le style l'essence de l'etre, il ne saurait etre ici que divin. Et, def ait, les ecrivains meme les plus sceptiaues, en ont subi la fascination. Son emprise est encore telle sur les trois cent millions de musulmans du globe, que les missionnaires etrangres s'accordent a reconnaître qu'on n'a guere pu produi-re jusqu'aujourd'hui un seul cas avere d'apostasie musulmane. Tant il est vrai que le verbe bien conduit est la seule vraie magie."
"Kur'ân Allah'ın kendi şahsî üslûbudur, bir lisandan diğer lisana intikal edemez..."
Zaman ve mekân taayyünâtından, ervah u eşbâhın halk ve icadından mukaddem; kalen ta'rîf ve tavsife, hâlen keşf ü îzâha sığamayan, mertebe-i lâ taayyünden, ya'ni nûr-ı zât-ı lâ yezelîden halkolan, hakîkat-ı Muhammediyye vasf-ı cemîli ile mev-sûf bulunan Nûr-ı Mübîn-i Ahmedî'yi halkeden Allahü Teâ-lâ'nın ikram u ihsanı, Dergâh-ı Ahadiyyet'in tercemânı, Lâ Ömrek Sarayının husûsî misafiri, Resullerin Seyyidi, Beşeriyyetin Fahr-i Ebedîsi Resûl-i Zîşân'ın şefaati ile Kitâb-ı Mübîn'in meâl-i âlîsinin tefsirine başladım, tevfik Allah'dan...
"Kur'ân okuduğunuz zaman sizinle kelâmım arasına umûr-ı mâsiva karıştırılmasın."
Kur'ân'ı huşu' u hudû' ile okuyabilmek için tahâret-i lisan şarttır. Lüzumsuz konuşmak, gıybet, bühtan, dedikodu lisânı kirletir. Onun içün Kur'ân okunurken istiâze edilir, Allah'ın fazlına sığınılır.
Ey inananlar ve istikbâl inananların olduğuna inananlar!
Cenâb-ı Hak buyuruyor ki:
"Benim sıfât-ı İlâhiyyem olan Kelâmullahı ya'ni Kitabımı okumak istediğin an, ona muhâtab olmaya niyyet ettiğin zaman, "ben Allah'ın rahmetine iltica eder; kalbimi, nefsimi Allah'ımın fazl u rahmetine ilsak eylerim" diye, rahmet-i İlâhiyye'den koğulmuş, uzaklaştırılmış Şeytan'dan bana sığın."
İnsan Rabbisinin huzûr-ı müşahedesinde, füyûzât-ı İlâhîsinde müstağrak kalmasına mâni' olan bilcümle şeyden Hak'ka iltica (istiâze)dir. Bu da ma'rifetullah ile olur. Çünkü Şeytan ancak arifin kalbinden korkar.
Arifin kalbinin semâsında doğan şems-i hakîkat-ı Muhammediyye Şeytan'ı yakar ve uzaklaştırır.
Kul Rabbisine bu şekilde duyarak istiâzesini yapınca, Cenâb-ı Hak: "Korkma! İsmimi an, Bismillâhirrahmânirrahıym, Rahman ve Rahıym olan Allah'ın ismi ile işe başlıyorum" de buyuruyor.
Onun içün Besmelesiz işe sonsuz iş denir.
Besmelede üç ismin, Allah, Rahman, Rahıym isimlerinin beraber zikrolunmasında üç cins kula işaret vardır:
Biliniz ki: Besmele-i Şerîfedeki üç isimden biri ism-i Celâl
olan "Allah" lâfzı; ism-i zâttır. İkincisi ism-i Kemâl ki: "Er-rahmân", ism-i sıfattır. Üçüncüsü: İsm-i Cemâl ki: "Errahıym",
ism-i ef aldir. İşte bu Besmeledeki esma ile âlem vücûda gelip mevcûd olmuştur.
* Âyetlerin ma'nâları ileride tefsîr olunacaktır.
Yeşil Kütüphanesi Şemseddin Yeşil,
Füyuzat Kuranı Mübin’in Mealen Tefsiri, 7 Cilt tefsir kitabını incele diniz.