Kitap Hz. Peygamberin Sireti, Ahlakı ve Daveti
Yazar Safiyurrahman el Mübarekfuri
Yayınevi Beka Yayınları
Tercüme Mustafa Genç
Kağıt Cilt 2.Hamur - Kalın Ciltli, 4 Cilt takım
Sayfa Ebat 2.071 sayfa , 17x24 cm.
Beka Yayınları el Mübarekfuri Hz. Peygamberin Sireti, Ahlakı ve Daveti kitabını incelemektesiniz.
4 Cilt Hz.Peygamberin Sireti, Ahlakı ve Daveti kitabı hakkında yorumları oku yup kitabın konusu, özeti, fiyatı, satış şartları hakkında bilgiyi geniş bir şekilde edinebilirsiniz.
Yaratan Rabbinin adıyla oku . O, insanı " alak " dan yarattı. Oku, Senin Rabbin en cömert olandır. Alak 1-2
ÇEVİRİYLE İLGİLİ BİRKAÇ SÖZ
Bismillahirrahmanirrahim
Yüce Allah'a hamd, Rasûlü'ne; ilim ve medeniyetimizin mucizeleri konumundaki sahâbe-i kirâm'a ve âlimlere ve kıyamete dek onları samimiyetle takip edecek olanlara salât ve selam olsun...
Editörlüğünü Safiyyurrahmân el-Mübârekfûrî'nin yapmış olduğu ve Hz. Peygamber'in sîretini, ahlâk ve davetini konu edinen bu çalışma, seçkin ilim ehlinden oluşan bir heyetin çalışmasıdır. Bu bakımdan takdire şayandır.
Eserin çevirisiyle ilgili olarak şu noktaların göz önünde bulundurulmasının yararlı olacağı kanaatindeyiz:
Eser, modern bir çalışmadır. Kimi yerlerde normal karşılanabilecek olan imla ve baskı hataları tarafımızdan tespit edilerek düzeltilmiş, ancak buna dair dipnotta herhangi bir açıklama ihtiyacı hissedilmemiştir.
Eserin ilk cildinin "Hindularda Hz. Muhammed'in Geleceğinin Müjdesi" başlığı altında geçen Sanskritçe kökenli birtakım kelime ve kavramların, Arapça'ya aktarılırken çoğu zaman harekesiz bir şekilde kaydedilmiş olması hasebiyle nasıl telaffuz edildiğini tespit konusunda zorlandığımızı belirtmeliyiz. Bu noktada Hintçe ve Sanskritçe'ye vakıf uzmanlardan yararlanma çabamız sonuçsuz kaldığı için Mevlana Ab-dulhak Vidyarthi'nin "Mohammad in World Scriptures" (Dâru'l-Kutub Islamia, Lahor-1940) isimli eseri; yine O. S. Khan'ın "Holy Vedasand islam" [Tanveer Publication, Mumbai-2011) adlı kitabı ve İbn Akbar al-A'zami'nin "Muhammad in The Books of Hinduism" (Dâru'l-Andlus, Lahor ts.) isimli çalışmasından istifade ederek telaffuz problemini çözmeye çalıştık.
Hadislerin tahricinde, Kütüb-i Tis'a için müelliflerimizin aksine Concordance'm yöntemi benimsenmiştir. Buna göre Buhârî'nin Sahîh'i, Ebu Davud, Tirmizî, İbn Mâce ve Nesâî'nin Sünen'leri için kitap ismi ve bab numarası; Müslim'in Sahîh'i ve Mâlik'in Muvatta'ı için kitap ismi ve kitap içindeki hadis numarası; Ahmed b. Hanbel'in Müsned'i için ise cilt ve sayfa numarası verdik. Kütüb-i Tis'a dışındaki diğer kaynaklarda ise genel olarak cilt ve sayfa numarasının verilmesi tercih edilmiştir.
Eserde geçen teknik birtakım kavramların açıklamaları, okuyucuya kolaylık olması bakımından kaynaklarıyla birlikte dipnotta verilmiştir. Ayrıca yanlış anlaşılmalara müsait olan birtakım yerlerde, dipnotta açıklayıcı bilgiler de zikredilmiştir.
Çeviride Türkçe söyleyişi Arapça'ya tamamen feda etmemek için, metinde lafız olarak bulunmayan fakat anlam bütünlüğü için zorunlu olan ifadeler parantez içinde gösterilmiş; zamirlerin işaret ettiği kişi veya nesnelerin de çoğu zaman parantez kullanılmadan açıkça yazılması tercih edilmiştir.
Bu noktada, eserin uzun süren çevirisi sırasında fedakârlık ve sabır gösteren aileme, özellikle de sîretle ilgili ilk cildin çevirisini okuyarak düzeltme tekliflerinde bulunan kızım Safiye Esma'ya teşekkür etmeliyim. Gösterdiğimiz çabaya rağmen "kusursuz kul olmaz" düsturunca hataların kaçınılmaz olduğunun farkındayız. Bu sebeple bu hususta bizi yapıcı tenkitleriyle uyaracak kardeşlerimize şimdiden şükran borçluyuz. Allah cümlemizi razı olacağı işlere muvaffak kılsın ve doğru yolda olduğumuz müddetçe işlerimizi kolaylaştırsın, bizlerden yardımını esirgemesin.
Gayret bizden, muvaffakiyet Allah'tandır.
Dr. Mustafa GENÇ
ÖNSÖZ
Hamd, yüce ve övgüye layık olan, Arş'm sahibi, şanı yüce ve her dilediğini yapan; yoktan var edip sonra tekrar dirilten, yok olmayan ve sona ermeyen Allah'a mahsustur. O, mahlûkatı kudretiyle hükümranlığı altına almıştır; bütün hükümdarlar O'nun kulu ve kölesidir. Herkesi rahmetiyle kuşatmıştır. O'nun azabına müstehak olanlar, dergâhından kovulmuş bahtsızlardır. Güç ve otoritesiyle herkesin ve her kuvvetin üzerindedir; O'na ne seçkin bir melek erişebilir ne de azgın bir şeytan O'nu aciz bırakabilir. O, herkese hidayet ve dalâleti tanıtmıştır; kimisi yolunu şaşırmış bir bedbaht, kimisi de doğru yolu bulmuş bir bahtiyardır.
Allah'tan başka ilah olmadığına ve O'nun tek olup eşi, benzeri bulunmadığına şahitlik ederim. Yine bize tevhidi öğretmiş, doğru sözü göstermiş ve bizleri güçlü ve her türlü övgüye layık olan Allah'ın yoluna -yine O'nun izniyle- iletmiş olan Hz. Muhammed'in de O'nun kulu ve rasûlü olduğuna şahitlik ederim. Allah ona, ashabına, onların doğru yolunu izleyenlere ve sağlam kalesine sığınanlara salât eylesin!
Şüphesiz ilim merhalelerinin en üstünü ve sohbet meclislerinin en mutluluk verici olanı, peygamberlerden bahsedip konuşmaktır. Rabbimin salât ve selamı hepsinin üzerine olsun. Zira Allah'ın kulları içerisinde en doğru yolu tutanlar ve en doğru sözü söyleyenler onlardır. İnsanlar arasında yine insana en çok fayda verenler ve dünya için bereket kaynağı olanlar da onlardır. Onlar, âlemin hayatı, nuru ve Allah'ın, kullarına birer rahmetidir. İbn Teymiyye, peygamberlerin, özellikle de onların sonuncusu Hz. Muhammed'in getirdikleri öğretilere insanların ne kadar muhtaç ve mecbur olduklarını şu özlü ve samimi cümlelerle izah eder:
"Peygamberlik güneşinin üzerine doğduğu ve binasını bu temel üzere yükselten şeyler dışında bütün bir dünya ve içindekiler terk edilmiş olup Allah'tan uzaktır. Yeryüzündekilerin, peygamberlerin izlerine sahip çıkmaları dışında bir hayat hakları yoktur. Eğer peygamberlerin izleri yeryüzünden tamamen silinir ve yok olursa, Allah Teâlâ ulvî ve süflî âlemi bozar ve sonuçta kıyamet kopar. Yeryüzündekilerin peygamberlere olan ihtiyacı, güneşe, aya, rüzgârlara ve yağmura olan ihtiyaçlarına benzemez. Bu ihtiyaç, insanın kendi hayatına, gözün ışığa ve bedenin yeme-içmeye duyduğu gereksinim gibi de değildir. Aksine bu, çok daha büyük; tahminlerin çok daha ötesinde bir ihtiyaçtır.
- Enbiyâ21/107
- Müslim,Cennet 63.
Peygamberler, Allah'ın emir ve yasaklarını iletme konusunda O'nunla kulları arasındaki aracıları ve elçileridir. Bu peygamberlerin sonuncusu, efendisi ve Rabbinin katında en değerlisi olan Muhammed b. Abdullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyordu: 'Ey İnsanlar! Şüphesiz ben (sizlere) hediye edilmiş bir rahmetim.'[1] Yüce Allah da '(Ey Muhammed!) Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik* buyurmaktadır. Yine Allah Rasûlü şöyle buyurur: 'Allah, yeryiizündekile-re bakmış ve ehl-i kitaptan (dinlerini tahrif etmeksizin yaşayan) bir kesimin dışında, onların Arabını ve Acemini hiç hoş karşılamamış ve onlara çok kızmıştır. Bu hoşnutsuzluk ve kızgınlık, onların peygamberlere uyarak doğru yolu bulamamış olmalarından kaynaklanmaktadır. İşte Allah azze ve celle, onların üzerindeki bu gazabı, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile kaldırmış ve onu âlemlere rahmet, onun izinden gidecek olanlara bir rehber ve bütün varlıklara karşı bir delil olarak göndermiştir. Ayrıca kullara da ona itaat etmelerini, destek vermelerini, saygı duymalarını, onu sevmelerini ve haklarına riayet etmelerini farz kılmıştır. Allah Teâlâ, onun yolu dışında hiç kimseye ayrı bir yol açmamış; kendisine varan diğer tüm yollan kapatmıştır. Hatta bütün nebî ve rasûllerden de ona iman edip tabi olacaklarına dair söz almış ve peygamberlerine de kendilerine uyan mü'minlerden bu yönde söz almalarını emretmiştir.[2]
Allah Teâlâ, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'i, kıyamete yakın bir zaman diliminde, hidayet ve hak din ile Allah'a -yine O'nun izniyle-çağıran; müjdeleyici, uyarıcı ve ışık saçan bir kandil olarak göndermiştir. Onunla peygamberlik kapısını mühürlemiş; insanlığı sapıklıktan doğru yola çıkarmış ve cehaletten kurtararak ilme ve irfana kavuşturmuştur. Onun peygamberliğiyle kör olan gözleri, işitmeyen kulakları ve kapalı gönülleri açmıştır. Karanlıklarda bocalayan yeryüzü, onun peygamberliğiyle aydınlanmış ve ayrılan kalpler onun sayesinde bütünleşmiştir. Yüce Allah o risaletle, hak dinin eğrilen çizgisini doğrultmuş ve aydınlık yolu göstermiştir. Öte yandan Yüce Allah, Peygamberi'nin gönlünü genişletmiş, üzerindeki ağırlıkları kaldırmış, adını ve şanını yüceltmiş ve ona muhalefet edenleri zelil ve aşağılık kılmıştır. Yüce Allah, peygamberlerin gelişinin kesintiye uğradığı, Allah'ın kelimelerinin tahrif edilip şeriatların değiştirildiği, her toplumun en zorba ve karanlık görüşlerine dayanarak hareket ettiği ve Allah ile kulları arasında kendi geçersiz kanaatleri ve arzularına göre hükmettikleri bir dönemde onu göndermiştir. Onun sayesinde kullarını hidayete erdirmiş, doğru yolu belirlemiş, insanları onunla karanlıklardan nura çıkarmış; körelen basiretleri açmış ve yolunu şaşıranlara doğruyu göstermiştir. Ayrıca Peygamberi'ni, iyilerle kötüleri birbirinden ayıran temel bir unsur olarak, ona uyanların cennete girmesi, uymayanların da cehennemi hak etmeleri açısından merkezî bir konuma yerleştirmiş; onun izinden gidip onunla uyumlu hareket etmenin hidayet ve kurtuluşa vesile olacağına; ancak ona aykırı davranıp isyan etmenin de sapıklık ve bedbahtlığa yol açacağına hükmetmiştir."[3]
Bugün için bütün bir dünya, Hz. Muhammed'in getirmiş olduğu muazzam sisteme, nezih ahlâka ve insanların hak çizgisine dönmesini sağlayacak dosdoğru ve düzgün bir yola çok daha muhtaçtır. Çünkü insanlar, masum ve güvenilir olmayan birtakım beşerî ideoloji, düşünce ve felsefî görüşlerle bu düzgün yoldan saptılar. Hatta birçok tecrübe göstermiştir ki, bunlar insanoğluna yarar sağlamaktan çok zarar vermiş ve düzelttiğinden daha fazlasını bozmuştur. Zira bunlar, sonuçta Allah'ın, sadece hayırlı ve seçkin kulları olan peygamberlerine bahşettiği vahyin nurları ve ilahî mesajın bereketleriyle hiçbir ilintisi olmayan salt beşerî yaklaşımlardır.
Bu noktada söylenebilecek en özlü ifade şudur: Bütün bir insanlık tarihi, Hz. Muhammed'in sahip olduğu yüce meziyet ve güzel ahlâka denk yahut ondan üstün nitelik ve hasletleri şahsında toplayan bir beşere tanık olmamıştır.
2-Dârimî, Mukaddime 3; İbn Sa'd, Tabakât, I,192; Hâkim, Müstedrek, I, 35; Elbânî, Silsilsetü'l-ehâdisi's-sahîha, hadis no: 490.