Kitap Ariflerin Sultanı Cüneydi Bağdadi
Yazar Cüneydi Bağdadi
Tercüme Ömer Erdem
Yayınevi Yasin Yayınevi
Kağıt Cilt 2.Hamur, Kalın Cilt
Sayfa Ebat 408 Sayfa, 17x24 cm
Yasin Yayınları Ariflerin Sultanı Cüneydi Bağdadi kitabı nı incelemektesiniz.
Ariflerin Sultanı Cüneydi Bağdadi kitabı hakkında yorumları oku yup kitabın konusu, özeti, fiyatı, satış şartları hakkında bilgiyi geniş bir şekilde edinebilirsiniz.
Yaratan Rabbinin adıyla oku . O, insanı " alak " dan yarattı. Oku, Senin Rabbin en cömert olandır. Alak 1-2
ARİFLERİN SULTÂNI CÜNEYD-İ BAĞDADÎ
(d.215-830 v.297-909)
Coğrafyacıların ifadesine göre Arap dilinde aslı ve türevi olmayan yabancı bir ismi taşıyan toprak parçası üzerinde, "bahçe" anlamına "bağ" ve "dâd" isminde bir yerde bir adam, ya da bahçe anlamına "bağ" ve Farslı bir kişinin adı olarak "Dâzeveyh" kelimelerinden türemiş birleşik bir ismi taşıyan toprak üzerinde bulunur.
İklim ve siyaset olarak güzel bir coğrafi yere sahip olan, bu toprak parçası üzerinde ikinci Abbasî halifesi Halife Ebû Cafer el-Mansur kendi şehrini, beldelerin efendisini, Medinetü's Selam'ı yani Bağdat'ı kurdu.
Halife Mansur, bu şehrin yapımına 145/762 yılında başladı. Bazıları bunun 140/757 yılında olduğunu söyler. Halife Mansur, bu şehre 149/766 yılında indi. Halife Kûfelilerden uzaklaşmak için askerleriyle birlikte buraya yerleşti. Çünkü o Kûfelilerin askeri (in ahlakını) bozacağından korkuyordu. Halife bu şehrin yapımına 18 milyon dinar harcadı.
Mansur, şehrin temelini yuvarlak bir şekilde attı. Sonra şehrin ortasına sarayını ve camiyi kurdu. Halife Mansur, bu şehre dört kapı açtı ve surlarını sağlam yaptı. Şehre doğu yakasından gelen Horasan kapısından, Hicaz tarafından gelen Küfe kapısından, Batı tarafından gelen Şam kapısından, Fars, Ehvaz, Vâsıt, Basra, Yemame ve Bahreyn tarafından gelenler de Basra kapısından girer.[1]
Bağdat şehri, yetmiş yılı aşkın Harun Reşid'in oğlu ve Me'mun'un kardeşi Mutasım gelinceye kadar Abbasî halifelerinin başkenti olarak kaldı. Mutasım ise bu şehirden ayrılarak 220/835 yılında Sürre Men Reâ, yani Samerra şehrini kurdu.
Cüneyd-i Bağdâdî, tercih edilen görüşe göre Bağdat'ta 215/830 yılında Me'mun döneminin sonlarına doğru dünyaya geldi. Doğumundan, 297/909 tarihinde, bir başka ifadeyle 80 seneye yakın süre içinde Abbasî hilafetinden 12 halife geldi geçti. Bunlardan bazıları öldürüldü. Pek az bir kısmı bir hastalık neticesinde vefat etti.
Bağdat şehri, Mansur, torunu Harun Reşid ve Harun Reşid'in oğlu Me'mun dönemlerinde Me'mun'un kardeşi ve halifesi el-Mu'tasım'ın oradan gitmesine rağmen parladı. Ancak bu şehrin her branştan âlimleri kendisinde toplaması neticesinde bilgi süreci harekete geçti. Bu yürüyüşe hiç ara verilmedi, yürüyüş gelişti, birikti ve böylece Bağdat herhangi bir halifenin yücelmesiyle yücelen, gerilemesiyle gerileyen bir başkent değil, ilim ve marifet başkenti haline geldi.
Me'mun, 833/218 yılında insanları Kur'an'ın mahluk olduğunu söylemeye zorladığında Cüneydi Bağdâdî henüz çocuktu. Belki de daha beş yaşını geçmemişti. Halife gerek kadı, gerek müftü, gerek hatip ve gerekse öğretmen Kur'an'ın mahluk olduğunu söyleyen âlimlerin ilimlerine ve toplumlarına hizmetlerine müsaade ederken, Kur'an'ın mahluk olduğunu kabul etmeyenler kovulmaya, aşağılanmaya ve uzaklaşmaya maruz kalıyorlardı.
Harun Reşid'in oğlu Me'mun'dan sonra kardeşi Mu'tasım da insanları Kur'an'ın mahluk olduğunu söylemeye zorladı ve 220/835 yılında Ahmed b. Hanbel'i bunu kabul etmesi için dövdü. Bu sıkıntıyı 232/846yılında hilafetegelen Mu'tasım'ın oğlu Mütevekkil kaldırdı ve insanları Kur'an'ın mahluk olduğu yolunda Mutezile görüşünü kabul etmeye zorlamaktan vazgeçti (234/848).
15 sene hilafette kalan Mütevekkil, Hz. Peygamberin sünnetini savunan ve sûfîlerden salih kimselere karşı şefkatli davranan bir kişi idi. Onunla ilgili şöyle bir olay anlatılır Mısır valisi, Zünnun el-Mısrî'yi zındıklıkla suçlar. Bu olay halifenin kulağına gidince, Zünnun'u huzuruna çağırır. Fakat onun sözlerini işittikten sonra kendisine kalpten bağlanır, onu sever ve ikramda bulunur. Mütevekkil şöyle derdi: Salihler zikredildiğinde Zünnun'u getirin.
Halifelerden Şafiî mezhebini benimseyen ilk kişi, Mütevekkil olmuştur. Onun şöyle dediği nakledilir. Muhammed b. İdris eş-Şafıî'ye hasretimden içim yanıyor. Onun günlerinde yaşamak ve kendisini görüp, müşahede edip, ondan bilgi almak isterdim. Çünkü ben Hz. Peygamberi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) rüyamda gördüm. Şöyle diyordu: Ey insanlar! Muhammed b. İdris el-Muttalib'i Allah'ın rahmetine intikal etti ve aranızda güzel bir ilim bıraktı. Ona uyun, hidayete ermiş olursunuz.
Bağdat'ta Kur'an'ın mahluk olduğunun kabulü yolundaki dayatma, halife ve aç gözlülerin mücadeleleri, sarsıntılar, Dicle'nin sularının taşıp, şehri tahrip etmesine ilaveten zenciler Basra'ya girdiler ve 256/869 yılından 270/ 883 yılına kadar onlarla çarpışmalar devam etti. Bunun yanında 278/891 yılında Kûfe'de Karmatîler zuhur etti. Ebû Said el-Karmatî ortaya çıktı ve Bahreyn'de 286/899 yılında hâkimiyeti güçlendi.
(2) Cüneyd-i Bağdâdî zamanında görev yapan Abbasî halifeleri, halifelik süreleri, görevlerini nasıl yaptıkları ve halifelikleri zamanındaki olayları öğrenmek için bk. Süyûtî, Tarihü'l-hülefâ, s. 256-286.
Cüneyd-i Bağdâdî, kardeşi el-Müktefı'den sonra hilafete gelen el-Muktedir billah döneminde (295/907- 320/932) vefat etti. el-Muktedir billah hilafete geldiğinde yaşı 13'tü. O bu makama gelen en küçük halifeydi. Vezir el-Abbas b. el-Hasen onu çocuk bulmuş ve hilafet makamından indirmeye çalışmıştı. Onun zamanında ipin ucu kadınların eline geçti. el-Muktedir'in annesi, hak ihlallerine (mezalim) bakıyordu. Cüneyd-i Bağdâdî vefat ettiğinde 80 yaşını geçmişti. Müslümanların halifesi el-Muktedir ise 15 yaşını geçmemişti.
Cüneyd-i Bağdâdî büyük insanların zamanında yaşadı. Muhaddis imamlarla ve onların Buhârî, Müslim, Ebû Dâvûd, Tirmizî ve İbn Mâce gibi hocalarıyla aynı asırda yaşadı. Adı geçen bu bilginlerin tümü, bir tek halifenin yanı el-Mu'temid alallah'ın döneminde (256/869-279/892) vefat ettiler.
Cüneyd-i Bağdâdî, Bağdat şehrinin arif sûfîlerin önde gelenleriyle dolup taştığı bir dönemde marifette büyük bir dereceye yükseldi. Bu vakit onun hocası Hâris el-Muhâsibî (ö. 343/858) takvasından dolayı dünya elbisesinin uçlarını toplar, gayb elbisesinin eteklerini ise şehrin caddelerinde ve kenar semtlerinde sürüklerdi. O vakitler dayısı ve hocası Serîy es-Sakatî (ö. 865/251) özel meclisinin kıyısına sülük edenlerin kalplerini arındırıp, sûfî tevhid ilminin işaretlerini yerleştiriyordu. O zamanlar Hayr en-Nessâc (ö. 322 h.) hileli söz söyleyerek hak kelimesinin harflerine muhalif davranmamış, Semnûn (ö. 290/902) henüz bir kadının aşkına düşmemişti. Çünkü kalbinde Allah'tan başkasına yer yoktu. Ebû Said el-Harrâz (ö. 279/892), fenâ ve bekâ ilminin ilk harflerini yazmakla meşguldü. Aşkından dolayı Hallac'ın (309 h.) vicdanından kopan kıvılcımlar havâs (özel kişiler) ve avâm (halk) herkesin üzerine uçuşuyordu, Çelebî'nin (247/861-334/945) vecd fırını, zaman zaman gökkuşağı renginde manevi haller fışkırtıyordu. Ebü'l-Hüseyin en-Nûrî (295/907) Halife el-Mutadıd'ın şarap testilerine vuruyor hatta kesilmiş kamış kökleri üzerinde yalınayak ölüme gidiyordu. Ruveym b. Ahmed (303/915) kalbinin durduğu yeri evi haline getirmişti. Bağdat'ta oturan, oraya uğrayan, gelen ve giden daha onlarca büyük tasavvuf imamını zikretmek mümkündür.
Bağdat'ın h. III. asırda hala dünyanın çekici merkezi olmasına karşılık, biz ayağımızla bu topraklara bastığımızda yüksek sûfî zirvelerle karşılaşmaktayız. Kuzey ve kuzeydoğu yönünde Ebû Yezid el-Bistâmî'yi (261/874), Ebû Osman el-Hîrîen-Nisâbûrî'yi (Ö.298), Sehl et-Tüsterî'yi (200/815-283/896), Melâmiyye Şeyhi Hamdûn el-Kassâr en-Nisâbûrî'yi (271/884), Ali İbn es-Sehl el-lsfehânî'yi, (Rey'de 291/903 vefat eden) İbrahim el-Havvâs'ı ve Rey şeyhi Ebû Yakub er-Râzî'yi (304) görmekteyiz. Batı yönünde ise Şam'da Cüneyd'in ifadesine göre Şamlıların reyhanı Ahmed b. Ebü'l-Hivâriyyî'yi (230/844-240/854), onun eşi ibadete düşkün Rabi'a bnt. İsmail'i, bazılarının değerlendirmesine göre Bağdat'ta Cüneyd'e denk, Şam'da Ebû Abdullah b. el-Celâ'yı görmekteyiz. Mısır'da Zünnûn diye meşhur sûfî Ebü'l-Feyz Sevban b. İbrahim'i (245) Mısır meşayihinin büyüklerinden ve Cüneyd'in akranlarından Ebû Bekir ez-Zekkâk el-Kebîr'i (291/903) Cüneyd'in ashabından aslen Vâsıtlı, Mısır'a yerleşmiş ve orada (316/928) yılında vefat etmiş olan Ebu'l-Huseyn en-Nûrî'nin hocası Bünnân el-Hammâl'i, Güneyden de Haremeyn-i Şerifeyn'e (Mekke ve Medine'ye) komşu birçok yüzler görmekteyiz. Bunların içerisinde Mekke'ye yerleşmiş Cüneyd ve en-Nûrî ile arkadaşlık etmiş Ebû Said b. el-A'râbî (247/861 -340/951) dikkatimizi çekmektedir.
Cüneyd-i Bağdâdî (k.s), Arap İslam kalkınma çağının zirvesinde ilimlerin ve bilgilerin oluşma döneminde yaşadı. O İslam ilimlerinin en önemlilerinden birisinin yapılanmasında katkıda bulundu. Bu ilim tasavvuf ilmidir. Bu kişinin mahiyetini, mekânını ve gerek kendi asrı, gerekse daha sonraki çağlardaki rolünü açıklayabilmemiz için onun mükemmel faaliyetlerini sunmaya bir giriş olarak bu bölümü dört kısma ayırdım. Umarım böylece maksat gerçekleşmiş olur.
Birinci bölümü: Cüneyd'in şahsiyetine ayırıyorum. Onun çocukluğunu, ilhamlarını, ders verme faaliyetlerini, hitaplarını ve marifetlerini izleyeceğim. İbadetini, halvetlerini, teşbihlerini ve zikirlerini keşfetmek için zatının mihrabından içeri gireceğim.
İkinci kısmı: Cüneyd'in tevhid meselesine odaklanmış tasavvufı fikrine ayırıyorum. Bu bölümde ona göre tasavvufun manasını, bu ilmin esaslarını ve kaynaklarını beyan edip, onun sözlerinden Allah ve kâmil insan için "varlık" görüşünü ve bu ikisi arasındaki alâkayı çıkarmaya çalışacağım. Bu bölümde onun "varlık teorisi" sahibi olduğunu, bu teoriyi büyük vilayet makamlarına ulaşmaya, insânî olgunluğa dayandırdığını ve sûfî tariki için metod ortaya koyup, bablarını ayrıntısıyla açıkladığını göreceğiz.
Üçüncü bölümü: Cüneyd-i Bağdâdî'nin mertebesine, şeyhleri ve hocalarıyla alâkasına, akranlarına ve öğrencilerinden gelecek nesillere etkisine ayırıyorum. Bu bölümde Hücvîrî'nin "el-Cüneydiyye" ismini koyduğu şeye kısaca bir bakış yapacağım. Cüneydi Bağdâdî'nin kendisinden sonraki dönemlerde kurulan tasavvuf tariklerindeki silsilelerin birçoğunda adının nasıl yazıldığını ortaya koymaya çalışacağım.
Dördüncü ve son bölümde: Cüneyd'in sözlerinden bizlere kadar ulaşanları ihtiva eden bu kitabı tanıtacağım. Bu sözler, tabakât ve biyografi kitaplarının kayda geçirdiği birtakım görüşler, arkadaşlarına yazdığı risaleler, birkaç varakı geçmeyen kitapçıklar, Rabbine yönelmek üzere yaptığı dualar ya da nesrin ifade etmediği şiir şeklinde olabilir.
[1]Bağdat şehrinin adı, yapımı ve planlaması hakkında bk. Mucemu'l-Büldan, 1,456 vd.; Cemil Kemaluddin, Bağdat, Merkezu'l-İlim ve Sekafeti'l-Âlemiyye fı'l-Kuruni'l-Vustâ, Beyrut, el-Müessesetu'l-Arabiyye li'd-Dirasât ve'n-Neşr, 1985, s. 15,18.