Kitap Marifetus sünen vel Asar
Yazar İmam Beyhaki
Yayınevi Ocak Yayıncılık
Tercüme Hüseyin Yıldız, Hasan Yıldız, Zekeriya Yıldız
Kağıt Cilt Şamua Ivory Kağıt ( sarımtırak ), Ciltli, 7 Cilt set
Sayfa Ebat 4.984 Sayfa - 17x24 cm
Ocak Yayıncılık İmam Beyhaki Marifetus sünen vel Asar kitabını incelemektesiniz.
7 Cilt Marifetus sünen vel Asar Tercümesi kitabı hakkında yorumları oku yup kitabın konusu, özeti, fiyatı, satış şartları hakkında bilgiyi geniş bir şekilde edinebilirsiniz.
Yaratan Rabbinin adıyla oku . O, insanı " alak " dan yarattı. Oku, Senin Rabbin en cömert olandır. Alak 1-2
Dördüncü asrın eserleriyle göz dolduran Sünnî âlimi Beyhaki 'nin şahsına münhasır bir özelliğide İmam Şafiî'nin mezhebini ihya etme misyonudur. Bu sahada gösterdiği gayretlerin sonucunda ürettiği eserler, benzeri oluşturulamamış muhteşem eserler olup yüzyıllar boyunca Şafiî fıkhının delilleri olarak kaynaklık etmiş bulunmaktadır.
Ocak Yayıncılık olarak Şuabu'I-iman kitabı ile başladığımız Beyhaki külliyatına onun en büyük eseri es-Sünenü'l-Kübrâ ile devam edip Delâilu'n-nübüvve'si ile sürdürdüğümüz neşir çalışmalarımızda onun yine hacimli bir eseri olan Ma'rifetüs-Sünen vel-Asâr adlı eseri ni yayımlamaya muvaffak olabildik.
Şafiî mezhebini ihya etmek gibi bir görev üstlendiği/ hatta yeryüzünden İmam Şafiî'ye ait tüm birikim kaybolsa bile eserleriyle bunu yeniden oluşturabileceği gibi dikkat çekici övgüye-mazhar olmuş imam Beyhaki'nin elinizdeki bu eseri/ konularına göre ibadet ve ahkâma dair dini meselelerin İmam Şafiî'nin görüş ve tercihleri doğrultusunda Kitab ve Sünnetten kaynaklarını ortaya koymaktadır.
YAYINCININ ÖNSÖZÜ
Daha önce Türkçe çevirileri yapılmamış Sünnet-i Nebeviyye'nin kaynakları olan büyük hadis koleksiyonlarını neşretme imkânı veren Yüce Allah'a hamd eder, onun Resûlü Muhammed sallalahu aleyhi vesellem'e salâtü selamlarımızı arzederiz.
Üçüncü Hicri asrın en önemli muhaddislerinden olan Beyhakî'nin sırayla 10 ciltlik Şuabu'l-îmân, 20 ciltlik es-Sünenü'l-Kebîr ya da diğer adıyla es-Sünenü'l-Kübrâ ve 5 ciltlik Delâilü'n-Nübüvve adlı eserlerini Arapça ve Türkçe olarak yayımlama imkânına kavuştuk. Bunu bize lütfettiği için Cenâb-ı Hakk'a şükrederiz.
Sübkî'nin "İlim dağlarından bir dağ", İbn Teymiyye'nin "Şâfiîler arasında hadisi en iyi bileni", İbn Kesîr'in "Benzerleri yazılmamış eserler veren" ve Zehebî'nin "İlminin genişliği ve ihtilaflar konusundaki engin bilgisiyle kendi mezhebini oluşturup içtihatlarda bulunmayı dileseydi bunu yapabilirdi" diye övdükleri yazarımız Beyhakî'nin dördüncü yapıtı olarak onun Marifetus sünen vel Asar'ını okuyucuya sunuyoruz.
Eser, ilk olarak 1991 yılında Dr. Abdulmu'tî Emîn Kal'acî tarafından mevcut dört elyazması nüshasından tahrîcli ve detaylı notlarla birlikte 15 cilt halinde şu dört yayınevinin ortaklığı ile yayımlanmıştır: Dâru'l-Va'y (Halep, Kahire), Dâru'l-Vefâ (Mansûre, Kahire), Câmiu'd-dirâsât el-İslâmiyye (Karaçi - Pakistan) ve Dâr Kuteybe (Dimaşk, Beyrut)
Şâfiî mezhebinin delillerinin ortaya konulduğu eser, kendi sahasında ilk ve önemli bir çalışmadır. İmam Şafiî'nin mezhebinin yeryüzünden yok olması durumunda bile onun bilgi birikimini tekrar meydana çıkaracak kadar geniş bilgiye sahip olduğu dile getirilen Beyhakî, bu eserinde İmam Şâfiî'nin eserlerinde delil olarak gösterdiği tüm hadis materyalini ortaya koymakla yetinmeyip kendi kaynaklarından da bunları destekleyen hadisleri eklemiştir. Bu yönüyle Şâfiî mezhebini ihya etmekle kalmayıp daha da güçlendirmiştir.
Şafiî'nin malum olduğu üzere iki evresi vardır: I. Mekke, Medine, Bağdat 2. Mısır. Bilindiği gibi İmam Şâfiî, Mısır'a yerleşince orada ulaştığı yeni hadis verileri ve ilim hocaları nedeniyle eski fıkhi görüşlerinden bazılarını değiştirmiştir. el-Kadîm ibaresiyle kitabımızın içinde ifade ettiğimiz veriler, Hanefiler, Ehl-i Rey ve Irak fakihlerine reddiye olarak kaleme aldığı ve talebesi Za'ferânî (öl. H. 260) tarafından kendisinden rivayet olunan el-Hucce adlı kitabından aktarılmış olup bu eser zamanımıza ulaşamamıştır. el-Cedîd ibaresiyle aktarılan ise, onun Mısır'da ömrünün sonuna kadar kaldığı süre içindeki bilgi birimini yansıtmaktadır. Bu ise, günümüze dek gelebilmiş el-Ümm adlı eseri olup bu çalışma, talebelerine icrâ ettiği imlâlardan oluşmaktadır. Şâfiî'nin bizzat kaleme almadığı bu eseri talebesi Buvaytî hazırlamış ve üzerinde tasarruflarda bulunan Rabî b. Süleymân el-Murâdî'nin (öl. 270 H.) sayesinde bugünkü şeklini almıştır. Ayrıca İmlâ ve Emâlî ibareleriyle de aktarılan materyal, yine Mısır dönemine aittir ve zamanımıza ulaşamamıştır.
Kitabın Arapça neşrini hazırlayan tarafından paragraflara numara verilmiştir. Biz de çeviride bunları muhafaza ettik. Bu arada gerek isnâdlı, gerekse isnâdsız olan hadis metinleri söz konusu olduğunda Arapça metinleri de çevirilerinin yanında verdik. Hadis dışındaki metinlerde ise Arapça metni vermedik. Bu durumda 15 cilt olan Arapça neşri, elinizdeki kitabın formatıyla neredeyse hacim olarak yarıya inmiş bulunmaktadır.
Delillerle fıkıh ve hadis fıkhı sahasında oldukça eski ve değerli bir çalışma olan Ma'rifetü's-sünen vel-âsâr, fıkhın temel ve fürû konularının oluşmasına ışık tutan bir kaynak olarak akademik bir sunumla okuyucuların hizmetine sunulmuştur.
YAZARI HAKKINDA
Ebû Bekr Ahmed b. Hüseyn b. Alî el-Beyhakî (öl. 458/1066) Muhaddis ve Şâfiî fakihi.
Şâban 384'te (Eylül 994) Nîşâbur'a bağlı Beyhak bölgesinin Hüsrevcird köyünde doğdu; bu sebeple Hüsrevcirdî nisbesiyle de anılır. Beyhak'ta büyüdü ve ilk tahsilini burada yaptı. On beş yaşında iken hadis okudu, daha sonra da fıkıh öğrenmeye başladı. Fıkıh ilminde hocası Ebu'l-Feth Nâsır b. Muhammed el-Mervezî'dir. Muhtelif hocalardan faydalanmak maksadıyla İsferâyin, Tûs, Hemedan, İsfahan, Rey, Nîşâbur, Bağdat, Küfe, Mekke gibi yerleri dolaştı. Hadisi diğer ilimlere tercih ederek sadece onunla meşgul olmaya başladı.
Hadis ilminin en önemli meselelerini Hâkim en-Nîsâbûrî'den öğrendi ve hocaları içinde en çok ondan faydalandı. Diğer hocaları arasında muhaddis, kelâm ve fıkıh âlimi İbn Fûrek, zâhid ve vâiz Harguşî, fakih ve muhaddis İbn Mahmiş, mutasavvıf Ebû Abdirrahman es-Sülemî, Ebû Hâzım el-Abdûyî, muhaddis, fakih ve kelâm âlimi Ebû İshak Rükneddin İsferâyînî, muhaddis Ebû Zer el-Herevî, muhaddis ve fakih Berkanî, İmâmuT-Haremeyn Cuveynî gibi meşhur âlimler bulunmaktadır. Tanınmış talebeleri arasında, şeyhu'l-kudât İbnu'l-Beyhakî diye bilinen oğlu İsmâil b. Ahmed, Hafidu'l-Beyhakî diye anılan torunu Ubeydullah b. Muhammed, Mekke ve Medine fakihi muhaddis Furâvî, Horasanlı muhaddis Zâhir b. Tâhir, muhaddis Ebu'l-Meâlî Muhammed b. İsmâil el-Fârisî sayılabilir.
Beyhakî, 406 (1015-16) yılından itibaren eserlerini telif etmeye başladı. Hadis ilmindeki sağlam bilgisi ve güçlü hâfızasıyla kendini kabul ettirdi. Hadislerde mevcut gizli kusurların tesbiti ile birbirine zıtmış gibi görünen rivayetlerin uzlaştırılmasında ve hadislerin fıkhını kavramada devrinin otoritesi oldu. Nîşâburlu âlimler kitaplarını, özellikle Marifetii's-sünen ve'l-âsâr'ım kendilerine okutmasını rica ettikleri için 441 (104-950) yılında bu maksatla Beyhak'tan Nîşâbur'a gitti. Bu şehre sonraları iki defa daha geldi. Beyhakî fıkıh ve usûl-i fıkıh sahalarında da devrinin otoritelerinden biriydi. Mensubu bulunduğu Şâfiî fıkhının üstünlüğünü savundu ve bu
Yazarı Hakkında
alanda değerli eserler verdi. Bu sebepledir ki İmâmu'l-Haremeyn Cuveynî, her Şâfiî fakihinin İmam Şâfiî'ye minnet borcu olduğunu, ancak mezhebini ve görüşlerini müdafaa etmek için Beyhakî'nin kaleme aldığı eserler sebebiyle İmam Şâfiî'nin ona minnettar olması gerektiğini söyler (İbn Asâkir, s. 266). Gerçekten de Beyhakî'nin eserleri sayesinde Şâfiî fıkhı daha geniş bir muhite yayılma ve tutunma imkânı bulmuştur. Zehebî'ye göre, geniş ilmi ve âlimler arasındaki ihtilâflara olan derin vukufu sebebiyle kendi adına bir mezhep kurup ictihad etmeyi arzu etseydi bunu mükemmel bir şekilde başarabilirdi. Onun ilimdeki yerini tesbite çalışan otoriteler, hem hadis hem de fıkıhtaki üstün mevkiine ve Eş'arî kelâmındaki geniş bilgisine özellikle işaret ettikten sonra çeşitli ilimlere vâkıf olduğunu, daha önce benzeri görülmeyen eserler verdiğini ve 1000 cüzü bulan eserlerinin hacmi itibariyle de seleflerini geçtiğini belirtirler. Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey zamanında (1040-1063) vezir Amîdulmülk'ün teşvikiyle Eş'arîler aleyhinde şiddetli bir takip başladığı zaman Eş'arî olması sebebiyle Beyhakî de İmam Kuşeyrî ve İmâmu'l-Haremeyn Cuveynî gibi yurdundan ayrılarak Mekke'ye sığındı.
Beyhakî 10 Cemâziyelevvel 458'de (9 Nisan 1066) Nîşâbur'da vefat etti. Cenazesi Beyhak'a nakledilerek doğduğu yer olan Hüsrevcird'de toprağa verildi. Beyhakî, dünya malına değer vermeyen zâhid bir âlimdi. İlim tahsili uğrunda ve hayatının daha sonraki devirlerinde çeşitli sıkıntılar çektiği halde bunlardan kimseye şikâyet etmezdi. Maddî imkânsızlık sebebiyle Tirmizî, Nesâî ve İbn Mâce'nin sünenlerine sahip olamadığı rivayet edilir. Hz. Peygamber'in ve ashabın örnek hayatını yaşamaya çalışırdı. Otuz yıl aralıksız oruç tuttuğu nakledilmektedir. İlmî tartışmalarda rakiplerine karşı son derece anlayışlı ve insaflı davranırdı.
KİTAP HAKKINDA
Marifettis sünen kitabı, isminden de anlaşılacağı üzere hadislerin illetleri ve fıkhın Nebevi kaynakları hususunda en önemli kaynaklardan biri sayılmaktadır.
Kitabı gözden geçiren okuyucu ya da araştırmacı, müellifinin sahip olduğu hadis metinleri ve isnâdların illetleri sahasındaki engin bilgi birikiminin farkında olacaktır. Bu da Beyhakî'nin, kendi döneminde ve sahasında tek ve otorite bir kişiliğe sahip olduğunun bir göstergesidir.
Siyer a'lâmi'n-nubelâ''da (18/167) anlatıldığı üzere eserleri arasında bu kitabın taşıdığı önem ve değer yüzünden Beyhakî, imamlar tarafından bu kitabını dinlemek için 441 H. senesinde Beyhak'dan Nisâbur'a çağırılmış ve bu maksatla kendisi için hazırlanan bir meclise taşınmıştır.
Kitabın önemi ve konusunun inceliği nedeniyle Beyhakî, bu eserinin başında uzunca bir mukaddime kaleme almış ve bu çalışmasını fıkıh konularına göre hazırlamıştır. Konuların sıralamasında ise Şâfiî mezhebinin ana kaynaklarından biri sayılan Müzenî'nin Muhtasar'ını esas almıştır.
Tabakâtu'ş-Şâfiîye'de (4/9) Sübkî, Ma'rifetu's-sünen'den "Hiçbir Şâfiî fıkıh adamının müstağnî olamayacağı bir eser" olarak sözetmektedir.
İbn Hacer de Şâfiî'nin hadis birikiminin tümüne ulaşmak isteyen Beyhakî'nin Ma'rifetü's sünen vel âsâr kitabına başvurması gerektiğini söylemiştir. Onun eski ve yeni mezhebine dayanak olan tüm rivayetlerine Ma'rife'de yer verildiğine dikkat çekmiştir.
İbn Kesîr ise Ma'rîfe'den "On ciltte toplanmış Şâfiî metinleri" olarak sözetmiştir.
Kitabın sunumu, tartışma/münazara formatında olup Şâfiî'nin kendine ait ve onun adına kaleme alman kitaplarda geçen sözleri ile buna muhalif olanların görüşlerini okuyucuya sunmaktadır. Buna ilaveten Şâfiî'nin kavillerini destekleyen başka rivayetleri de Beyhakî kendi isnâdı ile tahriç etmektedir. Ayrıca Şâfiî'nin ihtilaflı konulardaki görüş tercihlerini destekler mahiyette kendinden görüşler de belirtmiştir.
Kitabın göze çarpan bir yönü, Şâfiî'nin görüşlerine muhalif olan Tahâvî konusundaki reddiyelerinde oldukça sert bir üslup sergilemesidir. Bunun yam sıra Şâfiî'nin kanalıyla gelmeyen kendinden sevkettiği hadislerin isnâd hükümleri ve illetleri konusunda Beyhakî'nin çoğunlukla hükümler vermeyi ihmal etmediği dikkat çeken bir husustur. Özellikle metinler arasında uzunluk farkları, ilave metinlerin ve idrâcların detaylı bir şekilde verilmeye çalışıldığı görülmektedir. Hadis metinlerinin merfû ve mevkûf oluşları hakkında detaylı bilgi vermeye gayret göstermiştir ki Ma'rifetu's-Sünen bu yönleriyle Beyhakî'nin diğer eserlerinden farklılığını göstermektedir. Genelde her hadisi isnâdıyla irad etmekte, mütâbaat ve muhâlefet durumlarında isnâdları ihtisaren vermektedir.
Buhârî ve Müslim'in yam sıra Ebû Dâvud ile Tirmizî'nin kitaplarından kaynak göstermekte ve onların hangi ravi üzerinden mütabaat ettiklerini belirtmektedir.
Bazen de Buhârî ile Müslim'in sahih olmasına rağmen Sahih'lerine bu hadisleri almama nedenlerini dile getirmektedir.
Irak ulemâsının Hz. Ali'nin rivayetine muhalif görüşlerine dikkat çekmektedir.
Bazen de konuyu fazla uzatmamak için diğer büyük eserinden Sünen'e müracaat edilmesini istemektedir.
Bazı durumlarda Şâfiî'nin görüşüne dayanak olan rivayeti verip bunun mütâbiî ve şahitlerini vermeyip Sünen kitabına yönlendirmektedir.
Beyhakî, Ma'rife'nin sebeb-i telifi hususunda büyük eseri Sünen'in büyüklüğü ve uzunluğu nedeniyle fıkıh talebelerinin sıkıntıya düşmesini sebep göstermiş, usûl ve fürû'da Şâfiî'nin delil olarak göz önüne aldığı Nebevî kaynakları isnâdlarıyla birlikte kullanımına sunmayı amaçladığım dile getirmiştir.
Kitabın temel fikri olarak dikkat çeken bir husus ta Şâfiî'nin gerek merfû hadis, gerekse âsâr türünden hadisleri ele alırken durumu bilinmeyen ravilerin rivayetlerine itibar etmemesi ve illetli hadislerin üzerine fıkhi hükümler bina etmekten kaçınmasıdır. Kendi şartlarınca sahih olduğuna kanaat getirdiği her Nebevî bilgi onun için bağlayıcı bir hüküm değeri taşımaktadır.
Hadislerden hüküm çıkarırken çeşitli mütabaat ve şevâhid durumlarım göz önünde bulundurup Nebevi bilgi kaynağının güçlenmesini sağlamayı amaçlamıştır.
Beyhakî ise Şâfiî'nin eserlerinde irad ettiği kaynak olan rivayeti verdikten soma o rivayetin tahririni vermeye çalışmakta, İbn Mâce ve Nesâî dışında diğer Kutub-u Sitte yazarlarının eserlerinden olan tahrîc bilgilerini vermektedir.
Şâfiî'nin el-Ümm'ünde farklı başlıklar altında yer almış hadis ve hükümleri Ma'rife'de tek başlık altında bir arada verdiği de görülmektedir ki bu, Beyhakî'nin Şâfiî külliyatına olan derin hakimiyetinin bir göstergesidir.
Şâfiî, bir konuda farklı rivayetler varsa bunların tarihlerini göz önünde bulundurmuş ve nâsîh mensûh konuların gereken önemi vermiştir. Beyhakî de Şâfiî gibi onun bu tercihini güçlendirecek başka rivayet ve değerlendirmelere yer vermiştir
Hz. Peygamber'den sahih olarak kesinleşmiş durumlar var olduğunda bunlara muhalif hükümler içeren sahabi görüşlerini dikkate almamıştır.
Beyhakî'nin göze çarpan bir üslûbu da bir hadisin birden çok isnâdı varsa ravi zincirlerinden gerektiği yerlerde kısaltma yaparak bir sunumda bulunmasıdır. Biz bunları tercümede verirken hadis numaralarını bir araya getirmek suretiyle aktardık.
Ravilerin cerh ve tadil durumları hakkında oldukça detaylı bilgilerin verildiği de göze çarpmaktadır. Bunları bazen Beyhakî kendinden kısa ibarelerle bazen de Yahya b. Maîn, Yahya el-Kattân, Buhârî gibi ricâl konusunun uzmanlarından yaptığı alıntı ve nakillerle gerçekleştirmiştir.
Bazen de güvenilir iki ravi söz konusu olduğunda bunların aktardıkları metinleri kabul konusunda bu iki raviden ezberi güçlü olanı diğerine tercih ettiği görülmektedir.
Ayrıca rivayetlerin bir sahabi üzerinde merfû ve mevkûf olarak nakledilmesi meselesini çok güzel bir biçimde irdelediği göze çarpmaktadır.
Eserin en çarpıcı olan özelliklerden birisi de Şâfiî'nin atıfta bulunduğu ancak metnini zikretmediği durumlarda gizli kalan söz konusu dayanak hadisleri ortaya çıkarmaktaki maharetidir.
Hadis metinlerinde geçen lügat yönünden garib kelimelerin açıklaması için konunun kaynaklarından alıntılar yapılmaktadır.
Rivayetler arasındaki ihtilafları ve metin ızdırablarının çözümlerinde gösterdiği gayret de göze çarpmaktadır.
Şâfiî ve Hanefî ulemâsı arasındaki ihtilaflı konularda sert bir uslüp benimseyen Beyhakî, özellikle Tahâvî'nin Şerhu meâni'l-âsâ/mdaki değerlendirmelerini "Hz. Peygamber'in hadisini terk etti", "Hz. Ali'nin kavlini göz ardı edip aksini söyledi" "İlim ehlinden onların sözlerini rivayet edip sonra bunlara muhalefet etti" "Hadis ve âsâra ittibâ ettiğini söylüyor, ancak biz onun bunu terk ettiğini görüyoruz" gibi sözlerle eleştirmektedir.
MA'RİFETU'S-SÜNEN VE'L-ÂSÂR
BİSMİLLÂHİRRAHMÂNİRRAHÎM
Bana yeten ve Âlemlerin Rabbi olan Allah'a hamdolsun! Resulü Muhammed'e (sallallahu aleyhi vesellem) ve ailesine de salâtu selâm olsun!
- Şâfiî der ki: Yüce Allah'a tüm nimetlerinden dolayı layığıyla ve gerektiği gibi hamdederim. Şahadet ederim ki Allah'tan başka ilah yoktur. Tektir ve odaksızdır. Muhammed (sallallahu aleyhi vesellem) O'nun kulu ve Resûlü'dür. Hikmet sahibi ve her türlü övgüye layık zât tarafından, kendisine hiçbir taraftan batılın karışamayacağı Azîz olan bir Kitâb'la gönderilmiştir.
- Yüce Allah dilediklerini önce Kitâb'ıyla, sonra da Peygamber'inin (sallallahu aleyhi vesellem) diliyle doğru yola iletmiştir. Kendilerine elçiler göndererek de insanlara bu yönde mazeret sunma hakkı bırakmamıştır. Yüce Allah bu konuda: "İnsanlara, kendilerine indirileni açıklaman ve onların da (üzerinde) düşünmeleri için sana bu Kur'ân'ı indirdik"1 buyurmuştur.
- Yine: "Bu Kitâb'ı da sana, her şey için bir açıklama, bir hidayet ve rahmet kaynağı ve müslümanlar için bir müjde olarak indirdik"2 buyurmuştur.
4- Yüce Allah insanlara, buyruklarını yerine getirmeyi ve Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi vesellem) sünnetlerine uymayı farz kılmıştır. Bu yönde de: "Allah ve Resulü bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış bir erkek ve kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Resûlü'ne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur"3 buyurmuştur.
1 Nahl Sur. 44
2 Nahl Sur. 89
3 Ahzâb Sur. 36
- Yüce Allah bununla kendi buyrukları ile Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi vesellem) emirlerini terk etmenin masiyet olduğunu bildirmiş, bu buyruk ve emirlere uyma dışında bir seçenek bırakmamıştır.[1]
- Yüce Allah, Resûlullah'a da (sallallahu aleyhi vesellem): "Rabbinden sana vahy edilene uy"[2] buyurmuştur.
7- Yine- "Aralarında, Allah'ın indirdiği ile hükmet"[3] buyurmuştur.
- Yine bu yönde: "Ey Dâvud! Biz seni yeryüzünde halife yaptık. O halde insanlar arasında adaletle hükmet"[4] buyurmuştur.
- Birine de ancak hak olan şeyin ne olduğu bildirildikten sonra hak ile hükmetmesi emredilebilir. Hak olan şey de ancak Yüce Allah tarafından nass ile veya onun delâletiyle bilinebilir.
- Yüce Allah, hakkı Kitâb'ında sonra da Peygamber'inin (sallallahu aleyhi vesellem) sünnetinde kılmıştır. Bundan dolayı kişinin karşılaşabileceği her bir durum konusunda mutlaka Kurtân'da bir nass vardır veya genel mânâda (mücmel) bir işaret vardır.
- Yüce Allah'ın haram ile helalleri nass ile sâbittir. Örneğin âyetle[5] kişinin kendi annesi, kızı, kız kardeşi, halası, teyzesi gibileriyle evlenmesini haram, bunların dışında kalan kadınlarla evlenmesini ise mubah kılmıştır.
- Aynı şekilde ölü etini, kanı, domuz etini, açık veya gizli her türlü çirkin işi haram kılmıştır.
- "Namaz kılmaya kalktığınız zaman yüzlerinizi, dirseklerinize kadar ellerinizi yıkayın..."[6] âyetiyle abdest almayı emretmiştir.
- Yüce Allah abdest konusunda, benzeri diğer konularda olduğu gibi yapılması gerekene delâletle yetinmiştir.
- Mücmel olarak gelen emirler, namaz, zekat, hac gibi konulardadır. Burada da Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) namazın nasıl kılınacağını, sayısını, vakitlerini ve bu namazlara yönelik yapılması gerekenleri açıklamıştır. Aynı şekilde zekatın nasıl olduğunu, hangi mallardan hangi vakitlerde verileceğini ve miktarını açıklamıştır. Yine haccın nasıl ve ne şekilde ifa edileceğini, hacca giriş ile hacdan çıkışın nasıl olacağını açıklamıştır.
- "Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi vesellem) açıklamaları Allah'ın emirleri gibi sayılıp kabul edilebilir mi?" diye sorulacak olursa da şöyle deriz:
Evet! Âyetlerde mücmel olarak dile getirmesinden dolayı kabul edilir. Bunun yanında Yüce Allah, Resûlullah'a (sallallahu aleyhi vesellem) itaati farz kılmıştır. Bundan dolayı Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi vesellem) bu emirlere yönelik açıklamalarını da Allah'tan gelmiş gibi kabul ederiz. Zira Yüce Allah: "Peygamber size ne verdiyse onu alın, neyi de size yasak ettiyse de ondan uzak durun"[7] buyurmuştur. Yine: "Peygamber'e itaat eden, Allah'a itaat etmiş olur"[8] buyurmuştur.
- "Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi vesellem) sünneti vahiy midir?" diye sorulacak olursa da: "Bunu en iyi Allah bilir" deriz.
- Şâfiî der ki: İbn Tâvus'un bildirdiğine göre babası Tâvus'un yanında, diyet konusunda nazil olan vahiyleri derleyen bir kitap vardır.[9]
Resûlullah'ın da (sallallahu aleyhi vesellem) zekat ve diyete yönelik her bir emri nazil olan bir vahye dayanmaktadır.
- Şâfiî der ki: "Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi vesellem) sünnet olarak ortaya koyduğu her bir şey mutlaka bir vahye dayalıdır. Ancak bu vahiylerden bir kısmı okunacak (metluv) şekildedir. Bir kısmı da Resûlullah'a (sallallahu aleyhi vesellem) inip, onun uygulamasıyla sünnet olarak karşımıza çıkmıştır."
1 Haşr Sur. 7
2 Nisâ Sur. 80
3 Şâfiî, el-Ümm (7/271) ileMtisned (s. 90).
Şâfiî der ki: Muttalib b. Hantab'ın bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurmuştur: "Yüce Allah'ın size emrettiği her şeyi ben de size emredip bildirdim. Yüce Allah'ın size yasakladığı her şeyi de size yasaklayıp bildirdim. Rûhu'l-Emîn kalbime, her bir canın kendisine takdir edilen rızkı tam olarak almadan ölmeyeceğini indirdi. Bundan dolayı bu rızkı helal yoldan isteyin. "[10]
- Şâfiî der ki: "Hakkında okunan Kurtân âyeti bulunmayan konuların Yüce Allah'ın emriyle Cebrâil tarafından Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi vesellem) kalbine bırakıldığı, bunun da Allah Resulü (sallallahu aleyhi vesellem) için bir çeşit vahiy olduğu söylenmiştir."
- Yine: "Yüce Allah, Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi vesellem) insanları doğru yola ileteceğine dair şahadette bulunmuşsa ona sünnet ortaya koyma hakkı da tanımıştır" denilmiştir.
- Hangisini kabul edersek edelim Yüce Allah insanlara ona itaati farz kılmış, Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi vesellem) ortaya koyduğu sünnet ile emirler konusunda onlara başka bir tercih hakkı tanımamıştır.
- Şâfiî der ki: "Yüce Allah dini, buyrukları ve Kitâb'ına yönelik Resûlullah'ı (sallallahu aleyhi vesellem) yine bizzat kendi bildirdiği bir konuma yerleştirmiştir. Hz. Peygamberce (sallallahu aleyhi vesellem) itaat etmeyi farz, karşı gelmeyi haram kılmış, Resûlü'ne imanı kendisine imanla bir sayarak bu yönde üstünlüğünü vurgulamıştır. Bu açıdan Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem), Yüce Allah'ın dininin bayrağıdır."
- Bu yönde Yüce Allah: "Şu halde Allah'a ve peygamberlerine iman edin. «(Tanrı) üçtür» demeyin. Kendi iyiliğiniz için bundan vazgeçin.
Allah ancak bir tek Allah'tır. O, çocuğu olmaktan münezzehtir"[11]buyurmuştur.
- Yine: "Doğrusu Allah'a ve Peygamberine inanan müminler, Peygamberle beraber bir işe karar vermek için toplandıklarında, ondan izin almaksızın gitmezler"[12] buyurmuştur.
- Bu şekilde Yüce Allah, başlangıç olarak her şeyden önce gelen imanın tam olmasını Allah'a, ardında da Resûlü'ne imana bağlamıştır.[13]
- Mücâhid, "Senin şanını yüceltmedik mi?"[14] âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Ben anıldığım zaman sen de benimle birlikte anılacaksın, anlamındadır. Bu da «Allah'tan başka ilah olmadığına, Muhammed'in de Allah'ın Resûlü olduğuna şahadet ederim» şeklindeki söz iledir."[15]
- Şâfiî der ki: Yüce Allah vahyi ile Resûlü'nün sünnetine tâbi olmayı insanlara farz kılmış ve bu yönde: "Andolsun ki Allah, müminlere kendi içlerinden, onlara âyetlerini okuyan, onları arıtıp tertemiz yapan, onlara kitab ve hikmeti öğreten bir peygamber göndermekle büyük bir lütufta bulunmuştur. Oysa onlar, daha önce apaçık bir sapıklık içinde idiler"[16] buyurmuştur. Başka ayetlerde de bu şekilde kitab ile hikmeti zikretmiştir.[17]
- Şâfiî der ki: "Yüce Allah bu âyetlerde kitabı zikretmiştir ki o da Kufân'dır. Kufân âlimlerinden kendisine güvendiğim birinden işittiğime
göre de âyetlerdeki hikmetten kasıt, Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi vesellem) sünnetidir."[18]
- Yüce Allah: "Ey iman edenler! Allah'a itaat edin. Allah Resûlü'ne ve sizden olan ulu'l-emre de itaat edin. Eğer Allah'a ve âhiret gününe gerçekten inanıyorsanız bir konuda anlaşmazlığa düştüğünüz zaman onu Allah'a ve Resûlü'ne arz edin"[19] buyurur.
- Âlimlerden biri âyetteki ulu'l-emriden kastın, Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi vesellem) göndermiş olduğu ordu komutanları olduğunu söylemiştir. Doğrusunu Allah bilir, ancak bize ulaşan rivayetler de bunu yöndedir.
- Allah doğrusunu bilir, bunun anlamı söz konusu âlimin dediği gibidir. Zira o zamanlarda Mekke ve çevresi Arap kabilelerinde emirlik bilinen bir statü değildi. Ancak birilerine emîr gibi itaat etmeleri de görülen bir durumdu. Resûlullah'a (sallallahu aleyhi vesellem) itaat emredilince de Müslümanlar, Allah Resûlü (sallallahu aleyhi vesellem) dışında birine itaati gerekli görmemişlerdir. Bundan dolayı da bu âyetle Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi vesellem) görevlendirdiği kişilere itaat etme emredilmiştir. Bu da mutlak bir itaat değil, sadece verilen görevle sınırlı olan bir itaatti.
Buna göre "Bir konuda anlaşmazlığa düştüğünüz zaman onu Allah'a ve Resûlü'ne arz edin"[20] buyruğunda kast edilen —Allah doğrusunu bilir— Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi vesellem) görevlendirdiği kişi ile bu kişiye itaat etmeleri istenen kişiler arasında bir anlaşmazlık çıkması durumudur. Böylesi bir durumda anlaşmazlığa konu olan sorunun Yüce Allah'ın buyrukları ile Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi vesellem) sözlerine arz edilip bu çerçevede çözülmesi emredilmiştir.
- Devamında Şâfiî şöyle der: Yüce Allah Müslümanlara, Resûlullah'a (sallallahu aleyhi vesellem) itaatin kendisine itaat olduğunu bildirmiş, bu yönde: "Hayır; Rabbi'ne and olsun ki, aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem tayin edip, sonra senin verdiğin hükmü içlerinde bir sıkıntı duymadan tamamen kabul etmedikçe inanmış olmazlar"[21] buyurmuştur.
1 Şâfiî, er-Risâle (s. 78).
2 Nisâ Sur. 59
- Şâfiî der ki: "Doğrusunu Allah bilir, ancak bize bildirilene göre adamın biri Zübeyfle bir tarla konusunda Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi vesellem) huzurunda davalaşmış, Allah Resûlüde (sallallahu aleyhi vesellem) Zübeyfin lehine hüküm vermiştir. Bu âyet de aleyhine hüküm verilen bu adam konusunda nazil olmuştur."[22]