Kitap Hz. Yusuf ile Züleyha, Aşkın Meali 1
Yazar Sinan Yağmur
Yayınevi Kapı Yayınları
Kağıt Cilt 2. Hamur - Karton kapak cilt
Sayfa Ebat 176 sayfa - 13.5x21.5 cm
Yayın Yılı 2018
Sinan Yağmur Hz. Yusuf ile Züleyha Aşkın Meali 1adlı kitabı incelemektesiniz.
Kapı Yayınları, Hz. Yusuf ile Züleyha, Aşkın Meali 1 romanı hakkında yorumları oku yup kitabın konusu, özeti, fiyatı, satış şartları bilgiyi geniş bir şekilde edinebilirsiniz.
Yaratan Rabbinin adıyla oku . O, insanı " alak " dan yarattı. Oku, Senin Rabbin en cömert olandır. Alak 1-2
Hz. Yusuf İle Züleyha
Aşkın Meali 1
Bir Yusuf yüreğidir, Züleyha'ya zindan kadar kapalı. Bir baba kalbidir, kuyu kadar naçar. Bir Züleyha sevdasıdır, Nil kadar! Yakup'un iftarıdır Yusuf'a akıttığı gözyaşlarını içmek. Ne ay yüzünü gördük Yusuf Peygamber'in, ne gamına ortak olduk Mah-ı Züleyha'nın, ne de Yakup babanın sabrını sırtımızda bir aba gibi taşıyabildik. Sadece yazdık. Okuduk. Ah çektik. Ne güzel öğrettin kardeşliğin kalleşlik olmadığını. Doğru ya, sen dost ara, düşmanı nasılsa şeytan doğuruyor. Yedi ölümcül günah kovaladı Yusuf'u. Yakalayamadı yakasından, iffetin adıydı Yusuf, imanın eriydi. Erimedi yedi dişli günahtan: Oburluk, kibir, fuhuş, tembellik, kanaatsizlik, haset ve gıybet. Uç gömlek... Uç yürek... Yakup, Yusuf ve Züleyha. Yusuf 'un gömleği kıskançlığın "Kurt kaptı" yalanıyla parçalanmış. Parçalanan bezler dile gelir. "Değmez kardeşler, bu dünya birbirinize düşman olmanıza değmez! " Züleyha'nın gömleği şehvet tırnağıyla yırtılmış. Dile gelir gömlek: "Ah şehvet, beni Rabbimden uzaklaştıramazsın!" Yakup'un gömleği, oğul hasretinden kör olan gözlerin açılışı. Gömleğin kokusu anlatın.. "Ey can! Canımı yaksan da bu can seni bekler!"
MEALİ MUKADDİME
"Erkekler kuyusuzluğuna, biz kadınlar Yusuf suzluğumuza ağlayalım. Aşk ne kadar acıtırsa acıtsın ey Rabbim! Yusuf'u olmayan biz kadınlara acı!"
Aya and olsun.
Yemin olsun yıldızlara.
Ve dahi güneşe and olsun!
Selam olsun gerdanında ekin bulan çileye sızı dikenlere! Selam azığı aşk olanlara, aşk ağlayanlara! Selam kitaba, hitaba ve yemine. Selam secdeye, vecde ve hiçliğe.
Selam doksan dokuz boncuğa "Ah! Ah! Ah!" dizenlere. Dua olsun sinesini yakan dikenlere "Eyvallah" diyenlere.
Masal değildi Yusuf ve Züleyha. Hakikatin perdesinden süzülen ışıklardı. Kur'an-ı Kerim'in övgüsü ile "Ahsenü'l Kasas", kıssaların en güzeli sunuluyordu iman kalplilere ayet ayet.
"Aşk"a yalan deme! Eğer öyle ise; Yusuf ile Züleyha'nın Kur'an'da işi ne?
Elhak, doğrudur. Aşk yalan değildir. Elhak.
Aşk; nefsinin kırbaçlanmış duvarında kendini terbiye edebilen yüreğin zikridir!
Sadık kalemin arif-i esrarı adına...
Abıhayatın efsununa aşk-ı hakiki üfleyenin namına...
Kâinat, bir kuyunun duvarlarından aşkın saçlarını örmeye başladı! O gün bugündür Züleyha'nın avuçlarında kanar aşkın toprağındaki vuslatsız çiçekler. Bu kızıl kıyametin ağrısını hisseden her beşer, aşkın kapısını çalan alfabenin bir harfidir artık!
Yusuf atıldığı kuyunun duvarlarına sürdü dilinin lal kesiği sancılarını. Sabrın çetelesini tuttu, gecenin göğsünde dualar harmanlayan yıldızlar.
Yusuf kuyunun teninden sıyrılırken, kölelik yazgısını bir kervanın onu bulmasıyla yaşamaya başlayacaktı. Yakup'un bakmaya kıyamadığı, kendi evlatlarından sakındığı nur yüzlü yavrusu artık Mısır'da bir köleydi. Peygamberliğini bildi, kulluğunu bildi. Köle olarak geldiği Mısır'a vezir oldu.
Kölelik ve özgürlüğün, ömrüne biçeceği bedelin kapısını çalacağı güne dek aşkın sınavı ile tavaf edecekti yüreği. Yusuf Mevla'ya teslimiyetin secdesinde, dualarını pusula yapıp yönünü hiç kaybetmemenin huzurunu içirecekti ruhuna.
Efendi olarak bileceği adamın eşi Züleyha, Yusuf'u ilk gördüğü andan itibaren aşkın yasaklanmış rengini yudumluyordu derinliğinin garip ummanında. Yüreğine kafile kafile sığman her harf, Yusuf'un güzel yüzünde şeddeleniyor, ağrısına yâr oluyordu. Gözlerindeki ışık hicret ettikçe Yusuf'un saçlarına, kâinatın yüreğinde sancılar doğuruyordu gönlü. Yeniden abıhayat akıyordu yüreğindeki çölün yataksız ırmağından. Züleyha'nın ellerindeki derman, yüreğindeki fırtınayla söz kesiyor; bir ateşin kanadı oluyordu sanki soluğu. "Yusuf diyor, ona en bakir, hiç kullanılmamış, en zengin cümleleri sıralamak istiyor, ama yine Yusuf ile bitiyordu kelamı! Sanki bütün harfler Yusuf'un adına secde ediyordu. Gözlerinde açan nar çiçeklerinin kokusunu Yusuf'un haram değmemiş dudaklarında hissediyor, nefesi kesiliyordu. Nil'in kıyısında zambaklar intihar ediyordu aşkın çaresizlik doğuran ummanına gömerek yapraklarını!
Züleyha, inancın gömüsüne aşkın tılsımlı aynasını yansıtıyordu. Yusuf sessizliğinin zikrinde içinde büyüttüğü kuyusuyla şereflendirirken yüreğini, Züleyha nefsinin alaca dağından düşürüyordu aşkın masumiyetini. Ve yüreğinin kıblesine nefsinin saçları değdiği an Hz. Yusuf'un zindanlarda soluk alacağı zamanlara gebe olacaktı.
Yusuf, efendisinin karısına yan gözle bakmayacak kadar erdemli ve vefalıydı. Bedelinin elif misali yalnızlık olacağını bilerek, dik bir duruşun asaletini sergiledi. O artık ne ötre-sine örtünen anlam kadar zengin olacaktı ne de şeddesine tutunan bir harfin şefkat mayalayan yanı kadar huzur çoğaltacaktı. Yusuf güzel ama evli olan bir kadının açtığı aşk penceresine buğu olup coşmaktansa hapse girmeyi yeğledi. Zindanın karanlığına yüreğinin inanç rahlesini koydu ve okudu insan olmanın ayetini sessizliğin gözlerine. Yüreğinin kundağına saramadığı Hz. Yusuf'a iftira atan Züleyha, onun yıllarca zindanlarda kalmasına vesile olmanın dayanılmaz acısını yaşadı. Vicdanındaki savaş, aşkın eteklerinden onu bir düşürüyor bir kaldırıyordu. Yüreğinin duvarlarında, kabrine yama olacak kırık ayna ağıtları başlamıştı sanki. Kınlan aynaların en sivri uçlan aşka değen parmaklarını tek tek kesiyor, kanla yıkanıyordu saçlan.
Yusuf zindanda saçlarını gölgelere taratırken, Züleyha yüzündeki çizgileri çoğaltan zamana teslim olmuştu. Pişmanlığının asaleti cayır cayır ıslatıyordu içindeki ateşi.
Yıllar, umut iksirinin demir parmaklıklara uğrayacak nabzını dinlerken geçti Yusuf'un sabrı yudumlayan yanında. Mısır kralının rüyasındaki bir başağın asıl manasını yorumlamasıyla yeniden özgürlüğüne kavuştu. Kıraçlığın hüküm sürdüğü sahra sonsuzluğunda, rüya yorumlarının elçiliğiyle ona sunulan özgürlük, kuyudaki ıslak sessizliğin takvalı çığlığını giydiriyordu bakışlarına. Zindandaki karanlık ve ahraz seferler, avuçlarına sığman ufuk çizgilerini harmanlıyordu geleceğine.
Yorgundu Yusuf. Aşkın ona sırladığı anlamı kimsenin duyamayacağı sandıkta saklıyordu. Bazen tek tek çöldeki kum tanelerini alıyordu avuçlarına ve her birine fısıldıyordu Mevla'ya olan aşkının Züleyha'dan geçen yol hikâyesini. Şükrün ruhundaki anlamını huşu içinde zikreden gönlü Züleyha'nın yaşlanmış, çaresiz kalmış bakışlarına yüklüyordu merhametli rengini.
Ve Yusuf'un kuyuda unuttuğu bir cümle yankılanıyordu kâinatın en bakir köşesinden:
"Allah'ım, hata işleyenleri affet."
Tutkular gönlümüzü deli gömleği gibi sardı. Ey Yusuf bir gömlek de bize gönder! Açılsın gönlümüz.
Ey gömleği Miraç'ta biçilen Nebi! Nefis gömleğini yırtıp paramparça edip düştük yola, aşk gömleğinin gelişini beklemekteyiz.
Sen iftiraya uğradın ki kurulsun zindan. Sen zincire vuruldun ki kırılsın zanlar.
Evvelen terler akıl, ahiren kalp ıslanır melekûtun buram buram rahmet sağdığı harika-i sevdanın maşukuyla. Biz ki merbub olmuşuz aklımızın pazarında, ki kendi ipini sunmuş bir gülün nefesine Züleyha.
Estağfirullah olsun ki, biz ne kuyuya nur düşüren gece kadar afifâne gözleri hazan, ne de Yusuf'un gömleğindeki ip kadarız. Ne de beşeri aşktan ilahi aşka kanat vuran, Nil'e ahyanen çalım salan Züleyha'nın şezresi kadarız.
"Dünya zulmün ve imtihanların yeşerdiği bir bataklıktır. Yusuf ki bataklıktan çıkmış kanlı bir gece gülüdür."
GECEYE YEMİN OLSUN!
Milattan önceleri... Çoktan da çok önceleri... Evvel ahirin peşinde. Ahir evvelin içinde.
Gecedir. Ama sıradan bir gece değil. O gecenin başkalığı akşamından bellidir. Akşama doğru önce güneş haber vermiştir farkındalığını. Yönsüz batmıştır yeryüzüne kapaklanırcasına. Gökyüzü çölün sarılığından daha sarıdır. Sonra kızıllık, ardından karanlık...
Akşamın hâline anlam veremez insanlar:
"Nedir bu olanlar? Güneşe ne oluyor böyle?"
Güneş ayın elinden tutadursun, yıldızlar bu tutulmaya renk veredursun. Bir yeryüzü güzeli çocuk, gözlerine ağır ağır düşen uykuya mahur kalsın. Bir baba oğlunun başını okşayıp yanağına buse kondura dursun.
Leyl! Yani gece.
Veyl! Yani yazıklar olsun!
Gecede aşkın hecesini sayıklayanlara selam olsun. Gecenin konuklarını uykusunun koynunda barındıran, kardeşlerine Yusuf'u düşman gösteren şeytana yazıklar olsun. Çöldü... Geceydi... Rüyaydı... Duaydı!
Çöl emre amadeydi. Zaman ise deli divane. Gündüz emaneti geceye devretti. Gece kapılarını bir rüyaya araladı.
On bir yıldızın işi zordu. Zordu güneşin yere kapanması. Ay tam ortasından ikiye yarılmanın sancısındaydı.
Gecedir.
İpliğin göğe doğru sarkıtıldığında siyah mı beyaz mı olduğu kestirilemeyen bir gece...
Batan güneşe, sönen ateşe, gelmeyen habere, kabul görmeyen duaya, çözülmeyen kördüğüme, sır tutan sağırlığa...
Geceye düştü hüsnüzan!
Yusuf naz uykusundayken bir nur huzmesi alnına dokunup geçer. Odanın her yanını bir beyazlık kaplar. Melekler inmiştir odaya. Bünyamin biraz ötede yer döşeğinde uyumaktadır. Melekler nazlı nazlı tatlı uykusunda olan Yusuf'u yataktan alıp göğe doğru çıkartır. Bir yıldız Yusuf'un yanağında buse bırakır.
Rüya...
Çölde yaşayanın en güzel bahçesidir rüyalar içerisinde rüyalar görmek.
Susuza bir vahadır rüya.
Rüya sessiz harflerin renk renk döküldüğü bir denizdir. Korkulu rüyalardan azade bir rüyanın içindedir Yusuf. Yanağında inci taneleri... Birazdan gece bitecek. Çöl uzanırken kuzeyden güneye bir uyku hâli uykusuzluğa dönecek. Can cananın soluğunu örtecek.
Yusuf bir çöl güzeli. Yusuf, gökte bir ay parçası. Yusuf, az sonra gökleri yerlere düşürecek. Rüya Yusuf'a ayan, Yusuf rüyalara beyan.
Dünya vardı. Âlemler vardı. Yusuf'un hâllerinden gizli sırlar, mucizeler yayıldı, önce yıldızlar geldi. Secde etti Yusuf'a. Yusuf ürperdi. Sonra ay geldi. Yusuf'un karşısında durdu, secdeye kapandı. Yusuf titredi. Güneş geldi dönerek, raks ederek. O da secdeye vardı Yusuf'un önünde, önce ir-kildi sonra üşüdüğünü hissetti Yusuf. Yatağında bir sağa bir sola döndü. İnce bir çığlık attı:
"Baba! Babacığım!"
Bünyamin çığlığa uyandı. Bir baba uyandı öte odadan. Koştu Yusuf'un odasına. Yusuf yatağında doğrulup bağdaş kurmuş, alnından terler boynuna doğru akmış, gözleri tavanda, şehadet parmağı havada öylece donakalmış durmakta. Sırtındaki gömlek sırılsıklam. Baba yüreği bu hâlde evladını görünce dayanamaz, önce ağlayan Bünyamin'i susturur ve yatırır. Sonra Yusuf'un yanına oturur. Sarılır evladına. Yusuf'un başı babanın göğsündedir.
"Korkma oğlum. Ben geldim. Ne oldu sana?"
"Babacığım bir rüya gördüm. Böyle bir rüyayı daha önce hiç görmemiştim. Rüyadan uyanınca irkildim ve korktum."
Baba bir yandan oğlunun ıslak gömleğini çıkartıp yeni bir gömlek giydirmekte, diğer yandan korkudan titreyen oğlunu sakinleştirmekte.
"Üzülme oğlum. Rüyadır. Anlat bakalım ne gördün?"
"Karanlıktı çöl, uçsuz bucaksız. Gecenin karanlığında bir kuyu kenarındaki ağacın altında diz çökmüş oturuyordum."
Yutkundu Yusuf. Soluklandı. Babasının uzattığı sudan bir yudum içti.
"Sonra. Sonra neler oldu oğlum?"
"Sonra gökten bir yıldız indi yanıma, sonra ikincisi, üçüncüsü, dördüncüsü. Dilim tutuldu. Gözüm kamaştı. Sonra beşincisi, altıncısı, yedincisi, sekizincisi geldi. Tek tek yıldızlara hayretle bakıyordum. Ardından dokuzuncusu, onuncusu, öbek hâlini aldılar. Derken on birinci yıldız da yanlarındaydı. Fakat on birinci yıldızın parlaklığı diğerlerinden daha berraktı. Hepsi yan yana dizildiler ve benim önümde secdeye kapandılar."
"Allahüekber!" diye çığlık attı baba.
"Daha sonra neler oldu?"
"On bir yıldızdan sonra güneş geldi, o da secde etti." "Allahüekber!" diye yine bir çığlık daha attı baba. "Ya sonra?"
"Yıldızların ve güneşin yanı başına ay da geldi, o da secde etti ve korkudan sıçrayıp bağırarak uyandım."
"Allah'a şükürler olsun. Aynı rüyayı üç gecedir ben de görüyordum. Ancak ayın, yıldızların ve güneşin kime secde ettiğini göremiyordum. Demek o, sendin."
Alnından öptü Yusuf'unun. Sımsıkı sarıldı ve ağlamaya başladı. Bir damla gözyaşı Yusuf'un yanağına değdi. Değer değmez Yusuf'un içine bir serinlik yayıldı. Korkusu dağıldı. Artık sakinleşmişti. Baba yüreğinde hem heyecan var hem helecan. Yusuf'un minik elini avucuna aldı. Şimdi titreme sırası babadaydı. Gördüğü rüyaya anlam veremeyen Yusuf, babasının bu hâllerine de anlam veremiyordu. Baba fısıltı hâlinde konuşmaya başladı.
"Oğlum! Yusuf'um. Sakın ha gördüğün rüyayı kimseye anlatma. Hele hele kardeşlerine hiç bahsetme. Bu rüya senin peygamberlik müjdendir. Kardeşlerinin bu rüyadan haberleri olursa şeytana uyar ve sana düşmanlık ederler. Şimdi susma vakti."
"Tamam babacığım. Rüyadan kimseye bahsetmeyeceğim."
Baba oğul aynı rüyayı görmüşlerdi. İki gece farkı ile iki rüya. Ancak babanın rüyası henüz yarımdı.
"Babacığım, rüyamda gördüğüm yıldızların, güneşin ve ayın hikmeti nedir?"
Yakup suskunlaştı. Derin düşüncelere daldı. On bir yıldız on bir kardeşi anlatıyordu. Güneş ise babayı. Peki, ay neyi temsil ediyordu? Bilememişti. Yıllar sonra öğrenecekti ayın ay parçası Züleyha'yı temsil ettiğini. Oğlunu tekrar uyardı:
"Yusuf'um, dediklerimi unutma, oldu mu oğlum? Rüyalarını anlatma!"
Yusuf babasının dediklerini düşünüyordu. Kardeşler. Şeytan. Rüyanı anlatma! Niçin? Kulağında hep yankılandı. Kardeşler. Şeytan.
Yakup'un özellikle şeytandan bahsetmesinin bir sebebi vardı. Şeytanı günler öncesi bir ikindi vakti çölde uyuyakaldığında rüyasında görmüştü. Tür Dağı'ndaydı. Düşünde o dağa çıkmış, dolaşıyordu. Alçak bir yerde de Yusuf'u görmüştü. Birden şeytan hayvan suretinde belirip ansızın oğluna saldırmıştı. Ona yardıma koşacakken yer yarılmış, Yusuf kaybolmuştu. O anda uykudan uyanmış, gördüğü düş yüzünden canı çok sıkılmıştı. "Rabbim, sen hayırlara getir!" diye dua etmişti. îşte gördüğü bu düş yüzünden oğlunun yanı başından başka yerlere gitmesine gönlü razı olmayacaktı.
Yakup dua etti. Avucuna üfledi. Yusuf'un sadrını ve alnını ovaladı. Yanağından öpüp oğlunun uyuduğunu görünce odadan ayrıldı.
O gece, o mucizelerin olduğu gece, in ve cinnin uyuduğu gece, sadece uyanık olan Yakup ve Yusuf değildi. Kapının arkasında Yusuf'un üvey annesi Leyya bütün bu konuşmaları duymuştu. îşitemediklerini de şeytan kulağına fısıldamıştı.
"Haydi Yusuf'um, güzelce uyu. Yarın ola hayır ola," dedi. Kandili söndürdü, kapıyı yavaşça kapadı. Karısı Leyya ile karşı karşıya geldi. Leyya sordu:
"Hayırdır, Yusuf niye korkmuş? O çığlık da neyin nesiydi?"
"Kötü bir rüya görmüş, ona uyanmış. Merak edilecek bir şey yok. Hadi gidip yatalım."
"Nasıl bir rüyaymış ki bu kadar korkmuş?"
"Rüya işte. Korkmuş..."
Her güzelliğin olduğu yerde haset ve fitne kazanları kaynamaya başlar. Yusuf ki güzellerden güzel. Artık haset rüzgârı hiç kesilmeden esmeye başlayacaktır.
Bu haset rüzgârından birisi de ne yazık ki üvey anne Leyya'dır. Üstelik hem anne hem de teyzedir Yusuf'a.