Kitap Adâb-ı Muaşeret, Edeb ve Ahlak Prensipleri
Yazar Mustafa Necati BURSALI
Yayınevi Çelik Yayınevi
Kağıt Cilt 2.Hamur, Karton Cilt
Sayfa Ebat 496 sayfa, 13.5x21 cm, Roman boy
Çelik Yayınları Adabı Muaşeret, Edeb ve Ahlak Prensipleri kitabını incelemektesiniz.
M. Necati Bursalı Adâbı Muaşeret kitabı hakkında yorumları oku yup kitabın konusu, özeti, fiyatı, satış şartları hakkında bilgiyi geniş bir şekilde edinebilirsiniz.
Yaratan Rabbinin adıyla oku . O, insanı " alak " dan yarattı. Oku, Senin Rabbin en cömert olandır. Alak 1-2
ÖNSÖZ
Cihanı bir hikmet üzere yaratan, Âdem'in nesli dizisi ile donatan, kuru dallar üstünde kırmızı güller halkeden ve her nefes rahmetinin incisini kullarının başına saçan Allah Teâlâ'ya yağmur damlalarının, kar tanelerinin, denizdeki kumların, başlardaki tüylerin ve bütün nefeslerin sayısınca hamd olsun. O'nun yüce lütfunun eseri olarak elimiz kalem tutmaktadır, kalemin kelâma kadir olması da yine O'nun ihsanıdır. O'nun rızâsına uymayan fena bir söz söylemekten O'na sığınırım.
Yâ Rabbi! Benim muradımın incisini bana lütfet. Çünkü, Senin verdiğini kimse geri alamaz. Sen dilemedikçe diller lâl olur, kalemlerin hayretten başı döner...
Bu varlık bahçesinin yaratılışına sebep olan, güzelliği ayları, güneşleri gölgede bırakan; insanların, cinlerin, meleklerin ve bütün mahlûkâtın en hayırlısı Cenâb-ı Muham-med Mustafâ'ya sayılar adedince salât ve selâm olsun. O'nun sevdiklerine de selâm olsun...
"Edeb" deyince akla ilk gelen yine Nebîyy-i Muhterem (sallâllahu aleyhi ve sellem)'dir.
"Eddc benî Rabbî fe ehsene te'dîbî/
Beni Rabbim terbiye etti de edebimi ne güzel eyledi."
buyurmuşlardır. Âlemdeki bütün insanlar için, husûsiyle müslüman-lar için en güzel örnek, en parlak numûne Hâtemü'l-Enbiyâ (aleyhissalâtü vesselâm] Efendimizdir. İnsan, O'nun edeb-lerinin incilerini toplayacak olsa buna ömürler kâfi gelmez. O'nu bizzat Rabb-i Kerîm'i övmede ve bütün beşeri, O'na bende olmaya dâvet etmededir:
"Andolsun ki, Resûlullah'da sizin için, Allah'ı ve âhiret gününü ummakda olanlar, Allah'ı çok zikredenler için güzel bir (imtisal] numûne(si) vardır."[1]
O, öyle bir şânın sahibidir ki, O'nun fazlının eteklerine aklın eli erişemez.
Merhamet mi, O'nda.
Kerem mi, O'nda.
Adalet mi, O'nda.
Cömertlik mi, O'nda.
Mertlik ve kahramanlık mı, O'nda.
Tevazu mu, O'nda.
Edeb mi, O'nda.
Güzel ahlâk mı, O'nda.
Kulluk ve gözyaşı mı, O'nda...
Hâsılı; O Nebîyy-i Âhirzaman âlemlere rahmet, mü'minlere devlet, Allah Teâlâ'nın has kulları için misli bulunmaz tek örnektir. Artık O, rahmetten nasib almamak, şunun bunun peşinde sürünmek, ahlâkı sükût etmiş Batı'yı örnek almak akıl kârı değildir. Bir bakınız ki, hayatı boyunca bir yabancı kadının eli Resûl-i Zîşân'ın mübârek eline değmemiştir. Bir harâm lokma midesine inmemiştir. Bazı kimselerin hayran olduğu Batı ise kadını anadan üryan edip sırtından para kazanılan mal haline getirmiştir. Yine yabancı kadının elini öpmek, kucak kucağa dans etmek medeniyet (!) sayılmaktadır.
Âlemde arıların, kuşların, karıncaların bile bir güzel düzenleri vardır. O halde, insan nasıl başıboş olur? İnsanların "Şu güzel, şu çirkin, şu iyi, şu kötü, şu helâl, şu harâm!" demeleri bir şey ifade etmez. Allah'ın ve Resûlü'nün güzel gördükleri güzel, helâl dedikleri helâl, harâm dedikleri harâmdır. Tâ Mahşer sabahına kadar bu böyle devam edecektir. Hiç kimse çıkıp da harâmı helâl, helâli harâm edemez.
Şeytan'ın başını okşayanlar müstesna, dünya ve âhiret saâdeti umanlar, her hususta Nebîler Serveri'ne tâbi olacaklardır. Yoksa hicran geceleri sabaha ermeyecektir.
Evet:
O'nu Allah övüyor. Oku, duy güzelliği,
Cenâb-ı Muhammed'de edeb huy güzelliği!
O'nun dalında hâr olmak, cennetlerde var olmak gibidir. Şimdi şu hâle nazar edelim. İnsanoğlu âlemde bir mislini görebilmiş midir?
Bir gün, bir bedevi mübârek huzurlarına geldi, elbiselerinden tutup şiddetle çekti. Bu yüzden çiçekten narin boyunlarında ezikler ve izler hasıl oldu. Çöl adamı bununla da kalmadı:
Ey Allah'ın Resûlü," dedi, "benim şu iki devemi sendeki
Allah malından yükle! Çünkü bu mal ne senin, ne de babanındır!"
Akıllar, hayretten süt emer çocuk gibi parmağını ısırdı. Herhangi bir adam, Peygamberler Peygamberinin yakasından çekmede ve O'na karşı kurşundan ağır sözler söylemekte. Zira, bu çöl adamı edeb ölçülerini, âdâb-ı muâşereti bilmiyordu. Bu kaba ve haşin davranış karşısında, Varlığın nûru ve Allah'ın Azîz Nebîsi bir müddet sükût buyurdu. Sonra:
"Ey bedevi!" dedi, "Mal Allah'ındır. Ben de Allah'ın kuluyum! Bana karşı yaptığın kaba hareketin cezasını senden alayım mı?" '
Bedevi'nin canına yaman bir kor düştü:
"Hayır, ey Allah'ın Resûlü," dedi, "siz öyle yapmazsınız!"
Sordular:
"Peki neden o?"
Bedevi cevap verdi:
"Zira kötülüğe kötülükle mukabele etmek sizin şânınızdan değildir!"
Bu söz üzerine Resûl-i Ekrem (aleyhissalâtü vesselâm) 1
Öyle tebessüm buyurdular ki, mübârek dişleri görülecek hale geldi. Sonra bedevinin develerini o malla yükletip gönderdiler. İşte âlemde bir misli bulunmaz ahlâk ve fazilet örneği.
Bugün bütün insanlık O nûra, o rahmete muhtaçtır.
Fitnelerin başlarda kanat çırptığı bir devri yaşamaktayız. Dünya, bildiğimiz o ihtiyar dünya değildir. Dünyanın başında binlerce felâket vardır. İmânı, nûru, ahlâkı, hayâyı, edebi muhafaza etmek, avucunda veya yüreğinde
ateş taşımak kadar zordur. Bıraksan sönecek, elinde tutsan seni her lâhza yakacaktır.
Kur'ân-ı Kerîm'lerle, zikir ve şükürlerle çağlayan o eski evlerimiz, o âsûde yuvalarımız şimdi "televizyon" denilen fitne kutusu ile dolmuş, güzel sohbetlerin, mübârek âdetlerin, İslâmî edeblerin yerini çılgın bir gürültü ve çıplaklık almıştır. Rahmet Nebî (sallâllahu aleyhi ve sellem)'in:
"Giyinmiş çıplak kadınlar zuhur edecek!" dediği günlere gelmişiz. Artık böyle gecenin hayırlı sabahı olur mu?
Evet, utanmadıktan sonra ne istersen yap. Çünkü senin kaybedecek bir şeyin kalmamıştır.
Şöyle desem haksızlık olmaz:
O ne tatlı günlerdi, nenem Hakk'ı tanırdı, Saçının bir telini kuş görse utanırdı!..
Biz Hazret-i Âdem'in evlâdı, Cenâb-ı Muhammed Mustafâ (sallâllahu aleyhi ve sellem)'nın ümmetiyiz. Kuşlar, sokaktaki kediler gibi başıboş yaşayamayız. Cennetler bizi beklediği gibi, cehennemler de yine insanlarla dolacaktır. Dünya çemeninde alıp verdiğimiz nefesler ya cennetimizi veya felâketimizi hazırlayacaktır.
Müslüman olarak, mü'min olarak, insan olarak yaşamanın prensipleri, edebleri vardır. Hazret-i Mevlânâ diyor ki:
"İmân nedir?" diye akıldan sordum. Akıl, kalbimin kulağına söyleyerek, 'îmân, edebdir', dedi.
Eğer şeytanın başını ezmek istersen, gözünü aç ve gör ki: Şeytanın katili (yani onu kahreden) ancak, edebdir."
Edeb, başlarda pırıldayan bir taçtır ki sultanların tacı onun yanında çok sönük kalır. Güzel ahlâk ve güzel edebin insanı, meleklerin gıpta edeceği bir mertebeye çıkardığını görmek ister misiniz? İşte misâli:
Bir gün, kendini bilmez adamın biri, İmâm Zeynelâbidin Hazretlerine sataştı. İleri geri bir hayli atıp tuttu. O kadar ki nihayet yorulup sustu. Ay yüzlü imam, onu sadece sükûnetle dinledi. Adamın sustuğunu görünce derhal ellerini açtı:
"Yâ Rabbi, yâ Rabbi..." dedi, "Bu adamın bana isnat ettiği suç ve kusurlar bende varsa, beni ıslah eyle ve beni bağışla. Eğer bende yoksa, bu adam, büyük günâh işledi, onu mağfiret buyur!'"
Peygamber evlâdı olmanın, alnında o nûrun pırıltılarını taşımanın saâdeti...
Sultânü'l-Enbiyâ (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurmuşlardır:
"İnne ehabbeküm ileyye ve akrebeküm minnî mecli-sen yevmelkıyâmeti ehasiniküm ahlâkan/Kıyâmet gününde benim için en sevimliniz ve bana en yakın olanınız, ahlâk yönünden en güzel olanınızdır."
İslâm, güzel ahlâktan ibarettir. O halde, müslüman, güzel huy sahibi olacak, elinden cömertlik, dilinden inciler saçılacaktır. Âlemde müslümanın örnek alacağı, yolunda gideceği, canından azîz bileceği tek insan vardır. O da, İki Cihanın Saâdet Güneşi, Mahşer Meclisi'nin Seyyidi, bütün varlıkların en hayırlısı Muhammed Mustafa (sallâllahu aleyhi ve sellem) Efendimizdir. Çünkü O'nun mislini ne gökler, ne de yerler görmemiştir. Ben durmadan O'nun edeblerini ve fazlını sayacak olsam, buna ne sayılar kâfi gelir, ne de ömürler.
O güzeller güzeli Sultan Nebî, bir gün Hazret-i Âişe'nin hücresindelerdi. Önünde bir tabak, içinde de bir miktar et. Diz üstü oturmuş ondan yiyorlardı... Tam o an kapı çalındı ve içeriye bir kadın girdi. Resûl-i Zîşân (aleyhissalâtü vesselâm)'ı yerde oturur gördü ve bir nida koyverdi:
"Aaa! Allah'ın Resûlüne bakın! Bir kul, bir köle nasıl oturursa, bu da öyle oturmuş!"
Kâinatın Efendisinin mübârek dudaklarında tebessümler. Buyurdular ki:
"Ben bir kulum! Bir kul nasıl oturursa öyle otururum. Bir kul nasıl yerse öyle yerim!"
Ekmekle ağzını silip, sonra onu çöp sepetine atan, hamd ve şükür bilmeyen gurur ve kibir heykelleri buna ne buyurur?
Dünya bugün O'na her zamandan daha muhtaç. Zira, cihan günleri ateş şimşekleri gibi yakıcı olmuştur.
İnsanlar kendilerine gelmez, Rablerine dönmez, Nebîyy-i Zîşân (sallâllahu aleyhi ve sellem)'in ahlâkı ile ahlâklanmaz, Kur'ân-ı Kerîm ve Sünnet-i Seniyye'yi baş tacı etmezse derdi günden güne artacak, hiçbir tabib yarasına merhem olamayacaktır. Âdem'in evlâdı helâket ve felâket günlerini yaşamaktadır. Kabir günleri ise bundan bin beter olacak, insan orada ektiğini biçecektir, imansız kapanan gözlere kabir akşamları azap parmaklarını sokacaktır.
İnsanca, Müslümanca yaşamanın yolları vardır. Allah'ın ve Resûlünün râzı olacağı bir hayatı yaşamak insanın elinden alınmış değildir. Ne var ki, insanlar Hak'tan yüz çevirmeyi âdet hâline getirmiş, isyanın yaylasına çadır kurmuşlardır.
Böyle gecenin hayırlı sabahı olur mu? Binlerce Peygamber gelmesine rağmen, milyonlarca insanın kâfir olarak kalması, Nebîleri bırakıp Şeytana tâbi olması şaşılacak şeydir. Halbuki o lânetli İblis, insanın ezelî düşmanıdır. Bir insanın düşmanı dost bilmesi, onun sahte gülücüklerine aldanması ahmaklıktan başka bir şey değildir.
İş görecek, işe yarayacak, insanın dünya ve âhiretini mâmur edecek, ona saâdetin ve cennetin kapılarını açacak olan, dindir. Çünkü din, güzel ahlâktan ibarettir. Güzel ahlâk, cennet meyvesidir. Ahlâk ve edebi sükût etmiş bir cemiyetin, bir milletin ayakta durması, cihanlara hâkim olması imkânsızdır. Onun âhireti de perişandır.
Mevlânâ (kuddise sirruh), "Edebsiz kimse, yalnız kendini rezil ve perişan etmez; belki bütün âlemi fesada verir, sefalet ateşine yakar." demiştir ki gerçekten öyledir.
Âlemlere rahmet olan Hâtemü'l-Enbiyâ (aleyhissalâtü vesselâm) Efendimiz buyuruyorlar ki:
"Edde benî Rabbî feehsene te'dî bî/Beni Rabbim terbiye etti de edebimi ne güzel eyledi."
İşte bütün cihana yetecek ahlâk ve edeb... O'nun ahlâkı, ahlâkın en üstünü idi. Edebi, gün görmemiş incilerden daha parlaktı. Nazarı şefkat doluydu. Dostunu bırak, düşmanına bile iyilikle muamele etmedeydi. Mübârek hayatında isteyeni mahrum ettiği görülmemişti. Kapısına geleni boş döndürmez, kendilerinde yoksa borç alır, yine o kimsenin derdine derman olurlardı. O kadar ki; "Velev yarım hurma ile de olsa nefsinizi ateşten koruyunuz" buyururlardı.
Evet: Allah rızâsı için vereceğin bir zeytin tanesini, bir hurmayı küçük görme. Zira "Zerre kadar hayır işleyen" karşılığını görecektir. Şer de öyledir.
Dünyanın başına dumanlar çöktü, dünyanın kara dereleri insan kanı ile doldu, mazlumların 'ah'ı göklere vardı. Ve fakat zâlimler ibret almadı. Her gün binlerce ibret alınacak hâdiseler vuku bulmaktadır. Menzil ırak, deniz derin, tekne çürük, azık yok... Böyle bir yoldayız. Bizi Selâmet Cûdisi'ne ulaştıracak, sadece Kur'ân-ı Kerîm ve sadece Resûl-i Kibriya'nın Sünnet-i Seniyyesi'dir. Kendi kuru kafalarının doğrultusunda gidenlere gökler ağlamamış, yerler ağlamamıştır.
Ne desem?
Kim sardı başımıza bu büyülü düzeni?
Belânın girdabında: Hem erkeği, hem Zen'i!
Beşikten mezara, mezardan Mahşer meclisine, Mahşer'den cennet iklimine kadar insana lâzım olan her şey İslâm'da mevcuttur. Allahü Teâlâ hiçbir kulunun felâketini istemez; ancak, insan, kendi cüz-i iradesiyle ya saâdetini veya felâketini hazırlar.
Bu küçük eserde, Allah'ın izni ve keremiyle, Resûl-i Muhterem Efendimizin himmetiyle saâdet sarayına açılan kapılar, cennete götüren yollar, yine Kur'ân ve Nebiler Serveri'nin lisaniyle nazarlara sunulacaktır. Sahâbe-i Güzîn efendilerimizin ve ay yüzlü velilerin ve İslâm büyüklerinin ahlâk ve edeblerinden de nice pırıltılar aksettirme gayretinde olacağız. Âlemlerin Rabbine hamd, bütün Peygamberlere ve hususiyle Resûl-i Kibriyâsına selâm olsun...
23.7.2002, Yeniköy/İstanbul
MUSTAFA NECATİ BURSALI