Stoktan Kargo
Kitap Hz. Muhammed (sav)in Hayatı ve İslam Daveti
Yazar Celalettin Vatandaş
Yayınevi Pınar Yayınları
Kağıt Cilt 2.Hamur , 2 Cilt Takım, Karton Kapak cilt
Sayfa Ebat 1.148 sayfa, 16x24 cm
Yayın Yılı 2019 yeni baskı
Celalettin Vatandaş Hz. Muhammed (sav)in Hayatı ve İslam Daveti kitabını incelemektesiniz.
Pınar Yayınları Hz. Muhammed (sav)'in Hayatı ve İslam kitabı hakkında yorumları oku yup kitabın konusu, özeti, fiyatı, satış şartları hakkında bilgiyi geniş bir şekilde edinebilirsiniz.
Yaratan Rabbinin adıyla oku . O, insanı " alak " dan yarattı. Oku, Senin Rabbin en cömert olandır. Alak 1-2
Hz. Muhammed (sav)'in Hayatı ve İslam Daveti
O, Allah'ın, insanlara, dünya ve ahiret hayatlarını ‘esenlik yurdu' (Yunus, 10:25) kılacak yolu göstermek için gönderdiği elçilerinin sonuncusu Hz. Muhammed (s)'den başkası değildi. Söz konusu olay ise, O'nun, Allah'ın elçisi olarak seçildiğini bildiren ve böylelikle insanlara mutlak hakikâtleri bildirme sürecini başlatan vahiyle ilk defa muhatap oluşuydu.
Bu olayı, yani ilk vahyin gelişini takiben, kıyamete kadar ki zaman içerisinde yaşayacak bütün insanlar için gerçek mutluluğun, adaletin, huzurun, güvenin, iyiliğin, güzelliğin... yolunu gösterecek ilâhî bilgiler yirmi yılı aşkın süreyle vahyolundu.
Vahyolunan her ayetle bireysel ve toplumsal hayatın olması gereken en mükemmel şekli, en güzel muhtevası bildirildi, açıklandı, gösterildi. Vahyolunan ayetler ve o ayetlerin oluşturduğu Kur'an önce elçisini eğitip yetiştirdi. O'nun ilâhî talimatlarıyla mükemmelleşen ve tüm insanlık için en güzel model haline gelen uygulamaları ve yaşantısı ise ilâhî bilginin pratiğe aktarılışı olarak anlam kazandı.
Böylelikle, insanlığa sunulan dosdoğru ve en güzel hayat tarzı, teorik esaslar halinde insanlara bildirilen bir bilgi yığını olmaktan çıktı; ilâhî bilgi O'nun şahsında en mükemmel modelini buldu; insanlık O'nun şahsında bir insanın ulaşabileceği en mükemmel aşamaya erişti.
Giriş
(Bir peygamber), insanlara iyi olan şeyleri emredip, kötü olan şeyleri yasaklar. Kendilerine, temiz ve hoş şeyleri helâl; murdar ve kötü şeyleri de haram kılar. Sırtlarındaki (hayatlarım zorlaştıran) ağır yükleri indirir, üzerlerindeki (zorluk) bağlarım ve (maddî-manevî bütün esaret) zincirlerini kırıp atar. (A'raf sûresi, 7:157)
Benim durumum, bir ateşin yanındaki kişinin durumuna benzer. Ateş yanıp etrafını aydınlattığı zaman, pervaneler ve diğer bazı böcekler kendilerini ateşe atmaya başlarlar. Adam yanmamaları için onları ateşten uzaklaştırmaya çalışır, fakat onlar buna rağmen kendilerini ateşe atarlar. Aynı şekilde ben de sizleri eteklerinizden tutup cehennem çukuruna düşmekten alıkoymaya çalışıyorum; 'Buraya gelin, ateşten uzaklasın, buraya gelin, ateşten uzaklasın' diye bağırıyorum. Ama ne var ki, sizler elimden kurtulup doğruca cehennem çukuruna koşmaya devam ediyorsunuz. (Hz. Muhammed (s))
Zaman: Geçmişin anlarından bir an.
Yer: Çöllerle kaplı bölgedeki dağlardan birisinde bulunan küçük bir mağara.
Kişi: Mağaranın alacakaranlığında derin düşüncelere dalmış bir münzevî.
Her şey son derece sıradan; ne zamanıyla, ne mekânıyla ve ne de mensubuyla dikkat çeken özel bir durum söz konusu değil.
O, özellikle son birkaç yıldır alışkanlık edindiği üzere, yine aynı mağaraya gelmiş ve bir süreliğine inzivaya çekilmiş bulunuyor. İki kişinin ancak sığabileceği küçük mağaradan bazen gökyüzünü, bazen uzaklarda görünen şehri seyrediyor. Bazen evreni, yıldızları, güneşi, ayı düşünüyor; bazen yeryüzünü, toplumları, hemşehrilerini, insanları, kendisini. Hâlinden, zihnini istila eden düşüncelerden kurtulup, her gün sayısı biraz daha artan sorularına cevaplar bularak kendisini son derece rahatsız eden mevcut durumundan bir çıkış yoluna ulaşmaya çalıştığı açıkça belli oluyor. Ama nafile; ne zihninde fırtınalar estiren düşüncelerden kurtulabiliyor, ne de düşüncelerini her gün biraz daha derinleştirip karmaşıklaş tiran sorularına cevaplar bulabiliyor. Son birkaç yıldır, içine düştüğü düşünce labirentinden bir çıkış noktası bulamamanın neden olduğu çaresizlikle, kendisini bu mağaranın küçük boşluğuna mahkum etmekten başka yapabildiği bir şey yok.
Fakat O, o anda bilmiyordu ama mağaraya bu gelişi öncekilerden çok farklı bir şekilde sonuçlanacaktı; hiç ummadığı, beklemediği ve düşünmediği bir olay gerçekleşecekti. O, sadece içindeki fırtınadan sıyrılmaya çalışırken, birazdan daha önce hiçbir şekilde zihninden geçirmediği, düşüncesinde yer almayan bir durumla karşılaşacaktı. Sadece kendisini ilgilendiriyor görünen bir olay yaşayacak; ancak bu olay, sonucu itibarıyla, tüm insanlığı ilgilendirecekti. Çünkü, söz konusu olay, insanlığın kaderini etkileyen önemli bir süreci başlatacaktı. O ise, gerçekleşecek olayı takiben, tüm gelişmelerin faili ve öncelikli muhatabı olacaktı.
Kırk yaşındaydı. Zihinsel ve bedensel olgunluğunun zirvesindeydi. Fakat, mağaraya bu son gelişine kadarki kırk yıllık hayatında önemli birisi değildi; ismi tarihe geçecek birisi hiç değildi. Ülkeler fetheden bir komutan, düşünceye yeni ufuklar açan bir filozof, orijinal icatların sahibi bir mucit, maddenin sırlarını çözen bir bilim adamı... değildi. Üstelik bunlardan birisi olmayı ne arzulamış ve ne de düşünmüştü. Dolayısıyla, eğer şehrin dışındaki o mağarada gerçekleşecek olayın başlatacağı yirmi yılı aşkın süreyi yaşamayacak olsaydı, zamanındaki hemşehrilerinin dışında hiç kimse tarafından bilinmeyen birisi olarak kalacaktı. İnsanlık tarihinin ismi bilinmeyen sayısız fertlerinden birisi olarak yaşayacak ve bir-iki nesil sonra yeryüzünde hiç bileni ve hatırlayanı olmayan bir kişi olarak ölüp gidecekti. Belki de birkaç kuşak sonrası torunları bile ismini hatırlamayacaktı. Arkasında ne bir isim, ne bir ün ve ne de bir eser bırakacaktı. Ancak mağaradaki olayı takiben O, insanlığın en önemli şahsiyeti oldu.
İnsanlığın veya toplumunun tarihinde ismi anılacak kadar önemli birisi değildi; ama sıradan birisi de değildi. Çevresindeki insanlara göre bazı farklı özelliklere sahipti. Eğer önemli bir farklılık sayılırsa öksüzdü, yetimdi, tüccardı; fakat daha da önemlisi hakka-hukuka önem veren birisiydi, yalandan nefret ederdi, mal düşkünü değildi, yardımseverdi... Mağarada yaşadığı olaya kadar O'nu çevresindeki insanlardan ayıran en önemli özelliği, sahip olduğu bu bazı bireysel özellikleri ve ahlâkî erdemleriydi. Arkadaşları ve hemşehrileri O'nu bu bazı bireysel özellikleri ve ahlâkî erdemleriyle biliyor ve tanıyorlardı. Özellikle de ahlâkî erdemleri nedeniyle tanınıyordu. O'nun ahlâkî erdemleri ise, erdem denen şeylerden oldukça uzak bir toplumda, herkesten farklı bir hayat tarzı edinmesine yol açmıştı. Erdemleriyle yalnız olduğu gibi, yaşantısıyla da yalnız olmayı tercih etmiş; son birkaç yıldır toplumundan büyük oranda uzaklaşmıştı. Yalnızlığı sever hâle gelişi, sıklıkla inzivaya çekilmeyi hayatının özelliklerinden birisi hâline getirmişti. Özellikle son birkaç yıldır, bir süreliğine toplumundan uzaklaşıp, yaşadığı şehrin yakınındaki dağda bulunan bir küçük mağarada inzivaya çekilmeyi alışkanlık edinmişti. İnzivayı bir kaçış olarak görüyordu. Çünkü, kişiliğinin bir parçası olan ahlâkî erdemlerine karşılık, her türlü kötülüğün, ahlâksızlığın olabildiğince yaygın olduğu bir toplumun ferdiydi. Daha da önemlisi, sadece toplumu değil, yaşadığı dünyanın durumu da kötüydü. Kötülükler, ahlâksızlıklar, zulümler, sömürüler, haksızlıklar, zorbalıklar... akla gelebilecek her türlü olumsuz durumlar ve özellikler insanlığın ayrılmaz parçası olmuştu. Kendi toplumunda ve ticaret amacıyla gittiği diğer bazı toplumlarda hep benzer şeyleri görmüştü. Dünyanın içinde debelendiği bütün bu kötülükleri, yanlışlıkları aklı kabul etmemiş, yüreği kaldırmamıştı. Dünyanın kapıldığı akıntıya kapılmamış; kötülükler içinde boğulan dünyanın bir parçası olmamıştı. Kötülüklerin ve ahlâksızlıkların ele geçirdiği dünyanın dışına kaçmış, bir münzevî olarak hayatını sürdürmeyi tercih etmişti.
Elbette ki insanlığın sorunlarına duyarlı her insan gibi, O da bir çözüm aramaktaydı; kötülüklerin ve ahlâksızlıkların olmadığı bir dünyanın özlemini taşıyordu. İnsanlığın gidişatının yanlışlığı karşısında, bir kurtuluş yolu arıyordu. Fakat bulamamıştı ve bulamıyordu. Büyük komutanların, devlet adamlarının, bilim adamlarının, filozofların, ahlâkçıların, din adamlarının çaresiz kaldığı problemler, O'nun için de çözümü imkânsız bir problemler yumağına dönüşmüştü. Varlığı, hayatı, varlığın amacını, varoluşu ve ölümü, evreni, insanı, toplumu... anlamaya çalışıyor ama anlayamıyordu; anladığını zannettiği şeylerin doğruluğundan da emin olamıyordu. Bu nedenle dünyasını küçültmüştü. Kendisini ve ailesini merkeze almış; ailece temiz kalmanın, kötülüklere ve ahlâksızlıklara bulaşmamanın çabasını yürütür olmuştu. Belki bazen hemşehrilerini de düşündüğü; onların da ahlâksızlıklar, kötülükler, yanlışlıklar bataklığında boğulmalarını önleyecek çıkış yolları, çözüm yöntemleri üzerinde kafa yorduğu oluyordu. Düşünüyordu, ne var ki, şahit olduğu tüm ahlâksızlıkların, kötülüklerin, yanlışlıkların yerine inşa edeceği iyilikleri, güzellikleri, doğruları bilemiyor; bildiklerini ise uygulayabilecek güç ve imkâna sahip bulunmuyordu.
O sene yine aynı mağaraya gelmiş ve birkaç günlüğüne inzivaya çekilmişti. İnsanla ilgili her şeye hakim olmuş kötülük ve yanlışlıkları fark eden, ancak doğrunun ne olduğunu bilememenin sıkıntısını yaşayan bir kişi neler düşünürse, O da, o mağaranın sessizliğinde, yalnız başına benzer düşüncelere dalmıştı. Tüm insanlığın kaderini etkileyecek olayı işte böylesi bir anda yaşadı. Mağaraya bu son kapanışında, derin düşüncelerin ve cevapsız soruların girdabında zihnini toplamaya çalışırken, aniden karşısında daha önce hiç görmediği bir varlık belirdi. Varlık kendisine yaklaşıp 'Oku' dedi. Şaşırdı, 'Ben okuma bilmem' dedi. Varlık, tekrar Oku' dedi. Yine okuma bilmediğini söyledi ve ikisi arasındaki konuşmalar bu şekilde devam etti. Mağarada olup bitenleri bizzat kendisi daha sonra şöyle anlattı:
'Oku' dedi. 'Ben okuma bilmem' dedim. Bunun üzerine beni tuttu ve gücüm ke-silinceye kadar sıktı. Sonra bıraktı ve tekrar 'Oku' dedi. Ben yine 'Okuma bilmem' dedim. Beni tutup gücüm kesilinceye kadar tekrar sıktı. Sonra bırakarak, yine 'Oku' dedi. Ben yine 'Okuma bilmem' dedim. Nihayet beni tutup gücüm kesilinceye kadar bir kez daha sıktı. Sonra bıraktı ve şunları söyledi; 'Yaratan Rabb'inin adıyla oku. O, insanı bir kan pıhtısından yarattı. Oku, Rabb'in nihayetsiz Kerem sahibidir; O, kalem ile öğretendir, insana bilmediğini O öğretti.'1
cıyla gittiği diğer bazı toplumlarda hep benzer şeyleri görmüştü. Dünyanın içinde debelendiği bütün bu kötülükleri, yanlışlıkları aklı kabul etmemiş, yüreği kaldırmamıştı. Dünyanın kapıldığı akıntıya kapılmamış; kötülükler içinde boğulan dünyanın bir parçası olmamıştı. Kötülüklerin ve ahlâksızlıkların ele geçirdiği dünyanın dışına kaçmış, bir münzevî olarak hayatını sürdürmeyi tercih etmişti.
Elbette ki insanlığın sorunlarına duyarlı her insan gibi, O da bir çözüm aramaktaydı; kötülüklerin ve ahlâksızlıkların olmadığı bir dünyanın özlemini taşıyordu. İnsanlığın gidişatının yanlışlığı karşısında, bir kurtuluş yolu arıyordu. Fakat bulamamıştı ve bulamıyordu. Büyük komutanların, devlet adamlarının, bilim adamlarının, filozofların, ahlâkçıların, din adamlarının çaresiz kaldığı problemler, O'nun için de çözümü imkânsız bir problemler yumağına dönüşmüştü. Varlığı, hayatı, varlığın amacını, varoluşu ve ölümü, evreni, insanı, toplumu... anlamaya çalışıyor ama anlayamıyordu; anladığını zannettiği şeylerin doğruluğundan da emin olamıyordu. Bu nedenle dünyasını küçültmüştü. Kendisini ve ailesini merkeze almış; ailece temiz kalmanın, kötülüklere ve ahlâksızlıklara bulaşmamanın çabasını yürütür olmuştu. Belki bazen hemşehrilerini de düşündüğü; onların da ahlâksızlıklar, kötülükler, yanlışlıklar bataklığında boğulmalarını önleyecek çıkış yolları, çözüm yöntemleri üzerinde kafa yorduğu oluyordu. Düşünüyordu, ne var ki, şahit olduğu tüm ahlâksızlıkların, kötülüklerin, yanlışlıkların yerine inşa edeceği iyilikleri, güzellikleri, doğruları bilemiyor; bildiklerini ise uygulayabilecek güç ve imkâna sahip bulunmuyordu.
O sene yine aynı mağaraya gelmiş ve birkaç günlüğüne inzivaya çekilmişti. İnsanla ilgili her şeye hakim olmuş kötülük ve yanlışlıkları fark eden, ancak doğrunun ne olduğunu bilememenin sıkıntısını yaşayan bir kişi neler düşünürse, O da, o mağaranın sessizliğinde, yalnız başına benzer düşüncelere dalmıştı. Tüm insanlığın kaderini etkileyecek olayı işte böylesi bir anda yaşadı. Mağaraya bu son kapanışında, derin düşüncelerin ve cevapsız soruların girdabında zihnini toplamaya çalışırken, aniden karşısında daha önce hiç görmediği bir varlık belirdi. Varlık kendisine yaklaşıp 'Oku' dedi. Şaşırdı, 'Ben okuma bilmem' dedi. Varlık, tekrar Oku' dedi. Yine okuma bilmediğini söyledi ve ikisi arasındaki konuşmalar bu şekilde devam etti. Mağarada olup bitenleri bizzat kendisi daha sonra şöyle anlattı:
'Oku' dedi. 'Ben okuma bilmem' dedim. Bunun üzerine beni tuttu ve gücüm ke-silinceye kadar sıktı. Sonra bıraktı ve tekrar 'Oku' dedi. Ben yine 'Okuma bilmem' dedim. Beni tutup gücüm kesilinceye kadar tekrar sıktı. Sonra bırakarak, yine 'Oku' dedi. Ben yine 'Okuma bilmem' dedim. Nihayet beni tutup gücüm kesilinceye kadar bir kez daha sıktı. Sonra bıraktı ve şunları söyledi; 'Yaratan Rabb'inin adıyla oku. O, insanı bir kan pıhtısından yarattı. Oku, Rabb'in nihayetsiz Kerem sahibidir; O, kalem ile öğretendir, insana bilmediğini O öğretti.'1
Çok korktu. Kendisini mağaradan dışarıya attı. Korkudan titreyerek şehre doğru hızla koşmaya başladı. Evine geldi. Kendisini karşılayan eşine, korkudan titreyerek 'Beni örtün! Beni örtün!' dedi ve yattı. Yaşadığı garip durum karşısında bir başka yalnızlığı tercih etti ve yatağına sığındı. Üzerine aldığı örtünün altında, bir türlü anlam veremediği mağaradaki olay nedeniyle şaşkın bir halde, zihnini terk etmeyen düşüncelerin kıskacında kıvrandı, kıvrandı... Görüp, işittiklerini anlamaya çalıştı.
O, Allah'ın, insanlara, dünya ve ahiret hayatlarım 'esenlik yurdu' (Yunus, 10:25) kılacak yolu göstermek için gönderdiği elçilerinin sonuncusu Hz. Muhammed (s)'den başkası değildi. Söz konusu olay ise, O'nun, Allah'ın elçisi olarak seçildiğini bildiren ve böylelikle insanlara mutlak hakikâtleri bildirme sürecini başlatan vahiyle ilk defa muhatap oluşuydu. Bu olayı, yani ilk vahyin gelişini takiben, kıyamete kadar ki zaman içerisinde yaşayacak bütün insanlar için gerçek mutluluğun, adaletin, huzurun, güvenin, iyiliğin, güzelliğin... yolunu gösterecek ilâhî bilgiler yirmi yılı aşkın süreyle vahyolundu. Vahyolunan her ayetle bireysel ve toplumsal hayatın olması gereken en mükemmel şekli, en güzel muhtevası bildirildi, açıklandı, gösterildi. Vahyolunan ayetler ve o ayetlerin oluşturduğu Kur'an önce elçisini eğitip yetiştirdi. O'nun ilâhî talimatlarıyla mükemmelleşen ve tüm insanlık için en güzel model haline gelen uygulamaları ve yaşantısı ise ilâhî bilginin pratiğe aktarılışı olarak anlam kazandı. Böylelikle, insanlığa sunulan dosdoğru ve en güzel hayat tarzı, teorik esaslar halinde insanlara bildirilen bir bilgi yığını olmaktan çıktı; ilâhî bilgi O'nun şahsında en mükemmel modelini buldu; insanlık O'nun şahsında bir insanın ulaşabileceği en mükemmel aşamaya erişti.
***
İnsanlığa hidayet rehberi olarak gönderilen peygamberlerin sayısını bilmiyoruz. Bir kısmının ilâhî rehberlik hikayeleri, Kur'an'da, insanlara örnek veya ibret olması için anlatılmış bulunuyor. Bu peygamberlerin hayat hikayelerinden öğrendiğimize göre, şartlar gerektirdiği, insanlık kendi imkân ve gücüyle yanlış gidişatların mensubu olmaktan kurtulamadığı zamanlarda ilâhî yardım devreye girmiştir. İnsanların arasından seçilen bir kişi, ilâhî bilgiyi insanlığa bildiren ve en doğru hayat tarzını öncelikle kendi şahsında insanlığa sunan önder olarak görevlendirilmiştir. Her elçi, toplumuna hakim olmuş, insanları kuşatıp avucuna almış yanlışlıkları birer birer gösterip, onların yerinde olması gereken doğruları bütün açıklığıyla sunmuş ve uygulamaya aktarılması gerekenlerin uygulanma biçim ve yöntemini de öncelikle kendi şahsında veya çevresinde yer alan müminler topluluğunun üzerinde göstermiştir.
Hz. Musa (s) bunlardan birisidir. O, Mısır toplumunu iki gruba bölen ve bu gruplardan birisini oluşturan İsrail topluluğunu en zor şartlarda saltanat idaresinin ihtiyaçlarını karşılamak maksadıyla çalıştıran, saltanatlarının potansiyel tehlikesi olarak gördükleri israil topluluğunun erkeklerini öldüren veya kısırlaştıran Firavun yönetimini tüm bu zorbalıklarında vazgeçirmek ve oradaki zayıf, aşağılanmış, yoksul insanları başlarındaki zorbaların her türlü kötülüğünden kurtarmakla görevlendirilmişti.
Daha başkaları da var. Saçma-sapan bir inancı din olarak kabullenmiş, zalim, vicdansız, günahkâr bir topluma hakikati bildirmek ve hayatlarını dosdoğru tarzda yeniden inşa etmelerini sağlamak için görevlendirilmiş Hz. Nûh (s); putlarla meşrulaştırılan ve kutsanan bir sömürü sistemini yok etmekle görevlendirilen Hz. ibrahim (s); cinsel sapkınlığı hayat tarzlarının odağı kılan bir topluma güzel ahlâkın yüceliklerini hatırlatmak ve göstermekle görevlendirilen Hz. Lût (s); ticarî dalavereyi, soygunculuğu bireysel ve toplumsal hayatlarının temeli kılmış Semud toplumunu adalete, hakka, iyiliğe, dürüstlüğü, doğruluğa çağıran Hz. Salih (s); güç ve zenginlikleri nedeniyle şımarıp büyüklenen, zorbalığı, insanlara zulmetmeyi kendileri için doğal bir hak kabul eden Ad toplumunu yanlış durumlarından uzaklaştırıp hakkı, hukuku, adaleti, iyiliği inşa etmek için görevlendirilen Hz. Hûd (s) söz konusu peygamberlerden diğer bazılarıdır.
Daha birçok örnek var; bir kısmı yanlış gidişatı doğru kılmak için, bir kısmı ise doğru gidişatın sürekliliğini sağlamanın bilgi ve ilkelerini sunmak ve uygulamak için görevlendirilmişti. Hepsi de görünüşte birbirine oranla farklı bazı yanlışlıkları, sapıklıkları, haksızlıkları insanlığın inanç ve hayatından uzaklaştırmakla görevlendirilmiş olmalarına rağmen; hepsinin gayret ve çalışmasının esasını, insanların yaratılış hakikatinden uzaklaşmasını önlemek, uzaklaşanlara mutlak gerçeği hatırlatıp, buna uygun bir inanç sistemi ve hayat tarzını sunmak oluşturuyordu.
Aynen son peygamber Hz. Muhammed (sav)'de olduğu gibi. O, insanların elleriyle kazandıkları şeyler yüzünden, karada ve denizde fesat çıktığı' ( Rum, 30:41) bir zamanda, hem o zamanın hem de sonraki zamanların insanları için en güzel ve mükemmel rehber ve model olarak gönderildi. İnsanların şaşkınlık içerisinde; 'Ne olacak bu durumumuz? Bu binbir türlü kötülük ve yanlışlıklardan nasıl kurtulacağız?' diye sordukları, çaresizlikten ne yapacaklarını bilemez duruma geldikleri bir anda ilâhî iradenin sesi duyuldu ve insanlar arasından seçtiği elçisine 'ikra' talimatını verdi. Yüce Allah, O'na 'bildir, duyur, ilan et, açıkla' dedi. Neleri? Elbette ki kendine bildirilecek olan doğruları, güzellikleri, iyilikleri, güzel ahlâkın en güzel ölçülerini... Niçin? Tüm dünya 'esenlik yurdu' (Yunus, 10:25) olsun diye.
Ey iman edenler! Sizi yaşatacak şeylere çağırdığı zaman Allah ve Resulünün çağrısına koşun. (Enfal, 8:24)
Sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için Muhammed'i apaçık ayetlerle gönderen O'dur. Şüphesiz Allah sizlere karşı çok şefkatli, çok merhametlidir. (Hadid, 57:9)
Allah kullarını esenlik yurduna çağırıyor. (Yunus, 10:25)
***
Allah, son elçisiyle insanlığa hidayet rehberleri olan ilâhî kitaplar dizisinin sonuncusunu takdim etti. Önceki kitaplar, daha çok gönderildikleri toplumla sınırlı kalmalarına karşılık; bu sonuncusu, hem toplumlar üstü ve hem de zamanlar üstü kılındı. Diğer kitaplarda, daha çok belirli bir bölgedeki ve zamandaki insanların sahip oldukları problemlerin çözüm yolları gösterilmişti. Belirli bölgenin ve zamanın insanları, bireysel ve toplumsal hayatlarını doğru ve güzel kılacak, hem dünyalarının ve hem de ahiretlerinin 'esenlik yurdu' olmasını sağlayacak bilgi ve ilkeleri kendi özel şartları dahilinde elde etmişlerdi. Ancak bu son kitapta durum değişti. O, tüm insanlığa hitap etti ve ediyor. İnsanlığın bireysel ve toplumsal hayatında her zaman açığa çıkabilen temel problemlerin çözümlerini verdi ve veriyor. Dosdoğru ve güzel bir hayat tarzının özelliklerini açıkladı ve açıklıyor. Üstelik verdiği bilgi ve cevaplarında sadece teoriyle yetinmedi; hayatın kendisine yöneldi ve bildirdiklerinin, açıkladıklarının doğruluğunu bizzat hayatın içinde yer alarak gösterdi, gösteriyor. Bunu ise herkesten önce 'Elçi'sini eğiterek, O'nu 'alemlere rahmet' (Enbiya, 21:107) bir şahsiyet yaparak, insanlık için 'en güzel örnek'(Ahzâb, 33:21) kılarak gerçekleştirdi. Fakat bu istisna bir durum olmadı. Cehalet bataklığına saplanmış diğer bazı insanları da, o bataklıktan kurtarıp, her türlü erdemin yer aldığı ve insanlığın kendi çaba ve çalışmalarıyla bir kısmına dahi ulaşamadığı, ulaşamayacağı zirvelere çıkardı: Zorbalardan adaletin sembollerini, azgınlardan hayırlıların önderlerini, bilgisizlerden alimlerin liderlerini, hayasızlardan güzel ahlâkın en güzel örneklerini... çıkardı ve çıkarmaya devam ediyor. Zira O, herhangi bir kitap değil, Kur'an'dır; Allah'ın insanlara lütfettiği hidayet rehberidir, insanlığın tutunabileceği en sağlam ve en güzel tutamaktır:
İşte bu Kur'an, bizim indirdiğimiz, hürmete layık, kutlu bir kitaptır. Öyleyse Kur'an'a uyun ve yolunuzu Kur'an'la bulun ki, Allah'ın merhametine layık olabilesiniz. Onu size indirdik ki, 'Kitap yalnız bizden önceki iki topluluğa (Yahudi ve Hıristiyanlar a) indirilmişti de, biz onların eğitim ve öğretimlerinden habersizdik' demeyesiniz diye; yahut 'Eğer bize de bir kitap indirilseydi, biz onlardan daha çok doğru yolda olurduk' demeyesiniz diye. İşte size de Rabbinizden açık bir delil, hidayet ve rahmet geldi. Kim Allah'ın ayetlerini yalanlayıp, insanları ona yönelmekten engeller ve kendisi de ondan yüz çevirirse, ondan daha zalim kim olabilir? (Bilmiş olun ki) mesajlarımızdan yüz çevirenleri, yüz çevirmeleri yüzünden, azabın en kötüsüyle cezalandıracağız! (En'am, 6:155-157) Ey insanlar! işte Rabbinizden size bir öğüt; kalplerde olabilecek her türlü sıkıntı, şüphe ve hastalıklar için bir şifa ve ona inanan herkes için hidayet ve rahmet olan Kur'an geldi. (Yunus, 10:57)
Gerçek şu ki, bu Kur'an insanları dosdoğru yola iletir. (Isra, 17:9)
Dipnot
1- Buharî, Bed'ül-Vahy 3,7; Müslim, iman 252,255; Tirmizî, Menâkıb 13; Ahmed, Müsned VI/232,233. ( celaleddin vatandaş peygamberimizin hayatı , pınar yayınları , hz. Muhammed (sav) in hayatı ve islam daveti , 2 cilt takım , mekke medine dönemi , efendimizin hayatı kitabı, hz muhammed mustafa hayatı , celaleddin vatandaş siyer )
Pınar yayınevi celaleddin vatandaş hz. Muhammed (sav)in hayatı ve islam daveti kitabı nı incele diniz.
Diğer Özellikler |
Stok Kodu | 9789753522298 |
Marka | Pınar Yayınları |
Stok Durumu | Var |
9789753522298