Kuranı Kerimin Türkçe Tercümesi  İsmail Hakkı İzmirli ÇELİK

Fiyat:
310,00 TL
İndirimli Fiyat (%42,6) :
178,00 TL
Kazancınız 132,00 TL
Havale / EFT:
172,66 TL
Aynı Gün Kargo

Kitap            Kuranı Kerimin Türkçe Tercümesi 
Yazar           İsmail Hakkı İzmirli
Yayınevi       Çelik Yayınları    
Kağıt Cilt      Şamua kağıt, Özel Bez Cilt , Sert Kalın Kapak
Sayfa Ebat   692 sayfa, 14x20 cm , Roman Boy




Sadeleştirme ve Dipnot Prof. Dr. Hamdi Döndüren

 
Çelik Yayınları Kuranı Kerimin Türkçe Tercümesi kitabını incelemektesiniz.   
İsmail Hakkı İzmirli Kuranı Kerimin Türkçe Tercümesi kitabı hakkında yorumları oku yup kitabın konusu, özeti, fiyatı, satış şartları hakkında bilgiyi geniş bir şekilde edinebilirsiniz.

Yaratan Rabbinin adıyla oku. O, insanı " alak " dan yarattı. Oku, Senin Rabbin en cömert olandır. Alak 1-2


 İÇİNDEKİLER

 
  1. Tercümeden önce her âyetin baş tarafı konarak Kur'an-ı Kerim'in metniyle karşılaştırılması kolaylaştırılmıştır. (Sadeleştirmede âyetlerin baş tarafı konulmamış, Kuran âyetleri ile bağlantı için âyet numaraları yeterli görül­müştür).
  2. Tefsirine ihtiyaç duyulan âyetler hakkında ayrıca açıkla­malar yapılmıştır.
  3. Çeşitli anlamları bulunan âyetler notlarla açıklanmıştır.
  4. Kuranda olmadığı halde tercümeyi tamamlamak için fazla olarak ilâve olunan kelimelerin üzerine ince birer çizgi (sadeleştirmede parantez) konulmuştur.

Neşredenin Sözleri

Türk milletinin Kuran-ı Kerîm'i Türkçe okuyup mânasını anlamak istemesi kadar tabiî bir şey olamaz. Bu maksatla kitaphânem yirmi yıldan beri Kur'an-ı azîmü'ş-şân'ın doğru bir tercüme veya tefsirini neşretmeyi vatanı için büyük bir hizmet saymış, her türlü engel ve zorluklara rağmen sonunda emeline muvaffak olmuştur.

İlk olarak, on beş yıl önce başka bir tercüme kısmen basıldığı halde devamı men olunmuştu. Bunun ardından bir heyete başka bir tercüme yaptırılmıştı. Bu tercümenin mükemmel olması için faziletli Muhterem İzmirli Hakkı Beye başvurarak gerek müs­veddelerin tadilâtı, gerek baskı sırasındaki tashihlerini tam ola­rak kabul buyurmuş olmakla, kendileri tarafından bu görev tam bir titizlikle ifa edilmiş, "Türkçe Kur'an-ı Kerîm Tercümesi" adı altında basılarak bütün halkın istifadesine sunulmuştur.

Gerek bu Kuran-ı Kerîm Tercümesinin, gerek âyet-i kerî­melerin tamamını içine almak suretiyle faziletli muhterem bir heyete yaptırılan ve kitaphânem tarafından tab' ve neşrolunan diğer önemli bir eser, "Nûru'l-Beyân- Kuran-ı Kerîm'in Türkçe Tercüme ve Tefsiri" din kardeşlerimizce yeterli görülmeyerek, daha sade ve açık bir Türkçe ile beraber açıklamaları kapsayan dipnotların, şerhlerin bulunması ve bununla beraber âyet-i kerî­me başlangıçlarının da ilâve edilmesi istendi. Bu konuda fazilet­li Muhterem İzmirli İsmail Hakkı Bey'in her halde bu çetin ve önemli görevi üstlenmesi her taraftan temenni olundu. Çünkü Kur an-ı Kerîm tercümeleri maa't-teessüf millî bir ihtiyaç ve dini bir hizmet şeklinden çıkarak, menfaat elde etme aracı haline gelmesiyle, acele şekilde yapılarak bir kazanç teminine çalışılı­yordu.

İşte doğru olmayan bu teşebbüslere engel olmak, Kur'an-ı Mübîn tercümesinin en yetkili bir kalemden çıkmasını sağla­mak ve bu konuda ilim, fazilet ve olgunluğu herkesçe bilinen Müderris Muhterem İzmirli İsmail Hakkı Beye başvurmak ge­reğini duymuştum. Adı geçen zat, bu başvurumu iyi karşılayarak üç yıllık uzun bir çalışma sonucunda "Maâni-i Kuran- Kur'an-ı Kerîm'in Türkçe Tercümesi" ni meydana getirdiler. Bu övgüye lâyık çalışmayı birçok notlarla, hâşiyelerle süsleyerek kitaphâ-nem tarafından da her türlü maddî fedâkârlıkla nefis bir şekilde tab' ve neşrine muvaffak olmayı sağladılar.

Binâen aleyh hüsn-i teşebbüs, sabır ve sebatımın bir ödül be­ratı olan "Maâni-i Kuran" ı neşretmekle Türk vatandaşlarıma yararlı bir hizmette bulunduğuma inanır, teşebbüs ve başvuru­mu hüsn-i kabul buyurarak, güzel bir hamiyet, gayret ve çaba ile iki önemli eseri birden başa çıkarmak azim ve metânetini göste­ren İsmail Hakkı Beyefendiye de minnettarlıkla teşekkürlerimi arz etmeyi bir görev sayarım. Muvaffakiyet Allah'tandır.

Kitab hâne-i Hılmî İbrahim Hilmi (1343/1927)

Bismillâhirrahmânirrahîm.

   Müellifin Önsözü

Mutlak üstün ve çok merhametli olan Allah'a hamdolsun. O Allah ki, hak ile batılı ayıran Kur'anı, bizi dosdoğru yola iletmek için ümmî Peygamber'ine indirmiştir. Salât ve selâm, yaratık­ların en hayırlısı çok şefkatli ve merhametli Muhammed'in üzerine olsun. Kuran, hikmet sahibi olan her şeyi bilen Allah tarafından ona verilmiştir. Yine onun, hikmetli kitaptan feyiz alan âline, ashabına ve tâbi olanlarına salât ve selâm olsun.

Bundan sonra:
Kur'an-ı Kerîm gerçeğin tecelli yeri ve bütün müslümanların sığınağıdır.
Kur'an-ı Kerîm öyle bir hidâyet meşalesidir ki, onun nurunu yakan Yüce Allah'tır. Allah'ın korumasıyla sonsuza kadar tahrif, tebdil ve tağyire karşı koruma altındadır, kalıcı ve süreklidir.
Kur'an-ı Kerîm öyle muhkem bir kitaptır ki, onunla hüküm veren adaletli, ondan haber veren doğru sözlü, ona uyan kurtu­luşa eren, onunla hasmına karşı gelen üstün gelir.

Kur'an-ı Kerîmde öyle âyetler vardır ki, o âyetler birbirine uygundur, uyumludur. Herbiri diğerini destekler ve onaylar. Emir ve nehiyde, müjdeleme ve korkutmada, kıssa ve öğütte güzel bir uyum vardır. Terkipteki selâmet ve tertipteki selâset uyumludur.
Kur'an-ı Kerîmde öyle açıklayıcı âyetler vardır ki, sağlam bir nazımla dizilmiştir. Bütün belagat şekillerini içinde toplar. Fesâhati bütün nazm ve nesre üstündür. Üslûbunda güzel matla' ile güzel makta' âdeta güzellikte yarışır. Bir konudan başka konuya geçmede, lafızlar ve köklerinin farklı olmasından dolayı, maksat ve anlamların
çeşitli olmasıyla birlikte yine de, "hüsn-i tahallus" vardır.

Kur'an-ı Kerîm şanının büyüklüğü, kesin kanıt olma gücü ile birlikte kendisine yetişilemeyecek dereceye yükselmiş ve benzeri söylenememiş bir sözdür. Her açıklamayı içinde toplar. Hüküm ve maslahatları sağlam ve güçlüdür. Mebânisinde anlamlar dolmuş kalmış, az bir lafza çok anlam sıkıştırılmıştır. Belâgatı, beşer aklının üstündedir. Fesâhati adap adetini geçmiştir. Müte­fekkirlerin Fehmi ve idraki kat kat onun altındadır.

Kur'an-ı Kerîm öyle bir tatlılığa sahiptir ki, okunması tatlı­lığını arttırır. Hiçbir kıssa güzellik ve hoşlukta diğerinden geri kalmaz. Herbiri diğerini andırır. Neredeyse biri diğerinin ayna­sıdır. Selim kalp sahibi olan kişi, onu okumaktan, dinlemekten usanmaz. Okuyana ve dinleyene usanma gelmez.
Kur'an-ı Kerîm öyle bir parlaklığa sahiptir ki, o parlaklık bütün güzelliklerin üstündedir. Onun nazmı beğenilir, üslûbu çekici bulunur. Ondaki ibret ve öğütler asla tükenmez. Eşi ve benzeri olmayan anlamları asla son bulmaz.

Kur'an-ı Kerîm fasih ve beliğ söz söyleyenlerin, şâirlerin ve hatiplerin üslûpta bilmedikleri eşi ve benzeri olmayan bir tarzla, sehl-i mümteni olan bir yolla, benzeri bilinmeyen ve daha önce geçmemiş olan bir nazım özellikleri ile bütün şiirleri hutbeleri, beyanları geride bırakmış, ona karşı çıkmaya çalışanların sözleri gülünç bir söz olmuştur. ahirette feyiz ve mutluluğa götüren tek yoldur. Her kim onun sağlam metot üzere hareket ederse, şeref derecelerinin en üstü­nünde bulunur.

Bütün Müslümanların yegâne mukaddes, muazzam ve mükerrem kitapları olan Kur'an-ı Mübîn'e başlıca iki şekilde hizmet olunmuştur. Biri okunuşuna, diğeri tefsir ve açıklama­sına ait olmak üzere iki önemli ilim tedvin edilmiştir. Kurrâ-i kirâm birinci, müfessirîn-i izâm ikinci hizmeti üstlenerek çok önemli ve güç bir kutsal görevi omuzlarına yüklenmişler, ümmete birçok seçkin eserler sunmuşlardır.

Âlemde hayat şartları değiştikçe, insanlar da gayret ve çalış­malarını değiştirerek, hayat için gerekli olan ilimlere dört elle sarılmışlar; fakat insanın kişiliğini geliştirip süsleyecek olan kemal ilimlerine gereği gibi önem vermemişlerdir. Günlük meşguliyetler şiddetini kemal ilimlerinde gösterip, kemal ilim sahiplerini azaltınca, bu meyanda "Kuran Bilgisi" sahipleri de iyice azalmış, hemen hemen ortadan kalkmıştı. Hayat ihtiyaç­ları Arap dili ile yazılan selefe ait eserleri de rağbetten düşürdü. Topluma araştırma ve müzâkere için sarf edecek bir zaman da bırakmadı.

Artık bizim için uzun uzadıya tefsire değil, belki açıklamalı bir tercümeye, Kuranın anlamlarını ve hükümlerini uzun ve geniş olarak değil, belki veciz, zayıf rivayetlerden arınmış, şive­mize uygun, anlaşılması kolay bir şekilde izah ve beyana ihtiyaç hasıl oldu.

Uzun bir süreden beri bu konu düşüncemi meşgul ediyordu. Yazım şekli üzerinde defalarca bazı dostlarla müzakereler cereyan etmişti. Sonunda Kitaphâne-i Hilmi tarafından tab' edilmekte bulunan bir tercümeyi baştan başa tashih etmiş, bu sebeple yedi yıldan beri tercüme işleriyle ciddi olarak meşgul olmuş idim. Mütercim tercümede Mevâkib Tefsirini esas almakla, tashih konusunda hemen hemen onun dışına çıkma­mıştım. Fakat dostların rica ve tavsiyeleri üzerine, o tercümenin tadil ve tashihini tamamlamış olmakla birlikte, Allah'ın yardımı

Kur'an-ı Kerîm, nazmı bakımından mucize olduğu gibi, içine aldığı hükümler ve kapsadığı bilgiler bakımından da icaz derecesindedir; kısaca lafız ve anlam bakımından büyük bir mucizedir. Hiçbir asır geçmez ki, Kur'an-ı Mübîn'in doğruluğu açığa çıkmasın. Onunla sürekli olarak iman yenilenir, irfan güç kazanır.

Kur'an-ı Kerîm yer yüzünde tek bir kitaptır ki, onu vahiy olarak alan yüce Nebî (s.a.s) efendimiz hazretlerine kesintisiz bir bağlantı ile ulaşır. Dünyada hiçbir kitap yoktur ki, sahibine Kur'an-ı Kerîm gibi kesin bir senetle bağlı olsun!

Kur'an-ı Kerîm Allah'ın doğru bir yoludur. Dünyada ve ile resen ve aslen yeni baştan "Maâni-i Kur an" adıyla tercüme ve açıklamayı "birrivâye" ve "biddirâye" olan muteber tefsir kitap­larına, nüzül sebepleri, nâsih ve mensûha ait eserlere başvurarak meydana getirmeye çalıştım ve bizzat tamamlamaya muvaffak oldum.

Kuran-ı Mübîn'i tercüme caizdir, bunda asla şüphe ve ihtilaf yoktur. İhtilaf tercüme ile namazın sahih olup olmamasındadır. Hanefî imamlarına göre, Kur'an-ı Kerîm'in metni (nazmı) aslî rükün olmadığı için mânâya delâlet eden tercüme ile namazda kıraat caizdir. İmam-ı Azama göre Kur'an-ı Kerîm'i iyi okuya­bilsin, iyi okuyamasın, okumaya gücü yetsin, yetmesin, her kim hakkında olursa olsun tercüme ile kırâat sahih ise de İmâmeyn (Ebû Yûsuf ve İmam Muhammed)'e göre, ancak Kuranı okumaktan âciz olan kimse tercümesiyle namaz kıla­bilir, kendi dili ile okuyabilir. İmam-ı Azamin diğer öğrencisi Nuh b. Ebî Meryem'in rivayetine göre İmam-ı Azam daha sonra İmâmeyn in görüşüne dönmüştür.

Kur'an-ı Mübîn'i tercüme ve açıklama konusunda, toplumun yararlanmasını sağlayacak herhangi bir tarz hoş karşılanır. Tercüme ve açıklamadan maksat, halkın Kur'an-ı Mübîn'i anla­yarak okumaları, Furkân-ı Kerîm'in hidâyet ve irşadından yarar­lanmalarıdır. Kur'an-ı Kerîm'in anlamlarını ifade eden, hüküm­lerini bildiren tercüme ve açıklama yeterli olur.

Şurası unutulmasın ki hiçbir dil, icazlı Kuranı beyâna tam olarak tercüman olamaz, hiçbir tercüme de aslının yerini tutamaz. Hangi tercüme aslındaki latîf işaretleri, bedîi güzel­likleri ve üstün nükteleri tam olarak aktarabilir? Arap diline mahsûs olan edatların, güzel söz söyleme üslûbunun gerektir­diği nükteleri, beyan tarzı ayrı olan başka bir dil nasıl muhâfaza edebilir? O güzelliklerin verdiği parlaklık nasıl gösterilebilir? Muhkem nazımla olan o incelik, tatlılık ve o âhenk hangi bir dille ortaya konulabilir?

Gerçekten öyle ayet-i kerîmeler vardır ki başka türlü tercüme olunamadığı halde, tercümede yine aslın verdiği güç, sahip olduğu ince mânâ bir türlü ifade olunamaz. Acaba, "Fâtiha-tu 1-Kitab" sûresi ile "İhlâs" sûresini tam bir tercüme, bir takım açıklama ve tasarruflarla kapsadığı incelikleri ifade kabil midir?

Tercüme ile yalnız meâl-i münîfi, kastettiği hükm-i celîli göstermek mümkün olabilir. Halk da meâl-i cehline, asıl kaste­dilen hükm-i sübhânîye vâkıf olur, hidâyet ve irşadından feyiz alır. Tercümede gerekli ve önemli olan yön, âyet-i kerîmeyi yanlış ifade etmemek, halka yanlış telkîn etmemektir. Her türlü tazim ve tekrîmimize lâyık olan, şerefi pek büyük yüce Kur'an'ı-mızın pek yüce şerefine hiçbir şekille tecâvüz olunmamaktır.

Tercümede Türkçe'nin bütün ifade gücünü tecellî ettirmek, Kur'an-ı Mübîn'imizi üstün bir üslupla tercüme etmek, tercü­meyi Türkçe'nin bir şaheseri kılmak gerçekten güzel bir temen­nidir. Fakat bu yönde muvaffakiyet mümkün olabilir mi? Kur'an mânâlarını gözetmek, Türkçe'nin ifade gücüne herhalde müreccah değil midir? Baştan aşağıya kadar her ikisini birleş­tirmek öyle sanıyorum ki, pek güç olacaktır.

İşte bundan dolayı eserimiz doğrusu tercüme değil, açıkla­madır, yüce meâli açıklamadır, Kur'an mânâlarını ifadedir. İşte bu gibi düşüncelerle, âcize ait bu esere "Maâni-i Kuran" adını uygun buldum.

"Maâni-i Kuran" da Kurana ait lafızların elverişli olduğu mânâlardan birini inceleyerek esas edindim. Bir takımlarını da dipnot olarak yazdım. Yüce âyetlerin bir kısmı ancak nüzül sebepleri ile bilineceğinden, yalnız yüce meâlini açıklamak gere­kince, nüzül sebeplerini zikrettim. Ebû Müslim el-Isfahânî'den başka müfessirler Kur an âyetlerinde neshi câiz gördüklerinden bu konuya da dikkat ettim. Aslın ifade ettiği mânâyı azamî dere­cede aynen ifadeye, düzgün bir tercümeye, en güzel ifadeye uygun bir şekilde açıklamaya çalıştım. Dil olarak tam muvaffak olduğumu söyleyemem, belki üslup biraz gevşemiştir, fakat öyle zannediyorum ki tercüme söz arası eklerden (haşviyât) âzâdedir. Âyetler anlaşılmaksızın tercüme edilmemiş, aslı ifade etmeyen, anlamı ihlâl eden kelimeler konmamış, vahiy olarak indirilmiş muhkem nazım, tanınmaz bir şekilde ortaya çıkmamıştır.

Yüce nazımda zamirler, işaret isimleri ve sıfatla beyân olunan lafızlar merci' ile, müşârun ileyh ile, mevsûf ile tercüme olunmuş ise, ihtimalli olan yerde üzerlerine birer çizgi koydum. İhti-malli olmayan yerde çizgiye gerek görmedim. Bunun gibi, açık­lama amacıyla ilâve olunan kelimelerin üzerine de birer çizgi koydum. İsm-i fâil ve sıfat-ı müşebbeheler şiveye göre bazan fiil gibi tercüme edilmiş, Esmâ-i Husnâ, Türkçe'siyle veya aynı ile ifade olunmuştur. Çünkü Esmâ-i İlâhiye'nin hiç biri, yerine göre şerefvârid olmakla onları celâl lafzı ile veya Türkçe'de bilinen diğer isimlerle tercüme etmek doğru değildir. "Maâni-i Kuran" da harfi mânâ ile ismi mânâ bazan zaruri olarak karışmış, mutlak mef'uller yerine göre türlü türlü tercüme olunmuş, bazan hiç de zikrolunmamıştır, atıf yapılanlar da böyledir. Yemin ifade eden "lâm" larda, cümle başına bir yıldız işareti konulmuştur. Te'kîdler de bazan tercümede zikrolunmuş, bazan zikrolun­mamıştır. "İnne" ile mastar olan cümleler siyâk ve sibâka göre ifade edilmiş, bazı kere ta'lîl mânâsı tasrih edilmiştir. Muhkem nazmın kelime kelime tercümesi tercih edilmekle, gerekli görülen açıklamalar dipnot olarak yazılmıştır. Âyetlerin sayı­sında ortaya çıkan görüş ayrılığı dikkate alınmamış, yalnız biri esas alınmıştır.

İslâm âlemine arz eylediğim bu tercüme ve açıklama hakkında Müslüman kardeşlerimin hayırlı uyarılarını hüsn-i kabulle karşılayacağımı arz ederim. Muvafakkiyet ve yardım mutlak üstün olan Allah katındandır.

Türk dindaşlarıma bir yadigâr olacak olan "Maâni-i Kuran" ın tab' ve neşri maddî olarak büyük bir külfete, büyük bir fedakâr­lığa bağlı olmakla bu konuda külfet ve fedâkârlığa katlanarak tab' ve neşrini üstlenen, birçok güzel eserleri neşr ile ülkemize cidden hizmeti geçen İbrahim Hilmi bey efendinin bu dindarlık hizmeti de her türlü teşekküre lâyıktır.

1869 da İzmir'de doğan İsmail Hakkı, yüzbaşı Hasan Efendi ile Giritli Hafize Hanım'ın oğludur. İlk öğreniminden sonra bü­yük amcası Amâ Hâfız'ın yanında hıfzını tamamladı. Medrese dersleri yanında rüştiyeyi bitirdi ve 1891'de Namazgâh İptidâi Mektebine muallim tayin edildi. Bu arada İzmir İdâdisi'nde imamlık ve hocalık yaptı. 13 Ocak 1890'da İstanbul Dârulmual-limîn-i Âliye'ye giren İzmirli, 1892'de bu yüksek muallim oku­lunun Edebiyat bölümünden mezun oldu. Medrese eğitimini İstanbul'da da sürdüren İzmirli, Fâtih dersiâmlarından Hâfız Ahmed Şâkir Efendiden icazet aldı. Ahmed Âsim Efendiden Fusûsu'l-Hikem'i okuyan İsmail Hakkı, ayrıca Hüseyin el-Ez-herî'den Şâzeliyye tarikatı icazetnâmesi aldı.

Osmanlı döneminde İstanbul'da çeşitli mekteplerde mual­lim, müderris ve müdür olarak görev yaptı, Maarif Nâzırlığı'nın Teftiş ve muayene heyetinde çalıştı (1896). Mülkiye mektebinde Arapça, İslâm akaidi ve usûl-i fıkıh dersleri okuttu. Daha sonra Yüksek Muallim Mektebinde tarih öğretmenliği ve müdürlük görevlerinde bulundu (1907-1909).

22 Haziran 1909da tayin edildiği Dârülfünûn hocalığına, emekliye ayrıldığı 1935 yılına kadar aralıklarla devam etti. 1915 yılında Süleymaniye medresesinin açılması üzerine Kelam bölü­münün İslâm felsefesi tarihi (daha sonraki adı hikmet-i ilâhiye) dersi de ona verildi.

İzmirli, Ankara'da Umûr-i Şer'iyye ve Evkâf Vekâleti bünye­sinde kurulan Tetkikât ve Te'lifât-ı İslâmiyye heyetinde de üye (1922-1924), reis vekili ve reis olarak görev yaptı. Bu sırada çıka­rılan Tevhîd-i Tedrisât kanunu ile kapatılan medreselerin yerine Dârülfünûn un yeniden yapılandırılması üzerine İstanbul'a dön­dü. Buranın İlâhiyât ve Edebiyât fakültelerinde müderrislik yap­tı ve İlâhiyât Fakültesinin reisliğine (dekanlık) getirildi (1931). Dârülfünûn'un, İstanbul Üniversitesine çevrilmesi üzerine, İlâ­hiyât Fakültesinin yerine kurulan İslâm Tetkikleri Enstitüsü kadrosuna atandı (1933).

1935'te emekliye ayrılan İsmail Hakkı, bundan sonra ilim çalışmalarını serbest olarak sürdürdü. Oğlunu ziyaret için gitti­ği Ankara'da 31 Ocak 1946'da vefat etti ve Cebeci mezarlığında toprağa verildi.

İsmail Hakkı, doğrudan siyasetle ilgilenmemekle birlikte, Meşrutiyetin ilk günlerinin atmosferi içinde İttihat ve Terak­ki cemiyetine kaydolmuş ve 1909'larda cemiyetin Şehzade ba­şındaki İlmiye kulübünde medrese talebelerine yönelik olarak verilen konferanslara Musa Kâzım, Bursalı Mehmet Tahir ve Mehmed Akif'le birlikte katılmıştır. Son derece nâzik bir kişiliği olan İsmail Hakkının, dini konularda sorumsuzca fikirler öne süren kimselere karşı sert çıkışlar yaptığı da olmuştur. Nitekim İstanbul'da ortaya çıkan "kavm-i cedîd" fikrini yaymaya çalışan Ubeydullah Efgânî'ye karşı bu tür çıkışlar yapmıştır.

İsmail Hakkı İzmirlinin Kuran ilimleri, hadis, kelâm, fıkıh, fel­sefe ve mantık alanlarında çeşitli kitap ve risâleleri bulunmaktadır.

Okuyucuya daha yararlı olur düşüncesiyle sadeleştirme yo­luna gittiğimiz onun "Maâni-i Kur'an, Kur'an-ı Kerîm'in Türkçe Tercümesi" adlı eseridir. Bu eser iki cilt halinde yayımlanmıştır. Bizim sadeleştirmeye esas aldığımız nüsha, Kitab hâne-i Hilmi sâhibi İbrahim Hilmi'nin neşrettiği 1343/1927 tarihli İstanbul matbu baskısıdır. Eserin Kur'an metni, mânâ ve dip notları daha önce lâtinize edilerek baskıları yapılmışsa da, eser yeni kuşak­lara yararlı hale getirilememiştir. Biz bu çalışmamızda geniş kültüre ve entelektüel ufka sahip olan İsmail Hakkı İzmirlinin bu eserini genç kuşakların yararlanacağı anlaşılır bir Türkçe ile sadeleştirmeye çalıştık.

Ancak şunu hemen belirtelim ki, kendi dönemine göre çok zengin bir Türkçe kelime haznesine sahip olan İzmirli, bugün bile kullanmakta yadırgadığımız ölçüde güzel bir üslup ve dil kullanmıştır. Bu yüzden biz eserin orijinalliğini korumak ama­cıyla çok yerde onun dil üslup ve kalıplarını korumaya çalıştık. Allah yerine, Tanrı, cennet yerine uçmak, müjde yerine muştu, alay etmek yerine dalga geçmek ifadeleri buna örnek verilebilir. Besmeleyi, "Esirgeyen, bağışlayan Tanrı adı ile" şeklinde çevir­mesi de böyledir.

Meselâ; "Ellezîne" ism-i mevsûlü ile başlayan âyetlere, gü­nümüz meallerinde farklı vurgularla anlam verildiği görülür. Ezcümle; Bakara, 2/82 nci âyetin mealini birkaç mealden verip, okuyucuya karşılaştırma yapma imkânı sağlayacağız. Diyanet İşleri Başk. meali: "İman edip yararlı işler yapanlara gelince, onlar da cennetliktirler. Onlar orada devamlı kalırlar." H. B. Çantay meali: "İman edip güzel güzel amel (ve hareket) lerde bulunanlar (a gelince): Onlar da cennetin arkadaşlarıdırlar. On­lar orada ebedi kalacaklardır." Elmalılı meali: "İman edip salih amel işleyenler, işte öyleleri de cennet ehlidirler ve orada süresiz kalıcıdırlar." M. Hamidullah meali: "İnanan ve iyi işler yapan­lara gelince, onlar da, Cennet halkıdır; onlar da orada temelli kalacaklar." Hamdi Döndüren meali: "İman edip sâlih amel iş­leyenlere gelince, onlar cennetliklerdir. Onlar da orada sürekli olarak kalırlar."

İsmail Hakkı İzmirli mealinde âyetin meali şöyledir: "İman edip amâl-i sâlihada bulunanlar yok mu, işte onlar cennete mülâzım, orada dâimdirler." Bunun sadeleşmiş şekli şöyledir: "İman edip, sâlih amellerde bulunanlar yok mu, işte onlar cen­netliklerdir, orada sürekli olarak kalırlar." Şu âyette de aynı vur­guyu görmek mümkündür: "İnkâr edenler ve kâfir olarak ölen­ler yok mu, işte Allah'ın, meleklerin ve herkesin lâneti onların üzerine olsun!" (Bakara, 2/161). Bununla anlama güç kazandırıldığı açıktır. Ancak yukarıda verdiğimiz meallerin hepsi de anlam olarak doğrudur, fark bir üslup farkından ibarettir.

Diğer yandan Türkiye'de en yaygın meal ve tefsir yapan Ha­san Basri Çantay (1887- 1964) ve Elmalık Muhammed Hamdi (1878-1942)'nin bu çalışmaları İsmail Hakkı İzmirliden (1869-1946) hayli sonraki yıllara aittir. Nitekim bizim sadeleştirdiği-miz Meâni-i Kuranın elimizdeki baskısı 1927 tarihinde yapıl­mışken, Çantay mealinin, ilk baskısı 1953'te, Elmalılı'nın Hak Dini Kuran Dili adlı tefsirinin ilk baskısı ise, Diyanet İşleri Baş­kanlığı tarafından, İstanbul'da 1935-1938 yıllarında yapılmıştır. Bu duruma göre Türkiye'de Kuran meal ve tercüme çalışmala­rında İsmail Hakkı İzmirlinin bu eserinin öncelikli bir çalışma olduğu ve kendinden sonraki çalışmalara kaynaklık teşkil ettiği açıktır.

İzmirlinin ifade ettiği üzere "İslam dini, akıl ve fikir dinidir... hakikat dinidir; hurafeler dini değildir... İslam dininde akıl din­den, din akıldan müstağni değildir. Akıl ile din birbirine uygun­dur. Akıl asıl, din ona bağlıdır (müteferri')."1

Kur'an-ı Kerim'i harfi harfine başka dile çevirmek müm­kün olsa bile, böyle bir çevirinin, anlam zenginliğini yansıtma­da yetersiz kalacağında şüphe yoktur. Çünkü Kuranda, bütün sözcüklerin anlamı açık ve net olmadığı gibi, kimi sözcükler birden çok anlam taşır. Bütün Kuran âyetleri muhkem ve müteşabih diye ikiye ayrılır.2 Muhkem sözcükler; hükme delâleti açık olan, te'vîl, tahsis ve neshe ihtimali bulunmayan lafızlardır. İşte Kuranın anlam zenginliğini aktarabilmek için, parantez içi açıklama veya dipnota inerek kısa açıklama yapmak ihtiyacı ge­nel olarak bütün meallerde ihtiyaç olarak ortaya çıkar. Nitekim İsmail Hakkı İzmirli de hem parantez içinde açıklamalar yapmış hem de dipnotlar halinde bu açıklamaları zenginleştirmiştir.
  1. izmirli, i.Hakkı, islam Dini ve Tabii Din, Takdim ve Notlarla Sadeleştiren, Osman Karadeniz, s. 61-62, (izmir, 1998).
  2. bk. Âl-i İmran, 3/ 7.
  3. Biz, son tarafa eklediğimiz, "karma konu, isim ve terim in­deksi" ve sûre adları fihristleri ile bu eserden yararlanmayı ko­laylaştırmayı hedefledik. Okuyucu ilgi duyduğu ya da karşılaştı­ğı bir konuyu, indeksten yararlanarak kısa sürede, bizzat araştır­ma imkânını bulabilir.
  4. Bu çalışmayı yaparken bazı cüzleri bilgisayara işlemede ve tashihlerde büyük yardımları olan ilâhiyatçı kızım Fatmanur'a da teşekkürü bir borç bilirim.
  5. Böyle bir çalışma yapmaya muvaffak kıldığı için Yüce Allah'a hamd eder, eksik ve kusurlarımızın bağışlanmasını temenni ederim.
  6. Çalışma bizden, başarı ve sonuç Yüce Allah'tandır.

Prof. Dr. Hamdi Döndüren
Bursa

 
Diğer Özellikler
Stok Kodu9786059495172
MarkaÇelik Yayınevi
Stok DurumuVar
9786059495172
En yeni ürünler
Güvenli teslimat
Kampanyalı ürünler
Piyasadaki en iyi fiyat

PlatinMarket® E-Ticaret Sistemi İle Hazırlanmıştır.