Hayat Kaynağı Kuran Tefsiri Sempatik Boy 5 Cilt Takım

Fiyat:
2.000,00 TL
İndirimli Fiyat (%38) :
1.240,00 TL
Kazancınız 760,00 TL
Havale / EFT:
1.202,80 TL
Aynı Gün Kargo Sınırlı Sayıda
       
Kitap            Hayat Kaynağı Kuran Tefsiri, Sempatik Boy
Yazar           Prof. Dr. Sait Şimşek   
Yayınevi       Beyan Yayınları      
Kağıt Cilt      Şamua Ivory kağıt , İnce İntegral Cilt, Sempatik 5 Cilt, Özel Kutulu
Sayfa Ebat   2.900 sayfa, 11,5x17 Cep Boy
Yayın Yılı      2016  Yeni Baskı
    

 

Sait Şimşek Hayat Kaynağı Kuran Tefsiri kitabı nı incelemektesiniz. 
Beyan yayınları Cep Boy 5 cilt Hayat Kaynağı Kuran Tefsiri kitabı hakkında yorumları oku yup kitabın konusu, özeti, fiyatı, satış şartları hakkında bilgiyi geniş bir şekilde edinebilirsiniz.

Yaratan Rabbinin adıyla oku . O, insanı " alak " dan yarattı. Oku, Senin Rabbin en cömert olandır. Alak 1-2


M. Sait Şimşek 
Hayat Kaynağı Kuran Tefsiri

Önsöz

Konya Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Tefsir hocalarından Prof. Dr. M. Sait Şimşek tarafından hazırlanmış olan Hayat Kaynağı Kuran Tefsiri yeni bir boyutla okuyucuların hizmetine sunuldu.

"Sempatik Boy" adıyla tanımlanan bu yeni boyut, 11,5x17 ebatında ve integral cilt olarak hazırlandı.

Son yıllarda yayımlanan en önemli kitaplardan biri olan bu çalışma, şimdi taşıması daha kolay ve daha uygun bir fiyatla raflardaki yerini aldı.

Bu çalışma hakkında bilgi veren M. Sait Şimşek, hayat kaynağı kuran tefsirini okuyuculara şöyle sunuyor:

Kur'ân, hayat kitabıdır; hayatı düzenlemek, yeniden rayına oturtmak için indirilmiştir. İndirilen önceki kitapların amacı da budur.
Peygamberler aynı dini tebliğ etmiş, aynı inanç ilkelerini getirmişlerdir. Bu inançlar donuk ve hayatı ilgilendirmeyen inançlar olmayıp, her birinin ha­yan düzenlemekle birebir irtibatı vardır. O halde indirilen kitaplar ve gönde­rilen peygamberler, bozulmuş ve rayından çıkmış hayatı yeniden düzenleye­rek rayına oturtmayı hedef edinmiştir. Bu sebeple Kurân, hidayet kitabı ola­rak nitelendirilmiştir.

Tefsirin amacı, Kur'ân'ın indiriliş amacına uygun olmalıdır. Tefsirimin de bu özelliğe sahip olduğunu düşünüyorum.

Tefsirimi hazırlarken, çağımızda ve önceki dönemlerde yazılmış tefsirle­re müracaat ettim. Okuyucuyu yorup meşgul etmemek için çoğu zaman mü­racaat ettiğim kaynakları isim olarak zikretmedim. Okuyucu tarafından ihti­yaç duyulacağını düşündüğüm yerlerde ise müracaat ettiğim kaynakları is­men zikrettim.

Ekol ve şahıs olarak kimsenin etkisinde kalmadığımı düşünüyorum. Bugüne kadar okuduklarımı ve hayattan edindiğim birikimimi Kur'ân metniyle test ederek, vüs'atım nisbetinde yazdım ve yansıttım.

Günümüz insanının meşgalelerini göz önünde bulundurduğumdan, sözü uzatmamaya gayret ettim. Bu nedenle birçok meselede genel okuyucuyu ilgi­lendirmeyen akademik tartışmalardan uzak durmaya çalıştım. Genel okuyu­cunun anlayabileceği bir dil kullanmaya özen gösterdim.
Esasen tefsir yazmayı çok önceleri düşünmüştüm. Ama niyetimi fiiliya
 
ta her geçirmek istediğimde 'daha çok birikime ihtiyacım var' diyerek ertele­dim. Zamanla bunun sonunun gelmeyeceğini yaşayarak anladım. Daha da er­telersem belki de düşüncemi asla gerçekleştiremeyecektim.

On bir yıl önce başladığım tefsir yazma işini noktalıyorum. Benim için çok yararlı oldu. Okuyucularıma da yararlı olmasını diliyorum.

Mehmet Sait Şimşek
2010 - Konya

Fatiha Sûresi

Mekke'de indirilmiş olup 7 âyettir. Başka isimlerle de bilinen sûre, indirilen ilk sûrelerdendir. Mushafın tertibine göre ilk sûre olduğundan, "açış yapan" anlamına gelen "Fatiha" ismiyle meşhur olmuştur.

Kur'ân'ın muhtevasını özet olarak içerdiği kabul edilmektedir. Bu yüzden isimlerinden biri de "Ummu'l-Kitap"tır. Zira Arap dilinde "ana" anlamına gelen "umm" kelimesi, "kaynaklık eden, kuşatan" anlamında kullanılmaktadır. Buna göre Fatiha sûresi, Kur 'ân 'a kaynaklık etmektedir. Gerek bu yönüyle ve ge­rek namazın her rekâtında tekrarlanması sebebiyle sûrenin ayrı bir önemi vardır.

Kaynağı itibarıyla bir sûrenin diğerlerinden üstünlüğünden söz edilemez. Çünkü Kur'ân'ın tamamı Allah kelamıdır. Belki bir sûrenin öneminden söz edilebilir ki o da insanların ona duyduk­ları ihtiyaçtan kaynaklanır. İnsanlar, bazı sebeplerle belli bir dö­nemde veya bütün zamanlarda bir sûreye diğerlerinden daha faz­la ihtiyaç duyabilirler. Bu anlamda Fâtiha sûresi Kur'ân'ın en önemli sûrelerindendir.

 
 


Hem Rahmân hem Rahim olan Allah'ın adıyla.
Hamd âlemlerin Rabbi Allah'adır.
O hem Rahmindir hem Rahimdir.
O din/hesap gününün sahibidir.
(Rabbimiz!) Sadece sana kulluk eder ve sadece senden yardım dileriz.
Bizi doğru yola ilet.
Nimet verdiğin kimselerin yoluna; gazaba uğrayanların ve sapmışla­rın yoluna değil.

Nahl sûresinde "Kur'ân okuduğun zaman kovulmuş olan şeytandan Allah 'a sığın " (Nahl 16/98) denildiğinden Kur'ân okumaya başlarken besme­leden önce istiâze diye bilinen ve "kovulmuş şeytandan Allah 'a sığınırım" an­lamına gelen "    " sözü söylenir. Onun ardından da bes­mele çekilir.

"Hem Rahmân hem Rahim olan Allah'ın adıyla"

Sûre başlarındaki besmelelerin Kur'ân'dan olup olmadığı tartışma konu­sudur. Bazı âlimler Kur'ân'dan olmadıklarını söylerken, bazıları Kur'ân'dan olduklarını fakat her sûre başında müstakil olarak indirilmediklerini ve dola­yısıyla o sûrenin bir âyeti olmadıklarını söylerler. Bazıları ise başında bulun­dukları sûrenin ilk âyeti olduklarını söylemektedir.

Sahabe döneminde Müslümanların, Kur'ân'dan olmayan bir şeyin, ondan olduğu sanılmasın diye herhangi bir şekil veya işaretin bile Kur'ân'a yazılma­ması konusundaki hassasiyetleri bilinmektedir. Onların döneminde sûre baş­larında besmelenin yazıldığı da bilinen bir husustur. Bu yüzden sûre başların­da bulunan besmelelerin Kur'ân'dan olduğu kanaatindeyiz.

Nahl sûresinin yukarıya aldığımız âyetinde Kur'ân okumaya istiâze ile başlanması istenildiği halde sahabe, istiâzeyi ne Kur'ân'ın girişi mahiyetinde olan Fâtiha sûresinin ve ne de başka bir sûrenin başına yazmışlardır. Buna kar­şılık Tevbe sûresi hariç bütün sûrelerin başına besmeleyi yazmışlardır. Pey­gamberin, her önemli işe başlarken besmeleyle başlanmasını tavsiye etme­sinin bu yazmaya gerekçe olduğu da söylenemez. Çünkü Kur'ân okumaya isüâze ile başlanması bizzat Allah tarafından istenmiştir.

Süre başlarındaki besmelelerin o sûrenin ilk âyeti mi olduğu yoksa müs­takil olarak mı indirildiği tartışması Fâtiha sûresi için de geçerlidir. Biz burada çoğunluğa uyarak besmeleyi Fâtiha'nın birinci âyetiymiş gibi numaraladık.

Besmelede ardı ardına zikredilen Rahmân ve Rahîm isimlerinin Allah'ın engin merhametini dile getirdiği müfessirlerce kabul edilmekle birlikte bun­ların kimlerle ilgili olarak kullanıldıkları konusunda farklı görüşler ileri sü­rülmüştür. Bazı müfessirler ikincisinin, birincisinin anlamını pekiştirmek için kullanıldığını söylemektedir. Bazıları da Rahmân kelimesinin Allah'ın dünya­daki rahmetini ifade ettiğini ve bu nedenle inanan inanmayan herkes için söz konusu olan Allah'ın merhametini içerdiğini, Rahîm kelimesinin ise ahirete yönelik olduğunu ve sadece iman edenleri kapsadığını söylerler.

Bir işe başlarken kişinin, anlamını bilerek ve inanarak besmele okuma­sı Allah'ın bol ve tükenmez merhametinin kendisiyle birlikte olduğunu his­setmesi anlamına gelir ki bu, hayata dair hem olumlu ve umut dolu bir bakış sağlar hem de en zor işleri insanın gözünde kolaylaştırır. Büyük işler başara­bilmenin ilk ve en etkili adımı kuşkusuz o işin başarılabileceğine inanmaktır.

"Hamd âlemlerin Rabbi Allah'adır."

Allah'a hamdetmek, fazilet ve üstünlüğünden dolayı O'nu en mükemmel şekliyle övmektir ve dolayısıyla şükretmekten daha geneldir. Çünkü şükret­mek, belli bir iyiliğe karşı takdir duygularını dile getirmektir. Allah'ın üzeri­mizdeki nimetleri öylesine sınırsız öylesine daimidir ki bunu ifade etmek, an­
cak hamd ile mümkün olabilir. Bizi yaratan ve yaşatan O'dur. Hatta başkala­rı vasıtasıyla bize ulaşan nimet ve iyiliklerin temelinde de O vardır. O dileme­diği takdirde hiç kimse bize bir iyilikte bulunamaz. Evreni var eden de O'dur. Öyleyse O'na hamd ederken bize ulaşan bütün nimet ve iyiliklerin kaynağının O olduğunu ifade etmiş oluyoruz. Üzerimizdeki nimetleri sürekli olduğuna göre O'na hamdimiz de sürekli olmalıdır. Hamdimiz, bize verdiği nimetlere denk olmasa da, yaptığımız hamdden dolayı Yüce Allah bize ayn mükâfatlar vermektedir.

Allah'a hamdeden kişi bununla tevhid inancını da dile getirmiş olur. Çün­kü Allah'a hamdeden kişi, bütün nimetlerin Allah'tan olduğunu ve Allah'ın her şeyin sahibi ve hâkimi olduğunu kabul etmiş demektir. Nitekim hamdde-ki tevhid inancı, âlemlerin Rabbi ifadesiyle de pekişmektedir. O halde bu âyet aynı zamanda tevhidin de bir ifadesidir.

Rab kelimesi sahip, yönetici, terbiye eden, ıslah eden gibi anlamlarda kullanılır. Kelime, yalnız başına ve el takısı ile er-Rab şeklinde sadece Allah hakkında kul anılmaktadır. Başkası hakkında ise ancak isim tamlaması şekliy­le kullanılabilir. Bu da mutlak rablığın Allah'a ait olduğunu gösterir.

Âlemin kelimesi ise kimi dilcilere göre Allah dışındaki bütün varlıklar için kullanılırken, bazı dilcilere göre de sadece akıl sahibi varlıklar hakkında kullanılmaktadır. Bu ikincilerin görüşüne göre insanlar, melekler ve cinler bu kelimenin kapsamı içerisine girmektedir.

Hamdeden mü'min, gönlünde bir ferahlık duyar. Çünkü o, yaratıcısının kendisine verdiği nimetlerin bilincindedir ve bu nimetler karşısında övgüsü­nü dile getirmektedir.

Hamd kelimesinin başındaki el takısı ise istiğrak/kapsamlılık ifade eder. Buna göre, en güzel övgülerin tamamı hamd kapsamına girmektedir.
Sözünü ettiğimiz sebeplerden dolayı hamd sadece Allah'a yapılır ve sa­dece O'na mahsustur.

"O hem Rahmandır hem Rahimdir.''

Şayet besmele Fâtiha sûresinden ise, Allah'ın Rahmân ve Rahîm oluşu bu âyetle sûrede ikinci kez tekrarlanmış olmaktadır. Böylece Allah'ın rahmetinin kapsamlılığı tekrar dile getirilmiş olmaktadır.

Burada siyak içerisinde "Rahmân ve Rahîm "in kazandığı bir anlama dik­kat çekmek isteriz. Rab kelimesinin anlamlarından birinin "terbiye edici, eği­tici" olduğunu belirtmiştik. Kuşkusuz Yüce Allah'ın insanları eğitmesinde de O'nun Rahmân ve Rahîm oluşunun önemli bir etkisi vardır. Kullarının dünya ve âhiret mutluluğuna kavuşmaları için peygamberler göndermesi, onlara olan merhametinin bir sonucudur. Genelde dinin âhiret mutluluğunu sağladığından söz edilir ama dünya mutluluğunu sağladığından pek bahsedilmez. Oysa din, âhirette olduğu gibi dünya hayatında da muduluk getirir. Peygamberimizden bahisle Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "(Ey Muhammed), biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik." (Enbiya 21/107). Görüldüğü üzere âyette herhangi bir kayıt getirilmeden Peygamberin âlemlerin tamamına rahmet ol­duğu ifade edilmektedir.

"O din/hesap gününün sahibidir."

Din günü ile insanların âhirette hesap verecekleri gün kastedilmektedir. İnsanlar o gün bu dünya hayatında işlediklerinin karşılığını göreceklerdir. Âhirete ve orada hesap vermeye iman etmek, dünya hayatına da derin etkile­ri olan bir inançtır. Kişinin, bu dünya hayatında yaptıklarının âhirette hesabını vereceğine iman etmesi kadar davranışları üzerinde etkisi olan başka bir şey düşünülemez. Kişi ancak bu inançla süflî arzuların baskısından kurtulabilir.

Burada bir noktaya değinmek gerekir: Allah'a hesap verme anlayışı, kor­kutan ve cezalandıran bir Allah'a iman etmek şeklinde algılanmamalıdır. Çün­kü hesap sonucunda ceza görmek söz konusu olduğu gibi, büyük mükâfatlara kavuşmak da söz konusudur. Dünya hayatı bir imtihandır ve kişi bu dünya ha­yatında ne ekmişse âhirette onu biçecektir.

Sahih din anlayışında Allah sevgisi ile Allah korkusu dengelenmiştir. Al­lah korkusu, vahşi hayvanlardan korkma şeklinde bir korku değil, Allah'ın azameü karşısında O'na duyulan saygıdan kaynaklanan bir korkudur. Bu kor­kuya sevgi ve saygı da eşlik etmektedir. Mü'min, Allah'ı büyük bir sevgi ile sever, ancak azabından da son derece korkar ve bu azaptan korunmaya çalışır. Bu dengeyi yakalayamayanlar sahih bir inanca kavuşamazlar.
Cennete girmek de Cehenneme girmek de kişinin kendi elindedir. Çünkü Cennet de Cehennem de kişinin işlediklerinin bir sonucudur.
"(Rabbimiz!) Sadece sana kulluk eder ve sadece senden yardım dile­riz."

Buraya kadar Allah'ın yüceliği anlatıldı. O'nun yüceliği, yarattığı ve akıl verdiği insana birtakım sorumluklar yüklemektedir. İnsan, yaratıcısına karşı nasıl bir tavır takınacaktır?

Yukarıda anlatılanların insana yüklediği sorumluluk, sadece Allah'a kul­luk etmesi ve sadece O'ndan yardım dilemesidir.
İbadet, yani kulluk, olağanüstü bir sevgiyi ve bir o kadar boyun eğip itaat
 
etmeyi ifade eder. Bu öyle bir itaattir ki kişi, kime ibadet ediyorsa onun emir ve yasaklarına tam olarak teslim olur; asla karşı gelmez ve onun buyruklarını her türlü emir ve yasağın üstünde tutar.

Arap dilinde köle anlamına gelen "abd" kelimesi de aynı köktendir. Buna göre Allah'a ibadet, zahir ve bâtın amellerin tamamını kapsamaktadır. Bu se­beple müfessirler "ibadet ederiz" anlamına gelen "na'budu" kelimesini açık­larken buna, "Emir ve yasaklarım hâkim kılar; kabul ederek ve isteyerek on­lara itaat ederiz" anlamını vermişlerdir. (İbnuAtiyye, I, 118).

"Sana " anlamına gelen "   " kelimesinin, "ibadet ederiz " anlamına ge­len "4iı" kelimesinden önce getirilmesi, ibadetin sadece Allah'a yapıldığı­nı ifade etmek içindir. Yüce Allah başka bir âyette de şöyle buyurmaktadır: "Rabbin, yalnız kendisine ibadet etmenizi buyurmuştur." (İsrâ 17/23) Buna göre "yalnız sana ibadet ederiz" diyen kişi, Allah sevgisi ile başka herhan­gi bir şeyin sevgisi çatıştığında Allah sevgisini; başka herhangi birinden kork­mak ile Allah'tan korkmak çatıştığında Allah'tan korkmayı tercih edeceğini; yine Allah'a itaat ile başkasına itaat durumları çatıştığında da Allah'a itaat et­meyi yeğleyip üstün tutacağını söylemektedir.

"Yalnız Allah'tan yardım dilemeye" gelince, burada da "  " kelimesi­nin, "yardım dileriz" anlamına gelen IS" kelimesinden önce zikredilmesi, yardımın sadece Allah'tan olduğunu ve sadece O'ndan isteneceğini ifade et­mek içindir. "Allah sana sıkıntı verirse, O'ndan başkası o sıkıntıyı gidere­mez. Sana bir iyilik verirse, başkası onu engelleyemez. O, kullarının üstünde yegâne tasarruf sahibidir." (En'âm 6/189).

Allah'tan yardım istemek, diğer bir ifade ile dua etmek, kulluğun ifadesi­dir. Nitekim Peygamber'den, "Dua ibadetin özüdür" şeklinde bir hadis riva­yet edilmiştir (Tirmizi, Kitabu'd-daavât). İbadet edilirken kul ile Allah arası­na bir üçüncü kişinin girmesi nasıl doğru değilse ve ibadet sadece Allah'a ya­pılıyorsa, dua ederken de araya aracı konulmaz.

"Bizi doğru yola ilet."

Kulların sadece O'na kulluk edecekleri ve sadece O'ndan yardım iste­yecekleri zikredildikten sonra onların, Rablerinden ilk istekleri, kendilerini doğru yola iletmesi olmuştur. Onların bu isteğine cevap verilmişür. Bakara sûresinden başlayarak son sûreye kadar Kur'ân'ın tamamı bu isteğe verilen cevapür. Zira Kur'ân doğru yolun ta kendisidir. O halde kul, bu isteğinde sa­mimi ise inanç ve hayatını Kur'ân'a göre düzenleyecektir.

"Nimet verdiğin kimselerin yoluna; gazaba uğrayanların ve sapmış­ların yoluna değil."

Nimet, insanın benimsediği ve hoşlandığı her güzel şeye denir. Ancak bu âyette, ister şu anda olsun ve ister gelecekte olsun; ister dünyaya ait olsun is­ter âhirete ait olsun, ayrıca ister maddî olsun ister manevî olsun, devam eden ve kalbin de hoş karşılayıp içine sindirdiği her türlü yararlar anlamında kulla­nılmıştır. (Ebu Zehra, I, 69).

Fâtiha'nın, bir bütün olarak sûre halinde indirilen ilk sûreler arasında ol­duğuna dikkat çekmiştik. Yani Fâtiha sûresi indirildiğinde henüz Kur'ân-ı Kerim'in büyük çoğunluğu indirilmemişti. Bu nedenle bazı müfessirler, "Al­lah'ın kendilerine nimet verdiği kimseler" ifadesiyle önceki peygamberlerin kastedildiğini söylerler. Dolayısıyla Allah'tan bu yola hidayet ettirilmeyi is­teyenler Müslümanlar olduğuna göre, bu yolun, kendilerinden önceki pey­gamberlerin yolu olduğu anlaşılmaktadır. Akla ilk gelen de budur. Bu vesi­leyle şu hususa dikkat çekmemiz gerekir: Bütün peygamberlerin yolu birdir ve Peygamberimizin yolu da aynı yoldur. Nitekim Kur'ân-ı Kerim'de Pey­gamberimize şöyle hitap edilmektedir. "İşte o peygamberler Allah'ın hidayet ett
Diğer Özellikler
Stok Kodu9789754736830
MarkaBeyan Yayınları
Stok DurumuVar
9789754736830
En yeni ürünler
Güvenli teslimat
Kampanyalı ürünler
Piyasadaki en iyi fiyat

PlatinMarket® E-Ticaret Sistemi İle Hazırlanmıştır.