Kitap Kuran ve Sünnete Göre Müslüman Şahsiyeti
Yazar Prof. Dr. M. Ali Haşimi
Tercüme Resul Tosun
Yayınevi Risale Yayınları
Kağıt - Cilt 2.Hamur - Karton kapak cilt
Sayfa - Ebat 288 sayfa - 14,5x21,5 cm.
M. Ali Haşimi nin yazdığı, Risale Yayınları tarafından yayınlanan Müslüman Şahsiyeti adlı kitabı incelemektesiniz.
Kuran ve Sünnete göre Müslüman Şahsiyeti kitabı hakkında yorumları oku yup kitabın konusu, özeti, fiyatı ve satış şartları hakkında bilgiyi geniş bir şekilde edinebilirsiniz.
Yaratan Rabbinin adıyla oku . O, insanı " alak " dan yarattı. Oku, Senin Rabbin en cömert olandır. Alak 1-2
ESERİN TÜRKÇE TERCÜMESİ İÇİN YAZARI TARAFINDAN YAZILAN ÖNSÖZ
Bismîllâhirrahmanirrahim
Hamd âlemlerin Rabbine, salât ve selâm peygamberlerin efendisi Efendimiz Muhammed'e (s.a.), âlisine, ashabına ve kıyamete kadar ona tâbi olacakların, üzerine olsun.
Bu önsözü büyük bir coşkuyla yazıyorum. Çünkü
Kur 'ân ve Sünnet'e Göre Müslüman Şahsiyeti adlı kitabımın Türkçe'ye çevrildiğini ve oldukça ilgi gördüğünü öğrenmiş bulunuyorum. Elinizdeki
kitap; değişik ülkelerde çeşitli dillerde kitap yayınlayan pek çok yayınevinin ilgisini çekmiş, bu ülkelerdeki müslümanların takdirini kazanmış, yazar ve araştırmacıların gazete ve dergilerdeki tanıtımlarına mazhar olmuş ise bu husus hiçbir zaman benim aciz kalemim ve ifadelerim sayesinde olmamıştır.
Doğrudan doğruya bu rağbet
Kitap ve Sünnetin kapsamlı, parlak ve mucizevi hükümleri sayesinde olmuştur. Zira bu hükümler, akla güç katarken kalemi verimli kılar ve araştırmacılara geniş ufuklar açar.
İslâm'ın
Kitap ve Sünnet ile şekillendirdiği
Müslüman Şahsiyeti eşsiz ve örnek bir insan tipidir. Bu da onun insanlığın elde etmek için uğraştığı üstün değerlere sahip olmasından kaynaklanmaktadır. Şu anda insanlık bu şahsiyete her zamankinden daha çok muhtaçtır. Çünkü bizler bütün manevi değerlerin sarsıldığı, maddenin ön plana çıktığı ve insanların mutsuz yaşadığı bir çağdayız. Bu
kitabın yayınlandığı çeşitli dillerde gördüğü rağbet de bunu açıklamaktadır.
Türk okuyucusunun
Kur'ân ve Sünnet'e Göre Müslüman Şahsiyeti adlı kitaba gösterdiği sıcak ilgi, bu milletin bu eşsiz şahsiyetin gerçeğini kavradığını ve onu yaşamaya önem verdiğini göstermektedir. Öyleyse geçmişte olduğu gibi bu şahsiyet tekrar oluşmalı ve dirilmelidir.
Bu rağbet, ışıklarıyla Türkiye'nin dört bir yanım aydınlatacak yeni bir fecrin doğuşunu müjdelemektedir. Bu fecir, çalışkan ve kuvvetli bu milleti fesat ve günahkârlık karanlıklarından uzak tutacaktır. Allah bunu yapmaya kadirdir. Bu, O'nun için hiç zor değildir.
Sözlerimi bitirirken
kitabımı okuyanlardan yaptığım bu çalışmanın bana kabir hayatında faydalı olması, ahirette, mal ve evlâdın fayda vermediği o günde bana şefaat etmesi için dua etmelerini istiyorum.
Hamd yalnız âlemlerin Rabbinedir.
Prof. Dr. Muhammed Ali Haşimi
giriş
Müslüman şahsiyetinin İslâm'ın olmasını istediği şekilde ortaya konması mevzuuna olan ilgim, henüz on yaşlarındayken birçok
müslümanın bazı hususlarda ifrata, bazı konularda tefrite kaçışım veya bazı işlerle ilgilenirken, diğer bazılarını ihmal edişini gördüğüm senelere kadar gider. Mesela, onların bazısının birinci safta namaz kılmaya gayret ettiğini ve diğer yandan ağzından veya elbisesinden ortalığa yayılan pis kokuya aldırış etmediğini görürsün ya da Allah'a itaatkâr, ihlâslı olarak bilirsin ama akraba ziyaretini ihmal eder.
Bazen de kendini ilim ve ibadete verdiğim, fakat çocuklarının terbiyesiyle ilgilenmediğini ve yahut da çocuklarının terbiyesiyle ilgilendiğini ama kendi anne ve babasına asi olduğunu mülâhaza edersin. Bazen anne ve babasına iyi ama eşine karşı zalim ve kötü huylu bulursun veya eşine ve çocuklarına karşı iyi davrandığını, fakat komşusuyla geçinemediğini, ve ona kötü muamelede bulunduğunu görürsün. Bazen de kendine fayda getirecek özel işleriyle meşgul olduğunu, ama sosyal ilişkilerinde ve müslümanları ilgilendiren hususlarda ihmalkâr davrandığını görürsün ya da dindar ve salih bir kul olarak bilirsin, fakat yemek, içmek, insanlarla oturmak ve konuşmak gibi hususlarda İslâm adabına aldırış etmez.
Garip olan da bu noksanlıkların, İslâmî duygunun inceliğini, İslâm ahkâm, adap ve değerlerinin inceden inceye anlaşılmasını ve İslâm'ın doğru yoluna sadakatle bağlanılmasını sağlayan ve tatbiki tarafı üzerinde hizmeti geçmiş kimselerde de görülmesidir. Meşguliyet, gaflet veya aldırmamazlık -bilerek veya bilmeyerek- bazı müslümanlan bu kusur ve yanlışlara düşürmektedir.
İslâm'ın olmasını istediği şekilde müslüman şahsiyetini ortaya koymasına duyduğum ilgi beni insanın bizzat kendisini, yönlendirilmesini ve yaratılışıyla ilgili hükümleri incelemeye şevketti.
Müslümanların, özellikle de bu yolda çalışanların önüne bu şahsiyeti ortaya koyanların, bazı hususlarda ihmalkâr davrananlara örnek teşkil etmek suretiyle, hak olan dinlerinin onlara gösterdiği parlak mertebeye yükselmeleri ve bu şahsiyetin temeyyüz ettiği sıfat, âdet ve ahlâkı gösteren yeterli ve kapsamlı bir araştırma ürünü elde etmek için bu hükümleri incelemem gerekiyordu.
Karşılaştığım şey beni ürküttü. Zira, İslâm'ın müslümanlardan istediği ile onların kendileri için istedikleri arasında çok büyük fark gördüm. Ancak akidesi sağlam, dinlerine bağlı, kalpleri arınmış, nefisleri yücelerek gayrete gelen ve dinlerine ihlâs ile yönelerek öz kaynağından alan ve böylece hergün o yüce dinin parlak hidayeti ile yeniden kuvvet bulan müslümanlar bunun dışındadır, pek tabii.
Allah ve Resûlü'nün
Kuran ve Sünnet'te insana gösterdiği yolu incelemeye fırsat bulanlar görecektirler ki; insanın Rabbi, kendisi ve etrafındakilere alâkalı problemlerin büyük küçük hepsini kuşatan hükümlerin bolluğu karşısında hiç şüphesiz hayrete düşecektir. Bu kaideler her yönüyle
müslüman şahsiyeti nin bina edilmesi, kişisel ve sosyal hayatın en güzel şekilde oluşturulması yolunda biz müslümanlara yol göstermektedir.
İşte buradan itibaren müslüman -bu hükümler ışığında- ileri ve eşsiz bir insan olarak görünür. Onun bu eşsiz oluşu Kur'ân-ı Kerim ayetleri, Sünnet-i Mutahhare hadislerinin dile getirdiği birtakım üstün ahlâk sayesinde gerçekleşir. Çünkü hükümler; bunlar ile ahlâklanmayı, kişinin özen göstermesi gereken bir görev ve Rabbinden sevap ve ecir beklediği bir vecibe haline getirmiştir.
Allah'ın kitabından ve Peygamber'in (s.a.) sünnetinden bu hükümleri seçmeye ve mevzulanna göre tasnife başladım. Bu tasnifi bitirdiğimde araştırmamın bahisleri ortaya çıktı ve aşağıdaki şekilde sıralandı:
Müslümanın Rabbiyle olan durumu,
Müslümanın nefsiyle olan durumu,
Müslümanın anne ve babasıyla olan durumu,
Müslümanın eşi ile olan durumu,
Müslümanın çocuklarıyla olan durumu,
Müslümanın akrabalarıyla olan durumu,
Müslümanın komşularıyla olan durumu,
Müslümanın kardeş ve arkadaşlarıyla olan durumu,
Müslümanın toplumu ile olan durumu
Bu hükümleri incelemem ve kapsadığı yüce hidayeti düşünmem neticesinde, Allah'ın kullarına çok merhametli olduğunu anladım. Çünkü onları dalâlet çukurlarından alıp hidayet yüceliklerine çıkarmış, onlara peygamber göndermiş, dinler indirmiş ki; insanlık sürekli aydınlık yolda yürüsün, karanlıklarda yuvarlanmasın, körlük içinde kaybolmasın ve kendisini gerçeğe götüren yollar kapanmasın.
İnsanın insanlığını sürdürebilmesi ve Allah'ın ona bu hayatta verdiği büyük görevi yerine getirebilmesi için hidayet, terbiye ve ahlâka olan ihtiyacın ne kadar büyük olduğunu gördüm. Zira hidayet olmasaydı; üstünlük, benlik ve başkalarına zarar verme duyguları insana galip gelir ve o; çekememezlik, kin, fırsatçılık, zulüm gibi kötü âdet ve ahlâksızlık bataklığına yuvarlanır giderdi.
Biz bu durumu bir çocuğun hayatında da bulabiliriz. Çünkü o, ebeveyni huzurunda durup kardeşinden üstün olduğunu göstermek için kendini yorar ve kendinde bulunan güzelliklerin kardeşinde bulunmadığını ispatlamaya çalışır. Bunu yaparken de kendini göstermek ve yaratılıştan kaynaklanan eğilimi ile kardeşini yeneceğini ve her şeyde ondan üstün olacağını göstermek ister.
İnsandaki bu özellik yaratılışından gelmektedir. İnsanın ayakta durması ve dünya işlerini yürütmesi onunladır. Yeter ki bu özellik kendisinde normal ölçülerde bulunsun. Çünkü insanı kendi benliğinde bulunan iyiliğin en güzelini göstermeye sevkeden odur. İnsan bu hayrı kendisine nisbet ederken kendisini kaplayan hoşnutluk duygusunun rahatlığı içindedir ve bu duygu onu hayır yolunda ilerlemeye teşvik eder.
Fakat bu duygu ilerler ve insan bu hisse aşırı derecede bağlanırsa, bu onda tehlikeli ve kötü bir hastalığa dönüşür. Çünkü bu hastalığa tutulan insan mağrur ve iddialı olarak ortaya çıkar ve kendini beğenme duygusuna kapılır. Halbuki üstün olduğunu zannettiği hususlardan çok uzaklardadır. İşte burada dinin, terbiye ve ahlâkın bu illeti zaptetmedeki değeri ortaya çıkar. Kendini beğenmişliğin giderilmesi, akıllanma ve tevazuya doğru atılan adımların sağlamlaştırılmasında din, ahlâk ve terbiyenin önemi anlaşılır.
Din, fazilet ve iyi ahlâkın yeşerdiği geniş bir kaynaktır. Onun ihtiva ettiği terbiye prensipler, ahlâkî metodlar, düzgün hayat ve üstün değerler insanlığa ilahî kaynaktan gelmektedir.
İnsanların yükselmekten çok düşmeye ve gerilemeye eğilimli olduğu açıkça görülen noktalardandır. Çünkü iniş daima çıkıştan kolaydır. Ayrılmak bağlanmaktan daha hoş gelir. Onları, kalblerine hâkim olan gafletten uyandırmak ve ayakları kaydıkça doğru yola sokmak için mutlaka birine ihtiyaçları vardır. Bu yüzden de dinin yüce değerlerini açıklama ve kolayca insanların hizmetine sunma, düşünür ve yazarların borcudur. Hayatın güzel ve mutlu kılınması için Allah'ın kullarından istediği yaşama şeklini açıklamaları gerekir.
Allah Teâlâ bu dini, yedi kat semadan, insan aklı onun üzerinde tartışıp dursun, ahenkli okunuşuyla uğurlu sayılsın ve manası bilinmeyen mukaddes bir kelâm olarak kalsın, diye indirmemiştir. Allah, bu dini fert ve aile hayatını düzenlesin, toplum hayatında tezahür etsin, insanların yolunu aydınlatsın ve zulmetten nura çıkarsın, diye indirmiştir.
"Doğrusu size Allah'tan bir nur ve apaçık bir kitap gelmiştir. Allah, rızasını gözetenleri onunla selâmet yollarına eriştirir ve onları izni ile karanlıklardan aydınlığa çıkarır. Onları doğru yola iletir." (Maide; 15-16).
Bu hidayetin gölgesinde yaşarken hayat güzelleşir ve insanlar mutlu olur. Bu olgun hayata doğru atılan adımların ilki, İslâm'ın kendinde canlandığı ihlâslı
müslüman bireyler oluşturmaktır. İnsanlar onu görünce İslâm'ı görmeliler. Onunla ilişkilerinde, İslâm'a inançları artmalı ve ona yönelmelidirler.
Rasûlullah'ın (s.a.) davetin başlangıcında yaptığı da buydu. Zira İslâm yolunda attığı ilk adım bizzatihi İslâm'ın canlandığı şahsiyetler yetiştirmek olmuştur. Sahabeler, yeryüzünde adeta yürüyen birer Mushaf olmuşlardı. Dünyanın dört köşesine dağıldılar. İnsanlar onları beşeriyetin mükemmel numuneleri, aynı zamanda eşsiz hayat programının da temsilcileri olarak gördüler. Bu eşsiz metodu ihlâslı mümin fertlerde canlandığını görünce de bölük bölük Allah'ın dinine girmeye başladılar.
İnsanlık ve özelliklede
müslümanlar bugün hayatın onsuz güzelleşmeyeceği bu örnek insanlara her günkünden daha çok muhtaçtır. Beşeriyet, günümüzde, insanî değerlerin onsuz yücelemeyeceği ve parlak İslâm gerçeğinin onsuz ortaya çıkamayacağı örnek insana her zamankinden daha çok muhtaçtır.
Bu eşsiz örnek insanın özellikleri nedir? İşte ileriki sayfalarda okuyucu bu sorunun cevabını bulacaktır.
Allah'tan bu çalışmamı kabul buyurmasını, "mal ve evlâdın fayda vermediği gün" de bana bu çalışmamı azık kılmasını dilerim.( müslümanın şahsiyeti , risale yayınları müslüman şahsiyeti , Muhammed ali haşimi Müslüman şahsiyeti , risale yayınları , ali haşimi müslümanın şahsiyeti )
Prof. Dr. Muhammed Ali Haşimi
1 Mayıs 1981
SONUÇ
Daha önceki bölümlerde, İslâm'ın istediği
müslüman şahsiyetini ortaya koymaya çalıştık. Bu şahsiyeti, Kur'ân ayetleri ve sahih hadisler şekillendirdi. Müslüman insanın Rabbiyle olan ilişkisi açıklandı. Nefsi, bedeni ve ruhu arasındaki dengenin gerçekleşmesi için başkalarıyla olan sosyal ilişkileri izah edildi. Anne baba, eş, çocuklar, yakın akraba, komşular, kardeş ve dostlar ile toplumunda bulunan her fert ve tabakayla olan ilişkileri, durum ve seviyelerine göre açıklandı.
Bunların izahından anlaşıldı ki, İslâm'ın istediği
müslüman şahsiyeti, ahlakıyla, ferdî ve sosyal ilişkileriyle eşsiz bir insandır.
Yine açıkça ortaya çıktı ki, insanlık uzun tarihi boyunca
müslüman insanın
Kuran ve sünnetle Rabbani hidayete kavuştuğu ve nail olduğu üstün
şahsiyete daha önce şahit olmamıştır.
Çünkü İslâm ne Yunanlıların yaptığı gibi insan aklını felsefi bilgilerle boğmuş, ne Hindular gibi yoğun ruhaniyet ile meşgul etmiş ve ne de Romalıların yaptığı gibi bedenin riyazi terbiyesiyle insanı yormuştur. Bugün olduğu gibi Doğu'da ve Batı'da madde âleminin benimsediği menfaatçı felsefeyle de insanı yoğurmamıştır. İslâm, insan terbiye ve eğitiminde dengeli ve mütekabil bir program çizmiştir. Bu program hem akıl hem ruh ve hem de bedene gereken önemi vermiştir. kur'an ve sünnet'e göre müslüman şahsiyeti
Bu yüzden de
şahsiyeti dengeli, olgun ve mütekâmil bir şekilde görünmektedir. Çeşitli arzu, bidat, yanlış mefhum ve sapıklıkların hâkim olduğu ve eksik insanî metodların insanı eğittiği toplumlarda gerçekleşmiş olduğu gibi, bir tarafa aşırı ehemmiyet verirken diğer noktalan ihmal etmemektedir.
Bu inceleme sonucu ortaya çıktığı gibi,
müslüman şahsiyeti Allah'a itaat eden, yoluna boyun eğmiş", himayesine sığınmış, kaza ve kaderine razı olmuş ve devamlı Rabbinin rızasını gözeten bir şahsiyettir.
Bedenine gerekli itinayı ve dış görünümüne lâzım gelen titizliği gösteren dengeli bir şahsiyettir. Bu görünümü yaratan ve melekleri ona secde ettirerek yer ve göktekileri emrine verdiği insana lâyık iç âlemini asla unutmaz. Bilâkis akıl, düşünce, mantık ve her şeyin gerçeğini derin derin akledecek bir düşünce yapısına da itina gösterir. Gerçeklerin özünü görebilecek ve cevherini anlayacak bir anlayışa sahip olması üzerinde titizlikle durur. İnsanın sadece beden ve akıldan oluşmadığını; bir kalbi, ruhu, nefsi ve bu maddi hayata hâkim olmaya iten arzularının bulunduğunu asla unutmaz. Hayır, fazilet ve nuranî merhaleleri katetmek isteyenin arzularının bulunduğu gözden uzak değildir. Bu yüzden de akıl ve beden eğitimiyle nasıl ilgileniyorsa, aynı şekilde özü ile de ruh terbiyesi ile de ilgilenir. kuran ve sünnete göre müslüman şahsiyeti
Bu
şahsiyet, anneye ve babaya iyi davranarak ve onlara ihsanda bulunarak, sonsuz merhamet, kâmil terbiye ve eşsiz vefa ile bir misal teşkil etmektedir.
Eşiyle de aynı şekilde iyi geçinmenin, yumuşak muamelenin ve kadının yaratılışındaki ruhî ve maddî özellikleri iyice anlayıp onu idare etmenin bir numunesidir.
Çocuklarının mesuliyetini idrak eden bir şahsiyettir. Zira onlara sevgi, şefkat ve merhametle muamele eder. Onların terbiye ve eğitiminde gafil davranmayarak olgun bir İslâmî şahsiyete sahip olmaları için bu şahsiyete tesir edecek her şeye dikkat eder.
Akrabalarına karşı sevgi bağım kuran ve onları biraraya toplayan, İslâm'ın akrabaya verdiği değeri anlayan ve şartlar ne olursa olsun akrabayı gözeten bir şahsiyettir.
Müslüman, komşularına karşı da yegane örnektir. İyi komşuluğu, güzel muamelesi, komşularının hislerini anlayan, hatalarını görmeyen, onlarla münakaşa etmeyen ve Cebrail'in komşuya karşı İslâmî terbiye takınmanın ehemmiyetini beyan eden ve Rasûlullah'ı (s.a.) komşuyu varis yapacak zannettiren bu İslâmî ahlâkla
müslüman, numune bir şahsiyet haline gelir. Bu yüzden de komşusuna karşı bir kötülük yapmaya ve onun hakkım ihmal etmeye teşebbüs etmez. Bilâkis ona iyilik yapmaya devam eder. İyiliğinin karşılığında da komşusundan bir şey beklemez. kuran ve sünnete göre müslüman şahsiyeti
Kardeşleri ve dostlarıyla olan ilişkisi de en temiz ve saf ilişkidir. Bu ilişkinin temeli, Allah için birbirini sevmektir. Bu kardeşlikte var olan temizliği ve berraklığı, Kur'ân ve Sünnet ışığından alarak insanî kardeşlik ve beşerî ilişkiler tarihinde eşsiz bir yere sahip olmuştur.
Bu kuvvetli ilişkiden ve büyük sevgiden gerçek müslümanı görülmemiş bir numune haline getiren ahlâk kaideleri zuhur etmiş ve bu suretle İslâmî değerler ve ahlâkı ortaya çıkmıştır. Müslüman, arkadaş ve kardeşlerini sever, onları rahatsız etmez; vefakârdır, ihanet bilmez; nasihat eder, aldatmaz; yumuşak davranır, kaba değildir; hoşgörülü ve affedicidir, kin tutmaz ve düşmanlık beslemez; fedakârdır, arkadaşlarını kendisine tercih eder ve devamlı onların arkasından dua eder.
Bütün insanlara karşı ilişkilerine gelince, bu ilişkiler de İslâm'ın teşvik ettiği yüksek ahlâk sahibi terbiyeli bir insanın ilişkileridir. Bunlar, arkasında kötü niyetlerin gizlendiği dalkavukluk ve boyun eğme kabilinden şeyler değildir;
Kitap ve Sünnet'ten kaynaklanan ve hesap vereceği bir borç olduğuna inandığı ahlâkî sorumluluklardır.
Müslüman insan, bütün insanlara karşı doğru sözlüdür: Hile yapmaz, aldatmaz, ihanet etmez, vaadinden dönmez, çekememezlik yapmaz, sözünde durur, hayâlıdır, affedicidir, hoşgörülüdür, bağışlar, güleryüzlüdür, kimseye yük olmaz, yumuşak huyludur. Küfretmekten kötü ve çirkin sözleri söylemekten çekinir. Haksız yere kimseye fasık veya kâfir, diye iftira etmez. Kendini ilgilendirmeyen şeylere burnunu sokmaz. İnsanların gıybetinde bulunmaz ve aralarında laf taşımaz. Yalan söylemekten ve kötü zandan kaçar. Kendisine bir sır verildiğinde onu muhafaza eder, yaymaz. Alçakgönüllüdür, kibirlenmez. Kimseyle alay etmez. Büyüğe saygı gösterir. İyi insanlarla birlikte olur. İnsanlara faydalı olmayı ve onlara zarar verecek şeyleri defetmeyi sever. Müslümanları barıştırmaya çalışır. Hastayı ziyaret eder, cenazede bulunur. İyiliğe karşı teşekkür eder. İnsanlarla bir arada yaşar ve onların ezasına katlanır. Gücü yettiğince insanları sevindirmeye çalışır, insanlara hayrı gösterir.
Her işte kolaylaştırmayı sever, zorlaştırmayı değil. Hükmünde âdildir, zulmetmez; ikiyüzlülük, riyakârlık ve dalkavukluk yapmaz. Yaptığı şeylerle övünmez. Doğrudur, yanlışlığa düşmez ve şartlar ne olursa olsun şahsiyetini değiştirmez, renkten renge girmez. Adi işleri değil, büyük işleri sever. Konuşurken kibirlenmez. Yüzünü kimseye asmaz. Cömerttir, iyilik yaptığı ya da sunduğu kimsenin başına kakmaz.
Misafirperverdir, misafirden sıkılmaz ve ona elinden gelen ikramı yapar. Zorda olana kolaylık sağlar. İffetlidir, dilenmez. Veren elin, alan elden üstün olduğunu bilir. Sever ve sevilir. Yemek, içmek, selâm, ziyaret gibi hususlarda da İslâm adabına ve ölçülerine uyar.
İşte İslâm'ın şekil verdiği, parlak insan şahsiyeti budur. Ruhu İslâm'ın tatlı kaynağından kanmış; aklı, ruhu ve kalbi İslâm'ın Rabbani parlak bir nur ile aydınlanmıştır.
İslâm insanı üstün seviyeye çıkarmak suretiyle onu yeryüzünde yürüyen güzel ahlâk timsali yapması, diğer din ve felsefelerin gerçekleştirmek istediği hâlde gerçekleştiremedikleri en mükemmel gayedir. Bu icraat günümüz dünyasını saran maddeci ilmi uğraşının çok üstündedir. İnsanın bugün kalbini ve gözünü dehşete düşüren ilmi icraattan daha yükseklerdedir. Çünkü insan, mahlûkatın en değerli varlığıdır. Asırlar boyunca sarf edilen gayretler ve meydana getirilen medeniyetler onun saadeti ve yüceltilmesi içindir. Ona bu yüceliği vermenin sebebi insanlığıdır. Bunun için İslâmî düzenin oluşturmadığı medeniyetler, insanın sadece küçük isteklerini halletmeye çalışır. Bu medeniyetlere göre insanî özellikleri ve hayır duygularını ortaya çıkarmayı amaç edinmek, eksik ve kusurlu bir durumdur. O medeniyetler en önemli noktayı ihlâl etmiştir. Bu da insanın gizli cevheri ve ondaki en değerli insanî tutumudur.
Medeniyetin bugün keşfettiği top, füze, uydu, televizyon gibi eserlerin tamamı insanı mutlu etmek ve nefsini arıtmak için kullanılmadıkça ona insanlığını veremez. Ve bu keşiflerden hiçbiri insanın insanlığına verilecek önem ve gösterilecek titizliğe olan ihtiyacı eksiltmez.
"Kişiye ve onu şekillendirene, sonra da ona iyilik ve kötülük kabiliyeti verene andolsun ki: Kendini, nefsini arıtan saadete ermiştir. Kendini fenalıklara gömen kimse de ziyana uğramıştır." {Şems, 7-10).
Toplumların ileri olmaları, sadece ilmin gerçekleştirdiği ve madde âleminin yaptığı keşiflerle kıyaslanmaz. Bunların yanısıra daha önemli olan bir şeyle kıyaslanır ki, o da toplumdaki sevgi, fedakârlık, şefkat, doğruluk, düşünce, yaşayış ve muamelede temizlik gibi insani değerlerin hâkim olmasıdır.
İslâm toplumu birinci derecede mütekâmil ve ilerici bir toplumdur. Dinin kendine telkin ettiği hüküm ve davet ettiği insanî ve üstün şerefli ahlâka bağlı kaldığı için
müslüman fert, yüksek düzeyde sosyaldir. Çünkü din, bu üstün ahlâkı sosyal alanda uygulamaya teşvik etmiştir.
Bugün
müslüman saflarında gördüğümüz dağınıklık, ayrılık ve kopmalar onların Allah'ın ipinden uzaklaştıklarının, sağlam iman bağından koptuklarının ve kardeşlik duygusundan ayrıldıklarının delilidir. Müslüman, köklü şahsiyetine sahip çıkar ve fikrî, ruhî kaynaklarını sağlam kılarsa, bütün bu sıkıntıları aşacaktır.
Fakat İslâm âlemine yapılan saldırılar,
müslüman şahsiyetini, onun ruhî ve fikrî kaynaklarını hedef alıyordu. Saldırganlar, İslâm'a iki cepheden harb açmışlardır. Cephelerin ilki;
müslümanı asil
şahsiyetinden uzaklaştırmak, ikincisi de fikrî ve ruhî kaynaklarını kirleterek onu kendi aslına yabancı hale getirmek amacındadır.
Birçok İslâm ülkesinde,
müslüman şahsiyetini sarsmayı ve asaletinden uzaklaştırmayı; müslümanların düşünce, duygu ve yaşayışlarında kendilerine tâbi olmalarını ve dininin değerlerinden ve ahlâkından sıyırmayı başardılar. İnsanlar için gönderilmiş olan, kendisiyle tarihe giren ve insanlık hayatında kendinden söz ettiren Rabbani muhtevayı bu şahsiyetten çıkarmayı başardılar.
Müslüman şahsiyetinin eski asaletine, Allah'ın ebedî metoduna sadık olarak dönmekten başka hiçbir şey geri döndüremez ve buna döne-.bilmesi için hayatta İslâm davetiyle mükellef olan
müslüman kardeşinin davetini iyice anlaması ve bunu insanlara taşınması için kendi görevlerini idrak etmeleri gerekir. Her şeyden önce bu davetin gereklerini inanç, ibadet ve yaşayış olarak bizzat yaşayarak gösterdikten sonra, bu daveti insanlara götürmek gerekir.
Cahiliyet yollarında kaybolmuş, taklitçilik karanlığında boğulmuş ve kavmiyetçilik çukurlarında yolunu kaybetmiş olan müslümanlar, Allah'ın her şeyi gölgeleyen kapsamlı yoluna döndüğü gün kenetlenmiş ve kuvvetli, birbirini seven, şerefli ve hür bir ümmet olur. İşte o gün silâhı kırılmayacak, sancağı indirilmeyecek ve askeri asla yenilmeyecektir. O gün iman ümmeti oluşacak ve Allah bu iman ümmetine daima yardım edecektir.
"İnananlara yardım etmek bize hak olmuştur." (Rum, 47).
Risale Yayınları Kuran ve Sünnete göre Müslüman Şahsiyeti adlı
kitabı incele diniz.