Kitap Mufassal Tarihçei Hayat - 2.EL
Yazar Abdülkadir Badıllı
Yayınevi İttihad Yayınları
Kağıt - Cilt Sarı Şamua - 3 Cilt Set, Bez Cilt
Sayfa - Ebat 2.295 Sayfa - 17x24 cm
Yayın Yılı 2019 - 2.EL
2.EL, EKSİĞİ YOK, RESİMDEKİNİN AYNISI, TEMİZ, İADE GARANTİLİ
Abdülkadir Badıllı tarafından yazılan Mufassal Tarihçei Hayat adlı kitabı incelemektesiniz.
Mufassal Tarihçei Hayat kitabı hakkında yorumları okuyup kitabın konusu, özeti, fiyatı, satış şartları hakkında bilgiyi geniş bir şekilde edinebilirsiniz.
Yaratan Rabbinin adıyla oku . O, insanı " alak " dan yarattı. Oku, Senin Rabbin en cömert olandır. Alak 1-2
Mufassal Tarihçei Hayat
Bediüzzaman Said Nursî'yi tanıtmada böyle bir eser yazılmasının sebebi, bu zâtın bütün eserlerinin büyük kısmında mukni' delillerle Allah'a, dine ve sünnet-i seniyyeye bağlanmaya vesile olmasıdır. Bu nokta-i nazardan böyle zâtların şahs-i mâneviyelerini göstermede ne kadar gayret gösterilse de ifrat sayılmaz. Çünkü dine bağlanmayı netice veriyor. Bilhassa halkın dînî istifadesini önlemek için, dîne muarız cereyanlar böyle mürşid zâtlara hücum gösterirlerse, o zâtı tam müdafaa etmek zarureti doğar. Tâ ki halk aldatılıp, o zâttan istifade imkânını kaybetmesin. Evet, yarım asırdan beri, Bediüzzaman ve Risale-i Nur aleyhinde bilerek veya bilmeyerek mütemadi ve dehşetli tenkid ve propagandalar ile halkı ürkütüp kaçırmak, dinî hakikatların öğretilmesine mâni olmak plânları tatbik edilmiştir. Bu durum karşısında münsif her müslüman için en azından manen ve kalben bu taarruzu protesto etmek, dinî ve vicdanî bir vazife olur. Risale-i Nur ve onun müellifine yapılan haksız hücumlardan vicdan-i umumînin tepkisini endişe eden gizli münafıklar, "Bediüzzaman çok medhediliyor" gibi sözlerle bazı safdilleri aldatıp onlar vasitasiyle bu gibi sözleri işaa ettirmek Bediüzzaman'ı manevî cihadında müdafaasız bırakmak istemişlerdir. Binaenaleyh böyle ideolojik cereyanların faal olduğu devrelerde ehl-i dinin gayet müteyakkız bulunmaları gerektir. Bu cereyanlar mensub oldukları başlarım her vesile ile haksız ve aşırı medih ve propagandalarla ilân ederlerken, insaf ve bîtaraflık deyip İslâm büyüklerini lâyık oldukları halde müdafaa etmemek çok yanlış olur.
.........
AĞABEYLERDEN BİR MEKTUP
Azîz Sıddîk fedakâr kardeşimiz Abdülkadir Efendi'ye.. Büyük gayret ve titizlikle hazırladığınız Tarihçe-i Hayat'ın neşri hususunda yazdığınız ve bazı şartları muhtevi mektubunuzu okuduk.
Evvela: Sizin sadâkat ve fedakârlıkla ve Hazret-i Nur Üstadımızın ve Risale-i Nur'un mânâ ve hukukunu korumadaki hassasiyetinizi tebrik ve tesid ile beraber, ileri sürdüğünüz şartları yapabilmek ve zamanında ifâ edebilmek, belki mümkün olamayacağından... Envâr'ın dışında da neşredilmek ve sıhhatli zuhuruna muvaffak olmak hususunda kanâat-i tâmmeniz varsa, hem de sizin acele olmasını arzu etmeniz mümkün olacaksa; sizin arzunuz veçhile yapmanızı hem temenni eder hem muvaffakiyet diler.. ve suhulet Rahmet-i İlâhiyeden niyaz ederiz.
Selâm ve saadetlerle...
Ahmet Aytimur, Hüsnü, Bayram, Sungur.
Abdullah YEĞİN Ağabeyin Mufassal Tarihçe hakkında takdir ifadeleri
Fedakâr, sadakatli, hâlis, çalışkan kardeşimiz Abdülkadir.
Ben, senin yazdığın "Üstadımızın Mufassal Tarihçesi"ni bir daha gözden geçirdim. Seni tebrik ederim., ve sadakat ve fedakârlığın ve haksız iddialara müskit cevablar verişin, kitabının istikamet delilidir. Cenâb-ı Hakk Urfa'mızdan seni bu yolda istihdam eylediği için, Rabbimize şükrettim. Cenâb-ı Hakk bizi nefsimize, hususan kendisinden başkasına güvendirmesin. Enaniyet ve kendini beğenmekten cümlemizi muhafaza buyursun. Amin.
Hakikaten, bu "
Tarihçe" itimada şayan olmuştur. Daha da güzel olabilirdi. İkinci tab'ı daha iyi olmasını Rabbimizden niyaz ederim.
Hayalimden geçerdi; Nurlar hakkında, Üstadımız hakkında ben de böyle bir şey bazen düşünürdüm. Fakat benim halim buna mani' idi. Elhamdülillah ona sen muvaffak olmuşsun. Köylü olmak sadâkata mani' değil, ihlâsa mani' değil.. Nurlara sadık olanları Cenâb-ı Hakk istihdam ediyor. Şimdiye kadar çoklarını görüyoruz.
Cenâb-ı Hakk, bizlere en büyük ikramını Nurlarla yapmış. Onun değerini bilen ve hakkıyla ona sadık olanlardan eylesin cümlemizi. Amin!..
Benim ismim ile geçen hâtıralarda ufak bazı hatalar düşmüş...
(;f)
Garpta garip kardeşiniz Araçlı Abdullah
(*) Muhterem Abdullah YEĞİN ağabeyin işaret buyurdukları yerler düzeltilmiş ve diğer tavsiye
lerine harfiyyen uyulmuştur.
Abdülkadir BADILLI
Erzurumlu Muhterem Necati Kurşunoğlu'nun takrizi
Muhterem efendim, azîz ağabeyim;
Pek muazzez Nur Üstadımızın, dağlar misâli imânını, denizler kadar engin, sabır ve şefkatini, Kur'ânî ve Sünnet-i Peygamberi olan ahlâk-ı hami-desini, toprak misâli mahviyetini, ehl-i dalâlete karşı eşsiz şehâmetini, Cenâb-ı Hakk'a olan, acz ve fakrın bütün keyfiyetini, cami' olan ibadetini, Kur'ân'ın manevî mucizesi olan Risale-i Nurların yazılması anındaki mazhar olduğu maddî ve manevî feyiz ve kerametleri ile; tâ çocukluğundan vefatına kadar dur durak bilmeyen ve her cihetten vâris-i Peygamber olan Üstadımızın, kahramanlık, şehâmet, ihlâs-ı etemm, ilim ve bereket dolu olan ulvî hayatını anlatan, çok titiz bir hak perestlik gayretiyle yazdığınız üç ciltlik "Tarihçe-i Hayat" kitabınızı baştan sona kadar dikkatle, iştiyakla ve sürûrla okudum. Çoğu zaman ailece okuduk. Beraber sevindik, beraber ağladık. Bizleri mesrur ettiniz. İmânımız tazelendi, şevkimiz arttı. Cihanşümul olan Risale-i Nurların pek yüksek hakikatını, pek ciddî olan da'vâsını, İhlasın derin olan ma'nasını, samimiyeti, şefkati, uhuvveti, sebat ve sadakati, vefayı, ubudiyyeti çok daha yakından (âcizane) anlamak ve hissetmek nimetini kazandık. Cenâb-ı Hakk sizden ebeden razı olsun. Gayretinizi, şevkinizi artırsın.
Muhterem ağabey, siz bu çalışmanızla sadece bizleri memnun ve mesrur etmediniz, aynı zamanda bir takım fitnenin de belini kırdınız. Acizane kanaatim budur ki, Nur cemâatimiz arasında da merak edilen gerek mübeccel Üstadımızın pek ulvî şahsiyetine dair olsun ve gerek kudsî hizmetimizin nurlu düsturlarına ait olsun, siyasî ve içtimaî meselelere bakan durumlar olsun v.s. birçok mesele ve vesveseleri de izale ettiniz. Şahsen çok mutmain oldum. Şüphesiz bir mektuba sığışmayacak bir kemiyyet ve keyfiyette olan bu çok ulvî hizmetinizi âcizane takdir ve tebrik eder, bu emsal daha pekçok eserlerinizin intişarını iştiyakla bekler, dualar eder, dualarınızı dilerim. Bilvesile hemşireniz Z. Münteha da dualar ile selâm ve hürmetlerini arz eder.
Pür-kusûr
Necati KURŞUNOĞLU
12 Ağustos 1991
Sahrayıcedid
Edebiyatçı, edip ve müeddep kardeşim İslâm Yaşar'ın kitabımız hakkındaki telâkkileri:
"Herşeyden önce, I. cildini geçen sene satır, satır dikkatle okuyup istifade ettiğim. Şu II. cildi de önümde açık bulunan "Bediüzzaman Said-i Nursî Mufassal Tarihçe-i Hayatı" adlı eserinizden dolayı gönül dolusu dualarla zât-ı âlînizi tebrik eder eserinizin kelimatı adedince "Allah Razı Olsun" derim.
Hâlâ, bu işin tahsilini yapan ve yaptıran bir edebiyat muallimi olarak eserinizin hazırlanış, tanzim ve muhteva derinliği açısından mükemmel bulduğumu da haddim olmayarak ifade etmek istiyorum. Çeşitli yerlerde ve gruplar içinde defalarca: "Badıllı ağabeyin Tarihçe-i Hayatı olmasaydı ben bu romanı yazamazdım, yazsam da eksik olurdu" dediğim için yukarıdaki ifadelerimi size karşı yazılmış riyakarca ifadeler olarak görmemenizi istirham ediyorum...
12.08.1992 İslâm YAŞAR"
DİKKAT! MÜHİM BİR NOT
Ma'lûm olsun ki: Bu kitap şimdiye kadar alışılmış tarzda olan düz bir Tarihçe kitabı değildir. Öyle olmasına da ihtiyaç yoktur. Çünki o tarz tarihçeler mevcuttur. Bilhassa büyük Tarihçe-i Hayat kitabı...
Ya nedir? derseniz, deriz ki: Bu kitap, bir tahlil, tahkik, mukayese ve sahih menkıbeler kitabıdır. Yani: Hazret-i Üstâd'ın vefatından sonra yazılan, neşredilen ve Üstada mal edilmek istenen yazılar, iddialar veya rivayetlerin tahkikatını yapan bir mihenk kitabıdır. Ama bu vasfıyla beraber büyük
Tarihçe-i Hayat kitabının da elbetteki tahkikli bir şerhidir denilebilir.
Mesela: Büyük Tarihçe'de, Şeyh Said hadisesiyle alâkadar olarak davetine karşı, Hazret-i Üstâd'ın ona yazdığı mektubundan önemli şekilde söz edilir. Oysa ki, buna itiraz edenler oldu. İşte, bu kitapta o mesele gibi diğer bütün meseleler tahkik ve mukayese mihengine vurularak neticeye bağlanmaktadır. Yani, Büyük Tarihçe'de yazılmış tüm meselelerin doğrulukları ispatlanmaktadır.
İşte bu keyfiyeti bilmeyen bazı kardeşlerimiz demişler ki; "Biz Büyük Tarihçe'de olduğu gibi, bunda her zaman ve her yerinde nûrâniyet, feyiz ve sürür bulamıyourz."
Doğru demişler; yani o açıdan bakıldığı zaman doğrudur.
Evet, Çünki tahkik ve mukayese işi ve kaziyesi öyle icab ettirir. Tahkik ve tahlil hengamında bazı toz ve dumanların kalkması gerekmektedir. Ama az sonra herşey yatışır.
Bunun yanında tahkik ve tahlil işine âşinâ olan zatlar ise, -Allah'a Şükür- kitabımızı hep takdir ve istihsan etmişler ve etmektedirler.
Abdülkadir Badıllı
BİR MÜLAHAZA
Bu kitapta biz tarafsız değiliz. Tamamen tarafsız demek, bizce bir duygusuzluk demektir. Bir kitap, herhangi bir mesele veya bir şahıs hakkında üç şey için yazılabilir.
1- Ya tenkid saikası...
2- Ya takdir ve o fikirleri tasvib iltizamı...
3- Veya olduğu gibi gerçeği hakikat aşkıyla ortaya koyup izhar etmek meyli...
Eğer bu üçüncü şık bir tarafsızlık ise, biz işte oradayız. Kitapta görüleceği gibi; dokuzundan doksan yaşına kadar masum, müstakim, lekesiz, semeradar bir hayatın her yönüyle, hususi ve umumiliğiyle ele alınmış, tahlili yapılmıştır. Mübalağanın zerresinden dahi kaçınılmış, hakikat ne ise aynen yazılmıştır.
Biz işte bu masum ve her tarafıyla faydalı ve semereli bir hayatın âşıkı ve pürüzsüz hakikatinin izharının tarafı ve hayranı olarak, bu kitapta üçüncü maddedeki hiss ve hareketi kendimize ölçü ittihaz ettik. Başka türlü bir tarafsızlık nasıl olabilir bilmiyoruz.
ABDULKADIR BADILLI
Büyük ve fâzıl allâmelerin, yüksek müçtehidlerin, rehber, mücahid, imam ve da'î müceddidlerin tarih-i hayatlarının manevî cihad safahatlarını kalemle kâğıd üzerine nakşetmek hayli müşküldür. Belki vasfa gelmez derecede yönleri vardır. Yoksa -bazı ehl-i siyaset ve gaflet gibi- sadece dünyevî bazı hamiyetkârlık ve kahramanlıklarından bahsedip alkış tutmak şeklinde olsa, pek geçici ve ömrü kısa olur.
Dinin yüksek mürşidlerinin, hayatlarıyla olduğu kadar, ölümleriyle de ehl-i imana rehberlikleri devam eder. Müstakim olan hayat hikâyeleri nakledilmekle elde edilen mezkûr neticeyle beraber, ilmî marifetleri, bilhassa ilham mahsulü olan kalbî maarifleri de varsa, yazılmış ve kaydedilmiş ise, zaten o zaman serapa hep hidayet ve nûr olur. O mürşid ve imamın vazifedar olduğu dinî hizmetinin vasıf ve derecesine göre ve o zâtın o vazifede müstaid olduğu nisbetiyle ilmî marifeti nuraniyyet kesbedip devam eder. İnsanlar da o nisbette müstefid olup feyizdâr olurlar.
Evet, bu zevât-ı kiramın, müstakim olan akıl ve dirayetleri olduğu kadar, kalb ve iç âlemlerinin nuraniyyet dereceleri arttıkça, husûsiyle akıl ve kalbleri hakâik-i İslâmiyede inkişaf ettikçe, bilhassa kalb ile akıllarının düsturları arasında ahenk sağlandığı miktarca ve o nisbette de din hizmetinde istikamet ve muvaffakiyet, hakâik-ı Kur'âniyye ve sünnet-i seniyyenin esrarına mutabakat ve vukûfiyetleri arttıkça, her tarafları, ilimleri, amelleri, davranış ve hareketleri menfaatli ilim şeklinde kaim olarak, din yolunda müstakimâne rehberlikleri devam eder.
İş bu durumda, böylesi rehber, mürşid ve imam zatların hayat hikâyeleri demek; îmân ve İslâm hakikatlerinin bir cihetle izahı demek olur. Böyle de olduğu için, avam-ı ehl-i îmâna, herhangi müşkil dinî bir mes'elede "acaba nasıldır?" denildiğinde, "işte falan zât onu şöyle yaşadı, hayatıyla şu davranışları gösterdi" denilmekle hakikat tecelli etmiş olur.
Bu itibarla, din büyüklerinin hayat hikâyeleri, sergüzeştleri ve menkıbeleri çok haklı olarak yazılıp neşredilmiş olması elbette layıktır ve yerinde bir iştir. Ama din büyüklerinin hayat hikâyeleri sadece ve mücerredi beşerî vasıfları ihtiva eden sergüzeştleri ile, yani bazı ehl-i dünya gibi sadece millî ve dünyevi bazı hizmetleri ve hamasî yönleriyle nazara vermek yanlış olur. Çünki; gerçek manada olan din büyükleri, sair insanlar gibi sadece malûm olan beşeri muamelât ve sıfatta mahbus değildir. Onlarda kalb ve ruh âlemleri, Kur'ân'ın nuruyla aydınlandığı ve inbisat ettiği için, insaniyetin ulvî mertebelerinde evsaf gösterirler. Bu durumda doğru olan, hurafe ve mübalağalardan arındırılmış "menkıbe" tabir edilen yüksek hasletlerinin, âlî seciyelerinin, hayatlarıyla beraber ele alınması şart ve lâzımdır.
Bu hakikati, Hazret-i Üstâd Bediüzzaman, Peygamber-i zişan (A.S.M.) Efendimizin siyer-i seniyesiyle ilgili olarak şöyle dile getiriyor:
"...Resul-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'm ahvâl ve evsâfı, siyer ve tarih suretiyle beyan edilmiş. Fakat o evsâf ve ahvâl-i galibî beşeriyetine bakar. Halbuki o zât-ı mübârekin şahs-ı mânevisi ve mahiyet-i kudsiyesi o derece yüksek ve nuranîdir ki; siyer ve tarihte beyan olunan evsaf, o bâlâ kamete uygun gelmiyor. O yüksek kıymete muvafık düşmüyor. Çünki; “Sebep olan yaran gibidir” sırrınca: Her gün, hatta şimdi de, bütün ümmetinin ibadetleri kadar bir azîm ibadet sâhife-i kemalâtına ilâve oluyor. Nihayetsiz rahmet-i ilâhiyyeye nihayetsiz bir surette, nihayetsiz bir istidat ile mazhar olduğu gibi, hergün hadsiz ümmetinin hadsiz duasına mazhar oluyor... Ve şu kâinatın neticesi ve en mükemmel meyvesi ve Halık-ı Kâinatın tercümanı ve sevgilisi olan O zât-ı mübârekin tamam-ı mahiyeti ve hakikat-ı kemalâtı siyer ve tarihe geçen beşerî ahvâl ve etvâra sığışmaz. Mesela: Hazret-i Cebrail ve Mikail, iki muhafız yaver hükmünde Gazve-i Bedir'de yanında bulunan bir zât-ı mübarek; çarşı içinde, bedevî bir Arabla at mubayaasında münazaa etmek, bir tek şâhid olan Huzeyfe'yi şâhid göstermekle görünen etvâr içinde sığışmaz.
İşte, yanlış gitmemek için her vakit mahiyet-i beşeriyeti itibariyle işitilen evsaf-ı adiye
(1) içinde başını kaldırıp hakiki mahiyetine ve mertebe-i risalette durmuş nûranî şahsiyet-i maneviyesine bakmak lâzımdır. Yoksa, ya hürmetsizlik eder veya şüpheye düşer..."
(2)
(1 ) Evsaf-ı adiye: İnsanın yemek, içmek, yatmak gibi adetli halleri demektir. A.B. ( 2 ) Mektuba! S. 125. Sözler Yayınevi, 1979 baskısı, s.
Peygamber-i zîşan sallallahü aleyhi ve sellem efendimizin gerçek hayat ve mahiyeti hakkında öyle olduğu gibi; ümmetinin müçtehid ve müceddid ve asfiyası hakkında da, hakaik-ı îmâniyye ve din-i İslâm noktasında mazhar oldukları hizmet ve muvaffakiyetleri nisbetinde o hakikatten hissedarlıkları olması lâzımdır. Öyle ise, bu büyük zâtların hayatları yazılırken, mezkûr noktaların göz önünde bulundurulması icab eder. Bunun için olsa gerekdir ki, Üstâd Bediüzzaman hazretlerinin büyük Tarihçe-i Hayat'ı hazırlanıp yazılırken, talebeleri ilk başta onun yalnız hayat hikâyelerinden ibaret şeyleri yazmak istemişler. Fakat Hazret-i Üstâd, yukarıda zikredilen mânâların mürââtı ve mücerred onun şahsına nazar-ı dikkatlerin celb olunmaması için Tarihçe-i Hayat kitabına, "Ayet-ül Kübra, Münâcât" risaleleri gibi, ruhî terakkiyatmı ve maarif-i kalbiyesini de gösteren risale ve mektupları da dere eylemişlerdir.
Yine bu mânâyı te'yiden Üstâd hazretleri kendi mübarek şahsiyetiyle ilgili olarak 26. Mektubun ikinci mebhasında
(3) şöyle diyor:
"Bu bîçâre kardeşinizde üç şahsiyet var. Birbirinden çok uzak, hem de pek çok uzaktırlar.
Birincisi: Kur'ân-ı Hakîm'in hazine-i âlîsinin dellalı cihetindeki muvakkat, sırf Kur'an'a ait bir şahsiyetim var. O dellallığın iktiza ettiği pek yüksek ahlâk var ki, o ahlâk benim değil, ben sahip değilim. Belki, o makamın ve o vazifenin iktiza ettiği seciyelerdir. Bende bu nevi'den ne görseniz benim değil, onunla bana bakmayınız, o makamındır.
İkinci şahsiyet: Ubudiyet vaktinde dergâh-ı İlahiyye'ye müteveccih olduğum vakit, Cenâb-ı Hakk'ın ihsaniyle bir şahsiyet veriliyor ki; o şahsiyet bazı asarı gösteriyor. O âsâr, mânâ-yı ubudiyetin esası olan: "Kusurunu bilmek, fakr ve aczini anlamak, tezellül ile dergâh-ı İlahiyye'ye iltica etmek" noktalarından geliyor ki; o şahsiyetle, kendimi herkesten ziyade bedbaht, aciz, fakir ve kusurlu görüyorum. Bütün dünya beni medh ü sena etse, beni inandıramaz ki ben iyiyim ve sahib-i kemalim.
Üçüncüsü: Hakiki şahsiyetim, yani: Eski Said'in bozması bir şahsiyetim var ki; o da Eski Said'den irsiyet kalma bazı damarlardır. Bazan riyaya, hubb-ı câha bir arzu bulunuyor. Hem, asîl bir hanedandan olmadığımdan, hisset derecesinde iktisad ile düşkün ve pest ahlâklar görünüyor..."
İşte, bu kısa izandan sonra, İslâm dini tarihinde yıldızlar gibi parlayan büyük şahsiyetlerin, her birisinin ayrı ayrı evsafı ve mertebeleri olduğu için, bazıları daha çok maneviyat âleminde feyz, sır, keşfiyât, müşahedât ve mü-
( 3 ) Mektubat, s. 362.
nâcât içinde terakki etmişlerdir. Bu tarzda giden zâtların ekserisi, yaşadıkları asır, onların bu tarz hareketlerine ziyadesiyle müsâid olmuş ve o sahada fevkalâde terakkiyat ve inkişafat kaydetmişlerdir. Ümmet lisanında bunlara evliya, mesleklerine de tarikat ve tasavvuf denmiş. Bu nûranî kafileye kumandanlık eden başta Şeyh Abdülkadir-i Geylanî, Cüneyd-i Bağdadî, Şah-ı Nakşibend, Ebu'1-Hasan-ı Şâzeli, Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî gibi zâtlardır.
Ümmet-i Muhammed'in (A.S.M.) bir kısım büyükleri de maneviyat ve ledünniyât ilimleriyle meşguliyetleriyle beraber, ümmet için daha çok men-faatli hizmetlere ağırlık vermişlerdir. Başta dört mezheb imamları gibi... Bunlara da ümmet "müçtehid" veya "imamlar" demişlerdir.
Bir taife de, iki tarafı birleştirerek hizmet etmişlerdir. Yani; hem hakâik-i diniye hizmeti, hem de esrâr-ı tasavvufla meşguliyeti... Bunları da ümmet "asfiya" diye tavsif etmişlerdir. İmam-ı Gazalî, İmam-ı Rabbani gibi zâtlar...
Adı ve vasıfları geçen bu keskin nazarlı, nûranî kalbli, hassas ferasetli zevatın temsil ettikleri taifelerin her birisinin çeşitli yönleri ve meziyetleri vardır. Bir tarafları beşerî ve insanî haleti., diğer tarafları melekûtî esrarda cevelan eden yüce sıfatları...
Ustâd'ın büyük
Tarihçe-i Hayatı'nın mukaddemesinde, büyük âlim Ali Ulvî Efendi, Bediüzzaman'ı birkaç yönüyle tarif ettiği gibi; bizim de aynı minval üzere onu çok çeşitli yönleriyle tarif etmemize imkân varsa da, mukaddeme ziyadesiyle uzayacağından, sarf-ı nazar ettik. Fakat her büyük şahsiyet gibi, Bediüzzaman'ın da müteaddit yönlerinin uzun uzadıya tarifini değil, bir fihriste şeklinde çok kısaca bazı hususiyetlerine işaret etmek uygun olsa gerektir. Ali Ulvî Efendi'nin yaptığı ta'rifi de bu makamda beraber düşünerek fihristeyi arz ediyoruz.
1- Allah'a karşı ubûdiyetindeki samimiyet ve ihlâsı
2- Resulüllah'a karşı muhabbetinin samimiyet derecesi
3- Kur'ân'a karşı hürmet ve samimiyeti,
4- Resul-i Ekrem Aleyhisselâtü Vesselâm'ın sünnet-i seniyyesi ve O'nun Âl ve Ashabına karşı telâkkisi ve samimiyet derecesi,
5- Selef-i salihîne, bilhassa dört mezhep imamlarına karşı hürmet ve samimiyeti,
6- Üstâd'ın ilmî şahsiyeti ve ilimdeki rüsûhunun derecesi,
7- Din için yaptığı cihadının ihlâs derecesi,
8- Tefekkür ve ubudiyetleri,
9- İstiğna ve feragatleri,
10- İslâm dini ve milleti için taşıdığı hamiyet ve gayret derecesi,
11- Takva ve salâbeti,
12- Zühd ve kanaati,
13- Tevazu' ve mahviyeti,
14- Belâlara karşı sabır ve sekineti,
15- İktisadkârlık derecesi
16- Ahlâk-ı hamide ve kemalât-ı insaniyedeki derecesi,
17- Şefkat ve merhameti,
18- Şecaat ve fedakârlığı,
19- Tazarru' ve münâcâtları,
Ve daha bunlar gibi bir mürşidin, bir rehberin, bir Hak dâisinin taşıması lâzım gelen hal, hareket ve ahlâk numunelerini büyük rakamlara çıkarmak mümkündür. Burada sıralanan fihriste gibi, yazılmayan hal, hareket ve seciyelerine, kitabın (Tarihçe-i Hayat'ın) muhteviyatında rastlanacağı için ve ne mertebede oldukları bilinip ve anlaşılacağından burada bunu böylece bırakıyoruz. Bediüzzaman'ın hayatı ve onun yüce evsâf ve kemalâtmı yazarken, kesinlikle mübalağalı ta'riflerden ve sofiyane şekildeki fazla hüsn-ü zanların te'siriyle mücazefeli tavsiflerden içtinab edeceğiz. Dinin ve nihayet akıl ve imkânın kabul edebileceği nakil ve rivayetleri zikrederken de, imkân nisbe-tinde şahitli, ispatlı olarak, bilhassa onun eserlerinden tasdik ve te'yidini gösteren parçaları dere etmeğe çalışacağız.
NEDEN BU KİTABI YAZMAĞA GEREK DUYDUK?
Evet, gerçekten Hazret-i Ustâd'ın hayatıyla ilgili bunca eserler meydanda iken; ve bir kitab, bir mevzu' hakkında yazılmış ve boşluğu doldurmuşsa, aynı mevzu'da yeni kitaplar te'lif etmeğe kalkışmanın bir riyakârlık, bir şöhret, bir menfaat hissi neticesi olduğu ve ihlâslı olamayacağı, büyük İslâm ulemasından Imam-ı Gazalî ve İmam-ı Şa'ranî gibi zâtlar beyân
(6) etmişlerken, neden bunu yazmak ihtiyacını duydun, diye sorulursa, derim ki: Evet, hakikaten bu mevzuda herhangi bir boşluk mevzu-u bahis değildir. Ancak, kitablaşarak nesl-i atînin eline geçecek ve me'haz teşkil edecek olan bu eserlerin bazılarında
(7) mühim hatalar ve mübalağalar vardır. Bu hatâların bir su-i niyyetten geldiğine inanmıyorum. Fakat Bediüzzaman namına tarihe mal olabilecek ve nesl-i atînin elinde mesned teşkil edecek -ki şimdiden etmeğe başladı- hususların aksettireceği lüzumsuz, ama tehlikeli neticeleri düşünüyoruz. Bu yüzden Hazret-i Ustâd'ın hayat safahatının berrak, parlak, net ve safî cetvellerine mübalağalar ve yanlış iddialar küdûretinin karışmaması, karışdırılmaması, karışmışsa şimdiden temizlenmesi ve bundan sonra karıştırılmaya engel olma niyyeti, bu fakiri hiç ehil olmadığı halde harekete geçirmiştir...
Ve Üstâd Bediüzzaman Hazretlerinin bir yaşından seksenaltı
(*) yaşına kadar olan hayatının istikamet, nezahet, iffet ve mübalağalardan ariyet gibi yüksek vasıflarının ta'vizsiz cereyanının şeref ve izzetini olduğu gibi göstermek heyecanı bizi bu eseri yazmaya sevk etmiştir. ( abdülkadir badıllı mufassal tarihçei hayat kitabı, bediüzzaman sadi nursi mufassal tarhçei hayat kitap, mufassal tarihçe kitabı fiyatı, tarihçei hayat kitabı, online satın al, yayın, kitab, ucuz dini kitap, uygun fiyat, kitabı, islami kitap satış, gonca kitabevi, İslam, onlıne satış,mufassal tarihçe 3 cilt fiyat, ittihad yayınları, neşriyat, risalei nur )
( 6 ) Tabakal-iil Kübra-Şa'ranî, sâhife 16.
( 7 ) Hazret-i Ustâd'm vefalından sonra yazılanların bir kısmı demektir.
(*) Hicri takvime göredir.
....................
5 Ocak - 12 Mart 1878 M.
Said Nursî Hazretlerinin Bitlis Vilayeti Hizan İlçesi Nurs Köyü’nde doğumu.
1885
Yaş 9 Said Nursi ilk tahsile başlamak için ailesinden ayrılıp Tağ Köyü Medresesine gelmesi. Burada çok az bir sure kalıp tekrar köyüne dönmüştür.
1891
Yas 14 Hz. Üstad'ın Resulullah'ı (A.S.M.) rüyasında görmesi ve emsalsiz üç aylık tahsilini yaptığı yer olan Doğu Beyazıt’a gitmesi. Bu sıralarda kendisinin lakabı, Molla Said-i Meşhur’dur.
1892
Said Nursi Hazretleri, görülen hârika haller ve zamana uymayan durumlar karşısında Bediüzzaman unvanının kendisine verilmesi ve böyle anılmaya başlanması.
1893
Yas 16 Bitlis ve Siirt civarında çeşitli yerlerde bulunup, daha sonra Siirt'in Tillo kasabasında bir kubbede inzivaya çekilmesi. Karınca ve arı milletlerinin cumhuriyetçi olduklarını söylemesi.
1894
Bediüzzaman Hazretleri, Abdulkadir-i Geylanî Hazretlerinden rüyasında aldığı emir üzerine, Cizre'de aşiret reislerinden Mustafa Paşa’yı ikaz için Cizre ve Mardin taraflarında bulunması.Mardin'de siyaset-i İslâmiye ve içtimaî meselelerle ilgilenmesi.
1895
Mardin'den nefiy ile Bitlis'e gelmesi ve iki yıl orada valinin ilme hürmetinden dolayı tahsis ettiği odada kalması.
1897
Van Valisi’nin daveti üzerine Van'a gitmesi ve Valinin konağında kalması Müsbet ilimlerle meşgul olarak hârikulâde bilgi sahibi olması Bu zamana kadar hıfzına aldığı 80-90 cilt kitabi, üç ayda bir ezberden devretmesi
1900
İngiliz Müstemlekât Nâzırı Gladiston'un gazetelerde çıkan beyanatı üzerine Bediüzzaman o zamana kadar elde ettiği bütün ilimleri,Kur'anin hakikatlerine çıkmak için basamak yapmaya karar verir ve
der: "Kur'anin sönmez ve söndürülmez manevî bir güneş hükmünde olduğunu,ben dünyaya isnat edeceğim ve göstereceğim!"
1907
Din ilimleriyle fen ilimlerinin beraber okutulacağı ve Arapça,Türkçe, Kürtçe tedrisat yapabilecek bir İslâm Üniversitesi’nin Şark’ta tesisi için İstanbul'a gelmesi Kaldığı yerin kapısına "Her suale cevap verilir" levhasını asıp,âlimleri sual sormaya daveti Sultan Abdulhamid'e Şark’ta üniversite açılması için müracaatı Yıldız Divan-i Harbi'ne verilmesi
1908
Meşrutiyete, yani secim ve meclis sistemine (tam meşruiyete istinadı için) sahip çıkması
1909
31 Mart'ta Bediüzzaman'ın yatıştırıcılığı İsyan etmiş olan sekiz taburu itaate getirmesi Bediuzzaman'in Divan-i Harbe verilisi Divan-i Harb'de beraat edişi ve serbest bırakılması
1910
Divan-i Harb'den beraat eden Bediuzzaman'in Van'a gitmek üzere İstanbul'dan ayrılması Şark’ta aşiretleri dolaşarak hürriyeti, meşrutiyeti anlatması ve içtimaî dersler vermesi
1911
Sam'a gelişi ve Câmi-i Emeviye'de muhteşem bir hutbe ile İslâm Âleminin dertlerini ortaya koyması ve hal çarelerini göstermesi Sultan Resad'la beraber Rumeli seyahatine çıkması
1913
Van'a gitmesi ve Sark Üniversitesinin temelini attırması
1915
Milis Kumandanı Bediüzzaman, Pasinler cephesinde Ruslarla çarpışıyor
1916
Bediuzzaman'in Ruslara esir düşmesi ve iki yıl esaret hayati
1918
Bediuzzaman'in Kosturma'dan firar edişi
17 Haziran 1918: Bediuzzaman'in Varsova, Viyana ve Sofya üzerinden İstanbul'a avdeti.
Enver Paşa’nın vazife teklifini kabul etmeyen Bediuzzaman'a, Harbiye Nezareti ikramiye ve harb madalyası veriyor.
12 Ağustos 1918: Ordu-yu Humayun'un tavsiyesiyle Dâr-ul Hikmet'e âzâ oluşu. (12 Ağustos D.Hikmet'in açılış merâsimi. Âzâ oluşu, 4 Ağustos)
1919
19 Nisan 1919: Bediuzzaman'in Dâr-ul Hikmet'ten altı ay izne ayrılması Sultan Vahdeddin, Bediuzzaman'a "Mahreç" pâyesi veriyor
1920
İngiliz işgaline karsı "Hutuvat-i Sitte"yi neşrederek mücadele etmesi
1921
Bediuzzaman'in Anglikan Kilisesi'ne cevabi Bediuzzaman, Kuvâ-yi Milliyeyi destekliyor
1922
Bediuzzaman davet üzerine İstanbul'dan Ankara'ya geliyor.
9 Kasım 1922: Bediuzzaman'a Meclis’te hosâmedî yapılması.
1923
19 Ocak 1923: Bediüzzaman Meclis’te mebuslara hitaben bir beyanname neşrediyor
17-21 Nisan 1923: Ankara'da umduğunu bulamayan ve kendisine yapılan bütün teklifleri reddeden Bediuzzaman'in Van'a gitmek üzere yola çıkması.
1925-1927
Bediuzzaman'in Van'dan nefyi Bediüzzaman Van'dan İstanbul'a oradan da Burdur'a getiriliyor.
Isparta’da bir müddet kalan Bediüzzaman, önce Eğridir oradan da Barla'ya getiriliyor.
Basta Sözler, Mektubat, Lem'alar'in bir kısmi olmak üzere Risale-I Nur'lar te'lif edilmeye başlanıyor.
1934
Barla'dan alınan Bediuzzaman'in Isparta’ya getirilisi 27 Nisan 1935: Dâhiliye Vekili Şükrü Kaya ve Jandarma Umum Kumandanı askerî bir kıt’a ile Isparta’ya geliyor ve Bediüzzaman tevkif olunuyor Tevkif edilen Bediüzzaman ve talebeleri, muhakeme edilmek üzere Eskişehir’e götürülüyor Tesettür âyetinin tefsirinden dolayı Bediuzzaman'a 11 ay ceza veriliyor.
1936
Temyiz edilen mahkûmiyet kararının neticesi Temyiz'den gelmeden hapis müddeti tamamlandığı için Bediüzzaman tahliye ediliyor
27 Mart 1936: Tahliye edilen Bediüzzaman, Kastamonu'da ikamete mecbur ediliyor.
Üç ay karakolda kalan Bediüzzaman, karakol karsısında bir eve yerleştiriliyor. Burada da bir kısım insanlar ona talebe oluyorlar. Âyet-ul Kubra ve bir kısım risalelerin telifi yapılıyor. Başka yerlerdeki talebeleriyle, Kastamonu Lâhikası adıyla toplanan kitaptaki mektuplarla haberleşiyor ve hizmet metodları hakkında ikazlarda bulunuyor.
1943
20 Eylül 1943: Bediuzzaman'in tevkif edilerek Ankara, Isparta ve oradan Denizli'ye getirilmesi
1944
Denizli mahkemesinin başlaması
15 Haziran 1944 Denizli Ağırceza Mahkemesi Bediuzzaman'in beraatını ilân ediyor
Ağustos 1944 sonlarında Ankara'dan gelen emirle Bediüzzaman Emirdağ’da ikamete mecbur ediliyor
1948
23 Ocak 1948 Emirdağ’da kış ortasında Bediüzzaman ve talebelerinin tevkif edilişi ve Afyon mahkemesine sevki
6 Aralık 1948 Afyon Mahkemesinin mevhum ve mesnetsiz iddialarla Bediüzzaman ve talebelerine mahkûmiyet kararı verisi ve temyiz
1949
20 Eylül 1949 Yirmi ay mevkuf tutulan Bediüzzaman Hazretleri, halkın tezahüratına mâni olmak için Afyon hapishanesinden şafak vakti tahliye ediliyor
20 Kasım 1949 Bediuzzaman'in tekrar Emirdağ’a getirilisi
1952
Ocak 1952'de Gençlik Rehberi mahkemesi için Bediüzzaman İstanbul'a geldi.
22 Ocak 1952 Salı Gençlik Rehberi mahkemesinin ilk duruşması
5 Mart 1952 Salı: Bediuzzaman'in Gençlik Rehberi dâvasından beraatı
1953
Nisan 1953: Bediüzzaman tekrar Emirdağ’a geldi
Mayıs 1953: İstanbul'a gelen Bediuzzaman'in üç ay kadar kalması Bediuzzaman'in Patrik Athenagoras'la görüşmesi Onsekiz yıllık ayrılıktan sonra Barla'ya gelişi
1956
23 Mayıs 1956: Sekiz senedir devam eden Afyon Mahkemesinde Risale-I Nurların beraatı ve iade edilmesi
1957-1958
Nur Risalelerinin ve bu arada Tarihçe-i Hayat’ın matbaalarda neşredilmesi
1960
23 Mart 1960 Çarşamba: Bediüzzaman, Ramazan’ın 25. günü gece saat 03.00 civarında bu fani âleme veda etti
12 Temmuz 1960 Salı: Mezarı açılan Bediuzzaman'in naaşı çıkarılarak askerî bir helikopterle meçhul bir istikamete götürülüyor.
Kaynak: Bediüzzaman Said Nursi Mufassal Tarihçe-i Hayat, Abdulkadir Badıllı
Not: Araştırmacı yazar Bilal Tunç'un tavsiyeleri üzre, tarihler ve bazı yanılgılar yeniden düzenlenmiştir.(11.12.2008)
İttihad Yayınları, Abdülkadir Badıllı tarafından yazılan
Mufassal Tarihçei Hayat adlı
kitabı incelemektesiniz.