Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, 14 Cilt Takım, 2.EL

Fiyat:
1.150,00 TL
Geçici olarak temin edilememektedir. Temin edildiginde

Bu ürünün yerine tercih edebileceğiniz ürünler

      Stoktan Kargo, 2. EL KULLANILMIŞ

Kitap              Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi
Yazar             Komisyon - Heyet
Yayınevi         Çağ Yayınları 
Kağıt - Cilt      1. Hamur , Ciltli, 14 Cilt Takım
Ebat               17x24 cm
Yayın Yılı       1989,
 Eksiği Yok

Orta Kondisyonlu

Not: Sadece bu ÇOK ÇOK UCUZ KELEPİR kategorisindeki kitaplar 2. El kitaptır. Diğer bölümlerdeki kitaplar sıfır ve yeni ürünlerdir.


Çağ Yayınları Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi adlı kitabı incelemektesiniz.
14 Cilt Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi kitabı hakkında yorumları okuyup kitabın konusu, özeti, fiyatı, satış şartları hakkında bilgiyi geniş bir şekilde edinebilirsiniz.
 
Yaratan Rabbinin adıyla oku . O, insanı " alak " dan yarattı. Oku, Senin Rabbin en cömert olandır.  Alak 1-2

 
 
Doğuştan Günümüze  BÜYÜK İSLAM TARİHİ’ nin
 
 
Çeşitli   Bölümlerini   Hazırlayan   Yazar   Kadrosu
 
 
Prof. Dr. İsmail AKA -  Prof. Dr. Ali ALPASLAN - Prof.Dr.CoşkunALPTEKİN  -  Arş. Gör, Fatih ANDI   
Prof. Dr. Mehmet AYDIN -  Arş. Gör. Fahamettin BAŞAR  - Azmi BİLGİN -  Arş. Gör. Mehmet ÇELİK
Arş. Gör. Hayati DEVELİ -  Doç. Dr. Nadir DEVLET
Arş. Gör. Musa DUMAN -   Yard. Doç. Dr. Feridun EMECEN 
Prof. Dr. İsmail ERÜNSAL - Prof. Dr. Mustafa FAYDA –
Prof. Dr. Reşat GENÇ  -  Doç. Dr. Ali İhsan GENCER  -
Prof. Dr. Umay GÜNAY - Prof.  Dr.  Yusuf  HALACOĞLU  -
 Prof. Dr. Mücteba İLGÜREL  -   Doç. Dr. Mustafa İSEN –
Doç. Dr. Mustafa KARA  -   Selahattin KAYA
Doç. Dr. Ziya KAZICI -    Prof. Dr.  Bayram KODAMAN  -
 Doç.  Dr.  Enver KONUKCU -  Doç. Dr. Kazım Yaşar KOPRAMAN –
Dr. Hee Soo (Cemil) LEE   -  Prof. Dr. Erdoğan MERÇİL –
Prof. dr. İsmet MİROGLU   -   Prof. Dr.Selçuk MÜLAYİM
Prof. Dr. Orhan OKAY  -    Yard.  Doç.  Dr. Abdülkerim Özaydın
Doç. Dr. Mim Kemal ÖKE  -  Dr. Necdet ÖZTÜRK   -  

Prof. Dr. Ali SEVİM  -  Prof. Dr. Nermin SİNEMOĞLU   -  
Doç. Dr. İlhan ŞAHİN  -   Doç. Dr. Ramazan ŞEŞEN    - 
Dr. Rifat UÇAROL  -  Yard. Doç. Dr. Abdullah UÇMAN    - 
Prof. Dr. M. Çetin VARLIK - Doç, Dr. Hulusi YAVUZ   -
 Prof. Dr. Bahaeddin YEDİYILDIZ  - Prof. Dr. Hakkı Dursun YILDIZ
 

Mütercimler :

Dr. Arif AYTEKİN -  Adil BEBEK
Durak PUSMAZ - Resul TOSUN
Rahmi YARAN -  A. Remzi YEŞİLLİ
Abdullah YÜCEL
 
Baskıya Hazırlama ve Metin Tashihi :   Metin Mergen


  TAKDİM
 
Çağ Yayınları, 14 cilt olarak plânladığı  Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi ' nin ilk cildini elinize ulaştırmış bulunuyor. Bizi bu noktaya getiren Allah'a sonsuz hamdediyoruz.
 
Her işin bir gönülden geçeni vardır, bir de gerçekleştirilebileni... İkisi arasında, her zaman bir fark olagelmiştir. Bu, insanın ufku ile, elinin ulaşabildiği arasındaki fark gibi bir şeydir. Ufku yakalamak mümkün olmasa da, ona doğru koşmak vazgeçilmez şarttır.
 
Çağ yayınları,  doğuştan günümüze büyük islam tarihini ha­zırlama kararı verirken, ufka doğru bir adım atma düşüncesinden ha­reket etmiştir. Bu, şu demektir: Önce mevcut olan değerlendirilecek, sonra da onun bir adım daha ileriye götürülmesi sağlanacaktır. Yola, bu başarılacaksa çıkılacaktır.
 
İşte Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, böyle bir kara­rın ürünüdür.
 
Çağ Yayınları, bu yolda ilk adımını atarken, İslâm tarih zincirini bütünüyle veren, temiz bir dil ve sağlam bir üslûp sahibi, İslâm kültür ve medeniyet dünyasını yansıtabilen, mükemmel bir teknikle hazırlan­mış, ilmî, sistematik bir İslâm tarihinin Türkiye için ihtiyaç olduğu değerlendirmesinden hareket etmiştir. Ufuk budur. Zikredilen her özel­liğin, muhtevası doyurulmak kaydıyla, mevcut bir eksikliği giderdiği ve bir ihtiyaca tekabül ettiği düşünülmüştür. Öyleyse yapılması gere­ken, bu muhtevayı gereğince olgunlaştırmaktır.
 
Bu noktada üç şey önem kazanmaktadır:
— Eserin genel şablonu (Muhteva),
— Eseri hazırlayacak kadro,
— Eserin hacmi.
 
 
MUHTEVA VE HACİM
 
Eserin genel şablonu hazırlanırken, geniş bir ilmî muhitle istişare edilmiştir. Özellikle Prof. Dr. Hakkı Dursun Yıldız, Prof. Dr. Emin Ba­rın ve Doç. Dr. Ramazan Şeşen'in çalışmaları, şablona nihaî şeklini ver­mekte büyük değer ifade etmiştir. Bunun yanında, Yrd. Doç. Dr. Ziya Kazıcı ile Yrd. Doç. Dr. Cahit Baltacı'nın şablon üzerindeki titiz çalış­malarım da burada zikretmemiz gerekir. İstanbul ve Ankara Üniver­sitelerinden ilim adamlarımız da, şablon çalışmasında çok değerli kat­kılarda bulunmuşlardır.
 
Eserin şablonu hazırlanırken, hacim de söz konusu edildiği için şablonla hacim birlikte belirlenmiştir. Buna göre yaklaşık 40'ar forma­lık (640 sayfa) 14 cilt olarak plânlanan eser, şu genel şablon içerisine yerleşmiştir:
 
— Hz. Muhammed (S.A.V.) Devri
— Hulefâ-i Râşidîn ve Emevîler
— Abbasîler
— Endülüs Emevîleri
— Abbasîler Devrindeki İslâm Devletleri
— İlk Müslüman Türk Devletleri
— Selçuklular
— Anadolu Türk Devletleri
— Asya'daki Türk-İslâm Devletleri
 
— Osmanlılar I
— Osmanlılar II
— Osmanlılar III
— Çağdaş İslâm Devletleri
— İslâm Medeniyeti ve Müesseseleri
 
Anlaşılacağı gibi bu, genel bir çerçevedir. Her cilt, kapsadığı zaman dilimi ve muhit göz önünde bulundurularak bütün teferruatıyla işlen­miştir. Meselâ, Hz. Peygamber (S.A.V.)'e hediye ettiğimiz birinci cilt, İslâm öncesi dünya şartlarından başlayarak Peygamberimizin vefatına kadarki dönemi kapsayan tam bir siyerdir. Ayrıca bu cildin baş kısmı­na, okuyucuya tarih perspektifi verecek bir «Tarih Notları» bölümü ek­lenmiştir.
 
«Endülüs» adını verdiğimiz dördüncü cilt, Endülüs İslâm Devlet­leri yanında bütün bir Kuzey Afrika İslâmlaşmasını anlatmaktadır.
Şu söylenebilir: 14 asır boyunca şu veya bu şekilde İslâm ümmeti içerisinde bir fonksiyon icra etmiş hiç bir toplum veya cemaat, fikir veya kültür hareketi, medeniyet parıltısı ihmal edilmemeye gayret sarfedilmiştir.
 
İslâm tarihlerinin genel bir zaafı olarak eserin, bir vakalar yığını veya menkıbe ve kıssa harman olmaması için büyük itina gösterilmiştir. Her vaka, ilmin süzgecinden geçirilmiş ve belli bir bakış açısı çer­çevesinde yerli yerine konmuştur.
 
Ayrıca, İslâm toplumlarının siyasî tarihleriyle yetinilmemiş, kültür ve medeniyet boyutu, her dönem için özellikle vurgulanmıştır. Hangi İs­lâm toplumu, genel İslâm Medeniyeti'ne bir katkıda bulunduysa onu zikretmek, o toplumun hatırasına karşı bir kadirşinaslık borcu ve ta­biatıyla, İslâm Medeniyeti'nin gerçek boyutlarıyla ortaya çıkması için bir vecibe telâkki edilmiştir.
 
Her ciltte uygulanan bu metot, çağlar içerisinde bütünlük arzeden bazı müesseselerin gelişme seyrini anlatmak için yeterli olmadığından, «Müesseseler Tarihi»ne ayrı bir cilt tahsis, edilmiştir. Hilâfet, vakıflar, medreseler, şeyhülislâmlık vb. gibi ana İslâm müesseseleri, her dönem­de cereyan eden olaylara bağlı kısımları kendi cildinde kalmakla birlik­te, müessesenin genel hüviyetine katkısı itibariyle, dönemleri aşan nite­likleriyle ayrıca değerlendirilmişlerdir.
 
Bir tarih eserini okurken en önemli güçlük, hadise mahallini ta­savvurda görülmektedir. Tarih atlasları bunun için yapılır. İslâm tari­hi sahasında ise, bir atlas çalışması henüz ortaya konmuş değildir. An­cak, araştırmacılar tarafından yapılmış haritalardan söz edilebilir. Doğuştan Günümüze BÜYÜK İSLÂM TARİHİ bünyesinde de, konula­rı anlamayı kolaylaştırmak üzere, çeşitli kaynaklardan istifade ile yap­tırılmış haritalara yer verilmiştir. Ayrıca, medeniyet ve kültür eserleri­ni daha canlı bir tarzda sunabilmek amacıyla fotoğraflardan istifade edilmiştir.
 
Dilde, «anlaşılır olmak» prensip kabul edilmiştir. Bu sebeple, uy­durma kelimelerden kaçınılmış, kullanımı terkedilmiş ağdalı kelimelere de yer verilmemiştir. Temiz, sade bir dil, kısa cümlelerden oluşan akıcı bir üslûp, eserin bütününde gözetilen ana esaslardandır. Özellikle ter­cüme ile takviye edilen bölümlerde buna daha çok itina gösterilmiştir. Çünkü, bizde yeni yeni oturan tercüme dilinde, büyük yanlışlıklar ya­pılmakta ve dilin yapısı âdeta katledilmektedir. Tabiatıyla bu, eserin anlaşılırlığını da ortadan kaldırmaktadır. Onun için her bölüm titiz bir tarzda redaksiyondan geçirilmiş, tercüme ve telifleri bütünleştiren ortak üslûp oluşturulmasına çalışılmıştır.
 
İmlâda genel kurallara uyulmuş, kelimelerin yazılışında, Türkçeye malolmuş kelimeler Türkçe imlâsıyla, yabancı karakteri ağırlıklı olan­lar da, orijinal dilindeki kullanılış biçimiyle sunulmuştur.
 
Esere, teknik yapı itibariyle de özen gösterildiğini belirtmeliyiz. Daha başından, eserin «kalıcı» olması planlandığı ye temenni edildiği için, muhteva kadar teknik yapıda da kalıcı özellikler aranmıştır. Cilt, kâğıt, dizgi ve baskı gibi grafik düzenlemede de klâsik zevklerimiz kol­lanmış, kalite gözetilmiştir.
 
 
 
    KADRO
 
Kadroya gelince...
 
Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi nin esasta, telif eser olması plânlanmıştı. Böylece, eserin tasarlanan ya­pıya daha uygun olarak hazırlanacağı düşünülmüştür. Ancak daha son­ra, özellikle Arap İslâm tarihi dönemleri için bazı kıymetli eserlerden kaynak olarak istifade edilebileceği kanaati oluşmuş ve bu konularda tercüme-telif gibi bir yol takip edilmiştir. Ahmet Çelebi ve Muhammed el-Hudarî'nin .eserlerini bu arada sayabiliriz. Siyer, Hulefâ-i Râşidîn, Emevîler ve Abbasîler ciltlerinde bu iki değerli İslâm tarihçisinden ge­niş ölçüde faydalanılmıştır. Ayrıca özellikle Endülüs konusunda müs­teşriklerin çalışmaları da ciddî bir tetkik konusu yapılmıştır. Ancak, bütün bu tercümeler sonunda takviyesi veya tashihi gerekli bölümler, yeniden kaleme alınmıştır.
 
Tercüme için, Diyanet İşleri' Başkanlığı Haseki Eğitim Merkezi, İla­hiyat Fakültesi, İslâm - Kültür - Tarih - Araştırma Merkezi'nden değerli araştırmacılarla, bağımsız çalışan mütercimlerden yararlanılmıştır.
Eserin büyük kısmı ise, teliflerden meydana gelmiştir. Bunun için, bütün ilim muhitlerinden istifade edilmiştir. Ankara, İstanbul, Marma­ra, Mimar Sinan, Selçuk ve Atatürk... Üniversitelerinin çeşitli fakülte­lerinden ilim adamları, Doğuştan Günümüze BÜYÜK İSLAM TARİHİ'nin kendi sahalarını ilgilendiren bölümlerini kaleme almışlardır.
 
Gerek" tercüme, gerek telif suretiyle hazırlanmış metinler, dil, üs­lûp ve ilmî tespitler yönünden, sayın Prof. Dr. Hakkı Dursun Yıldız başkanlığındaki Redaksiyon Kurulunda tetkik edilmiş ve yayına hazır hale getirilmiştir. Bu arada eserde yer alan, İslâm inancı ve hükümleri­ne ilişkin konular, değerli ilim adamlarımızdan Emin Saraç ve İstan­bul Müftüsü muhterem Selahattin Kaya'nın tetkiklerinden geçmiştir. Bilhassa eserin dizgi - baskı ve teknik çalışmalarında Zafer Matbaası'nın sahipleri, sayın Tugay Sağlam, Hüseyin Perk ve ilgili perso­neline gösterdikleri gayretlerinden dolayı teşekkürlerimizi memnuni­yetle belirtmek isteriz.
 
 
Çağ Yayınları, DOĞUŞTAN GÜNÜMÜZE BÜYÜK İSLAM TARİHİ ' nin bu ilk cildini size ulaştırmaktan ve ilim âleminin tetkikine sunmaktan mutludur. Her türlü ilmî değerlendirmeden faydalanılacağını ve bunun esere bir katkı olarak kabul edileceğini belirtmek isteriz. Allah'tan gay­retlerimizi tamamına erdirmesini ve hayırlara-vesile kılmasını niyaz edi­yoruz.
 
ÇAĞ YAYINLARI
 
 
           ÖNSÖZ
 
Türk tarihinin uzun ve parlak devresi, IX. yüzyıldan itibaren İslâ-miyeti kabul etmeleriyle umumî İslâm tarihi çerçevesinde mütalâa edilmektedir. Türklerin Müslüman olmaları Türk, İslâm ve Dünya tarihinin en büyük olaylarındandır. IX. yüzyılın başlarında İslâm dev­leti bünyesine askerî maksatlarla giren Türkler, kısa sürede devletin askerî ve siyasî kadrolarında üstünlüğü ele geçirdiler. Bunu Mısır'da Tolunoğulları (868-905) ve İhşidîler (936-969), Azerbaycan'da Sâcoğulları (889-927) adlı Türk hanedanları takip etti. X. yüzyılın ortaların­dan itibaren Karahanlılar ve Gazneliler gibi Müslüman-Türk devletleri İslâm dünyasında varlıklarını hissettirmişlerdir. Selçuklular ve bil­hassa Osmanlılar İslâm âleminin kaderine hâkim olmuşlardır. Bugün de ülkemiz İslâm ülkeleri arasında mümtaz bir yere sahiptir. Başka bir ifade ile İslâm tarihi ile Türk tarihini birbirinden ayırmak mümkün de­ğildir. Diğer taraftan İslâm medeniyetinin gelişmesinde de Türklerin Araplar ve Farslar kadar hizmetleri olduğu aşikârdır. Bunun için Türk tarihini incelerken İslâm tarihini ve medeniyetini bilmenin zarureti ortaya çıkmaktadır.
 
Bu ihtiyacımızı karşılayacak ve Türk tarihçileri tarafından kale­me alınmış bir İslâm tarihinin eksikliği ortadadır. Yakın bir gelecek­te bu ihtiyacımızın karşılanacağı pek mümkün görünmemektedir. Çün­kü memleketimizde İslâm-Arap tarihi üzerindeki ilmî araştırmaların geçmişi pek yenidir. Üstelik bu sahada araştırma yapan ilim adamla­rımızın sayısı da oldukça azdır. Yapılan araştırmalar İslâm tarihinin küçük bölümlerini içine almaktadır. Diğer taraftan İslâm tarihini ko­nu alan, ancak tarih metoduna uymayan ve sayıları oldukça kabarık olan yayınların büyük bir kısmı da lüzumsuz hissi görüş ve yorumları aksettirmektedir.
 
Millî kültürümüz açısından büyük önem taşıyan İslâm Tarih ve Medeniyeti sahasındaki bu boşluk çeşitli zamanlarda Batı ve Doğu dil­lerinden yapılan tercümelerle doldurulmaya çalışılmıştır. Bu sahadaki ilk tercüme de Batı dillerinden yapılmıştır. Dozi'nin Tarih-i İslâmiyet (Çeviren Dr. Abdullah Cevdet, İstanbul 1908), L. Caetani'nin İslâm Ta­rihi (Çeviren Hüseyin Yalçın, İstanbul 1924-27), konumuzla ilgili ilk eserlerdir. Bunları çeyrek asırlık bir aradan sonra yenileri takip et­miştir; C. Brockelman'm İslâm Milletleri ve Devletleri Tarihi (Çeviren Neşet Çağatay, Ankara 1954), J. Wellhausen'in İslâm'ın En Eski Tari­hine Giriş (Çeviren Fikret Işıltan, İstanbul 1960), J. Wellhausen'in Arap Devleti ve Sükûtu (Çeviren Fikret Işütan, Ankara 1963)', M. Watt' m Hazret-i Muhammed (Çeviren Hayrullah Örs, İstanbul 1963), B. Lewis'in Tarihte Araplar (Çeviren Hakkı Dursun Yıldız, İstanbul 1979) ve Philip K. Hitti'nin Siyasî ve Kültürel İslâm Tarihi (Çeviren Salih Tuğ, İstanbul 1980-81) bunlar arasında sayılabilir. Doğu dillerinden yapılan tercümelere gelince: Mevlânâ Şiblî - Süleyman Nedevînin Asr-ı Saâdet'i (Çeviren Ömer Rıza, İstanbul 1921-27), Corci Zeydan'ın Medeniyet-i İslâmiye Tarihi (Çeviren Zeki Megamiz, İstanbul 1950-52), M. Hamidullah, İslâm Peygamberi (Çeviren Salih Tuğ, İstanbul 1969) ve Hasan İbrahim Hasan'ın İslâm Tarihi (Çevirenler İsmail Yiğit-Sadrettin Gümüş, İstanbul 1985) bunların en önemlileridir. İsimlerini ver­diğimiz bu eserlere daha başkalarım ilâve etmemiz mümkündür. Ay­rıca şu hususu da memnuniyetle belirtmeliyiz ki İbnü'l-Esîr'in el-Kâ-mil fi't-Tarih'i gibi İslâm tarihinin ana kaynaklan da Türkçeye çev­rilerek Türk okuyucusunun hizmetine sunulmaktadır. Bu tercüme eserlerin son zamanlarda çoğalması Türk okuyucusunun İslâm tarihi­ne duyduğu alâkayı göstermektedir.
 
Türk okuyucusunun, İslâm tarihine büyük bir ihtiyaç duyduğu artık gün gibi aşikârdır. Ancak nasıl bir İslâm tarihi olmalıdır? soru­suna cevap vermek zordur. Her şeyden önce Türk tarihini de içine alan bir eserin, yani İslâm milletleri ve devletlerini bütün halinde anlatan bir eserin düşünülmesi icap etmektedir. Diğer taraftan batılı ve doğu­lu tarihçilerin dinî ve millî sebeplerle tarafgirane yazdıkları bir tarihin olmaması icap eder. Başka bir ifade ile Türk okuyucusu, Türk tarihçi­leri tarafından yazılmış bir İslâm tarihini beklemektedir. Yukarıda da belirttiğimiz gibi İslâm-Arap tarihi üzerindeki araştırmaların tarihi yeni ve az olduğundan Türklerin dışındaki İslâm milletleri tarihinin, tarihçilerimiz tarafından yazılmasının en azından bugün için müm­kün olmadığını belirtmemiz lâzımdır. Bu alâka devam ettiği takdirde yakın bir gelecekte Türk tarihçileri tarafından yazılacak İslâm tarih­lerini okumamız mümkün olacaktır.
 
Duyulan bu ihtiyaca cevap verebilmek için harekete geçen Çağ Yayınları, çeşitli ihtimaller üzerinde durmuş ve şu sonuca varmıştır: Türk tarihçilerinin yazabileceği kısımları Türk tarihçilerine yazdırmak, diğer kısımları ise tercüme etmek. Tercümede de bir esere bağlı kal­manın mahzurları dikkate alınarak bir seçme yapılması üzerinde du­rulmuş ve neticede bu yolun uygun olacağına karar verilmiştir.
 


    TAKDİM
 
 
Sovyet İmparatorluğu'nun dağılma sürecine girişi, Türk kamuoyu için, komünizmin çöküyor olmasından daha başka anlamlar da taşıyordu. Çünkü bu süreç, hafızamızın " unutulanlar " köşesine itmekle bir tür rahatlama hisset­tiğimiz koca bir dünyayı yeniden gündemimize getirmiş olmaktaydı. Hem de esaretten kurtulma ümidleriyle birlikte... Dile kolay... Adriyatik'ten Çin Seddi'ne uzanan bir coğrafyada, yüz milyonu aşkın bir insan topluluğu, Türkiye ile çok yakın bağlar sahibi bir topluluk, dünya sahnesine girmiş olmaktaydı.
Olayı önce biz mi farkettik, yoksa Batı mı? Aleksandr Bennİngsen'in bölge ile ilgili çalışmaları oldukça eski olmalı. Nitekim, Sovyet hakimiyeti altındaki Türk dünyasında İslâm'ın, bütün baskılara rağmen tarikatlarla yaşayıp geldiğini Türk kamuoyu, Bennİngsen'in "Sufî ve Komiser" adlı kitabından öğrendi. Arka­sından sağnak halinde. Batılı yayın organlarında, Müslüman-Türk dünyasının dünyaya doğuşuna ilişkin haberler aktı. Süper güç odaklan, açığa çıkan Müslü­man-Türk dünyasının, dünya dengesine getireceği boyutu tartışmaktaydı. O arada Türkiye de, çekingen bir yaklaşımla konu ile ilgilenmeye başladı. Çekin­genliği, akıbeti henüz tam olarak ortaya çıkmamış bulunan kuzey komşusunu ürkütme endişesindendi. Bir de dünyaya, "Pan-Türkist", "Pan-İslamist" görüntü vermek, öteden beri ateşle oynamak gibi telkin edilmişti, Türkiye yönetim kad­rolarına... Türkiye'nin önünde, "Acaba Rusya'nın tavrı ne olur?", "Amerika'nın tavrı ne olur", "Avrupa'nın tavrı ne olur?" gibi sorular vardı... Sonra bir formül buldu Türkiye. Daha doğrusu bu formül, Sovyetler' den sonra dünyanın "tek ha­kimliği" rolüne soyunan Washington merkezli güçlerle telkin edildi: "Eğer Türkiye.bu dünyaya fundamantal İslâm yerine laikliği, hiç olmazsa laiklikle bağdaş-maş bir islâm çizgisini ihraç edebilirse, onun için yollar açıktı." Türkiye, bu işa­rete heyecanla sarıldı: "Bu dünyada Batılı değerlerin taşıyıcısı olacaktı." Şu an­da, böyle bir yaklaşım, Türkiye İle bu dünyanın ve uluslararası güç odaklarının buluşma noktası halinde...Ankara, bir yandan, "Sadece viskinizi değil, değerle­rinizi de bu dünyaya taşımak istiyoruz" diyerek Batı'yı.bir yandan "Türk dünya­sı ile ilgimiz sizin için bir tehdit değildir" diyerek Rusya'yı, bir yandan da İslâm' dan yola çıkan köklü düzen değişikliği hedeflerimiz yok, müsterih olun" diyerek, bu dünyadaki Sovyet bakiyesi yönetimleri memnun ediyor. Ana politika bu. Ancak, acaba Türkiye'nin, böyle bir politika için bile bilgileri yeterli mi"? Türkiye, bu dünyayı ne kadar tanıyor? Bu dünyadaki gelişmelerden ne kadar haberdar?  Toplumu, yöneticileri, bu ülkelerin kültürel yapısını, ekonomik İmkân veya sıkıntılarını ne kadar biliyor?
 
Bu konuda çok tatmin edici bilgilere sahip olduğunu söylemek zor. Çünkü Türkiye, uzun süreler, bu dünya ile ilgilenmekten "Pan Türkizmın" suçlama­sından endişe ettiği kadar çekinmişti. Onun için Sovyetlerle ilişkide, bir Türk boyutu" geliştirmeyi düşünememişti. Düşünse de, icra edecek medeni cesareti yoktu Onun için hazırlıksız yakalanması normaldi. Şu andaki ilişkilerin de bilgi yerine el yordamına dayandığını söylemek bir gerçeğin ifadesi olur. Mesela, Rand Corporation adına bölgeyi inceleyen Graham Fuller'ın CIA'ya taşıdığı bil­giler yanında Türk Dışişleri'ndeki bilgiler acaba kıyas edilebilir mi? Biraz zor. Acaba Adriyatik'ten Çin Seddi'ne uzanan coğrafyadaki Müslüman ve çoğu Türk akraba toplulukların sağlıklı bir envanteri çıkarıldı mı? Kavım, kabile, boy, dil, kültür nüfus, ekonomi, yönetim kadroları, yönetim yapılan... Sonra geleceğe ilişkin tahminler yapıldı, politikalar oluşturuldu mu? Bu dünyanın gerçek bir bağımsızlık seviyesini yakalamaları yönünde Türkiye'nin katkıları tasarlandı mı? Özetle Türkiye, özgün bir politika geliştirdi mi bu dünyaya ilişkin?
Tahminlerimiz bizi çok ümitvar kılmasa da, gene de yargılamayı bırakıyor bu alana Müslüman-Türk aydınlan olarak daha çok ilgi gösteriImesinin, devle­tin perspektifini hem daha sağlıklı hem de daha zengin hale getireceğim vurgu­lamak istiyoruz. Prof. Dr. Nadir Devlet, konunun içinde yoğrulmuş bir itim adamımızdır. Türkiye kamuoyu, senelerdir onun ciddî değerlendirmenin takıp eder Prof Dr Nadir Devlet, Müslüman-Türk dünyasının derdim Türkiye ye taşıyan bir kaç lider yanında, Özellikle fikir planında konuyu canlı tutan ender isimlerdendir.
 
Bu eser de Prof Dr. Nadir Devlet'in, bu alanda daha önce yaptığı çalışmala­rın en yeni bilgilerle beslenmiş bir hasılasıdır. Yayınevimiz bu eseri, " Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi "ne ek cilt olarak yayınlamakla, kültür hayatımıza büyük bir hizmet verdiği inancındadır. Eminiz ki eser, hem devlet politikaları için, hem de aydınlarımız için ufuk açıcı bilgiler, değerlendirmeler getirmektedir. "21. yüzyıl Türk yüzyılı olacaktır" gibi bir ufuk da ancak sağlam bir bilgi üzerine inşa edilecek politika ile hayat bulabilir.
 
Bu arada, kültür hayatımıza çok değerli eserler kazandıran, ilim adamımız, 14 ciltlik "doğuştan günümüze BÜYÜK İSLAM TARİHİ" nin ilmî Müsavin ye Redaktörü, Marmara Üniversitesi eski Rektörü Prof. Dr. Hakkı Dursun YILDIZ hocanın teşvikiyle de konu yayınevimizin programına alındı. 23 Ekim 1992 de vefat eden hocamız, bu eserin takdimini de kendisi yapacaktı. Ancak ömrü vefa etmedi. Kendisine Yüce Allah'tan rahmet diliyoruz.
 
ÇAĞ YAYINLARI
 

      ÖNSÖZ
 
Her ne kadar araştırmacı-sovyetolog (msl. Prof. Dr.A. Bennigsen) Sovyetler Birliği'nin dağılacağını tahmin ediyorsa da, bu kadar kısa sürede gerçekleşeceğini beklemiyordu. İşte bu gelişme, değişim neticesinde 5 Türkî cumhuriyetin de bağım­sızlığa kavuşarak BMT'na da üye olmaları Türkiye'de de soydaşlarımıza olan ilgi­nin aniden artmasına neden oldu. Fakat bu gelişmeye paralel olarak, ülkemizde bu konuda ciddî literatür sıkıntısının mecut olduğu anlaşıldı. Nihayet son zamanlarda bazı çalışmaların ortaya çıkmaya başladığını görüyoruz, fakat bunlar da bilgi eksik­liğimizi ancak sımrh bir şekilde kapamaktadır. 1989 yılında,MÜ. Fen-Edebiyat Fakültesi yayınları arasında çıkan Çağdaş Türk Dünyası adlı araştırmamın tanıtımı yapılmadığı için çok dar bir çevre tarafından bilinmesine rağmen, bilimsel eserler için kısa bir süre diyebileceğimiz iki-iki buçuk yılda tükenmesi bu sahaya ilginin göstergesi idi ve yeni çalışmalar yapılması gerekliliğini vurguluyordu.
 
Her ne kadar yukarıda belirttiğim kitabım 1989'da yayınlanmışsa da iki-üç yıl önceden baskıya hazırdı. Yani basıldığı tarihte bile hayli eski malzemeleri ihtiva ediyordu. Son beş yılda ise olağanüstü tarihî değişimler oldu. Bizler için kapalı olan bir çok husus aydınlığa kavuştu. Rejimin arzulamadığı bir araştırmacı olduğum için önceden eski SSCB'nin hiç bir bölgesine gidememiştim. Ancak son iki-üç yılda rejimin yumuşaması ile BDT'nda Türklerin yoğun yaşadığı hemen her bölgeyi (Azerbaycan hariç) ziyaret etme ve insanları ile görüşme imkânını elde ettim.

Sırasıyla 19 Mayıs-4 Haziran 1990'da Kazan Üniversitesi İbrahimov Dil, Edebi­yat ve Tarih Enstitüsü'nün davetlisi olarak Tataristanı'ı (Kazan, Alabuga, Tüben, Kama, Yar Çallı, Zelinodolsk, Bulgar vs.) ziyaret ettim. 17-23 Mart 1991'de ise Kırım yönetimi ile Simferopol Üniversitesi'nin davetlisi olarak "Uluslararası İsmail Gaspırah" konferansına katıldım. Bu vesile ile (Akmescid, Bahçesaray, Gözleve, Yalta v.b.) Kırım'ı görme ve burada vatanlarına yerleşme gayreti içinde olan Kırım Tatarları'nın ağır durumlarını bizzat müşahede ettim. En son olarak ise belki de çok az kimsenin eline geçecek fırsattan yararlanarak Orta Asya'daki bütün cumhuriyet­leri görme imkânını elde ettim. Bu fırsat UNESCO'nun ipek yollarını Öğrenme çer­çevesinde gerçekleştirdiği "Bozkır Yolu-Diyalog Yolu" adlı ekspedisyonuna katılmamla ortaya çıktı. Burada, ekspedisyona katılmamı sağlayan sayın büyükelçi Metin Göker'in şahsında Dışişleri Bakanlığına şükranlarımı arzederim. 17 Nisan ile 20 Haziran 1991 tarihleri arasındaki yolculuğumuz esnasında  Orta Asya Cumhuriy­etlerini otobüslerle karış karış dolaşarak tarihî, kültürel, sınai ve yerleşim merkezle­rini gördüm.
 
İki aylık ekspedisyonumuz esnasında Türkmenistan'ın Aşhabad, Tecen, Man (Merv), Çarcoy, Kerki, Taşauz, Köne-Ürgenç; Karakalpakıstan'ın Nukus, Muynak, Ürgenç, Hive; Özbekistan'ın Buhara, Karşi, Şehr-i Sebz, Termez, Denau, Semer-kand, Kokand, Andican, Namangan Taşkent: Tacikistan'ın Kurgan, Tübe, Kulyap, Ura-TübeJ^üşenbe, Hocent, Pencikent; Kırgızistan'ın Oş, Narın, Bişkek, Tokmak, Çolpan Ata, Tup.Prejevalsk ve Kazakistan'ın Pamfilpv (Carkent), Horguz, Atma-Ata, Merke, Cambul, Çimkent, Türkistan (Yesi), Kentau gibi 40'm üzerinde şehrini tek tek görme ve buralarda inceleme yapma fırsatını buldum.
 
Ayrıca Tataristan ilimler Akademisinin davetlisi olarak 9-14 Haziran 1992 tarih­leri arasında düzenlenen "Uluslararası Türkoloji Konferansı'na ve bundan sonra Tataristan hükümetinin davetlisi olarak ta 19-21 Haziran 1992'de "Bütün Dünya Ta­tarları Kongresine" katıldım.
Bu arada gerek Türk basınında, gerekse eski SSCB ile Batı basınında bir hayli gözlemler, yeni araştırma makaleleri yayınlanıyordu. Bu malzeme birikimi ve ince­leme yapma fırsatını elde ettiğim bilimsel geziler, bende yukarıda belirttiğim araş­tırmamı yeniden düzenleyerek kaleme almam gerektiği fikrini doğurdu.
 
Son beş yılda kafamda müphem kalan bazı hususları şimdi daha iyi açıklayabi­leceğim kanaatına  varmış ve tereddüt ettiğim bazı kavramların izahı da kafamda daha iyi şekillenmişti. İşte bunların sonucu olarak elinizdeki bu yeni araştırma mey­dana gelmiş oldu. Her ne kadar ilk kitabın konu şablonları ve değiştirilmesi gerekli olmayan bilgiler muhafaza edilmişse de, elinizdeki bu çalışma aktüel bilgileri, ilave edilen konulan, görüş ve yorumlan yönünden çok hususlarda ayrılmaktadır. Çalış­mama "Türk Dünyası" gibi iddialı bir çağrışım yapması muhtemel bir ad yerine daha gerçekçi olarak kabul ettiğim Çağdaş Türkîler adını vermeyi uygun buldum. Tabii bu kitap yeni bir eser değil, ancak ikinci bir baskı diye de yorumlanabilir. Ne şekilde yorumlanırsa yorumlansın Çağdaş Türkîler adlı çalışmama bir hayli orijinal yorum, görüş ve bilgiler kattığım inancındayım. Bu çalışmanın orijinalliği hacim yönünden ilkinden (327 s.) neredeyse iki misli olmasından da anlaşılıyor diye düşünmekteyim. Bu konunun, ihtisasım nedeniyle, daha ziyade sosyal ve kültürel yönle­rini inceleyebildim. Aslında Türkîlerin yoğun bulunduğu bölgeleri incelemek için sosyal konuların bile çok değişik sahalarında ihtisaslaşması gerekmektedir. Zannımızca  Türkiye'de konumuzun siyasî, ekonomik, sosyal, kültürel vb. yönlerine me­rak henüz başladığından bu konuların değişik  boyutlarını  inceleyenlerin sayısı çok azdır. Her ne kadar bir  çok kimse bu konularda yazmaya, konuşmaya başlamışsa da bunlar oldukça sathi kalmaktadır. Ekseriyeti şahsî gözlemlerden ileri gidememektedir. Çünkü bir kimsenin belli bir konuda uzmanlaşması için o konuda eğitimden geçmesi, gerekli maddî-manevî araç-gereçlerle donanması ve yıllarını vermesi gerek­mektedir. Msl. ABD Üniversitelerinde yıllardan beri Özbekçe, Kazakça v.b. dilleri öğretmek için kurslar düzenlenirken, bizde henüz böyle bir uygulamaya geçil­memiştir. Bu sosyal bilimlerin dil-edebiyat branşlar için geçerli olduğu kadar her branş için de geçerlidir. Eski SSCB bugünkü BDT'nun coğrafyasının, ekonomisini, sosyal ve iktisadî yapısını bilenler yetersizdir. Güçlü komşumuz Rusya'nın tarihi hiçbir üniversitemizde okutulmamaktadır. Eski SSCB'de ise Türkiye'yi en azından 4-5 ilmî merkez öğrenmektedir. Türkî halkların yayınlarını, eserlerini takip edeme­mekteyiz veya edenlerin sayısı çok sınırlıdır.
 
Kısacası gerek eski SSCB (şimdiki BDT) gerekse dünyanın diğer bölgelerindeki soydaşlarımızı iyi bir şekilde tanıdığı­mızı iddia edemeyiz.
 
Çağdaş Türkler adlı yeni çalışmam 24 bölümden oluşmaktadır ve dünyada Türklerin en yoğun bulunduğu bölge olan eski SSCB ağırlıklıdır. "Giriş" bölümünde Türkî toplulukların birbirlerini yakın hissetmelerinin nedenleri ile. bir­likte farklılıklarını izah etmeyi gerekli buldum. Çünkü Türkiyemizde kamuoyunda ve hatta aynı zamanda soydaşlarımızla ilgilenenlerde dahi yanlış kavramlar teşekkül etmiş bulunmaktadır. Bulgaristan'dan Türkiye'ye göç etmek zorunda kalan Türklere "soydaş" adı takılırken Orta Asya'daki Türkîler-"Türkler", "kardeşler", "kuzenler" gibi kavramlar ile ifade edilmektedir. Bu toplulukların "ağabeyi" olduğumuzu iddia edenlere dahi rastlanmaktadır. Kısaca değişik Türkî topluluklar ile ortaklıklarımız, ayrılan hususlarımız yeterince bilinmediği ve incelenmediği için ilişkilerimizi de sıhhatli bir şekilde düzenlemede zorluklarla karşılaşmaktayız. Bu hususlara dikkat etmediğimiz takdirde her iki tarafın da arzu etmeyeceği kötü sonuçlarla karşılaş­mamız muhtemeldir.
 
Birinci bölümde Türkîlerin yoğun bulunduğu BDT'nun siyasî, idari ve demogra­fik yapısı, ikinci bölümde ise eski (Sovyet) sistemi, siyasî, sosyal, kültürel, ekonomik yapılan incelenmektedir. Böylece bu ülkede yaşamış olan soydaşlarımızın sosyal dav­ranışlarını kısacası düşünce yapılanın daha iyi bir şekilde kavramamız mümkün ola­caktır. Bu tarihi özellikleri bilmediğimiz ve sırf kendi ölçülerimizle onları değerlen­dirdiğimiz takdirde, kıncı davranışlarda buluna bilir ve yanlış yorumlar yapabiliriz. Aynı bölümde okuma-yazma problemini çözmüş olan eski Sovyet eğitim sisteminin kuramlarını genişçe izah etmeye çalıştım. Bunun dışında bir zamanlar hür dünyaya korku salan ve hâlloldukça tehdid oluşturmaya devam eden BDT silahlı kuvvetlerinin sayısal yapısı silah gücü ve esas konumuzu teşkil eden Türkîlerin (eski Sovyet) bu ordu­daki durumlarını inceledim.
 
Üçüncü bölümde ise BDT'unda değişik millî toplulukların egemenlik/bağım­sızlık dûrumlarını kronolojik bir sıraya koydum. Ayrıca nüfus, teknoloji vb. sahalarda­ki bilgi, tecrübe üstünlüklerini hâlâ muhafaza eden Ruslar'ın arzu etmedikleri bu gelişme karşısında tutumlarının ne olabileceği hususunda tahminler yürüttüm. Yani Ruslar'ın tarihlerinin her döneminde yabancılar aleyhine yayılma alışkanlıklarını, kendi dışındaki topluluklara her türlü baskı uygulayarak hakimiyetlerini pekiştirme' geleneklerini, bugünkü zor günlerde dahi ileriye dönük planlar yaparak ilk fırsatta yayılmacı Rus misyonunu sürdürecekleri gerçeğini vurguladım.Bugünkü ekonomik ve siyası sıkıntılarına rağmen Rusya Federasyonu Başkanı Boris Yeltsin'in federas­yon içinde millî toplulukların (msl. Tatarlarla Çeçenler) bağımsızlıklarını tanımayı arzulamaması, Tacikistan'a askerî müdahalesi bu Rus emellerinin göstergesi duru­mundadır. Rus milletvekillerinin çoğunlukta bulunduğu Kırım Muhtar Cumhuriye­tinin Parlamentosunun Kırım Tatar Milli Meclisi'ni kanun dışı ilân etmesi Kırım Ta­tarlarının binbir zorlukta inşaaya başladıkları evlerini yıktırmaları ve Rus emellerin başka bir göstergesi durumdadır. Bu gerçekleri yeterince kavramamış olduğumuz, Rusya Federasyonu ile resmi münasebetlerimizde de kendi ifadesini bulmak­tadır.
 
Kültür Bakanlığımızın bu yıl Rusya Federasyonu ile imzaladığı kültürel işbirliği antlaşmasında "Rus halkı ile Türk halkı arasında kültürel işbirliği" öngö­rülmektedir. Antlaşmanın, bu çok masum gibi gözüken giriş maddesinin Rusya Federasyonundaki değişik Türkî ve müslüman topluluklar ile kültürel işbirliği yap­mamıza engel teşkil edebileceği hususu Bakanlığımızın maalesef gözünden kaçmışa benzemektedir. Başka bir ifade ile Moskova, Rusya Federasyonunda bize yakın top­lulukların mevcudiyetini bilmeyen bakanlık mensuplarımızın bu zaafından istifade etmiştir. Moskova bu kültürel antlaşmaya dayanarak, iki ülke arasındaki kültürel ilişkilerden ancak Ruslar yararlandırılabilecektir. Çünkü antlaşmada açıkça Rusya Federasyonu vatandaşları değil de doğrudan-doğru "Rus halkı" tabirine yer veril­miştir. Bu örnek de Rus yönetiminin geleceğe dönük maksatlarının bir göstergesi değil midir? Kısacası komşu ülkeleri ve oralarda yaşayan soydaşlarımızı iyi tanı­madığımız takdirde ileride tamiri mümkün olmayan siyasî hataları yapabileceğimiz ve bize ümitle bakan bu toplulukları küstüreceğimiz gerçeğini vurgulanmak mak­sadıyla bu bölümü kaleme aldım.
 
Dördüncü bölümde, şimdiye kadar kafalarda oldukça müphem kalan BDT'n-daki toplulukların etnik yapılarını mensup oklukları dil ailelerini şema ve tablolarla izah ettim. Bu nevî bir çalışma tahminen Türkiye'de ilk defa yapılmaktadır. Ayrıca BDT'nda mühim bir demografik faktör olan Rusların dağılımını, izah ederek ilerde bu nüfusun siyasî ve etnik problemlerin çıkmasına neden olabileceğine işaret ettim. Türkîler, müslümanlar  ve Slav ırkının 2000 yılında ulaşacağı nüfus yıl yıl tahmin edilerek ilerideki nüfus dengelerine dikkati çektim. Bu topluluklardan Rusların yaş­lanmaya başlayan bir millet olduğu ortaya çıkmaktadır. Bu da diğer toplulukların bağımsızlıklarını pekiştirmelerine yardımcı olacaktır. Nüfus üstünlüğünün bağım­sızlığı korumak için yeterli olmadığını gösteren çeşitli örnekler de vardır. Eğitimle belli bir düzeye getirilemeyen nüfus kalabalığı bir hayli bölgede görüldüğü üzere faydadan ziyade o ülkeye zararlar da getirmektedir. Nüfus faktörü bilhassa azınlık durumunda olan topluluklar için mühim bir dayanak olduğu gerçeği de göz ardı edilmemelidir. Bu noktadan bakıldığında bir hayli Türkî ve müslüman toplulukların nüfuslarının gelişmiş topluluklara nazaran hızlı artması birtakım siyasî görüşleri de kendisi ile birlikte getirmektedir. Dolayısıyla da demografik faktör araştırmacıların önem verdiği mühim bir gerçek olarak kalmaya devam edecektir.
 
Beşinci bölümde BDT'nda yaşayan Türkîlerin coğrafî dağılımına dikkat çekerek ve bir genel.harita (ayrıca bundan somaki her coğrafi bölge için ayrı haritalar) hazırlatıp bu Türkîlerin dağılımına, yerleşim alanlarını izah ettim. Çünkü maalesef Türkiyemizde Brezilya ormanlarına kadar dünya coğrafyası okutulduğu halde Türkî lerin yaşadığı bölgelerin gereğince öğretilmediğini düşünüyorum. Dolayısıyla bazı politikacılar dahi coğrafî şartlan iyi bilmedikleri için ilginç teoriler üretmektedirler. Altınca bölümde (ve bundan sonra diğer bölümlerde hemen her Türkî topluluk için aynı plan çerçevesinde) Rusya Federasyonunun Avrupa kısmında (Uralların; batısında) kalan Tatar, Başkurt, Çuvaş gibi Türkî toplulukların boy yapılarını göstej ren şemalar verdim. Böylece hemen hemen her Türkî boyu da bu yapının mevcut olduğuna işaret etmeye çalıştım. Bundan sonra gerekli buldukça o topluluğun (msl. Tatar, Kazak gibi) adını izah ederek, bazı yanlış yorumların ortadan kalkmasına çalıştım. Sonra ise ilgili boyun kısaca tarihçesini vererek adı geçen topluluğun daha iyi tanıtılmasına gayret ettim. Bunu o topluluğun işgal ettiği coğrafyası, demografik durumu, siyasî yapısı, son yıllardaki siyasî mücadeleleri, ekonomisi, kültürel yapısı (eğitim, basın-yayın v.b.) ve dinî yapısını izah eden bölümler takip etmektedir. Böylece her topluluk hakkında sistemli bir bilgi vermeye gayret ettim.
 
Yedinci bölümü teşkil eden Kafkasya bölümünde başta Azeriler olmak üzere diğer Türkîleri yukarıda belirtilen şemaya uygun olarak izah ettim. Bu bölümde ayrıca çok karmaşık bir etnik yapıya sahip olan değişik Kafkas halklarını bir şema ile izah ettim. Türkiye'de genel olarak Kafkasya'daki bütün ufak topluluklara kısaca "Türk" demek alışkanlığı vardır. Tabii ki bu iddia bilimsel olmaktan çok uzaktır Çünkü Kafkasya'da etnik toplulukların bir haylisi, birbirinden bağımsız diller konuşurlar, değişik inançlara bağlıdırlar, ayrı ayn etnik köklerden gelmektedirler Rus ışgâh ve zulmü neticesinde özellikle müslüman kökenliler Osmanlı İmparatorluğu'na sığınmışlardır. Çerkez, Çeçen, Abaza, Ossetin, Laz v.b.Ier zaman içinde Türk toplumuna entegre olmuşlar ve dolayısıyla da Türk asıllı olduklarına dair ge­nel bir kanaat hasıl olmuştur. Şüphesiz adı geçen bu topluluklar Türkîlerle aynı ka­deri ve aynı inancı paylaştıkları için birbirlerine çok yakın olduklarını hissetmekte­dirler. Ancak bu onların Türk soyundan olduğunu ispatlamaz. Kuzey Kafkasya'da­ki Dağıstan bölgesinde yaşayanlara Dağıstan Türkleri demek, Ruslarla 30 yıl müca­dele eden meşhur Şeyh Şamil'in Türk olduğunu iddia etmek aynı şekilde tarîhi bir hatadır. Kitabımıza eklediğimiz Kafkas halklarının etnik (boy) yapısını gösteren bu şema ile işte bu nevi hatalara işaret etmek istedim. Tabii ki milliyet bir kültür ve inanç meselesidir ve insan kökü ne olursa olsun, kendini ne hissediyorsa aslında o millettendir. Zaten yeryüzünde yüzde yüz ırk veya saf bir milletin mevcut olduğuna inanmak hayalperestlik olurdu.
 
Kitabımın sekizinci bölümü Orta Asya'da bulunan Türkî cumhuriyetlere ayrılmış bulunuyor. Bazı araştırmacılar bu bölgeye "Türkistan" veya "Batı Türk­istan" adı vermektedirler. Ancak bu görüş daha ziyade muhaciriyette bulunan ve kökten bu yörelerden olanlar tarafından benimsetilmeye çalışılsa da halkın esas çoğunluğunun yaşadığı bu bölgelerde "Türkistan" adı o kadar aktüel olmadığından hem Orta Asya hem de Batı Türkistan tabirlerini kullandım.Genelde Türkiye'de ve yurt dışında bulunan "Türkistan" adını taşıyan derneklerin yönetici ve üyelerinin çoğunluğunu Özbek asıllılar teşkil eder. Dolayısıyla da Uygurlar "Doğu Türkistan", Kazaklar ise "Kazak" adlı dernekler kurmuşlardır. Kısacası "Türkistan" kav­ramı birlik ifadesi olarak kullanılmak isteniyorsa da bu görüşe rağbet Özbeklerin dışındaki Orta Asya Türkîleri arasında oldukça zayıf kalmaktadır. "Türkistan" kav­ramı içine bazen Tacikler de dahil edilmeye çalışılmaktadır. Ancak Tacikistan'da Şuhk (İranî) oldukça güçlü olduğundan Tacikler arasında "Türkistan" düşüncesi pek taraftar bulmamaktadır. Kitabımızda mühim bir topluluk olan ve aynı inancı paylaştığımız Tacikleri, Türkî olmamalarına rağmen, izahı gerekli bularak bu bölüme aldım. Zaten Türk kültürünü incelerken İran kültürünün etkilerini inkâr etmek mümkün değildir. Fars kültürünün İranlılarla komşu yaşayan Azerbay­canlılar, Türkmenler ve Özbekler üzerindeki etkisi bariz olarak göze çarpar.
 
Bu bölümde ayrıca eski SSCB'de yürütülen ekonomik politikalar neticesinde meydana gelen bir çok çevre felaketlerine, belki de en çarpıcı bir örnek teşkil eden, Aral Gölünün bugünkü durumunu izaha çalıştım. Sovyet döneminde daha fazla pamuk mahsûlü almak, toprağı had safhada sömürmek gayesi ile uygulanan ekono­mik politikalar Aral Gölünün büyük kısmının kurumasına neden olmuştur. Bu ise çevredeki 100 binlerce insanın sağlığını kaybetmesine ve ölmesine yol açmıştır. Dünyada bu derecede büyük çevre felaketine pek az yerde rastlanmaktadır. Bu fela­ket insanlıca mühim bir uyandır. İnsan marifeti ile tabiat şartlarının değiştirilmesi­nin ne gibi felaketler doğuracağı önümüzdeki kötü örnekler de göz önünde tutula­rak, iyi bir şekilde anlaşılmalıdır. Temennimiz Güneydoğu Anadolu Projemizin de bu nevi çevre felaketlerinden ders alınarak hazırlanmış olmasıdır.
 
Dokuzuncu bölümü ise Rusya Federasyonunun Sibirya bölgesindeki değişik küçük Türkî topluluklara ayırmış bulunmaktayım. Bu topluluklar sayıca az ve biz­den hayli uzakta oldukları için varlıklarından bile haberimiz olmamıştır. Türkiye de onlarla ilgili bir kaç bilimsel makalenin dışında hiç bir müstakil eser yoktur. Ancak eski Türk kültürünü incelerken bu topluluklardan öğreneceğimiz çok şeyler bulun­maktadır. Onlar Türk kültürünün zenginliğini simgeleyen mühim örneklerdir.

Bundan sonraki iki bölümü acı bir kadere uğrayan Meshet ve Ahıska Türkleri ile Çin'den SSCB'ye sığman Uygur topluluğuna ayrılmıştır. Meshet Türkleri aslında öz-be-öz Anadolu Türkleridir; ancak yaşadıklar, bölgenin Gürcistan'da (Acar Muh­tar Cumhuriyetinde) kalması nedeniyle Stalin'in gadrine uğrayıp eski SSCB nın değişik bölgelerine saçılmış, burada vatan diye kabul edebilecekleri hiç bir yer kal­mamıştır. Uygurların bir kısmı ise aynı şekilde Çin zulmünden kaçarak Ka­zakistan'a sığınmışlardır.
 
Onikinci bölümde ise BDT'deki Türkîlerin genel bir analizine, eski rejimin haki­miyetini pekiştirmek için "Ruslaştırma" diye adlandırdığımız tedbirlerine ve bunun Türkîler için hâsıl ettiği kötü neticelerine ayırdım.
 
Bundan sonraki bölümleri ise Çin ile Afganistan'daki Türkîlere ve komşula­rımızdaki (İran, Irak, Suriye) Türkîlere ayırdım. Kıbrıs Türkleri ile KKTC bolumu ise çalışmanın başında öngörülmüşse de, bu bölümün daha önce Çağ yayınlarının Büyük İslam Tarihi serisinin XIII. cildinde yayınlanmış olduğundan, bir tekrara yel vermemek için bu konuya almamayı uygun buldum. (Bu konuyla ilgilenen okuyucularımız, yukarıda belirtilen XIII. cilde müracaat edebilirler.)
 
Diğer bölümleri Balkanlardaki değişik Türk topluluklarına ve genelde iş bulma ve daha iyi hayat şartları  elde etmek için Türkiye'den (aynı  şekilde başka ülkelerden) göç ederek değişik ülkelerde yerleşen Türklere ayırdım. Tabii ki bunlar arasında en mühim yeri Federal Almanya'ya (ve diğer Batı Avrupa ülkelerine yerleşmiş olan, nüfuslan bir buçuk-iki milyonun üzerindeki Türkler almaktadır. BW Türklerin büyük çoğunluğu vatanla olan bağlanın kopamamış olmaları ve yolladıkları dövizlerle (işçi dövizleri) Türkiye'nin bütçesine ehemmiyetli katkıda bulunmaları dolayısıyla Türkiye için yurt dışındaki en mühim Türk topluluğunu teşkil etmektedirler. Tek bir 1992'de işçi dövizi girdisi 3 milyar dolara ulaşmıştır. Bu rakkam bugün pek fazla ehemmiyetli değil gibi gözükmekle birlikte, bir zamanlar Türkiye'nin büyük ekonomik sıkıntılar içindeyken işçi dövizlerine cankurtaran simi­di gibi sanıldığıda unutulmamalıdır.
 
Kitabımızın yirmi dördüncü bölümünü belli başlı Türkî toplulukların edebiyat­larından seçtiğim örneklere ayırdım. Böylece bu ülkelere seyahat edeceklere bir fikir vermeyi, bu dil ve lehçeleri öğrenme merakı uyandırmayı amaçladım. Bilindiği üzere insanların en mühim anlaşma aracını dil teşkil eder. Değişik Türki dil ve lehçelerini öğrenmemiz, herhangi bir yabancı dili öğrenmekten çok kolay ve kısa ' zamanda mümkündür. Çünkü bu dil, lehçe ve şivelerle ortak bir grameri ve bir hayli ortak kelimeyi paylaşmaktayız.  Zaten bir kısmı ile bugün de asgari seviyede anlaşabilmekteyiz.
 
Kitabımın bibliyografya bölümünde, bizzat inceleyip şu veya bu şekilde kullan­madığın bir eseri burada belirtmeyi uygun bulmadım. Bu bölüm incelendiği takdir­de yabancı dillerdeki yayınların Türkçe yayınlardan en az iki misli fazla olduğu anlaşılacaktır. Bu gerçek dahi geçmiş yıllarda Türkî topluluklara ilginin ne kadar az olduğunu izaha yetebilir. Aslında Türkiye'nin, kardeş toplulukların en iyi incelendiği bir merkez olması gerekirdi. Maalesef bu konudaki önceliği başka ülkelere kaptırmış bulunuyoruz. "Ümidimiz bu durumun kısa zamanda Türkiye lehine değişmesidir.
 
Son olarak da bu çalışmanın hazırlanmasında emeği geçenlere şükranlarımı be­lirtmek istiyorum. Bu kitabın baskısında eklediğimiz haritaları büyük bir sabır ve profesyonel özveri ile hazırlayan M.Ü. Eğitim Fakültesi Yrd. Doç. Dr. Nurten Günal'a hazırlamış olduğum soy, boy ve dil şemalarını bilgisayarda düzenleyen sayın Sefer Demir'e, müsvettelerin temize çekilmesinde büyük emeği geçen Araştırma Görevlisi Mehmet Taşdemir'e, nüfus tahminlerini hesaplayan oğlum Giray Devlet’e, ancak bin nüsha basılan ve bulunması gayet zor olan Aral gölünde seviye değişmelerini gösteren haritayı temin ederek bana yollamak İnceliğini gösteren Rusya İlimler Akademisi Coğrafya Enstitüsü araştırmacılarından Larisa Mamayeva'ya ve adını burada sayamadığım şu veya bu şekilde yardımcı olanlara teşekkürü bir borç bilirim.
 
Ayrıca bu kitabı hazırlamam için beni teşvik edenlerin başında gelen T C Mar­mara Üniversitesi Rektörü 23 Ekim 1992'de kaybettiğimiz merhum Prof. Dr. Hakkı Dursun Yıldız'a da şükranlarımı arz eder kendisine, Tanrı'dan rahmet dilerim En son olarak da çalışmamı mükemmel şekilde basan Çağ Yayınları Yönetim kurulu Başkam Kenan Şeyithanoğlu Bey'e, baskı işlerini bizzat takip eden ve düzenleyen Mehmet Özdemir Bey'e ve baskıda emeği geçen Çağ Yayınlarının bütün mensup­larına en içten teşekkürlerimi sunarım. (  İslam tarihi, Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, 15 kitap islam tarihi, Çağ Yayınları,  islam tarihi 14 cilt takım ) 
 
 
İstanbul, Ekim 1992 Prof. Dr. Nadir DEVLET
 
 
 

Çağ Yayınları, 14 Cilt Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi adlı kitabı incele diniz.

Diğer Özellikler
Stok Kodu9789759046347
MarkaÇağ Yayınları
Stok DurumuBu ürün geçici olarak temin edilememektedir.
9789759046347
En yeni ürünler
Güvenli teslimat
Kampanyalı ürünler
Piyasadaki en iyi fiyat

PlatinMarket® E-Ticaret Sistemi İle Hazırlanmıştır.