Kitap Meyve Risalesi, Cep Boy
Yazar Bediüzzaman Said Nursi
Yayınevi RNK Neşriyat
Kağıt Cilt 2.Hamur kağıt - Karton Cilt
Sayfa Ebat 166 sayfa - 8x14 cm - Cep boy
Bediüzzaman Said Nursi RNK Neşriyat Meyve Risalesi kitabı nı incelemektesiniz.
Üstad Bediüzzaman Meyve Risalesi Risalesi kitabı hakkında yorumları oku yup kitabın konusu, özeti, fiyatı, satış şartları bilgiyi geniş bir şekilde edinebilirsiniz.
Yaratan Rabbinin adıyla oku . O, insanı " alak " dan yarattı. Oku, Senin Rabbin en cömert olandır. Alak 1-2
Herkesin, iman mukabilinde bu zemin yüzü kadar bağlar ve kasırlar ile müzeyyen ve bâki ve daimi bir tarla ve mülkü kazanmak veya kaybetmek davası başına açılmış. Eğer iman vesikasını sağlam elde etmezse kaybedecek. Ve bu asırda, maddiyyunluk taunuyla çoklar o davasını kaybediyor.
Âyetinin ihbarı ve sırrıyla, Yusuf Aleyhisselâm mahpusların piridir ve hapishane bir nev'i Medrese-i Yusufiye olur. Madem Risale-i Nur şakirdleri, iki defadır çoklukla bu medreseye giriyorlar; elbette Risale-i Nur'un hapse temas ve isbat ettiği bir kısım mes'elelerinin kısacık hülâsalarını, bu terbiye için açılan dershanede okumak ve okutmakla tam terbiye almak lâzım geliyor. İşte o hülâsalardan, beş altı tanesini beyan ediyoruz.
BİRİNCİSİ
Dördüncü Söz'de izahı bulunan, her gün yirmidört saat sermaye-i hayatı Hâlık'ımız bize ihsan ediyor; tâ ki, iki hayatımıza lâzım şeyler o sermaye ile alınsın. Biz kısacık hayat-ı dünyeviyeye yirmiüç saati sarfedip, beş farz namaza kâfi gelen bir saati, pek çok uzun olan hayat-ı uhreviyemize sarfetmezsek; ne kadar hi-lâf-ı akıl bir hata ve o hatanın cezası olarak hem kalbî, hem ruhî sıkıntıları çekmek ve o sıkıntılar yüzünden ahlâkını bozmak ve meyûsane hayatını geçirmek sebebiyle, değil terbiye almak, belki terbiyenin aksine gitmekle ne derece hasâret ederiz, kıyâs edilsin.
Eğer, bir saati beş farz namaza sarfet-sek; o halde hapis ve musibet müddetinin her bir saati, bazen bir gün ibadet ve fâni bir saati, bâki saatler hükmüne geçebilmesi ve kalbî ve ruhî meyusiyet ve sıkıntıların kısmen zevâl bulması ve hapse sebebiyet veren hatalara keffâreten affettirmesi ve hapsin hikmeti olan terbiyeyi alması ne derece kârlı bir imtihan, bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellidârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün...
Dördüncü Söz'de denildiği gibi; bin lira ikramiye kazancı için, bin adam iştirak etmiş bir piyango kumarına yirmidört lirasından beş on lirayı veren ve yirmi-dörtten birisini ebedî bir mücevherât hazinesinin biletine vermeyen -halbuki dünyevî piyangoda o bin lirayı kazanmak ihtimali binden birdir, çünkü bin hissedar daha var- ve uhrevî mukadderât-ı beşer piyangosunda, hüsn-ü hâtimeye mazhar ehl-i îman için kazanç ihtimali binden dokuzyüz doksandokuz olduğuna yüzyirmi dört bin enbiyanın ona dair ihbarını keşf ile tasdik eden evliyâdan ve asfiyadan hadd ü hesaba gelmez sâdık muhbirler haber verdikleri halde, evvelki piyangoya koşmak, ikincisinden kaçmak; ne derece maslahata muhâlif düşer mukayese edilsin.
Bu mes'elede hapishane müdürleri ve sergardiyanları ve belki memleketin idare müdebbirleri ve âsâyiş muhafızları Risale-i Nur'un bu dersinden memnun olmaları gerektir. Çünkü bin mütedeyyin ve Cehennem hapsini her vakit tahattur eden adamların idare ve inzibatı on namazsız ve itikadsız, yalnız dünyevî hapsi düşünen ve haram helâl bilmeyen ve kısmen serseriliğe alışan adamlardan daha kolay olduğu çok tecrübelerle görülmüş.
İKİNCİ MES'ELENİN HÜLÂSASI
Risale-i Nur'dan Gençlik Rehberi'nin güzelce izah ettiği gibi, ölüm o kadar kat'î ve zâhirdir ki; bugünün gecesi ve bu güzün kışı gelmesi gibi ölüm başımıza gelecek. Bu hapishane nasılki mütemadiyen çıkanlar ve girenler için muvakkat bir misafirhanedir; öyle de, bu zemin yüzü dahi, acele hareket eden kafilelerin yollarında bir gecelik konmak ve göçmek için bir handır. Her bir şehri yüz defa mezaristana boşaltan ölüm, elbette hayattan ziyâde bir istediği var. İşte bu dehşetli hakikatin muammasını Risale-i Nur hâl ve keşfetmiş. Bir kısacık hülâsası şudur:
Madem ölüm öldürülmüyor ve kabir kapısı kapanmıyor; elbette bu ecel celladının elinden ve kabir haps-i münferidinden kurtulmak çaresi varsa, insanın en büyük ve her şeyin fevkinde bir endişesi, bir mes'elesidir. Evet çaresi var ve Risale-i Nur, Kur'ân'ın sırrıyla o çareyi "iki kerre iki dört eder" derecesinde kat'î isbat etmiş. Kısacık hülâsası şudur ki:
Ölüm ya îdam-ı ebedîdir; hem o insanı, hem bütün ahbabını ve akaribini asacak bir darağacıdır. Veyahut başka bir bâki âleme gitmek ve îman vesikasıyla saadet sarayına girmek için bir terhis tezkeresidir. Ve kabir ise, ya karanlıklı bir haps-i münferit ve dipsiz bir kuyudur. Veyahut bu zindan-ı dünyadan bâki ve nurani bir ziyafetgâh ve bağistana açılan bir kapıdır. Bu hakikati "Gençlik Rehberi" bir temsil ile isbat etmiş.
Meselâ; bu hapsin bahçesinde asmak için darağaçları konulmuş ve onların dayandıkları duvarın arkasında gayet büyük ve umum dünya iştirak etmiş bir piyango dairesi kurulmuş. Biz bu hapisteki beşyüz kişi, her halde hiç müstesnası yok ve kurtulmak mümkün değil, bizi birer birer o meydana çağıracaklar: Ya "Gel îdam ilânını al, darağacına çık!" veya "Dâimî haps-i münferit puslasını tut, bu açık kapıya gir!" veyahut "Sana müjde! Milyonlar altın bileti sana çıkmış, gel al!" diye her tarafta ilânatlar yapılıyor. Biz de gözümüzle görüyoruz ki, birbiri arkasında o darağaçlarına çıkıyorlar. Bir kısmın asıldıklarını müşâhede ediyoruz. Bir kısmı da, darağaçlarını basamak yapıp o duvarın arkasındaki piyango dairesine girdiklerini, orada büyük ve ciddî memurların kat'î haberleri ile görür gibi bildiğimiz bir sırada, bu hapishanemize iki heyet girdi.
Bir kafile ellerinde çalgılar, şaraplar, zahirde gayet tatlı helvalar baklavalar var Bizlere yedirmeye çalıştılar. Fakat o tatlılar zehirlidir. İnsî şeytanlar içine zehir atmışlar.
İkinci cemaat ve heyet, ellerinde terbiyenâmeler ve helâl yemekler ve mübarek şerbetler var. Bize hediye veriyorlar ve bilittifak beraber, pek ciddî ve kat'î diyorlar ki:
"Eğer o evvelki heyetin sizi tecrübe için verilen hediyelerini alsanız, yeseniz; bu gözümüz önündeki şu darağaçlarda başka gördükleriniz gibi asılacaksınız. Eğer bizim bu memleket Hâkim'inin fermânıyla getirdiğimiz hediyeleri evvelkinin yerine kabul edip ve terbiyenamelerdeki duaları ve evradları okusanız, o asılmaktan kurtulacaksınız. O piyango dairesinde ihsan-ı şahâne olarak her biriniz milyon altın biletini alacağınızı, görür gibi ve gündüz gibi inanınız. Eğer o haram ve şüpheli ve zehirli tatlıları yeseniz, asılmağa gittiğiniz zamana kadar dahi o zehirin sancısını çekeceğinizi, bu fermânlar ve bizler müttefikan size kat'î haber veriyoruz." diyorlar.
İşte bu temsil gibi, her vakit gördüğümüz ecel darağacının arkasında mukadderât-ı nev'-i beşer piyangosundan ehl-i îman ve taât için -hüsn-ü hatime şartıyla- ebedî ve tükenmez bir hazinenin bileti çıkacağını; yüzde yüz ihtimal ile sefahet ve haram ve itikadsızlık ve fıskta devam edenler -tövbe etmemek şartıyla- ya îdam-ı ebedî (âhirete inanmayanlara) veya daimî ve karanlık haps-i münferit (bekâ-i ruha inanan ve sefahette gidenlere) ve şekâvet-i ebediye ilâmını alacaklarını yüzde doksandokuz ihtimal ile kat'î haber veren, başta ellerinde nişâne-i tasdik olan hadsiz mucizeler bulunan yüz-yirmidört bin peygamberler ve onların verdikleri haberlerin izlerini ve -sinemada gibi- gölgelerini, keşf ile, zevk ile görüp tasdik ederek imza basan yüzyirmi-dört milyondan ziyade evliyâlar (kadde-sallahü esrârehüm) ve o iki kısım meşâ-hir-i insaniyenin haberlerini aklen kat'î bürhanlarla ve kuvvetli hüccetlerle -fikren ve mantıkan- yakînî bir surette isbat ederek tasdik edip imza basan milyarlar gelen geçen muhakkikler(*), müçtehid-ler ve sıddıkînler; bil'icma, mütevatiren nev'-i insanın güneşleri, kamerleri, yıldız-
(*): O muhakkiklerden tek birisi Risale-i Nur'dur. Yirmi senedir en muannit feylesofları ve mütemerrit zındıkları susturan eczaları meydandadır. Herkes okuyabilir ve kimse itiraz etmez...
ları olan bu üç cemaat-ı azîme ve bu üç taife-i ehl-i hakikat ve beşerin kudsî kumandanları olan bu üç büyük ve âlî heyetlerin fermânları ile verdikleri haberleri dinlemeyen ve saadet-i ebediyeye giden, onların gösterdikleri yol olan sırât-ı müstakimde gitmeyenler, yüzde doksan-dokuz dehşetli tehlike ihtimalini nazara almayan ve bir tek muhbirin bir yolda "tehlike var" demesiyle o yolu bırakan, başka uzun yolda hareket eden bir adam, elbette ve elbette vaziyeti şudur ki:
İki yolun -hadsiz muhbirlerin kat'î ihbarları ile- en kısa ve kolayı ve yüzde yüz Cennet ve saadet-i ebediyeyi kazandıranı bırakıp en dağdağalı ve uzun ve sıkıntılı ve yüzde doksandokuz cehennem hapsini ve şekâvet-i daimeyi netice veren yolunu ihtiyar ettiği halde, dünyada iki yolun, bir tek muhbirin yalan olabilir haberiyle yüzde bir tek ihtimal tehlike ve bir ay hapis imkânı bulunan kısa yolu bırakıp, menfaatsiz -yalnız zararsız olduğu için-uzun yolu ihtiyar eden bedbaht, sarhoş divaneler gibi dehşetli ve uzakta görünen ve ona musallat olan ejderhalara ehemmiyet vermez, sineklerle uğraşıyor, yalnız onlara ehemmiyet verir derecede aklını, kalbini, ruhunu, insaniyetini kaybetmiş olunur.
Madem hakikat-ı hal budur., biz mahpuslar, bu hapis musibetinden intikamımızı tam almak için o mübarek ikinci heyetin hediyelerini kabul etmeliyiz. Yani, nasılki bir dakika intikam lezzeti ve birkaç dakika veya bir iki saat sefahet lezzetleriyle bu musibet; bizi onbeş ve beş ve on ve iki üç sene bu hapse soktu, dünyamızı bize zindan eyledi. Biz dahi bu musibetin rağmına ve inadına, bir iki saat müddet-i hapsi bir iki gün ibadete ve iki üç sene cezamızı -mübarek kafilenin hediyeleriyle-yirmi otuz sene bâki bir ömre ve on ve yirmi sene hapiste cezamızı milyonlar sene cehennem hapsinden affımıza vesile edip fâni dünyamızın ağlamasına mukabil, bâki hayatımızı güldürerek bu musibetten tam intikamımızı almalıyız. Hapishaneyi terbiyehane gösterip vatanımıza ve milletimize birer terbiyeli, emniyetli, menfaatli adam olmağa çalışmalıyız. Ve hapishane memurları ve müdürleri ve müdebbirleri dahi, câni ve eşkiya ve serseri ve katil ve sefahetçi ve vatana muzır zannettikleri adamları, bir mübarek dershanede çalışan talebeler görsünler ve müftehirâne Allah'a şükretsinler.
Bediüzzaman Said Nursi Meyve Risalesi kitabı nı incele diniz.