Stoktan Kargo
Kitap Meşhurların Son Anları
Yazar Burhan Bozgeyik
Yayınev Cihan Yayınları
Etiket Fiyatı 17 TL
Kağıt Cilt 2.Hamur, Karton kapak cilt
Sayfa Ebat 336 sayfa - 14x21 cm
Yayın Yılı 2010
ISBN 9789757656259
Cihan Yayınları Meşhurların Son Anları adlı
kitabı incelemektesiniz.
Burhan Bozgeyik Meşhurların Son Anları kitabı hakkında
yorumları oku yup
kitabın konusu,
özeti,
fiyatı, satış şartları bilgiyi geniş bir şekilde edinebilirsiniz.
Yaratan Rabbinin adıyla
oku . O, insanı " alak " dan yarattı.
Oku, Senin Rabbin en cömert olandır. Alak 1-2
TAKDİM
İmsanoğlu, "en güzel surette" yaratılmış olan mahluk... Gözleri, yüzün ön kısmına mütenâsib şekilde yerleştirilmiş. Biri alında, biri tepede değil. Ellerin biri göğüste, biri sırtta değil.
Alınlar tüylerle kaplı değil. Herşey yerli yerinde. Mükemmellik, güzellik, faydalılık birlikte... Bu şekilde güzel bir şekilde yaratılmış olan insanoğlu gün gelmekte son nefesini vermekte.
İnsanlar öldüğü gibi, şu dünyayı şenlendiren hayvanlar da, bitkiler de, ağaçlar da ölmekte. Gün gelecek şu "ihtiyar dünya" da ölecek.
İnsanoğlu ve bütün canlılar Acz-i mutlak ve fakr-ı mutlak içerisinde yuvarlanmakta...
Nedir "acz-i mutlak", yani "mutlak acizlik" hâli?.. Zaman bir ip, bir sinema şeridi gibi insanın, canlıların, mahlukatın boynuna takılmış. Ondan kurtulmak mümkün değil. Zaman, bütün canlıları mağlup eden bir ip gibidir. Vakit dolunca o iple çekip götürüyor.
Bütün belâ ve musibetlerin ana menbâı, zamandır. Zaman durmayınca, durdurulamayınca ölüm gelecektir. Bu, iki kere iki dört eder derecesinde bir hakikattir. Durmayan, durdurulamayan zaman, insanı öldürdüğü gibi, âlemi de öldürecektir.
Haydi bakalım "güç sahipleri" gücünüz varsa zamanı durdurun!.. Zamanı durdurmak için; Güneşi durdurmak, ayı durdurmak, dünyaya durdurmak lazım. Geceyi, gündüzü, mevsimleri, saniyeyi, dakikaya, saati kaldırmak lazım. Çekirdeğin, molekülün, atomun hareketini durdurmak lazım. Yenilen, içilen maddelerin sabit maddeler haline gelmesi, yani vücuttan atılmaması lazım. Peki bu mümkün mü?.. Değil elbette. İşte acz-i mutlak budur. Yani, ölüme, belâya, yaşlanmaya karşı âcizlik halidir. Aczini anlayan insan, "ölümden kurtuluş çaresi" aramaya başlar.
Peki "Fakr-ı mutlak" nedir? Yani, "mutlak fakirlik hali" deyince ne anlıyoruz? Fakirlik yalnızca para cihetinden, maddî cihetten fakir olmak demek değildir.
İnsan vücudunda her gün milyonlarca zerre, hücre ölmektedir. Günde binlerce, onbinlerce, yüzbinlerce zerre ölür, gider. Yerine yenisinin gelmesi lazım. Meselâ gözün içerisinden bir zerre çıktı. Peki o ölüp giden zerrenin, hücrenin yerine gelecek yeni bir zerreyi kim mideden dolaştırıp gözün içerisine getirip yerleştirecek ve o bir tek zerreye "görme" dersini verecek?
İşte insanoğlu, bunun gibi, vücudun her gün, her an karşılanması gereken milyonlarca ihtiyaçlarını düşünmelidir. Bu ihtiyaçlarımızı kimden isteyeceğiz? Güneşten, aydan, vs.'den mi?
İnsanlar ve bütün canlılar mutlak fakirlik içerisindedir. Muhtaç durumdadır. Ve haberimiz dahi olmadan bu ihtiyaçları gideren birisi vardır.
Bu hakikatleri düşünen ve çevresinde sevdiklerinin öldüğünü gören insan acır. Annesinin, babasının, kardeşlerinin, çocuklarının, sevdiği kim varsa onlann ölümünü görür ve acır.
Mü min olan, kendisine bakar, vücudunda milyonlarca zerrenin ölümünü görür. Kendisinin de zaman denilen ip vasıtasıyla her an ölüme biraz daha yaklaştığını görür. Bu ölüm düşüncesi onu yakar. Taş acımaz, inek acımaz, güneş acımaz. Ama insan aczini göre göre acır. Bu âlemi yokluktan kurtarma çaresi arar. Birden Tevhid-i İlâhiyi bulur. Âlemi ölümden kurtaracak Alah'a yönelir. Cenab-ı Hakka iştiyak duyar, şevkle Allah'a yönelir. Allah'ı bulunca, "Âmentü Billahi ve bil yevmi'l Âhiri" der. Yani Allah'a ve âhiret gününe olan inancını dile getirir. Şefkat, yani acımak şevke inkılap eder. "Madem bu kâinatın Sahibi, bizi imtihan için bu dünyaya göndermiş olan Allahu Teâlâ bizlere Cenneti hazırlamış, inananlar oraya gidiyor, öyleyse acımaya değmez" diyerek teselli bulur.
Mü'min, Bu dünyayı ebedî âlemin tezgahı olarak görür. Kendisinin o ebedî âleme dâvetli olduğunu unutmaz. "Bu dünya. Kâinatın Sahibi olan Allah'ın bir misafirhanesidir. Kerim bir Zâta misafiriz. O bizi ebedî âleme dâvet etmiş. Öyleyse ölüme üzülmek yersizdir. Yapacağımız iş, bu 'dünya sarayının' sahibinin emri istikametinde hareket edip O'nu râzı etmek ve buradan çok daha güzel ve hiç ölünmeyecek mekâna kavuşmayı hak etmektir" der. Musibetleri, belâları, saçındaki beyazlıkları bir "îkaz" olarak görür.
Mü'min olmayanlarsa, yani Tevhidi îmana sahip olmayan, Âhiretin varlığını, öldükten sonra dirilmeyi kabul etmeyen insanlarsa, her an, her saniye, bir "cellat satırı" gibi gördükleri ölümle yüzyüze geleceklerini düşünerek titrerler. Zaman ipinin kendilerini ve sevdiklerini çeke çeke mezara doğru götürdüğünü görerek ürperirler. Ne kadar zengin olurlarsa olsunlar, kendilerinin ve yakınlarının bazı hücrelerinin yenilenmemesi, vücudun zarûrî ihtiyaç maddelerinin noksan olması karşısında türlü hastalıklarla, felç hâdisesiyle, görme bozulduğuyla karşı karşıya kalınca dehşete kapılırlar. Ama gözleri, kulakları, kalpleri mühürlü olduğu için gerçeği göremezler. Çareyi, alkol, uyuşturucu ve sefahetle akıllarını uyuşturmakta, düşüncelerini iptal etmekte bulurlar. Tıpkı "avcı beni görmesin!" diye başını kuma gömen devekuşu gibi...
Öyle dehşetli bir zamanda yaşamaktayız ki, "gaflet" mü'minlerin de her yanını, bütün hislerini sarabilmekte. Çoğu zaman "ölüm gerçeğini" unutturabilmekte. Halbuki her gün yüzlerce, binlerce, onbinlerce vefat hâdisesi olmakta. Bu gerçeği bilmesine, gözüyle görmesine rağmen, yine de "ölümden sonraki hayat" için hazırlık yapmakta ihmalkâr davranabilmekte.
Her ne hikmetse insanoğlu, çoğu defa bir meşhurun ölümü üzerine sanki bir şoka girmekte. İğneyle dürtülmüşçesine bir an için uyanıvermekte. "Ölüm varmış!" diye düşünüvermekte.
İşte "Meşhurların Son Anlan" ismini verdiğimiz bu çalışmanın mühim bir gâyesi, o "şok ânının" geçici değil daimî olmasını sağlamak, "ölüm gerçeğini" hafızalarda, dimağlarda canlı tutmayı temin etmektir.
Bu yedinci baskıda, son birkaç yılda dünyadan göçmüş olan "meşhurlara" da yer verdik. İnsanoğlu o kadar tuhaf ki, kendi yaşadığı zamandan önceki milyarlarca ölüm hâdisesinin varlığını bilmesine, pek çok meşhurun da ibretli şekilde can verdiğini öğrenmesine rağmen yine de kendisi için gerekli dersi çıkartmamakta, daha doğrusu nefis o dersi almasına engel olmaktadır. Ancak, kendisinin de çok yakından tanıdığı meşhurların gözünün önünde son yolculuğa çıktığını görmesi bir istisna teşkil edebilir diye düşünüyoruz. Bu baskıda, medya vasıtasıyla günümüz insanının iyice âşine olduğu bazı isimlerin son anlarını da nakletmeye çalıştık. Ayrıca, "nisyan ile malul olan hafıza-i beşerin" unutup gittiği bazı meşhurları çıkardık. Bazı bahisleri yeniden gözden geçirdik.
Ne mutlu, "Her nefis ölümü tadacaktır" gerçeğini her an göz önünde bulunduranlara. Mutlak acz, mutlak fakr içerisinde bulunduklarını anlayıp şevkle Allah'a yönelenlere...
Dünya dönmeye devam ediyor. Dünya döndükçe zaman çarkı da işliyor. Bir sinema şeridi gibi insanın boynuna dolanan zaman, onu çeke çeke kabre doğru götürüyor. Mü'mini de, münkiri de, kralı da, zâlimi de o "zaman ipinden" boynunu kurtaramıyor. İnsan ne kadar meşhur olursa olsun, gün gelip "hayat filmi" noktalanıyor. Herkes lisanına göre, o film şeridi tükenen insanın hayat defterinin ardına, ya "the end", ya "son", ya da başka bir "sonu ifade eden" kelime yazıyor.
Bu yeni baskıdaki en son giden "meşhurlar"ın son anından da ibret alınması temennisiyle takdim ediyorum. Hürmetlerimle...
9 Ekim 1998
Burhan BOZGEYİK