Kitap Biz Osmanlıyız
Yazar Yavuz Bahadıroğlu
Yayınevi Nesil Yayınları
Kağıt Cilt 2.Hamur - Karton kapak cilt
Sayfa Ebat 224 sayfa – 13,5x19,5 cm
Yayın Yılı 2015
Nesil Yayınları Biz Osmanlıyız adlı kitap seti ni incelemektesiniz.
Yavuz Bahadıroğlu Biz Osmanlıyız yorumları oku yup kitabın konusu, özeti, fiyatı, satış şartları hakkında bilgiyi geniş bir şekilde edinebilirsiniz.
Yaratan Rabbinin adıyla oku . O, insanı " alak " dan yarattı. Oku, Senin Rabbin en cömert olandır. Alak 1-2
Biz Osmanlıyız
Yavuz Bahadıroğlu
Osmanlı toplumu, bir "sevgi, şefkat ve yardım toplumuydu. Devlet, "hayat ve hayrat devleti," insan "hayrat ve hasenat insanı'ydı. Osmanlı'da hayat ahirete dönüktü. Ahirete dönük olduğu için de hayatta fuzuli şeylere yer yoktu. Osmanlı insanı "kıble yürekli'ydi. Faziletliydi, dürüsttü, çevreciydi, medeniydi, nazikti; cihana örnekti. Hedef ve gayret sahibiydi. Zaferler ve başarılar hayatın bir parçasıydı. Osmanlı'da, insan hakları gözetilirdi. Herkes ibadetinde, kıyafetinde, seyahatinde, ticaretinde özgürdü. Osmanlı'da "güçlü olan haklı" değil, "haklı olan güçlüydü. Adalet duygusu, hayatın her alanını kaplamıştı. Devlet milletle bütünleşmişti. Farklı kültürler, asırlarca barış içinde bir arada yaşamıştı. Osmanlı, yetiştirdiği "cevher insan'larla dünyaya nam salmıştı.
Tarih gerçek bir "ibret aynası" ve tam bir "tecrübe tahtası"dır. Ve boşuna yaşanmış bir tecrübeler yığını değildir. Bugün, geçmişimizden ders almanın ve "yeniden Osmanlı" demenin tam zamanı...
" Osmanlı yürekli olmak"" Fatihler nasıl yetişir? " Devlet, milletle nasıl bütünleşir? " Amerika"dan nasıl vergi alırdık? " Padişahlar diktatör müydü? " Farklı kültürler nasıl bir arada yaşardı? Tarih sürekli bir başlangıçtır. Şimdi Osmanlı zamanı" Osmanlı toplumu, bir "sevgi, şefkat ve yardım toplumuydu. Devlet, "hayat ve hayrat devleti", insan "hayrat ve hasenat insanıydı. Osmanlı"da hayat ahirete dönüktü. Ahirete dönük olduğu için de hayatta fuzuli şeylere yer yoktu. Osmanlı insanı kıble yürekliydi. Faziletliydi, dürüsttü, çevreciydi, medeniydi, nazikti; cihana örnekti. Hedef ve gayret sahibiydi. Zaferler ve başarılar hayatın bir parçasıydı. Osmanlı"da, insan hakları gözetilirdi.
Herkes ibadetinde, kıyafetinde, seyahatinde, ticaretinde özgürdü. Osmanlı"da "güçlü olan haklı" değil, "haklı olan güçlüydü. Adalet duygusu, hayatın her alanını kaplamıştı. Devlet milletle bütünleşmişti. Farklı kültürler, asırlarca barış içinde bir arada yaşamıştı. Osmanlı, yetiştirdiği "cevher insanlarla dünyaya nam salmıştı. Tarih gerçek bir "ibret aynası" ve tam bir "tecrübe tahtası"dır. Ve boşuna yaşanmış bir tecrübeler yığını değildir. Bugün, geçmişimizden ders almanın ve "yeniden Osmanlı" demenin tam zamanı"
Önsöz
MALAZGİRT'TE ALPARSLAN'IN üzerine yürüyen Bizans ordusunda bulunanların ortak adı "düşmandı; Selçuklu ordusunun içinde yer alan Türk, Kürt, Laz, Çerkez, Abaza, Arnavut vs. gibi etnik unsurların ortak adı ise "kardeş"ti...
Kosovada, Niğbolüda, Varnada, Prevezede olanlar da hiç farklı değildi. "Kardeş"ler, "düşmah'la savaşıyor, savaş sonrasında ise ortak zaferin tadını çıkarıyorlardı...
Zafer çizgisi günün birinde Çanakkale'ye dayandı. Çanakkale sırtlarında yine Türkler, Kürtler, Lazlar, Çerkezler, Abazalar, Arnavutlar; kısacası, bin yıllık tarih yolunu yalnız el ele değil, aynı zamanda yürek yüreğe yürümüş "kardeş"ler vardı... "Düşman" ise bu kez İngiliz-Fransız suretinde gelmişti.
Dünyanın en etkili toplarıyla donatılmış dünyanın en güçlü zırhlıları, Çanakkale sırtlarına siperlenmiş "kardeş"lerin imanını delmek için üzerlerine ateş yağdırırken, Çanakkale'yi savunanların etnik kimliklerini merak etmiyordu.
Ayrıca hiç kimse kendi etnik kökeninin derdinde, davasında değildi...
Bu savaş, "Çanakkale'yi geçmeye geldik" diyenlerle, "Çanakkale'yi geçirtmeyeceğiz" diyenlerin savaşıydı.
"Düşman" Çanakkale'yi geçemeyecek, İngiliz amirallerinden biri, "Çanakkale'de Osmanlı insanının ortak imanına tosladık, onurumuz kırıldı" diyerek "Çanakkale gerçeğini ifade edecekti.
Bugün için Çanakkale yalnızca tarihimizin bir parçası değil, bu coğrafyada binlerce yıl birlikte yaşama maharetini sergilemiş insanımızın ortak yaşama azmidir.
İnsanımız bu kararlılığını en son Sakarya'da kanıyla imzalamıştır.
Tüm bu başarı ve zaferlerin özünde "iman kardeşliği" ile "Osmanlılık bilinci" yatmaktadır.
Bu derin idrakin mirasçıları olan bizler, yıllar sonra, kendimizi etnik kökenlerimize göre tasnif edip, şahsî tercihimizle edinmediğimiz bu farkı, ayrımcılığın temeline dönüştürmek gibi bir hataya sürüklendik.
Birlik öğelerini ıskalayıp yapay kavga ve kargaşa ortamları oluşturduk.
Bir bakıma, Çanakkale ve Sakarya'daki ortak iradeyi aşamayanların oyununa geldik.
Bu kasnağın kırılması, bin yıllık birliğimizin odak noktasını tekrar hayata geçirmemizi zaruri kılıyor...
Bence insanımız, iç ve dış dünyaya tarihsel gerçeğini ortak üslup içinde artık haykırmak, "Biz Osmanlıyız" diyerek, varlığını "eskimez yenf'de aramaya çıkmalıdır.
Bu sadece bizim toplumsal zaruretimiz değil, aynı zamanda da bireysel mecburiyetimizdir.
Çünkü dillere destan yardımseverliğimizde, tarihi dayanışma ruhumuzda, mütevazı duruşumuzda, komşuluk anlayışımızda; kısacası bizi "örnek millet" yapan özelliklerimizde aşınmalar ve kopukluklar var.
Onları yeniden kazanabilmek için de "Biz Osmanlıyız" demeye muhtacız. Böylece belki kadim yürek ritmimizi yeniden yakalar, o ritimde birbirimizle bütünleşerek güçleniriz.
Bir şey daha: Osmanlıların çekildiği topraklar bugün yalnızca hüzün üretmiyor, aynı zamanda kan ve gözyaşı üretiyor...
Filistin'le Afganistan kısmî bir işgalin, Irak ise acımasız bir istilânın kıskacında kıvranırken, Balkanlar ateş çemberinde yaşamaya çalışıyor...
Cezire-i Arap, Birinci Dünya Savaşı sonrasında İngiliz hâkimiyetinin kendi çıkarı çerçevesinde oluşturduğu yapay sınırların gerfsinde huzursuz...
Vaktiyle her anlamda hayata önderlik eden İslâm dünyası, Osmanlı'nın hayattan çekildiği tarihten beri insanlık âlemine hiçbir katkı yapmadan, kendi varlığını dahi devam ettirmekte zorlanarak yalpalıyor.
Yani şartlar ve her şey, Osmanlılığı hasrete dönüştürdü...
Artık Osmanlı olmak, bir etnisiteye (etnik köken) dayanmak değil, kucaklayıcı ve kuşatıcı bir sevgi ekseni etrafında yürekleri bütünlemektir.
İşte o zaman, iç huzuru içinde, "Hoşgeldin şanlı dirilişimiz" diyebileceğiz.
Bu eser böyle bir hasretin seslendirilişidir.
YAVUZ BAHADIROĞLU 01.02.2006, İstanbul