Kitap Cezasız Eğitim 1
Yazar Adem Güneş
Yayınevi Timaş Yayınları
Kağıt Cilt 2.Hamur - Karton kapak cilt
Sayfa Ebat 288 sayfa - 15.5x21.5 cm
Timaş Yayınları, Pedagog Adem Güneş tarafından yazılan Cezasız Eğitim 1 adlı kitabı incelemektesiniz.
Adem Güneş Cezasız Eğitim 1 kitabı hakkında yorumları oku yup kitabın konusu, özeti, fiyatı, satış şartları hakkında bilgiyi geniş bir şekilde edinebilirsiniz.
Yaratan Rabbinin adıyla oku . O, insanı " alak " dan yarattı. Oku, Senin Rabbin en cömert olandır. Alak 1-2
Birçok yetişkin cezasız çocuk eğitimi olamayacağına inanır.
Çocuğun neyin doğru, neyin yanlış olduğunu öğrenebilmesi için ceza ve mükâfatın iyi bir eğitim yöntemi olduğunu düşünür.
"Ceza kötü bir şey olsaydı, çocukken cezalandırılan bizler de kötü insanlar olurduk" der.
Ceza insanı kötü biri yapmaz belki...
Ama hiperaktif yapar. Şımarık yapar...
Yılışıklaştırır...
Öfkeli hale getirir...
Eşi ile bağ kuramaz, çocuğu ile oynayamaz biri yapar...
Ceza bir eğitim aracı değil, bir aşağılama davranışıdır...
Çocuk aşağılanarak değil, ancak değerlilik hissiyle kişiliğini geliştirir...
Pedagog Adem Güneş, Cezasız Eğitim'de çocukluktan yetişkinliğe kişilik gelişimini inceliyor.
Baskı, zorlama ve cezanın çocuğun kişiliğine nasıl yansıdığını gözler önüne seriyor.
Cezasız Eğitim, çocuk eğitimine bakış açınızı kökten değiştirecek bir eser...
Yayına Hazırlayanın Notu
Belki bir çırpıda, belki birkaç haftada okuyacağınız bu kitabın hazırlanışı yeni bir eğitim süreci oldu benim için...
Çocukluk yıllarının ne anlam ifade ettiğini ve yasamdaki karşılığını ince ayrıntılarıyla yeniden gördüm...
İnsanın yasam boyu enerji kaynağı olacak çocukluk yılları neden bu kadar önemliydi?
Çocuğun mizacını bozmadan kendini gerçekleştirebilmesi ne demekti?
Kişilik gelişiminde hislerin, duyguların ve davranışların yeri neydi?
Çocuğun benlik yapılanmasında cezanın etkileri nelerdi?
işte bu kitapta sağlıklı bir kişilik gelişimi için "Neden ve nasıl cezasız eğitim?" sorularına yanıtlar bulabilirsiniz...
Okudukça; onarmanın, nasıl da yara almaktan daha zor olduğunu görebilirsiniz...
Bu nedenle benzer soruları sizlerin de sormanızı, bu okumanın yaşamınızda yeni pencereler açmasını dilerim...
İnce ayrıntılarıyla islediğimiz bu kitap yolculuğu ve uyandırdığı farkındalıklar için ise Adem Hocama teşekkür ederim...
Psikolog Selma Şahin
ÇOCUK EĞİTİMİNDE CEZA
Yıllar önce cezasız çocuk eğitiminin olmayacağına inanıyordum.
Çocuğun neyin doğru neyin yanlış olduğunu anlayabilmesi için ceza ve mükâfatın mükemmel bir eğitim aracı olduğunu düşünüyordum.
Yaşam hakkında yeterince bilgisi olmayan çocuk, yanlış davranışları cezalandırılmazsa, doğru ve yanlısı nasıl öğrenebilecekti ki...
Eline aldığı bir eşyayı kırdığında, kardeşini itip düşürdüğünde, anne babasının sözünü dinlemediğinde sessiz mi kalınacaktı... Karşılık verilmeyecek miydi... Tabii ki karşılık verilecekti... Hem ceza olmazsa çocuk sorumsuz olmaz mıydı...
Okulda ceza korkusu olmazsa hangi çocuk ödevini yapardı ki... Ödevini yapmamış çocuklara ceza verilmeyecekse ödevini yapanlar haksızlığa uğramaz mıydı... fa da ne bileyim, ödevini yapanlar da bir süre sonra ödev yapmaz hale gelmez miydi...
Hem ceza korkusu olmasa öğretmen sınıfı nasıl idare edebilirdi ki...
Daha da ötesinde, çocuk yanlış davrandığında cezalandırılmazsa "büyüğe saygı"yı nasıl öğrenecekti... inanıyordum ki, çocuk bir yetişkin tarafından cezalandırılırken aslında kimin büyük kimin küçük olduğunu da öğreniyordu... Yetişkinlerin saygıyı hak eden I büyüklüğünün, elinde tuttuğu cezalan-dırma yetkisi ile daha da belirgin hale geldiğini düşünüyordum.
Çocuğun, anne babasının veya öğretmeninin istediği zaman, istediği gibi yanlış davranışlarına ceza verebileceğini bilirse yetişkinlere daha saygın davranacağını düşünüyordum.
Yıllar sonra hem babalık tecrübelerim hem de uzmanlık gözlemlerim bunun böyle olmadığını gösterdi... Çocuk, baskı ve zorlamalar karsısında geçici olarak istenilen davranışları ortaya koysa da, aslında hiçbir sey değişmiyor, problemler içten içe daha da büyüyordu.
Zannediyordum ki, çocuk, elinde ceza yetkisi bulunan yetişkine onu "büyük" olarak gördüğü için saygı duyuyor... Oysa, bu bir saygı ilişkisi değil, çocuğun kendini bir zarar vericiden korumak için edilgenleşmesiydi...
Yıllarca eğitimde cezanın gerekliliğine inandım...
Aslında herkes cezayı savunmuyordu. Çok fazla sesi Adem çıkmayan küçük bir grup, cezasız eğitimin olabileceğin-Güneş den bahsediyordu. "Konuşarak her türlü sorun halledilebilir" diyorlardı. Bense bu düşünceyi savunan kişilerin hayatın gerçeklerinden uzak olduğunu düşünüyordum, Evet, iyi insanlardı bunlar. Çocuklar üzülmesin diye çabalıyorlardı belki. Ve haklıydılar, çocukları üzmemek gerekirdi... Fakat bir de hayatın gerçekleri vardı... Polyannacılık oynayarak çocuk eğitimi olmazdı... Hayatın kendine has zorlukları vardı... Büyüdükçe sorumluluk sahibi olması gerekecekti çocuğun... Eğitimde başarı sağlamalıydı... İs hayatına atılacaktı... Orada bir sürü acımasızlıkla karşılaşacaktı... El bebek gül bebek çocuk yetiştirilmezdi ki...
Hem biz her şeyi "iyilik ve güzellikle" anlatmak isterken, çocuk "Yapmıyorum!" diye inat ederse ne olacaktı... Örneğin, ilkokula giden bir çocuk cep telefonu isteyince anne babası sadece konuşarak bunun zararlı bir şey olduğunu nasıl anlatabilir ki... O daha ilkokul çocuğu, heves dolu... Ne laf anlar, ne söz dinler... Bazen kızmak da gerekirdi, azarlamak da... Tamam, konuşarak problemleri çözmek iyi bir şey... Ya çocuk, "Hayır, istiyorum!" dediğinde ne olacaktı... Bütün isi gücü bırakıp, oturup saatlerce çocukla mı konuşacaktık...
Böyle düşünüyordum...
Eğitimde cezanın olmaması gerektiğini savunan kişileri gerçekçi bulmadığımdan dolayı onları hep sevdim fakat itiraf etmek gerekirse, ne dediklerini anlamaya pek gayret etmedim...
Yıllar geçtikçe yasama dair gözlemlerim arttı...
Kendi çocuklarımla tecrübelerim oluşmaya başladı...
Yüzlerce mesleki kitap okudum...
Kendisi de bir zamanlar anne baba olmuş yaslıların ölmeden önceki son pişmanlıklarını dinledim...
Yüzlerce anne babanın çocuklarıyla yaşadıkları sorunlara çözüm bulmak için pedagojik danışmanlıklarını yaptım...
Bu ebeveynlerin çocukları ile yaşadıkları sorunların kökeninde neler yattığını anlamak için gece gündüz çabaladım durdum...
Sonunda anladım ki, çocuğun ceza ile eğitilmeye çalışılmasının sonucu koca bir hayal kırıklığından ibaretmiş... Ceza, çocuk küçükken bir ise yarıyor gibi görünse de, yetişkinlik yıllarında bin pişmanlığa yol açıyormuş...
Mademki bu bir yanılsama; o halde neden bu kadar çok insan çocuk eğitiminde ceza kullanıyor... Cezasız eğitim olabileceğini duyduğunda "Sanmıyorum" diye önyargıyla yaklaşıyor... Bu sorunun cevabı oldukça trajik aslında...
Kendisi de ceza ile yetiştirilmiş kişilerin yetişkinlik yıllarında cezasız eğitimin olabileceğine inanması neredeyse imkânsızdı... Çünkü bu kişiler cezasızlığı savunacak olsalar, ilk önce kendi anne babalarıyla çelişirlerdi... Sanki onları suçlar gibi hisseder... Onların yanlış yaptığını düşünmek zorunda kalırlardı... Bu basit gibi görünen fikir ayrılığı, öylesi bir domino tasını düşürmek olurdu ki, ucu kişinin kendisine kadar gelecek ve "kendisinin iyi yetiştirilmemiş" olduğu gerçeğiyle yüzleştirecek bir etkiye sahipti... Bu, onun bütün bir kişiliğini yeniden sorgulaması anlamına gelirdi...
35 yaşlarında bir anne, 9 yaşlarındaki oğlunun tepkisel davranışları nedeniyle danışmanlık almaya gelmişti. Anneye göre, çocuk ödevlerini vaktinde yapmıyor, sorumluluklarını kendi iradesiyle yerine getirmiyordu. Evde sürekli bir ikaz, uyarı ve kimi zaman da çatışma ortmı vardı.
Anneyi uzun uzun dinledim, neredeyse bıkmıştı çocuğundan. Baskıcı bir anne olarak görülmekten de rahatsızdı. Sorunları ne kadar aile içinde tutmaya çalışsa da, eş dost ile birlikte olunduğu sırada oğlunun anormal davranışları kendisini utandırıyor, sinirini bozuyordu.
"Artık oğluma ne nasihat kâr ediyor... Ne aldığı cezalar..." dedi.
Anne anlatacaklarını anlattı, içini boşalttı... Acaba çocuğun dünyasında neler vardı? Bu sefer onu dinlemek üzere anne babasını dışarı aldım.
Ceza ile Yetiştirilmiş kişilerin yetişkinlik yıllarında cezasız eğitimin mümkün olduğuna inanması neredeyse imkânsızdır.
Ceza, alanı da vereni de tükenmişliğe düşürür.
Çocuk, "Artık bıktım" diye söze başladı. "Annem her şeye kızıyor, yapma diyor, her şeye karışıyor... Eğer onun dediğini yapmazsam hemen 'Cezalısın, git odana.' Biraz gürültülü oynasam 'Gelmeyim yanına, karışmam bak.' Öğretmen bir mesaj gönderse 'Bugün televizyon izlemeyeceksin.' Ödevimi yapmasam 'Dışarı çıkmak yasak.' Bıktım ya... bıktım..."
Anne çocuktan bıkmış, çocuk anneden. İste cezanın negatif sonuçlarından biri yine karsımda duruyordu. Zira ceza, alanı da vereni de tükenmişliğe düşürürdü.
Ceza veren kişi, bir süre sonra cezayla davranışını düzeltmeye çalıştığı kişiyi sürekli yönetmek, yönlendirmek ve kontrol etmek gibi çılgınca bir kısır döngüye girdiğini fark edemez. Böyle bir kısır döngüye giren kişi bir süre sonra baskı ve kontrolü bıraksa sanki her şey rayından çıkacakmış gibi kaygılanır...
Psikoloji bize öğretti ki, insanoğlunun en anlamsız çabası, "bir başkasını kontrol altında tutma çabası" dır. Çünkü insan, özgürlüğe yatkındır... Kontrol altında tutulmaya çalışıldıkça hırçınlasın agresifleşir, kişiliği bozulur, sınır dışı davranışlara yönelir.
Çocuk eğitiminde doğru bakış acısı, çocuğu kontrol altında tutmak, onu yönetmek değil, onun kendisini adım adım yönetebilmesine yardımcı olmaktır. Çocuğunu yönetmek üzere sürekli denetçi bir rol üstlenen anne babalar, bir süre sonra bunun imkânsız olduğunu fark edeceklerdir... Bu fark edişe kadar geçecek zaman, çocuk ile ebeveyn ilişkisini yıpratmakla kalacaktır...
Çocuğun özgürlük ihtiyacı onun gelişimi için mutlak şarttır; lüks değil, zorunluluktur. Çocuğun bir sonraki yas dönemine geçebilmek için özgürlüğe ihtiyacı vardır. Onu kontrol altında tutmak; içinde bulunduğu yas dönemine hapsetmek, duygusal ve zihinsel gelişimini engellemek demektir.
10 yasma gelmiş bir çocuğun hâlâ yalnız basına bir is yapamaması, sürekli anne ihtiyacını hissetmesi, yasına uygun problemleri çözmek yerine yardım arayışına girmesi, özgürlüğünün o ya da bu sebeple engellenmiş olmasıyla ilgilidir.
Çocuğunu çok seven, onu en iyi şekilde yetiştirmek için var gücüyle çabalayan bir annenin 7 yaşındaki oğlu, okulda arkadaşlarıyla sorun yasıyordu. Çocuk okula gitmemek için her sabah annesine yalvarıyor, evden çıkmak bir türlü mümkün olmuyordu. Sorununu tek basma çözemeyeceğini anlayan bu anne, pedagojik danışmanlık almaya karar vermişti.
Görünen oydu ki anne, çocuğuna çok bağlıydı. Çocuk o güne kadar annesiz bir şey yapmamış, özgürleşememiş, annesinin gölgesinde yetişmişti.
Annesiyle bas basa kaldığında, dış dünyanın ne kadar acımasız olduğu, insanlara çok güvenmemesi ve kendi ayakları üzerinde güçlüce durması gerektiği mesajını alıyordu. Belli ki bu anne, çocuğunu dış dünyanın sorunlarından korumak istiyordu. Ancak kullandığı yöntem çocuğu güçlendirmemiş, özgürleştirmemiş, aksine içe kapanmasına yol açmıştı.
Çocuğunu korumak için sürekli kol kanat geren, basına bir şey gelecek diye kaygı taşıyan anne babaların çocukları, güçlü gibi görünseler de derin kaygılar edinmişlerdir. Böylesi çocuklar sevgiyle büyüseler bile, dış dünyaya karsı zayıf, güçsüz ve çekingendirler.
İnsanoğlunun en anlamsız çabası, "bir başkasını kontrol altında tutma çabası " dır.
Birçok anne baba koruyucu ebeveynliğin doğru olmadığını bilmesine rağmen, içindeki kaygılardan bir türlü kurtulamaz, çocuklarının gelişimi için ihtiyaç duyulan özgür ortamı sağlayamaz. Çünkü çocukluk dönemi baskı altında ve kısıtlanmış özgürlüklerle gecen kişiler, yaşadıkları ruhsal problemleri ancak ebeveyn olduklarında hissetmeye başlarlar.
Sıradanmış gibi görünse de bu sorunun kişinin farkındalığının artması veya eğitim seviyesinin yükselmesiyle çözülmesi pek de mümkün değildir.
Çocukluk yıllarında başlayan duygusal problemleri çözmek; bilmek ve öğrenmekle değil, yaralanmış duyguların onarılmasıyla ve kaybedilen gerçek kendiliğin yeniden oluşturulmasıyla mümkün olur.
Bazı anne babalar ise çocuğuna baskı yaptığının, onun gelişimi için ihtiyaç duyduğu özgürlük alanını kısıtladığının farkında bile değildir. Böylesi ebeveynler her şeyi çocuklarının iyiliği için yaptıklarına inandıkları için, onları incitseler de kızsalar da ceza verip odaya kapatsalar da bunun yanlış olduğunu düşünmezler. Çünkü bütün bu can sıkıcı çatışmaları çocuklarının iyiliği için yaptıklarına inanmışlardır.
Birçok yetişkine çocuğun yanlış davranışlarını cezayla düzeltmeye çalışmak, başlangıçta ise yarayan bir yöntem gibi gelir. Fakat yıllar geçtikçe, bunun nelere mal olduğunu görmek oldukça can sıkıcıdır.
Çocuğunun agresif ve öfkeli tavırları nedeniyle yardım almak isteyen bir anne, bütün bu gerçekleri anlattığımda itiraz etti: "Eğer ceza yanlış bir şey olsaydı, ben kötü biri olurdum. Çünkü benim anne babam da beni cezalandırırdı. Ama ben kötü biri olmadım, hatta iyi bir insan olduğumu düşünüyorum" dedi.
Kendisine, "Zaten cezanın kişide oluşturduğu en belirgin bilinçaltı yanılgısı, iyi bir insan olduğuna inanma zorunluluğudur" dedim.
"Nasıl yani?" dedi.
"Çocuğunu ceza ile eğiten kişiler kendilerini iyi insan olarak tanımlamak zorundadır" diye devam ettim.
İyice şaşırarak, "Anlamadım" dedi.
"Söyle söyleyeyim, bütün ceza vericiler bunu o kişinin iyiliği için yaptıklarına inanırlar... Örneğin, ödevini yapmayan öğrencisine ceza veren öğretmen, bu tutumuyla hem o çocuğu ödev yapmaya teşvik ettiğini hem de ödevini yapan diğer çocukların hakkını o çocuğu cezalandırarak koruduğunu düşünür... Başkalarının iyiliği için çabalayan biri, kendisinin kötü olduğuna inanır mı hiç?
Ancak pedagojik farkındalığı yüksek bir öğretmen bunu fark eder. Sebep ne olursa olsun, ceza alan çocuğun incindiğini, üzüldüğünü, yaralandığını ve aşağılandığını hisseder. Ödevini yapmamış öğrencinin cezalandırılması, diğer öğrencileri ödev yapmaya teşvik etmek değil, "Eğer ödevinizi yapmazsanız basınıza bu gelir" diye tehdit etmektir.
Çocuğunu korumak için sürekli kol kanat geren anne babaların çocukları, güçlü gibi görünseler de derin kaygılar edinmiştir.
Ceza verenin niyetine olursa olsun, sonuçta ceza çocuğu incitir ve aşağılar.
Başarılı bir öğrenme, tehditle değil saygınlıkla gerçeklesen eğitimdir."
Kadın biraz durdu, düşündü.
"Aslında doğru, hem de çok doğru. Peki neden biz böyle düşünmüyoruz da yanlış yapan bir çocuğu doğru yola getirmek için hemen aklımıza ceza vermek geliyor?" diye sordu.
Bu soru oldukça trajik bir cevabı barındırıyordu aslında...
"Eğer cezanın yanlış bir şey olduğuna inanırsak, kendi anne babamızla ilgili inançlarımızla çatışırız da ondan" dedim.
"Nasıl yani?" diye anlamaya çalıştı anne.
"Söyle söyleyeyim, ceza verenin niyeti ne olursa olsun, sonuçta ceza çocuğu incitir, aşağılar... Hiçbir çocuk yoktur ki cezalandırılırken kendini iyi hissetsin, doğru mu?"
"Doğru..."
"Peki, çocuğa ceza veren ve inciten kişi, onun anne babası ve öğretmeni ise çocuk ne düşünür sizce?
Ne düşünür?
Aslında bir şey düşünemez, kilitlenir... Anne babasının ceza vererek kötü bir şey yaptığına inanmak yerine, incinse de aşağılansa da belirli bir yasa kadar sürekli kendini suçlar... Ve böylelikle bir bilinçaltı bakısı geliştirir... Bu bakışa göre, ceza vermenin yanlışlığı değil, karsıdaki kişinin "suçluluğu" ön plandadır.
Size bir örnek vereyim:
Ortaokul birinci sınıf öğrencisini dövdüğü için mahkemeye çıkan öğretmenin haberini okuyan birkaç yetişkinle aynı ortamdaydım. Bu kişiler; "Tamam öğretmen hatalı olabilir ama kim bilir çocuk da ne yapmıştır ki öğretmen bu duruma gelmiştir?" diye yorumluyorlardı haberi.
Şiddeti yanlış kabul etseler bile yine de bunun hak edilebileceğine dair inanışlar taşıyorlardı. Zira bu yorumu yapan kişiler, kendileri de anne babalarından ve sevdiklerinden zarara uğramış kişilerdi. Eğer aksini düşünecek olsalar, anne babalarının ve sevdiklerinin kendilerine şiddet uyguladığını kabul etmiş, incitilmişlikleri ve aşağılanmışlıkları karsısında onları suçlamış olacaklardı. Ve bu düşünce içlerinde tuhaf bir huzursuzluğa yol açacak, belki kendi kişiliklerini sorgulamaya başlayacaklardı. Bu huzursuzluğu yasamak yerine cezayı normalleştirmek, "Ne var ki bunda? Biz de ceza alarak büyüdük" demek daha kolaydı.
Çocukluğu bu şartlar altında gecen kişilerin zihinsel semaları, çocuğun zarara uğramasına değil, davranışın düzeltilmesine odaklıdır. Bir başka deyişle, duygusal gelişime değil, davranış gelişimine yöneliktir..."
Ceza, aşağılama içerdiği için bir şidd eylemidir.
Çocuğunun agresif davranışları için yardım almaya gelmiş olan bu anne, kendi davranışlarını sorgulamaya başlamıştı... Bir süre sonra su soruyu sordu: "Ceza vermek kötü bir şey de olsa beni yanlış isler yapmaktan alıkoyduğu için yine de iyi değil mi?"
Birçok yetişkin, bu anne gibi cezanın yanlış bir şey olduğunu kabul etse de kendi geçmişini sorgulamamak için "Yanlış da olsa iyi bir sey olmuş" diye teselli bulmaya çalışır.
Halbuki kişi çocuğun kendi gibi olmasının keyfi vardır... Her iki durumda da çocuk doğru davranışı edinmiş olabilir ancak birinde yaralanmış bir benlik, diğerinde saygın bir kişilik üzerinde durulmalıdır.
Çocuklarının davranışlarını düzeltmek için cezayı bir araç olarak kullanan yetişkinler bir süre sonra baskının dozunu artırdıklarını ve şiddete başvurduklarını fark edemezler.
Şiddet, sadece çocuğa fiziksel olarak zarar vermek, vurmak, dövmek değildir.
Şiddet konusuyla üç bilim dalı ilgilenir; tıp, hukuk ve psikoloji.
Şiddetin tanımını tıbba göre yapacak olursak, tıbba göre şiddet, kişiye "fiziksel" olarak zarar verici müdahalede bulunmaktır. Tıp, bireyin şiddete maruz kalıp kalmadığını doku zedelenmelerine bakarak anlamaya çalışır. Tıbba göre şiddet, fiziksel bir eylemdir. Okulda öğretmeninden şiddet görmüş bir çocuk doktora gider, fiziksel kontrolden geçerek şiddete maruz kalıp kalmadığını raporlaştırır.
Eğer öğretmen öğrencisine iz bırakmayacak şekilde fiziksel müdahalede bulunmuşsa, tıp bu konuda yetersiz kalır. Tıp, şiddeti ispat edebilmek için somut zedelenmelere bakar. Ortada somut bir zedelenme yoksa bu da hukukun konusu içinde yer alır. Öğretmen, öğrencisini itti ve düşürdü ise, ya da vurdu fakat iz bırakmadı ise, artık bu konu tıbbın değil, hukukun ilgi alanındadır.