%43

İzahlı Mülteka El Ebhur Tercümesi, 4 Cilt Takım ÇELİK

  • 4.8 / 5
4.8 / 5
1.075,00 TL
1.900,00 TL
Havale / EFT: 1.042,75 TL

Ürününüz 1-2 gün içerisinde kargoya verilir.

Güvenli Alışveriş

Ürününüzü 14 gün içerisinde kolayca iade edebilirsiniz.


Kitap             İzahlı Mülteka El Ebhur Tercümesi      
Yazar            İbrahim Halebi    
Yayınevi        Çelik Yayınevi
Tercüme        Mustafa Uysal
Kağıt - Cilt     Şamua Kağıt, Ciltli, 4 Cilt takım 
Sayfa - Ebat  2.120 Sayfa 17x24 cm   
  
 


4 Cilt İzahlı Mülteka El Ebhur Tercümesi kitabını incelemektesiniz.
Çelik Yayınları İzahlı Mülteka Tercümesi kitabı hakkında yorumları oku yup kitabın konusu, özeti, fiyatı, satış şartları hakkında bilgiyi geniş bir şekilde edinebilirsiniz.

 
Yaratan Rabbinin adıyla oku . O, insanı " alak " dan yarattı. Oku, Senin Rabbin en cömert olandır. Alak 1-2
 
 
Eserin yazarı İbrahim Halebi; miladi 15. Asırda yaşamış, ömrünü ilme vermiş, insanların fert, aile ve toplum olarak yaratıcının rızasını kazanabilmeleri için Kur’an ve Sünnete dayanarak yol haritasını ortaya koymaya çalışmıştır. Allah’ın kulları üzerindeki hukuk ve hududu, kulların birbirleriyle ilgili hukuku ve diğer canlılarla olan hukukunu ortaya koymaya gayret göstermiştir.
 
Binlerce fıkhî meseleyi ihtiva eden Mülte?â’el-Ebhur; Osmanlı medreselerinde ders kitabı olarak okutulmuş, aynı zamanda kadıların (hakimlerin) ve müftülerin başvuru kaynaklarından birini teşkil etmiştir. Molla Hüsrev’in Dürerü’l-hükkâm’ı ile birlikte Osmanlı Devleti’nin yarı resmî hukuk külliyatı niteliğini taşıyan eser, birçok defa basılmış olup üzerine elliden fazla şerh yazılmıştır. I. M. d’Ohsson, Tableau général de l’Empire ottoman (Paris 1787-1820) adlı eserinde; Osmanlı hukuk düzeniyle ilgili yasalar ve açıklamaları bu kitaba dayandırmıştır.
 
Konya merkez vaizlerinden Mustafa Uysal eserin tercümesini yaparak okuyucularımızın istifadesine dört cild olarak sunmuştur. Mütercim, eseri metne sadık kalarak tercüme etmiş, konuların anlaşılması için kavramların lügat manalarının, bilhassa şer’î hukuk açısından ıstılah manalarının açıklamalarını yapmış, konu ile ilgili olarak toplumu aydınlatıcı ve tatbikatta kolaylaştırıcı fetvalarla zenginleştirmiştir.
 
 
        SUNUŞ

 
Bismillahirrahmanirrahim.
 
Rahman ve rahim olan Allanın adıyla! Hayat, kul için bir ibadet yolculuğudur. Dünya bir ibadet mekanıdır.Hayatı, kulluğu hedefini ibadet olarak görmek gerekir. Resulü Ekrem Efndimiz namaza durmak tekbir aldığı zaman önce: "Doğrusu ben, tek Allah'a inanan bir kimse olarak, yüzümü gökleri ve yeri yoktan var edene çevirdim. Ben müşriklerden değilim.(enam /79) ayetinin hemen ardından" Namazım bütün ibadetlerim, hayatım ve ölümüm yalnızca Âlemlerin Rabbi Allah içindir. O'nun bir eşi ortağı yoktur. Bana bu emredildi. (Enam/162-163] ayetini okur devamında uzunca bir dua yapardı.[1]
 
O kutlu Nebinin, yolunda ve Ona Ümmet olma gayretinde olan bizler, geçmiş âlimler gibi, bu yolculukta her şeyden önce temizlik madden ve manen arınma gelir. Çünkü Efendimiz temizlik imandandır buyuruyor. Bu yayına hazırladığımız mülteka el-Ebhur'un muellifide bu yolu takip etmiştir. Birinci cildimizde, Taharet, temzlik, gusül, teyemmüm, pisliklerden temizlenme sonra kainatın sahibine karşı divana duruş, ezan, namaz bütün çeşit ve rükünleri ile beraber kabre kadar yolculukta ibadet şekillerini anlatmaktadır. Sonra kazandıklarımızın zekatını yani vergisini, sonra yaradana karşı sırf onun için oruç sonra mahşer gününün provası olan hac ve umre derken fertten aileye hayatın bir ibadet yolu ve yolculuğu olduğunu hatırlatmaktadır. Bu arada ilahi iradenin koyduğu kurallarını akıl baliğ olduktan sonra hayat rehberi yapmamız gerekiyor. O da nedir? Bu güne kadar değişmemiş bu günden sonra da hiç değişmeyecek olan muciz Kur'an-ı Kerim'dir. Üstadım öyle demişti. Oğlum size Kur'an yeter başka rehber ve şeyh aramayın. İşte hayat yolculuğu bireyden aileye aileden topluma ümmete bu duyarlılıkla Vahyin ( Kitabı Kerim'in) rehberliğinde yolculuk yapmamız gerekir. Rabbim niyetlerimizi halis kılıp günahlarımızı affetsin. Mülteka el-ebhurun sadeleştirilmesinde şu yolu takip ettik. Arap dili Kur'an-ı Kerim geldikten, nazil olduktan sonra sistemleşmiş bir yapıya sahip olmuştur. Onbeşinci asırdaki bir metin tercümede rahat anlaşılması için Arapça, Türkçe karşılıklı sayfalar şeklinde yaptık ki Arapça'ya aşina olan veya Arapça öğrenenlere faydası olması hedeflenmiştir. Tercümelerinde parantez içi açıklamalar yaparak konunun daha iyi anlaşılması gerektiğine inanmaktayız. Her konunun daha iyi anlaşılması için hayata hakim olan kavramların açıklamasını ve konuların dayandığı ayet ve hadislerden örnekler vermişizdir. Beşyüz yıldır Osmanlı'nın hakim, kadı, müftü ve hocaların başvuru kitabı olmuştur. Bir çok fetva kitaplarından örnek fetvalar verilmiş olup konuların rahat anlaşılmış olmasını sağlamaktır.
 
 
değerli okuyucularımızın dikkatine!

 
 Bismillahirrahmanirrahim

1- O Rahman ve O Rahim olan Allah'ın ismiyle!
2-Bütün hamdler (bütün övgüler) tüm âlemlerin Rabbi (yaratıcısı, terbiyecisi ve yöneticisi) olan Allah'a mahsustur.
3-(Dünyada inanan inanmayan ayırmaksızm her kuluna son derece acıyan ve gerçek manada sadece kendisi nimet veren) O Rahman'a; Ahi-rette yalnız iman edenleri son derece esirgeyecek olan hakiki nimet sa­hibi) O Rahim'e!
4-O din gününün Maliki (ve ceza gününün yegâne sahibi) ne!
5-(O yüce Allah 'a itaat eden kullar: Ey Rabbimiz!) Ancak Sana ibadet (ve kulluk)ederiz ve yalnız Senden yardım dileriz.! (derler.)
6-(Buna mukabil Allahu Teâlâ: "Peki Benden ne tür yârdım istiyorsu­nuz?" Buyurunca, onlar şöyle dua ederler.) "Bizi o dosdoğru yola hida­yet et!."
7-Kendilerine (ikram ve) inam etmiş bulunduğun, nimet verdiğin o (peygamberlerin, sıddîklarm, şehitlerin ve Salih) kimselerin yoluna!

(Senin tarafından) kendilerine gazap edilen (Yahudi) lerin (yoluna) değil, (doğru yoldan sapıtarak) dalalete düşen (Hıristiyan taife) lerin (in izine) de değil!

Kovulmuş şeytandan Allah'a sığınırım. O öyle Allah'tır ki hay ve kayyumdur, O'nu ne uyuklama tutar ne de uyku. Göklerde ve yerde
hepsi O'nundur. O'nun izni olmadan yanında kim şefaat edebilir? Onların önlerindekini ve arkalarındakini bilir. Onlarsa O'nun ilminden ancak dilediği kadarını kavrayabilirler. O'nun kür­süsü gökleri ve yeri kuşatmıştır. Onları korumak O'na ağır gelmez. O yücedir, büyüktür.

 
Hamd; kimden, nereden, nasıl, ne şekilde gelirse gelsin, bütün çeşit­leriyle (canlı ve cansızların Hamdi) Allah'a mahsustur.
Hamd; Âlemlerin Rabbi, Rahman ve Rahim, din gününün sahibi olan Allah-u Teala'ya...
 
Salât ve selam âlemlere rahmet olarak gönderilen son ve evrensel peygamberimiz efendimize, onun temiz ehli beytine, ashabına, tabiîne ve onlara tabii olanlara olsun.
 
Mü'minler, Allah'ın kulları şunu iyi bilmeleri gerekir ki; Peygambe­rimizin: "Âlimler, (veliler, ilim adamları) peygamberlerin varisleri­dir" ilkesini düstur edinmiş ve görevlerini yapmışlardır ve yapmaya de­vam etmektedirler. Bilhassa vahyi akıllarına değil, akıllarını vahye tabi kılan ilim adamlarına ne kadar ihtiyaç var.
 
Günümüze kadar mü'minler; âlimlerin islamı, Allah'ın hukuk ve hu­dudunu anlatmak, tebliğ etmek, yaşamak ve yaşatmak suretiyle bu isti­kamet üzere olmuşlar. Sürekli Müslüman toplumu yönetecek, idare ede­cek toplum önderleri yani imamlar, âlimler yetiştirmişlerdir. Ne zaman İslam coğrafyasında gerçek alimler azalmış, ümmet sıkıntıya, zillete düş­müş günümüzde olduğu gibi. Ne zaman gerçek âlimler; Kur'an'ın ifade­siyle Haşiun, Rasihun, Varisun zümresi çoğalmışsa İslam Ümmeti hu­zura kavuşmuştur.
 
İşte elinizdeki kitabın sahibi İbrahim Halebi miladi 15. Asırda yaşa­mış, ömrünü ilme vermiş, Allah'ın kullarının fert, aile ve toplum ola­rak yaratıcının rızasını kazanabilmeleri için Kur'an ve Sünnete dayana­rak yol haritasını ortaya koymaya çalışmıştır. Allah'ın kulları üzerindeki hukuk ve hududu, kulların birbirleriyle ilgili hukuku ve diğer canlılarla olan hukukunu ortaya koymaya gayret göstermiştir.
 
Eser; binlerce fıkhî meseleyi ihtiva eden Mültekâ'el-Ebhur Osmanlı medreselerinde ders kitabı olarak okutulmuş, aynı zamanda kadıların (hakimlerin) ve müftülerin başvuru kaynaklarından birini teşkil etmiştir.
 
Molla Hüsrev'in Dürerü'l-hükkâm'ı ile birlikte Osmanlı Devleti'nin yarı resmî hukuk külliyatı niteliğini taşıyan eser birçok defa basılmış olup (meselâ İstanbul 1252, 1258, 1264,1288; Bulak 1263; Bombay 1278) üzerine elliden fazla şerh yazılmıştır. I. M. d'Ohsson, Tableau general de l'Empire ottoman (Paris 1787-1820) adlı eserinde; Osmanlı hukuk dü­zeniyle ilgili yasalar ve açıklamaları bu kitaba dayandırmıştır.
 
Konya merkez vaizlerinden Mustafa Uysal Hoca kitabın tercümesini yaparak okuyucularımızın istifadesine dört cild olarak sunmuştur. Mü­tercim metne sadık kalarak tercüme etmiş, konuların anlaşılması için in­san hayatına hakim olan kavramların lügat ve terim, bilhassa şer'î hu­kuk açısından ıstılah manalarının açıklamalarını yapmış, konu ile ilgili olarak toplumu aydınlatıcı ve tatbikatta kolaylaştırıcı fetvalarla zenginleştirmiştir.
 
Yayına hazırlarken bizim takip ettiğimiz usûl, yöntem ise okuyucu kitlesinin kolayca anlayabilmesi için şunlara dikkat ettik.
 
a-Arapça metinlerini beş ayrı nüsha ile karşılaştırarak mümkün ol­duğu nisbette hatayı aza indirgeyip Arapça öğrenmekte olan okuyucularımızında tercüme ile karşılaştırarak hem arapçalarını geliştirmelerini hem de hukuki ıstılahları öğrenmeleri amaçlanmıştır.
 
b-Metin içerisinde parentez içi açıklamalarla konunun daha anlaşıl­masına özen gösterilmiştir. Kelime ve kavramların kullanılış amaçlarına göre manalar vererek zenginleştirilmiştir. Karşılıklı sayfalar incelendi­ğinde daha iyi anlaşılacaktır.
c-Dip notları her konunun sonuna koyarak hem metin bütünlüğünü korumak, hemde okurken dikkat dağılmasını önlemek, özelliklede İslami kavramları daha iyi anlamamız amaçlanmıştır.
d-Eserde öğrenilmesi gereken İslamî hayatla ilgili hukuki kavramla­rın aslını koruyarak parentez içi açıklamalarla zenginleştirilmiştir.
e-Metinde ve dip not açıklamalarında kullanılmış olan argo, yöresel dil ve mânalar değiştirilerek, umumun anlayacağı ortak dil ve mânalar kulanılarak sadeleştirilmesine önem verilmiştir.
f-Mütercim çevirisini, bütün okuyucu kesimlerinin rahatlıkla anla­ması için geçmiş dönemlerde yaşanmış hayatlardan örnekler vererek fetvalarla zenginleştirmiştir.
 g-Bilhassa konuların dayandığı şer'î delil olarak yüce kitabımızdan ayet metinlerini ve meallerini koyarak, efendimizin hadislerinden örnekler meal, mana olarak verilmiş olup gerekli yerlerde açıklamalar yapılmıştır.
i-Hatasız kul olmaz, bilmeyerek, unutarak, gözden kaçan hatalarımız için Rabbimizden af diliyor, okuyucularımızdan da özür dileyerek hata­larımızı bildirirlerse şimdiden teşekkür eder dualar ederiz.
 
 
Mühim Birkaç Söz
 
Eşrefi Mahlûkât (yaratılmışların en şereflisi) olan insanlar, yaratan ta­rafından birçok vazife ve haklarla birlikte sorumluluklar, yükümlü­lükler yüklenmişlerdir. Bu vazife, sorumluluklar ve haklar, islâmın ana kaynakları olan kitap ve sünnette inkârı mümkün olmayacak şekilde Gü­neşin ziyası (ışınları) gibi beyan edilmiş (açıklanmış)tır.
 
İslâmın Anayasasının yaşanış şeklini (hayat tarzını) enine boyuna izah eden ve İslâm'ın Şer'î (hukuki) delillerini teşkil eden kitap, (Kur'an-ı Ke­rim) Sünnet (Peygamber efendimizin uygulamaları), icma'ı Ümmet (İs­lam ümmetinin, milletlerinin her hangi bir sorunu çözmede ortak ka­rarı) ve Kıyas'ı Fukaha'ya (İslam hukukçularının; peygamber dönemine ait ve dört halife döneminde, sorunların, problemlerin çözüm yöntem­leri ve çözülmüşlerine) dayanarak insanların doğuşundan ölümüne ka­dar hattâ öldükten sonra maddî manevî bütün vazife ve haklarını beyan eden, islâm Hukukunun tatbik şeklini hâvi (içine alan) fıkıh (hukuk) il­mini Fukâhâ'i Kiram Efendilerimiz (değerli İslam hukukçularımız) cem etmiş (toplamış, birleştirmiş) lerdir.

Nitekim Reddülmuhtar'da bu gerçek, temsilî olarak (örnekler verile­cek olursa) birinci nesilden başlayarak; ikinci ve üçüncü nesilde devam eden sistemleşme hareketlerinin tarihçesi şöyle beyan edilmektedir:

"(Fakıhler) dediler ki; Fıkhı Abdullah bin Mes'ud (r.a) ekti. Alkame (r.a) suladı, İbrahim Enneha'i (r.a) biçti, Hammad (İmam'ı âzam r.a. in hocası) düvenini sürdü. Ebû Hanife (İmam'ı Âzam r.a.) öğüttü, Ebû Yûsuf (r.a.) Hamurunu yoğurdu ve İmam'ı Muhammed (r.a) ekmeğini yaptı (Yâni Fıkıh ilmi tatbik edilip amel etme şeklinde hazırlandı). Diğer in­sanlar da yiyorlar." İbni Abidin C. 1, 46
 
Eserin tercümesini takdim ederken Fıkıh (hukuk) ve Fukaha (hu­kukçular) hakkında bâzı gerçekler arzetmek (ortaya koymak) isterim:

FIKIH: Lügatta; bir şeyi anlamak, idrak etmek, vâkıf olmak ve bil­mek anlamına gelir.

ŞER'İ ISTILAHTA: Amel (davranış ve yaşayış) cihetinden leh ve aleyhte olanı nefsin (şahsın- insanın) bilmesidir.
Târifden de anlaşılacağı üzere insan ve hayvan haklarını madde madde, bab bab (bölüm bölüm) îzah eden, İslâm Hukuku'nun Esasını teşkil eden fıkıh ilmidir. Bu ilmi ehemmiyet ve lüzumu ile fakihlerin fa­ziletlerini şu hakikatlar açıkça îzâh etmektedir.
 
"Kimi de din ve Şeriat ilimlerini iyice öğrenmeleri ve kavmleri dö­nüp kendilerine geldikleri zaman onları Allah (cc)'m azabıyla kor-kutmalıdırlar"Tevbe Sûresi: Âyet: 122

Ebû Hüreyre (r.a) Hazretlerinden rivayet edilmiş Hadis'i şerifte Râsul'u Ekrem (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyuruyor:
"Allahü Teâlö bir kimseye hayır (iyilik) murad ederse, onu dinde fakih (Şeriat ilmine âlim ve vâkıf) eder." Buhari ve Müslim.
Diğer hadisi şerif mealleri: "Münafıkta iki haslet (Güzel şey, güzel hal) Toplanmaz. (O da) Güzel ahlâk (Güzel Sima ve şekil) ve dinde fakih (Şeriat ilmine âlim ve vakıf) olmaktır." Tirmizî

"Bir Fakih (Şeri'ât ilminin künhüne, 'özüne' esasına vâkıf ve âlim bil­gin) Bin Âbid'den (bilgisizce ibadet eden) Şeytana daha eşet (daha kor­kunç ve daha zararlı) dır." Beyhaki, Tabaranî.

"Sizin Dîninizin en hayırlısı en kolay olanıdır, ibâdetin en efdali fıkıh (hukuk) ilmini öğrenmektir (yâni Fıkıh İlmiyle meşgul olmaktır)."İbni Ab-dul bin Enes (r.a) dan rivayet etmiştir.
 
AYNU'L İLİM

"Dinde Fakihlikten (Fıkıh ilmine vâkıf olmaktan) daha efdal (önemli) bir şeyle Allah' (c.c) a kulluk yapılamaz." Beyhaki ve Tabarani Fi'l-âvsat isimli eserinde anlatmaktadır.

Hz. Muaviye (r.a.) dan mervidir. Rasûlüllâh (s.a.v) meâlen şöyle buyu­ruyor: "Ey İnsan! İlim ancak çalışmak ve öğrenmekle ve Fıkıh-hukuk (ilmi) de fakıhlerden (hukukçulardan) tâlim edip (öğrenip) çalışmakla öğrenilir. Bir kimseye Allah (c.c) u Teâlâ hayır murad ederse, onu dinde fakih (Din ve Şeri'ât ilmine vâkıf ve âlim) eder. Allah (c.c.)ın kullarından ancak Âlim olanları Allah'dan korkar." Tabarani Kebir.
 
TARİKATI MUHAMMEDİYE (MUHAMMEDİ YOL)
 
Ebû Hüreyre (r.a.) Hazretleri meâlen söyle buyurmuştur. "Bir saat Fıkıh ilmiyle meşgul olmak, bana kadir gecesini ihya etmekten daha sevimlidir. Bir rivayettede, bir geceyi sabaha kadar ihya etmekten daha sevimlidir.

Tarikat'ı Muhammediye: Yukarıda meallerini naklettiğimiz Âyet'i Celileyle ve Hadis'i Şeriflerden anlıyoruz ki, islâmda Taharet, (temizlik) ibâdet, Münakahât (nikahlanma), Müfarakât ve muamelât hükümlerini Cami (toplayan)islâm Hukuku'nun esasını teşkil eden Fıkıh ilmi en üstün ilim ve ibadetlerden sayılıyor. Binaenaleyh (böylece) bu gerçekler karşı­sında Millete islâmın ana prensiplerini öğretmeyi ve çalışmayı mukaddes ve en başta gelen vazife (görev) olarak ele alıp öğretmek ve amel etmek imandan sonra en kıymetli vazifedir. Bu kudsî vazifeyi ihmal edip bir ta­kım asılsız ve hurafelerle Ümmetin vaktini zâyî etmek en büyük vebal­dir. İslâm, sözle ve şahsiyet yapmakla vicdanlara hâkim olamaz. Ancak Şer'i hükümleri yaşamak ve yaşatmakla hâkim olur. O da islâm Fıkh'ının icrasiyle (tatbikiyle) mümkündür.
 
Fıkıh ilminin esaslarını delilleriyle beraber bilen âlim ve fâzıl kişi­lere fakih denmiştir. Müctehid (içtihad yapan hukukçu), Müftî (fetva ve­ren alim) ve Mukallid (taklid eden) kelimelerinin ifâde ettiği mânâ ve izahlar, usulü fıkıh ilminde geniş şekilde izah edilmiştir. Biz burada yal­nız fakihleri (hukukçuları) derece ve mertebeleri ile kısaca zikredece­ğiz. Ve bu izahımız içinde, bu kelimelerin ihtiva ettiği şahsiyetlerde zik­redilecektir.
 
İbni Âbidi'nin birinci cildinde ve Mecmüatürresâil adlı eserin "Resmül Müftî" başlığı altında Fukahâyı kiram efendilerimiz derece ve mer­tebe itibariyle yedi mertebeye ayrıldığı şöyle sıralanmıştır:
 
1- Şeriât'tâ Müctehid olan tabakadır. Dört mezhep İmam'ı olan, Ha­nefî, Mâliki, Şafi'i ve Ahmet bin Hambel (r.a.) Hazretleri ve bunların emsali olan esas kaide ve şer'i kanun koyanlar bu tabakadandır. Bun­lara müctehidi mutlak da denir. Akaid manzumesinde bunlar şu mısra­larla izah edilmiştir:
 
Güruhu Müctehid Üçtür Hakikât,
Biri Müstanbıtı Hükm'ü Şeri'ât,
Bulara (Bunlara) Müctehid fı'ş-şer'i derler.
Usul ile Furü'u zabt ederler.
Bular (Bunlara) bir kimseyi taklid etmez,
Bular(Bunlara) bir kimsenin ardınca gitmez.
Kitab'ı Sünnet'i İcmâ'ı Ümmet,
Kıyas ile bu dörde bezli himmet.
İmam'ı Âzam edip hem üç eimme
(Mâliki, Şafii ve Ahmed Bin Hambel),
Furû' için kavanîni mühimme.
Bu dörtten cümle ahkâma şevâhid,
Çıkarmış her biri başka kâvâid,
 
2 -Mezhebte Müctehid olanlar tabakasıdır. İmam'ı Ebû Yûsuf, İmam'ı Muhammed, (r.a.)! Delil ve kaidelerden hüküm çıkarmaya kudretleri olan İmam'ı Âzam'ın diğer talebeleri de bu tabaka ashabındandır.
 
İkinci Müctehid mezhebdedir Pes.
Ebû Yûsuf Muhammed (r.a) gibi çok kes (çok kimse).
Eder üstadına bâzı hilafı,
Usûlunda değil kadir hilâfe.
Budur tahkik varma îtisaf'a (Varma çekişmeye),
 
3- Mes'elede Mücahitler tabakasıdır. Bu mezheb sahiplerinin içtihatları nasdan değil mes'elelerden ictihad ederler. İmam'ı Hassaf, İmam'ı Tahâvî, İmam'ı Kerhi, Şemsü'l-eimme'i Hulvânî, Şemsu'I-eimme'i Serahsi, Fahru'l islâm Pezdevi, Fahruddîni Kâdihan [2] ve bunların emsali olan kimselerdir ki, bunlar ne asıllarda ve nede furû'u amellerde birinci ve ikinci tabaka müctehidlere muhalefet etmeye kadir olamaz­lar. Ancak hakkında nass vârid olmayan hükümleri mes'elelerden istinbat ederler ve bu hükümleride kaide ve esas olan delillerin ruhuna uy­gun olarak çıkarırlar.
 
Meslede Müctehiddir Filmesail,
Tahâvi Rütbesinde Çok efâdıl,
Usûlunda Furû'unda imama,
Değil kadir hilafın ihtimama,
İmam'ı Âzam Usulüne muvafık!
Bulurlar bâzı Cüz'iyye mutabık,
İmamından yok iken nassı zahir.
Olurlar bunu istinbata kadir.
 
Fukahanın bu üç tabakasından sonra aşağıda beyan edilecek olan ta­bakalar yukarıdaki tabakaların meslek ve kanunlarını nakledip, kendi­leri hüküm istinbâtına (hüküm çıkarmaya) kadir olmadıklarından "Mu­kallit" ismi verilmiştir.
 
4 - Mukallitlerden "Ashab'ı tahriç" adı ile adlandırılan fukahâ ta­bakalarıdırlar. Cassas ismiyle meşhur olan Ebû Bekir Er-Razi ve bunun emsali(benzeri) fukâhayı kirâmdır. Ebû Bekir Er-Razi Hazretleri hicri üçyüz yetmiş (370) de vefat etmiştir. Hidâye sahibi, İmam'ı Kerhî'yide Ashab'ı tahric'den saymıştır.
 
Mukallid cümle dörde münhasırdır,
Kemâl içtihadı münkesirdir.
Evvelki kısmıdır ey ehli terviç,
İmam'ı Kerhî gibi Ashab'ı Tahriç,
Bunların, sânıdır Tafsili mücmel,
Furû'un müphemini etmek mufassal.
 
5 -Mukallitlerden "Ashab'ı tercih" ismini alan Fukâhayı kiramda be­şinci tabakayı teşkil etmektedirler.
Kuduri, Hidâye sahipleri ve bunların emsali (benzerleri) gibi fakihlerdir. Bunlar bâzı rivayetleri diğer bâzılarına takdim ederek tercih ederler. Bu tabaka hakkında isimleri ve hayatlarıyla beraber Musannifin mukad­dimede zikrettiği yerde izahı gelecektir. Mukaddime; kitabın metninin baş tarafında gelen birinci başlık olduğunu anlatmak için "Elmukaddime" kelimesi konmuştur.
 
6- Zayıf (yetersiz olan) ile kavî (kuvvetli olan)arasını, zahir mezhep ile nâdir olan rivayetler arasını ayırt etmeye kadir ve mukallidlerden olan "Ashab'ı Temyiz" ismini alan tabakadır ki, Müteahhirin Ulemâsından, (son devir âlimlerinden) Mecma'ın, Vikâye'nin, Muhtarın ve kenzin (Bun­lar fıkıh metinleridir) Sahipleri gibi muteber (itibar gören-değerli) me­tin sahipleridirler. Bunlar merdut (reddedilen) ve zayıf olan rivayetleri nakletmezler. Ve bu tabaka hakkında da metnin mukaddimesinde ge­rekli izahat verilmiştir.
 
7 -Mukallitlerden yedinci tabaka ise, yukarıdaki tabakalardan hiç bi­rinin kudretine kadir olamayan ve yağlı ile yağsızın (Yâni zayıf ile Kaviyi), sağ ile solu ayırt edemiyen kimselerdir, belki bunlar önüne geleni tetkik etmeden veya Şeriat terazisine göre ölçebilecek kabiliyetleri olmadığın­dan şeriat terazisine koymadan rast gele hareket eden ve hak ile bâtılı ayırt edemeyen âciz kimselerdir. Bu son tabakaya uymak tehlikelidir.
 
Mukallidden dahi dördüncü kısmı,
Değildir muteber ismi ve resmi.
Bunlar fark eylemez ğassü Semini,
(Yağsız ve yağlıyı meseleden mecazdır)
Şimalinden temyiz etmez yemini
(Sağından solunu ayırd edemez).
 
Fukahâyı Kiram Efendilerimizin beyan ettikleri bu mertebe ve taba­kaları okuduğumuz zaman, acizliğimizi idrak etmede güçlük çekmeyiz ve zamanımızdaki pek çok kimselerin kendilerine bir fakih süsü vererek hareket etmeleri çok düşündürecektir. Zira mezheb sahiplerinin veya metin sahiplerinin beyan ve nakillerinden haberi olmayan ve her ba­kımdan âciz olan kimseler hadlerini bilmiyorlar ve çok büyük suç işli­yorlar, işledikleri suç şahsî değil dinîdir ve millî bir suçdur. Böyle hare­ket edenler bilmiyerek dîni ve mukaddesatı ayaklar altına alıyorlar ve belkide şeref, şan, şöhret ve madde için dinin yıkımına adım atılmış olu­yor. Bu hususu misalleriyle beraber âcizene telif ettiğimiz (İslâm'a So­kulan Bid'at Ve Hurafeler) adlı eserimizde, genişçe îzah ettiğimizi oku­yucularımıza hatırlatırız.
 
Gam değildir gide dünya kala din,
Gam odur kim kala dünya gide din.
 
Dîni İslama Fakihlerimizin îtina ve ciddiyetleri ile hizmet eden, hak dellâlı olan hâlis Fakih, Mudekkik ve Dîn Mücahitlerimizin adetlerini çoğaltmasını ve Rızayı Bârisine muvafık çalışmalar nasip etmesini Yüce Allah (c. c) dan niyaz ederim.
Sâyu gayret bizden Tevfık ve Hidâyet Ulu Allah (c.c) dandır.
 
H. Şavval-1387 - M. Ocak-1968
Mustafa Uysal
 
 
KISACA HAYATI VE ESERLERİ
 
HALEBI, İBRAHİM B. MUHAMMED

İbrâhîm b. Muhammed b. İbrâhîm el-Halebî (ö. h 956/m.l549) Osmanlı âlimi, fakih.

Halep'te doğdu. Doksan yaşlarında vefat ettiği göz önüne alınırsa hicri 860'h (miladi. 1456) yıllarda doğduğu söylenebilir. Süyûtî ve şar­kiyatçılardan Joseph Schacht isminin başına Burhâneddin lakabını ek­lerler; ancak Osmanlı kaynaklan ve Halebî'nin kendisi bu lakabı zikret­mez. Halebî temel eğitimini doğduğu şehirde gördü ve Şam'da da bazı âlimlerden ders aldı. Halep'te bir süre imam olarak görev yapmasının ardından IX. (XV.) yüzyılın sonlarına doğru Kahire'ye gitti. Kahire'de tefsir, hadis, fıkıh ve kıraat başta olmak üzere İslâmî ilimleri tahsil etti. Süyûtî gibi devrin ileri gelen âlimlerinden ders okudu. Takriben hicri; 906 (miladi, 1500) yılı civarında İstanbul'a giderek orada yerleşti. Çeşitli camilerde imamlık yaptıktan sonra Fâtih Camii'ne imam oldu. Ardından Sâdî Çelebi'nin Fatih'te yaptırdığı dârü'l-kurrâya müderris olarak tayin edilen Halebî bu görevde iken vefat etti ve Edirnekapı Mezarlığı'na def­nedildi. Kabrinin bulunduğu parsel 1971 yılında yol yapımı sebebiyle ortadan kaldırılmıştır. (DİA, X, 449). Son derece mütevazi bir hayat sü­ren Halebî yumuşak huyluluğu ve nezaketiyle tanınmıştır. Hemen hemen bütün zamanını ibadete ve ilme adamış, özellikle fıkıh, tefsir, kıraat ve hadiste otorite kabul edilmiştir.
 
İbrahim Halebi pek çok meselede kesin hükümler ve kanunları beyan ederdi. Mütteki, âbid, temiz ve tatlı dilli, güler yüzlü, çok sevimli ahlâk ve simaya sahipti. Talebelere ilim tedrisin (öğretimin) de bulunurdu ve pek çok kimseler istifâde etmiştir. Dâime evinde ilimle meşgul olurdu, kendi­sini arayanlar ya evinde veya camide bulurlardı. Yolda giderken gözünün harama bakmasından korkarak gözünü çok zaman yumar ve bir kim­senin kötülüğünden bahsedenin sözüne kulak vermez ve dinlemezdi.
 
İbrahîmi Halebî (Allah c.c. ondan razı olsun)'nin, dünyada en fazla zevk aldığı ve meşgul olduğu ilim, İbâdet, Kitap tasnif etmek ve Risaleler yazmaktı. Pek çok tasnif ettiği kitapları ve risaleleri vardır. Yazdığı eser­lerinin en meşhuru "Mülteka El-ebhur" adlı kitabıdır. Haleb'i Kebir ve Haleb'i Sağır adlı eserleri de çok kıymetlidir. Zira ilim ve irfan sahibi fa­zıl kimseler; imam olan bir kimse ve hatta her müslüman Haleb'i Sağır adlı eseri en az senede bir defa okumalıdır, derlerdi.
 
Halebî'nin bazı risaleleri bilhassa Muhyiddin İbnü'l-Arabî'ye karşı çok sert ve ağır ithamlarla doludur. Şeriatı, kendi tabiriyle "İbnü'l-Arabî'nin tahrifinden ve şeytanî görüşlerinden" korumak amacıyla yazdığı eser­lerde onu yalancılıkla, aptallıkla, Kur'an'ın mânasını değiştirme ve Allah düşmanı olmakla suçlamaktan çekinmemiştir. Yaşadığı dönemde gerek devlet erkânı içinde gerekse ulemâ arasında İbnü'l-Arabî'nin birçok ta­raftarı bulunmasına rağmen Halebî'nin tenkitlerinde bu derece ileri git­mesi onun ilmî cesareti ve kendine olan güveniyle açıklanabilir.
 
Bu; namaz kılan her müslüman namazla işlediği kerahât, fesâd, na­mazın şart ve rükünlerini yerli yerinde ifâ etmek için bu mübarek kitabı okumalıdır. Çünkü ibâdet ve muamelât mes'elelerini beyan eden (açık­layan) fıkıh kitaplarını dikkatle okumak lâzımdır.
İşte bu mübarek zatın bu eserleri gibi çok ciddî ve İlmî eserleri mev­cuttur. Böyle kıymetli eserleri Millete tanıtmak ve takdim etmek en büyük hizmet ve geçmişin ruhunu şad etmekdir. Uzun zamandan beri anlaşılır şekilde tercemesini isteyen ve bekleyenlere muhatâb olduğumuzdan, Allâhu Teâlâ'nın yardım ve lütfuyla başarmaya çalıştım.
 
Allah'a hamdolsun ki âcizane tercümesini yaptığımız "Mülteka El-ebhur" adlı bu eser: Kudûrî, Muhtar, Kenz, Vikaye, Mecmâ ve Hidâye adlı Fıkıh kitaplarının Mes'elelerin'den toplanmış ve bu eserlerin sözlerin­den tercihe lâyık olanıda takdim edilmiştir. Böylece isminden de anla­şılacağı üzere bu eser, bir Bahri Ummandır. Doğru, kuvvetli ve seçil­miş olan mes'eleler de "Fetva bundadır", gibi cümlelerle kayıtlanmıştır. Bu sebeple Hanefî Fıkhını çok güzel şekilde toplayıp beyan ettiğinden eser her fert ve memleket (toplum) tarafından çabuk duyuluyor ve her tarafta güzel bir şekilde kabul görüyor. Musannif bu eseri. Hicrî Dokuz-yüzyirmiüç (923) senesinin Recep aynın onüçünde salı günü bitirmiş­tir. O günden bu güne senelerce ellerden düşmemiş ve gün geçtikçe kıy­meti artmıştır.
 
Eserleri. Halebî yirmiye yakın eser kaleme almış olup risalelerinin çoğu kendi zamanında tartışma konusu edilen meselelerle ilgilidir.
 
1.Mülteka'l-ebhur. Tercümesi yapılarak okuyucularımıza sunduğu­muz bu eseri; Kudûrî'nin el-Muhtasar'ı ile el-Muhtâr, Kenzü'd-dekaik ve el-Vikaye gibi Hanefî fıkhının meşhur metinlerine dayanan kitap Halebî'nin en tanınmış eseridir. 17.000'den fazla fıkhî meseleyi ihtiva eden Mülteka'l-ebhur Osmanlı medreselerinde ders kitabı olarak okutulmuş, aynı za­manda kadıların ve müftülerin başvuru kaynaklarından birini teşkil et­miştir. Molla Hüsrev'in Dürerü'l-hükkâm'ı ile birlikte Osmanlı Devleti'nin yarı resmî hukuk külliyatı niteliğini taşıyan eser birçok defa basılmış olup (meselâ İstanbul 1252, 1258, 1264, 1288; Bulak 1263; Bombay 1278) üzerine elliden fazla şerh yazılmıştır. I. M. d'Ohsson, Tableau general de l'Empire ottoman (Paris 1787-1820) adlı eserinde Osmanlı hukuk dü­zeniyle ilgili açıklamaları bu kitaba dayandırmıştır.
 
2.Gunyetü'l-mütemellî fî şerhi Münyeti'l-musallî.
 
3.Muhtasaru Ğunyeti'l-mütemellî. Halebî sağır
 
4.Nimetü'z-zerîa fî nusreti'ş-şerîa (Süleymaniye Ktp., Fâtih, nr. 2880). İbnü'l-Arabî'ye ve özellikle onun Fususü'l-hikem'inde yer alan görüşlerine karşı yazılmıştır. Fusûs'tan nakillerde bulunduktan sonra bunları ağır bir dille tenkit eden Halebî, vahdet-i vücûd nazariyesi üze­rinde durarak tevhid meselesinde iki grubun -vahdet-i vücûdcular ve Mu'tezile- mübalağalı hareket edip şirke düştüklerini iddia eder. İbnü'l-Arabî'nin kader ve irade konularında yanlış düşünüp Ehl-i sünnet ve'l-cemaat'in görüşlerine hücum ettiğini ifade eden Halebî bu hücumlara cevap verir.

5-er-Rahs ve'l-vaks li-müstehilli'r-raks (Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 245/7, Tekelioğlu, nr. 900/3, vr. 30-38; Kayseri Râşid Efendi Ktp., nr. 429, vr. 65-72). Sûfîlerin semâ ve raksla (devran) meşgul olup bunları dinden kabul etmelerine karşı yazılmış bir risaledir. Halebî'ye göre semâ ve raks gerçek tasavvufta yeri olmayan çirkin şeylerdir. Bun­ları dinden sayanlar Allah'a iftira etmektedirler. Daha önceki âlimlerin görüşlerine de yer veren müellif raksın haram kılındığı hususunda icmâ bulunduğunu, bunu helâl kabul edenin küfre düşeceğini, aynı şekilde semain da haram olduğunu ileri sürer. Yüksek sesle zikir yapılmasına da karşı çıkan Halebî bazı Hanbelîler'in bunu mekruh, Hanefîler'in ise ha­ram saydığını naklederek kendisi bunu bid'at-ı seyyieye örnek gösterir.

6-el-Kıyâm inde zikri vilâdeti Rasûlillâh (Süleymaniye Ktp., Hacı Mahmud Efendi, nr. 4474, 3 varak). Mevlid merasiminin bid'at olup ol­madığına temas etmeyen müellif, mevlid sırasında Hz. Peygamber'in doğumuyla ilgili bölüm okunduğunda ayağa kalkılmasına karşı çıkarak bunun bir tazim olduğunu, Allah'tan başkasına tazimin ise secde, rükû ve kıyam şekillerinde yapılması durumunda bunların sırasıyla haram, tahrîmen mekruh ve tenzîhen mekruh olacağını söyler.  

7.Risale fi'r-red alâ men itekade İslâme Âzer (Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 245/6). Hz. İbrahim'in babası Âzer'in, daha sonra da Hz. Peygamber'in amcası Ebû Tâlib'in iman üzere ölüp ölmedikleri konu­sundadır. Halebî, bazı âyet ve hadislere dayanarak bunların iman üzere ölmediklerini belirtir.
 
8.Şerfiu'l-ebyât: (Süleymaniye Ktp., Giresun, nr. 109/8). Şairi bi­linmeyen üç beyte yazdığı bu şerhte tasavvufa karşı orta bir yol takip eden Halebî, şeriat ve hakikatin birbirine mezcedilerek ılımlı bir yol tu­tulması gerektiğini, hakikatsiz şeriatın faydasız, şeriatsız hakikatin ise değersiz ve boş olduğunu söyler.

9.el-Hilyetü'ş-şerîfe (Süleymaniye Ktp. Lâleli, nr. 1543/5; Pertev Paşa, nr. 603). Hz. Peygamber'in şemailine, faziletlerine ve davranışlarına dairdir.  

10.Nazmü sîreti'n-nebî ve şerhuh (Kahire Müzesi, nr. B 22.242). Rasûl-ü Ekrem'in hayatını anlatan altmış üç beyitten ve bunların şerhinden ibaret olup Halebî'nin şiir kabiliyetini göstermesi bakımından önemlidir.

Musannif Merhumun bu eserine, ilk şerhi yazan hicri Dokuzyüz-alt-mış yedide (967) vefat eden ve talebelerinden olan Halebli Hacı Ali is­miyle mâruf olan (bilinen) zattır. Bu sarihten (şerh eden) başka pek çok fâzıl kimseler tarafından şerh edilmiştir. Sarihlerden ve Osmanlı Bilgin­lerinden bâzıları "Osmanlı Müellifleri" adlı eserin Meşayihler (âlimler) bölümünde en önemlileri şöylece zikredilmektedir.  
 
1- Hicri 1016' da vefat eden Tire'li Muhammed Efendi.
2- " " 1048'de "   Sivas'lı İsmail Bin Sinan.
3- " " 1052' de " Manastır'lı Şah Muhammed Bin Ahmed.
4- " " 1055'de " Kasap Zade Mehmed Efendi.
5- " " 1068'de " Maraşlı Abdurrahman ""
6- "" 1072' de " " Şehzade Kadı Asker Abdurrahmanefendi.
7- " " 1075'de " " Sinop'lu Şeyh Halil Bin RasuL
8- " "1130'da " " İzmir'li Muhammed Efendi.
9- " "1100'de" " Abdurrahman Bin Şeyh Muhammed (damad)
10 " " 1130' da " Muhammed Bin Yusuf.
11 " " 1101' de ' '" Şeyh Niyazi Mısrî'nin halifelerinden Uşak'lı
  Mustafa Efendi,
12 " " 1134'de " "Bostan Zade Muhammed Efendi.
13 " " 980' da " "Niğde'li Kasım Bin Süleyman.
14 " " 1180'da " " Kayseri'li Seyyid Hasan Bin Ali.
15 " " 1155'de " "Kırım'lı Abdunnafi Efendi.
16 " "1065'de " 'Mevkufat sahibi Muhammed efendi (Tercüme)
17  "" 1105'de" "Edirne'n Murtaza Efendi.
18  "" 1152' de " "Bursa'lı Kuşakcı Zade Efendi
19- " " 1170' de "" Yayabaşı İmamı Muhammed Efendi.  

Osmanlı müellifleh'nde ve Keşfu'z-zünun adlı eserde bu mübarek ve kıymetli esere hizmet ederek islâm Hukukunun esaslarını geniş şekilde izah eden başka sarihler (şerhedenler) zikredilmiştir. Çok uzayacağın­dan burada bâzılarını zikretmekle iktifa ediyoruz.
 
Yukarıda isimlerini zikrettiğimiz ve isimlerini yazdığımız pek çok fâ­zıl ve âlim kimselerin izinden takip ve bu mübarek islâm Hukuku'nun ana nizâmlarını (kanunlarını) kitap ve sünnete uygun olarak beyan eden (açıklayan) hemen hemen en son kıymetli metnin tercümesi ile bu mü­barek kişilerin İslâm Hukukuna hizmet yarışlarının teşkil ettiği Zincir Halâkasına girmek lûtfunu bahşeden Ulu Allah'a (c.c) nâ mütenahi (son­suz) şükürler olsun ki, uzun çalışmadan sonra son derece itina ve dik­katle muvaffak olduk, (başardık).
 
Not: Tercüme ve îzahın yapılmasında son derece itina edilmiştir. Bil­hassa izah kısmında rivayet senedleriyle beraber yazmayı uygun gör­düm. Metinde geçen hükümlerle ilgili mes'eleleri muteber fetvalardan, nakletmeyi de hükmün kesinlikle anlaşılması ve bir misal şeklinde ol­masını muvafık (uygun) gördüğümden sâde ve biraz daha açıklayarak sened ve isimlerini beraber yazdım.
 
Gösterilen kaynakların kısaltılmış şekilleri şöyledir:
 
Behce = Fetâvayı Behce, Feyziye= Fetâvayı Feyziye, Ali Efendi= Fetâvayı Ali Efendi, Netice = Fetâvayı Netice ve ibni Nüceym = Fetâvayı İbni Nü-ceym demektir. Fetvalarda Zeyd- Bir adam, Erkek ve Hind-Kadın de­mektir. Bunlar, Ahmed veya Ali ve Ayşe, Fatma vesaire anlamlarındadır.
 
Metnin yazılmasında ve gerekli şekilde anlaşılmasındaki incelik ve titizlik hakkında musannif Merhum icâbeden açıklamayı mukaddimede zikretmiştir. Binaenaleyh musannifin üslûbunu ve tercümenin anlamını iyi kavrayabilmek (anlayabilmek) için kitabın mukaddime kısmını dik­katle ve tekrar okumak lâzımdır. "Mukaddime" kelimesi her ne kadar metnin aslında yoksada zikretmekde fayda mülâhaza edildiğinden ya­zılması uygun görülmüştür.
 
Bu kıymetli eserin tercüme ve izah kısmında herhangi bir kalem ve matbaa hatası veya icabeden başka anlam şekilleri hakkında bir hata ve tereddüt görülürse, lütfen okuyucularımızın veya meslekdaşlarımı-zın hatırlatmalarını şükranla karşılarım. Zira "Layuhtî = hata etmeyen" ancak Ulu Allah (c.c) dır.
 
"Allah (c.c.) Hakkı söyler ve o, doğru yolu gösterir" Ahzab sûresi, âyet:4
 
Mustafa Uysal
 
1-Keşfi'z-Zünûn. Bağdatlı İsmail Paşa
2-Osmanlı Müellifleri.
3-Diyanet İslam Ansiklopedisi. D Vakfı Yayınları. Not: Bu eserlerden istifade edilerek hazırlanmıştır.  ( 4 cilt takım izahlı mülteka el ebhur tercümesi, ibrahim halebi, çelik yayınları, mustafa uysal tercümesi, yeni baskı, mevkufat 4 cilt, açıklamalı arapça metinli, mülteka el ubhur, şamua kağıt, set )  
 

 
Çelik yayınları 4 Cilt İzahlı Mülteka El Ebhur Tercümesi kitabı nı incele diniz.
 

[1]   (Müslim, misafirin: zal, Ebu Davud, salât: 118-119, Tirmizi, Davut: 32, Nesâî;iftilahl7)
 
 
[2]İmam'ı Hassaf; ikiyüz altmış bir (261), Tahâvi; üçyüzyirmi bir (321), Kerhi; üçyüz kırk (340), Hulvânî dörtyüz ellialtı (456), Serahsi; beş yüz (500), Pezdevî; dörtyüz seksen iki (482) ve Kâdihan; Beşyüz doksan üç (593) Hicri de vefat etmiştir.
Diğer Özellikler
Stok Kodu9786059844130
MarkaÇelik Yayınevi
Stok DurumuVar
9786059844130

İlgili Ürünler

En yeni ürünler
Güvenli teslimat
Kampanyalı ürünler
Piyasadaki en iyi fiyat