Kitap 101 Cevapla Kur'an Nedir? Vahyi Hayata Taşımak
Yazar Muhammed Emin Yıldırım
Yayınevi Siyer Yayınları
Kağıt Cilt 2.Hamur - Kalın Sert Cilt
Sayfa Ebat 432 sayfa, 14x22 cm
Muhammed Emin Yıldırım 101 Cevapla Kur'an Nedir? Vahyi Hayata Taşımak kitabı nı incelemektesiniz.
Siyer Yayınevi Sert Ciltli 101 Cevapla Kur'an Nedir? kitabı hakkında yorumları oku yup kitabın konusu, özeti, fiyatı, satış şartları hakkında bilgiyi geniş bir şekilde edinebilirsiniz.
Yaratan Rabbinin adıyla oku . O, insanı " alak " dan yarattı. Oku, Senin Rabbin en cömert olandır. Alak 1-2
YENİ BASKI İÇİN
Size Allah'ın ayetleri okunurken, üstelik Allah Resulü de aranızda iken nasıl inkâra saparsınız? Her kim Allah'a bağlanırsa kesinlikle doğru yola iletilmiştir." (Âl-i İmrân 3/101)
Aziz Kur anımız hakikati işte böyle dile getiriyor!
Elbette bu hitap, sadece son vahyin ilk muhatapları olan miladî VI. asın insanına değil, tüm çağlaradır. Kur an-ı Kerim elimizdedir; onun hayata aktarılmış, tabir caiz ise ete kemiğe bürünmüş şekli olan Sünnet karşımızdadır. Peki, bizler bu büyük sermayeden ne kadar haberdarız? Ne kadar tanıyoruz? Ne kadar tanımak için gayret sarf ediyoruz? İşte elinizdeki bu çalışma böyle bir ızdırabın neticesinde yazılmıştı.
2005 yılında kaleme aldığımız bu çalışmanın üzerinden tam 10 yıl geçmiş! 10 yıl sonra yazdıklarımızı bir daha okuduk; doğal olarak güncelleme adına bazı eklemeler ve çıkarmalar yaptık, bazı ifadelerimizi daha anlaşılır kılmak için müdahalelerde bulunduk. Çalışmanın konusu Allah'ın (cc) kitabı olunca daha hassas olmak gerekiyordu. Çünkü yazılanlar hakikatlere gölge değil, ayna olmalıydı; biz de âcizane elimizden geldiğince buna dikkat etmeye çalıştık.
Kur an-ı Kerîm, kesinlikle kendisinden ve onu âlemlere ulaştıran Hz. Peygamber'in (sas) kutlu beyanlarından öğrenilmelidir, '101 Cevapla Kuran Nedir?' ya da alt başlığında ifade edildiği gibi 'Vahyi Hayata Taşımak' adlı bu çalışmamızda bu usûlü uygulamaya çalıştık. Ne kadar başarılı olduğu siz okuyucuların takdirindedir.
Ancak burada bir noktaya dikkatlerinizi çekmek isterim: Kur an-ı Kerîm, öyle emsalsiz bir kitaptır ki kim onu anlatmaya çalışırsa çalışsın, bu işin tam anlamı ile hakkını veremez. Bundan dolayı o, kendi kendisini anlatır ve her türlü saldırıya karşı kendi kendini muhafaza eder. Ne güzel söylüyor Üstad Necip Fazıl: "Kuranı birtakım yapraklar üstüne yazsalar da dağlarda, kuytularda bir yere bıraksalar ve kimin yazdığı, nereden geldiği, ne olduğu bilinmese, yine selim akıl anlar ki bu Allah'ın kelâmından başkası olamaz."
Evet, aynen böyledir. Gerçekten Kur an-ı Kerîm, eşsiz bir ilahî hitaptır. Böyle olduğu için onu kendi lisanından tanımak, ayetleri arasında dolaşarak bizzat onunla tanışmak en doğru yol ve yöntemdir.
Kur an-ı Kerîm'i bizlere tebliğ eden, sadece tebliğ etmekle de yetinmeyip, tebyin ve talim eden Efendimiz (sas), her okundukça yüreklerimize su serpen şu kutlu beyanında buyuruyor ki: "Kur'ân-ı Kerîm'i okuyun. Zira Kur'ân, kendini okuyanlara kıyamet günü şefaatçi olarak gelecektir. Zehrâveyni (Bakara ve Âl-i îmrân sûrelerini) okuyun. Çünkü onlar kıyamet günü iki bulut veya gölge veya saf tutmuş iki grup kuş gibi gelecek, okuyucularını müdafaa edeceklerdir. Bakara Sûresini okuyun. Zira onu okumak berekettir. Terki ise pişmanlıktır. Onu tahsil etmeye sihirbazlar muktedir olamazlar." (Müslim, Müsâfirîn, 252)
Rabbim, umduklarımıza nail, korktuklarımızdan bizleri emin kılsın. Yüce kitabımızın ahkâmı ile amel etmeyi, ahlakı ile ahlaklanmayı bizlere nasip eylesin. Hatadan berî olmayan bu çalışmamızı da bizlerden salih bir amel olarak kabul buyursun.
Yeni baskısı için emekleri geçen tüm kardeşlerime teşekkür ediyor, hayırlara vesile olmasını Rabbimden niyaz ediyorum.
Muhammed Emin Yıldırım
Zilhicce 1436/30
Eylül 2015 Eyüp/İstanbul
SÖZBAŞI
Ön Söz
İnsan, çaresizlikler içerisinde kıvranıp dururken, başına gelen yığınla soruna karşı hiçbir şey yapamazken, gözü hep ötelerden gelecek bir müjdede idi. Yolunu şaşıran, ne yapamayacağını bilemeyen insan "Acaba derdimin dermanı ne?" diye bekler dururken, bir gün kapısı çalındı, gelen büyük bir zat-ı muhterem idi. Elinde bir zarf vardı. Zarfı o çaresiz insana uzatırken: "İşte senin dermanın, işte senin kurtuluş reçeten" demişti. Zarfı aldı öpüp başına koydu, hemen hanımını çağırdı. O'na çok güzel bir mahfaza/kılıf diktirdi. Evin yüksekçe bir yerine astı. Karşısında ayağını bile uzatmadı. Çocuklarına o mahfazaya karşı saygıyı emretti, kendisi de saygıda kusur etmedi. Yıllar geçti yine sorunları çözümsüz, yine dertleri dermansız kaldı. O, derdine derman olacak şeyi bulmuştu bulmasına; ama bir gün olsun o zarfın içini açmamış, gelen zarfta neler var dememişti.
Bazen açsa da büyük bir saygı ile okumuş, yazıların ne anlama geldiğini hiç düşünmemişti. "Bu zarf o kadar yüce ki ben onu nasıl anlarım" demişti. Dertler içinde kıvranırken bir gün kapı yine çalındı, gelen konuk ölüm meleği idi. O, eve misafir olmuş, evin sahibini de kendiyle birlikte götürmüştü. Evin oğlu babadan öğrendiği gibi saygıyla zarfı indirmiş, yine ne dediğini bilmeden ölen babasının üzerine okumuştu. Yıllar ve nesiller böyle sürüp gitmişti.
Bu evin yanında bir komşuları vardı. O da komşusu gibi bir şeyler beklemekteydi. Çünkü o da sorunlu, o da çaresizdi. Komşusuna gelen zat-ı muhterem aynı zarftan bir tane de ona uzatmıştı. O, zarfı alır almaz büyük bir heyecan ile açıp okumaya başlamıştı. Okudukça yüz ifadeleri değişiyor, "İşte buldum!" diyordu. "Bundan sonra zarf diyeceğim, o zarf dışında başka hiçbir şeyi kabul etmeyeceğim. Hele o zarfı getiren zat-ı muhtereme müracaat edip zarfı anlamanın yollarını araştırmayacağım. O bir postacı idi, bana ulaştırdı ulaştıracağını ve gitti! Ben niye O'nu tekrar davet edeyim ki!" diyecekti. Mektubun içerisindeki bazı cümleleri sloganlaştırarak: "Bana karşı olanları bu cümlelerle yeneceğim, artık hiç kimse bana üstün gelemeyecek, kazanan hep ben olacağım!" diyecekti. Bu düşünceler içerisinde yıllar birbirini kovaladı. Yine o çaresiz, yine dermansız ve yine şaşkın şaşkın dolaşıp durdu. Komşuya gelen ölüm meleği ona da uğradı, onu da yanma alıp götürdü, o zarf da aradan kaybolup gitti.
O komşusunun da bir komşusu daha vardı. O da aynı haldeydi. Onlara gelen zat-ı muhterem ona da gelmişti. Kapı çalınır çalınmaz hemen kapıya koştu, elinde zarf olan zatın önüne eğildi ve elini öptü. Kolundan tutarak içeri davet etti.
Evinin başköşesine oturttu. Kendisine verilen zarfı büyük bir edep ile açtı ve o zat-ı muhteremin yanında okumaya başladı. Anlamadığı her kelimeyi, her cümleyi o zata sordu, anlama çabası içerisinde gayret gösterip durdu. Anlayıp idrak edince, o zattan nasıl hayata taşınacağım öğrenmeye çalıştı. Artık o zarf ona derman olmuştu. Sıkıntısını ona, üzüntüsünü ona, sevincini ona, elemini ona, endişesini ona havale etmeye başlamıştı. Zarfı hayatının belirleyicisi, yöntemi ve ilkeleri olarak benimsemiş; o ne diyorsa onu yapmış, neyi yasaklıyorsa ondan yüz çevirmişti. Yıllar birbirini kovalarken, komşularına gelen ölüm meleği ona da gelmişti. Gelen melek bir müjde de getirmişti. Diyordu ki: "Ey huzura kavuşmuş insan! Sen O'ndan hoşnut ol, O da senden hoşnut olsun, böylece Rabbine dön. İyi kullar arasına katıl ve cennetime gir."
Bu üç tabloda anlatılan tasvirler aslında hayatımızda hep varolan, hatta bazılarımızın içinde bulundukları durumu vasfeden/betimleyen gerçeklerdir. Üç insana da gelen aynı zarftır. Ama o zarfa ve zata olan yaklaşımın farklılığı, insanın hem bu hayatının hem de ebedi hayatının şekillenmesinde önemli bir rol oynamıştır. Doğru bir yaklaşım hayatı mamur edip, sahibini mutlu eder iken; yanlış yaklaşım ise hayatı kararttığı gibi sahibini de kederden kedere sevk edecektir. O halde yapılması gereken; o zarfı da o zarfı getireni de o zarfı göndereni de yani Allah'ı, Peygamberi'ni ve Kur an'ı doğru ve güzel bir şekilde anlamaktır. Anlamak; sadece bilgilenmek ve bazı malumatların sahibi olmak demek değildir. Anlayıp fehmetmek, kavrayıp
fıkhetmek onu içselleştirmek, idrak etmek, onunla birlikte yaşamak ve onu hayata taşımaktır.
Bunun için inanan insanın temel derdi, "Vahyi Hayata Taşımak" olmalıdır. Tüm çabası, gayreti bu yolda olmalı, hayatının hiçbir karesini böyle bir idealden mahrum bırakmamalıdır. Vahiy, hayatının her alanına hâkim olmalı, onunla yaşamak ve onunla can vermelidir.
Vahyin hayat kitabı olması için insanın önce bu kitabı tanıması gerekir. Taşımak için tanışmak lazım... İnsanın ilahî kitap ile tanışması, hemhal olması, karşısına oturup önce kendini tanıtması, sonra da onun kendisini tanıtmasını istemektir. Böyle bir istek bizi "Kuran nedir ?" sorusuna yöneltecektir. Bana hayat kitabı olması gereken bu yüce ve ilahî kitap nedir? Ne olduğunu bilmediğiniz, ne olduğunu merak etmediğiniz bir kitabı nasıl hayata taşıyabilirsiniz ki?
İşte bu küçük çalışma böyle bir ızdırabın neticesinde ortaya çıktı. Yıl 1998, bir grup arkadaş ilahî kelâmı daha iyi anlamak için bir araya geldik. Her hafta yarım sayfa okunacak ve o okunan sayfanın lafız-mana-maksad düzleminde anlaşılması sağlanacaktı. Her ders öncesinde ilahî kelâma: "Sen nasıl bir kitapsın?" diye sorduk. Bu sorulara aldığımız cevaplar işte bu çalışmayı ortaya çıkardı. Dostların tavsiyeleriyle de bu notlar kitaplaştı.
Yedi senelik Kur an öğrenimi yolculuğumuzda ortaya çıkan bu küçük çalışmanın oluşumunda emeği geçen tüm kardeşlerime dua ediyorum. Özellikle de kitabın hem dizgi hem kapak çalışmasında en az benim kadar yorulan Yılmaz Canbuhar kardeşime, redaksiyon ve katkılarından dolayı M. Ali Alioğlu'ya, tashihlerde ciddi bir uğraşı veren Musa Çapkur ve Hüseyin Yıldırım a teşekkür ediyorum.
Rabbim'den niyazım odur ki bu kitap Kur an yolcularına küçük de olsa bir katkısı olsun. Bu katkı sahibine en büyük kazançtır...
Çaba bizden, başarı Allah'tandır.
Muhammed Emin Yıldırım
10 Eylül 2005
Fatih/İstanbul