Kitap Ehli Sünnet Akidesi
Yazar Mehmet Çağlayan
Yayınevi Kayıhan Yayınları
Kağıt Cilt 2.Hamur, Ciltli
Kayıhan Yayınları Mehmet Çağlayan Ehl-i Sünnet Akidesi kitabını incelemektesiniz.
Ehli Sünnet Akidesi kitabı hakkında yorumları oku yup kitabın konusu, özeti, fiyatı, satış şartları hakkında bilgiyi geniş bir şekilde edinebilirsiniz.
Yaratan Rabbinin adıyla oku . O, insanı " alak " dan yarattı. Oku, Senin Rabbin en cömert olandır. Alak 1-2
ÖNSÖZ
Her varlığın teşbih ettiği Allah teâlâ'ya hamd ve senalar olsun. Mülk ve mutlak kudret o'nundur. Gökleri ve yeri, içindeki her şeyi o yarattı, insanları en güzel ve uygun bir şekilde yaratıp, akıl, şuur ve irade gibi güzel sıfatlarla donattı.
İnsanlığın rehberi ve en büyük peygamber muhammed mustafa (s.a.v.) efendimize, her biri ümmet için birer hidayet yıldızı olan, adalet ve sadakatlerine dair allah teâlâ'nın rızasına, kur'an'ın ve sünnet'in şahadetlerine mazhar bulunan temiz ehli beytine ve mübarek ashabına sâlatü selamlar olsun.
İslam'ın canlı misali, kitap ve sünnetin tercümanları ehli sünnetin mezhep imamlarından, selef ve halef ulemasından Allah teâlâ razı olsun ve rahmeti ile onları razı kılsın.
Ashab, resulullah (s.a.v.) efendimizin mübarek hayatlarında, öğrenmek istedikleri bütün konularda olduğu gibi, itikadi konularda da resulullah (s.a.v.) efendimize danışırlardı. efendimizin verdikleri cevaplara tereddütsüz uyulurdu. resulullah (s.a.v.) efendimizin vefatlarından sonra ashabı kiram allah'ın kitabma ve resulullah'ın sünnetine müracaat ederek meseleleri hallederlerdi. tabiin devrinde telif ve tedvin işlerine başlanıldı. lakin bu zatlar, mümkün olduğu kadar cedel ve münakaşaya yer vermezlerdi. islamiyet'in yayılmasından, çeşitli ırk, din ve milletlere mensup insanların islam ile şereflenmesinden sonra, bilerek veya bilmeyerek veya maksatlı bir çok baül inançlar, felsefi görüş ve düşünceler islam'ın temiz inancına kaülmak istendi. durumun vahametini gören
İslam âlimleri harekete geçtiler. Özellikle kelamcılar bunlara karşı birçok cedel kitaplarını telif etmek suretiyle bunu önlediler ve İslam'ın nezih akidesini bu karmaşadan korudular.
Selef ve halef zamanından günümüze itikadi konularda da birçok kitap ve risaleler yazıldı. Bu değerli eserlerin birçoğu hala tedavüldedir. Hatta bir kısmı değişik dillere tercüme edilmiştir. Bu kitap ve risalelerin tamamı Arapçadır. Tercümeler ise muğlâk ve diğer ehli bid'a fırkalarla münazara şeklinde olduğundan dolayı, Müslüman halkımız yeterince yararlanamamakta ve bilinmesi gerekli dini akidesini yeterince öğrenememektedir.
Memleketin değişik yörelerinde bulunduğum sıralarda yanımda akaid kitaplarını okuyan gençlerin çoğu, her Müslüman'ın kolaylıkla anlayabileceği şekilde bir akide kitabını yazmamı ısrarla istediler. Oldukça önemli olan bu ilimde yetersiz olduğum halde Allah Teâlâ'ya tevekkül ederek ve O'nun sonsuz kudretinden yardım dileyerek bu kitabı yazmaya başladım. Bu önemli hizmeti yaparken şu hususlara dikkat ettim. Selef ve halef ulemasının eserlerini esas alarak, onların kıymetli ve muteber eserlerinden nakiller yaptım. Çünkü onlar, Allah'ın kitabını, Resulullahın sünnetini ve ashabın fetvalarını herkesten daha iyi bildiler, bizzat yaşadılar ve zamanımıza kadar sapasağlam gelmesini sağladılar. Okuyucuyu yoracak uzunluktan ve maksadı anlamayacak şekildeki kısalıktan da sakındım.
Okuyuculara, konu hakkında tam bir kanaat ve bilginin hâsıl olması için, genellikle ayeti kerimelerle, hadislerle, insanoğlunun gözü ile gördüğü ve alıştığı şeylerle, üzerinde yaşadığı dünyadan, gece ile gündüzden, güneş ve ay gibi varlıklardan deliller getirmeye çalıştım ki, okuyucuya tam bir kanaat hâsıl olsun ve mümin itikadı hakkında insi ve cinni şeytanların şerrinden ve aldatmasından kurtulsun, sağlam bir inanca sahip olsun.
Zira uzun zamandan beri İslami eğitim ve öğretim ya tamamen terkedilmiş veya yetersiz olmuştur. Hatta halkı Müslüman olan birçok ülkelerde dine karşı cepheler alınmış, ortaçağ düzenidir, afyondur, uyuşturucudur denilmiş veya din ilahi olma özelliğinden uzaklaştırılıp yeni
Ehl-i Sünnet Akidesi
Yeni eklemelerle devletsiz, idaresiz ve uysal bir inanç manzumesi haline getirilmiştiı: Ehl-i Sünnet ve akidesine karşı savaş açılmış, küfür düzeni ve kâfirler övülmüş, din ile dindarlar yerilmiştir. Ehl-i Sünnet'in selef ve haleflerinin yetiştirdikleri din âlimleri yok olmuş, gerçek âlimlerden boş kalan meydanlara cahil fakat kurnaz tilkiler vali olmuştur. Allah Teâlâ'nın mukaddes kitabı ve Resulullah'ın mübarek sünneti bu yetersiz ve samimiyetsiz kimselerin fetva, tefsir ve yorumlarına kalmıştır. Gerçek âlimler çeşitli hile ve baskılarla susturulmuş, İslam âleminin hayranlığını kazanan, hatta bıraktıkları ölmez eserleriyle ve yaptıkları unutulmaz hizmetleriyle gayri müslimlerin bile takdirini ve tebcilini alan bu müstesna insanları küçük düşürmeye ve hizmetlerini herhangi bir baü kâfirine mal edilmeye çalışmışlardır. Tüm bu çabalarla Müslümanların kafalarında ve vicdanlarında büyük yer alan Ehl-i Sünnet ve itikadını silmeye ve yok etmeye gayret gösteril, niş ve hala da yapılmaktadır.
Tüm bu saldırıların altında ya Ehl-i Sünnet düşmanlığı yatmakta, ya Ehl-i Sünnet yeterince tanımamakta veya Ehl-i Sünnet düşmanlığı ile İslam'a dolaylı yollarından saldırılar düzenlenmektedir. Bu yüzden öncelikle günümüzde Ehl-i Sünnet üzerinde değişik yorumlar, açıklamalar ve düşünceler ileri sürülmektedir...
Bazı cahil ve ehliyetsiz yazar bozarlara göre 'Ehl-i Sünnet Vel Cemaat' sonradan uydurulmuş bir isimdir. Kimileri de sahte bir ihlâs takınarak bozuk niyetlerini İslam birliğinin mukaddes perdesiyle gizleyerek 'Ehl-i sünnet ve onun mezhepleri İslam birliğinin dağılmasına sebep olur' diye bahaneler gösterilmektedir...
Bazıları da: Ehl-i Sünnetten oldukları halde, okudukları asılsız ve gerçek dışı hikâyelerle dolu, bazı tutucu yazarların tarih ve hikâye kitaplarını okuyarak, ashabı kiram ve Ehl-i Sünnetin seçkin şahsiyetleri hakkındaki maksatlı yalan ve iftiraları gerçek sanarak, Allah'ın ve Resulünün sevgisine ve övgüsüne mazhar olmuş Hz. Osman'a (r.a.), Hz. Muaviye'ye (r.a.) ve Hz. Amr Bin As'a (r.a.) dil uzatmakta ve bunu da ehli beyt sevgisine dair bir ibadet sanmaktadırlar. Akıllarına ve yanlış düşüncelerine göre hareket eden bu kimseler zannediyorlar ki başta
İmam Ebu Hanife, İmam Malik, İmam Şafii, İmam Ahmed bin Hanbel gibi, onlara muasır ve onlardan sonra gelen bütün müçtehidler, fakihler, mubaddisler, müfessirler, mutasavvuflar, tarihçiler ve bu ümmetin diğer âlim ve salihleri gerçeği görmemişler de, raşid halifeler ve ashabı kiram arasındaki fazilet sıralamasında taassuba kapılarak veya şahsi düşüncelerine dayanarak Ehl-i Sünnet'çe bilinen sıralamayı yapmışlar. Her biri İslam dininin temel taşlan sayılan mukaddes bildiğimiz bütün mefhumları bize öğreten bu zatlara karşı suizanna sahip olan kimse, zaten Ehl-i Sünnet değildir. Çünkü Ehl-i Sünnet olmanın başlıca şartlarından biri de, ashabı kirama, müçtehid imamlara, salih selef ve halef hakkında hüsnü zanna ve engin bir sevgiye sahip olmaktır.
Ehli Bidatin bütün firkalan ve mezhepsizlerin tümü eskiden beri bu konuda girdikleri bütün münazara meclislerinden daima mağlup ve perişan aynldıklan halde, gene inat ve kör taassuplarına devam etmişlerdir. Onların bu konudaki tek silahları taassuptur. Atalarından bunu alanlar evlatlarına da bunu vereceklerdir...
Müslümanlardan bir kısmı da: 'İslam dini akıl ve mantık dinidir' diyerek, aklı ve düşünceyi kendilerine din ve yol gösterici olarak kabul etmişlerdir. Yüce İslam'da vahdet esas olduğu halde, mezhepler ayrılığa sebep olur diye, Ehl-i Sünnet'in mezheplerine savaş ilan edip akıl düşünce ve yeteneklerini din olarak kabul görüyorlar...
Müslüman adını taşıyan bir kısım da: iddialarına ters düşer diye Kur'an-ı Kerim'in bazı ayetlerini inkâr etmekte ve 'aksini iddia eden varsa münazaraya kapımız açıktır' diye meydan okumakta, inkâr ettikleri konu hakkında birçok ayetler yazıp gönderenlere cevap vermekten aciz kalınca da hemen laiklik silahına sarılmak suretiyle muhataplarını susturmaya çalışmaktadırlar. Efendilerinin mağlubiyetini hazmedemeyen bazı kesimler/art niyetliler bu ayetleri öyle yanlış ve maksattan çok uzak tefsir ve tevil ettiler ki, bu tefsir ve teviller ne Kur'an'ın özüne, ne Resulullahın sünnetine, ne müçtehidlerin, müfessirlerin görüşlerine, ne de Ehl-i Sünnet'in veya bidat ehlinin görüşlerine uymaktadır. Bunlar, Resulullah (s.a.v.) Efendimizin 'Kim ki Kur'an'ı reyine göre tefsir eder
se, yerini ateşte hazırlasın' hadisi şerifini ya bilememektedirler veya önemsememektedirler.
Müslüman geçinenlerden bir kısmı da: Kitap, sünnet ve mütevatir eserlerle sübutu kesinleşen, peygamberlerin ve özellikle Resulullah (s.a.v.) Efendimizin mucizelerini ve büyük peygamberimizin mucizesinin bir devamı ve tebliğ buyurduğu dinin hakkaniyetini teyid mahiyetinde olan bu ümmetin salih ve veli kullarından meydana gelen, akıl ve adet üstü kerametleri inkâr etmektedirler...
Bazıları da: Her müminin inanması lazım olan ve itikadı bir konu olan haşri cismaniyi, (fiziksel varlığı ile mahşere gitmek) mezarda vaki olacak ilahi nimeti veya azabı, mezarda meleklerin sual soracağını, kıyamet gününde dünyada işlediği işlerin yazılı bulunduğu amel defterinin dağıtılacağını, salih müminlerin defterlerinin beyaz olarak sağ ellerine verileceğini, asilerin ve kâfirlerin defterlerinin siyah olarak sol ellerine verileceğini, mahşer gününde Allah'ın (c.c.) adalet terazisinin kurulacağını ve herkesin amelinin tartılacağını, cennet ve cehennemin varlığını, cehennem üzerinde sırat denilen köprünün kurulacağını, müminlerin ebedi olarak cennette, kâfirlerin de ebedi olarak cehennemde kalacaklarını, cennetin nimetlerinin ve cehennemin de azabının ebedi ve sonsuz olacağını ya hiç kabul etmemekte veya şüpheli bir şekilde inanmış gibi görünmektedir. Hâlbuki ileride görüleceği gibi, bütün bunların olacağı, Kitap, Sünnet ve ümmetin icma-ı ile ve sağlam delillerle sabit olmuştur. Bu sağlam delillerle sabit olmuş dini bir konuyu, inkâr etmek tereddütsüz küfürdür...
Bunlardan bir kısmı da: Bütün bunları kabul ettiğini itiraf etmesine rağmen, Allah Teâlâ'nın hemen hemen hiçbir emrini yerine getirmeyip, yasak edilen her şeyi de işlemekte ve bu konuda da herhangi bir sıkıntı duymamaktadır. Oruç tutmayıp, Müslümanlarla birlikte bayram yaparlar, hatta bu mübarek günlerde likör gibi dinen yasak edilen şeyleri ikram edip herhangi bir rahatsızlık duymadan bu haramları midelerine indirebilirler. Cenazeleri olduğu zaman onu camiye götürüp acilen oradan uzaklaşırlar, öz anne ve babalarının cenaze namazlarını bile kılmadıkları
gibi duaları bile katılmayı utanç sayarlar. Cenaze namazından sonra hayatında camiyi görmeyen ve onu bir gericilik simgesi olarak gören kimselerin başında, paralı meddahlar, cenazede bulunmayan yalan sıfatlarla uzun övgüler dizerler, İslamî olmayan çelenklerle ve saltanatla defin edilip, dini hiç bir esasa dayanmayan, ölümünün kırkında veya elli ikinci gününde bazı sanatkârlar tarafından okutulan bir mevlit ölünün ruhuna postalanır...
Bunlardan bir kısmı da: Dinin birçok vecibelerini yerine getirdikleri halde ilim sandıkları, oysaki hayalden öteye gitmeyen ilimleri, noksan bilgileri ve maddeci akıllarıyla başta müçtehid imamları, selef ve halef ulemasını beğenmemekte ve onları taklit etmeyi büyük bir eksiklik saymaktadırlar. Bunlar, salih selefin kitaplarını okumaktan ve anlamaktan aciz oldukları halde, onların yerlerini almak, her müminin kalbinde bulunan sevgi ve güven tahtına oturmaya çalışmaktadırlar. Bunların gayeleri yüce dine hizmet etmek değildir. Çünkü bu mukaddes davaya hizmet eden selef ve halef uleması, bu ümmetin en salih, en ver'i en muttaki insanları idiler. Özel hayatları yoktu, insanları kapılarından kovmaz veya onlardan hele âlimlerden hiç mi hiç kaçmazlardı. Zira aldıkları ilim, takva ve terbiye böyle davranmalarını gerektiriyordu. İsmet/günahsızlık iddiaları olmadığı gibi Ehli-i Sünnet de peygamberlerden başka hiç bir kimsenin masum olmadığını bilmekte ve inanmaktadırlar. Bu davanın erleri Allah'tan başkasına kul olmadılar. Mukaddes davalarını makama, şana, şöhrete ve menfaate satmadılar. Allah cümlesinden razı olsun. Bu ümmet onlara medyun u şükrandır...
Bunlardan bir kısmı da: 'Biz tevhid akidesi için mücadele veriyoruz (!) Bizim için Allah'ın kitabı Kur'an yeterli delildir. Sünnete ihtiyacımız yoktur. Meallerle hüküm verebiliriz, mezhebi kültür, tasavvufi kültür Kur'ani kültürü örtmüştür...'diyerek, kendileri gibi müçtehid olmayan, yetersiz ve bu alanda bilgisiz kişiler tarafından terceme edilmiş varak-parelerine dayanarak, Allah'ın kitabından hüküm çıkarmak cüretinde bulunurlar. Böylesi insanlar herhalde işlemekte olduklan hatanın farkında değillerdir, işledikleri bu büyük hataya kısa olarak iki noktada değinmek isterim:
1- Evvela bunlar, Resulullah (s.a.v.) Efendimize ve sünnetine ya inanmıyorlar, itimat etmiyorlar, fakat kendileri gibi meal yazarlarına inanıyor ve güveniyorlar veya Resulullah efendimizi hâşâ tamamen kenara itiyorlar. Hâlbuki peygambersiz bir din ve Resulullahsız, bir İslam dini düşünülemez. Yalnız Kur'an'la amel edenler, herhalde Kur'an-ı Kerim'in bu ayetlerini de görmüşlerdir: "Ey resulüm! Sana Kur'an-ı indirdik ki kendilerine indirileni insanlara açıklayasın"}
Muraği bu ayetin tefsirinde özetle şöyle diyor: "İnsanlara vaaz ve nasihat olarak sana Kur'an-ı nazil ettik. Ta ki onlara hükümleri, şeriatları, peygamberlerine isyan eden kavimlerin ceza olarak helak olmalarına sebep olan çeşitli azapları bildiresin ve onlara çözülmesi zor hükümlerden anlayış kabiliyetleri bir olmaması sebebiyle Kur'an'ın mücmelini, anlamını gizli ve bilinmez teşri hikmetinin sıınnı açıklayasın."[1]
Keza Kur'an-ı Kerim'de Cenabı Hak şöyle buyuruyor: "Ey resulüm! Bu kitabı sana ancak insanların " ettikleri 'din' işlerini açıklamak için ve iman eden kimselere bir hidayet ve bir rahmet olsun diye indirdik."[2]
2Muraği Tefsiri cilt: XIV, sh: 89 Mısır Fahri Razi C: XX, sh: 37 Tahran Kazi Beyzavi Mecami C: IH. Sh: 605.
Yukarıda meallerini verdiğimiz ve benzeri birçok ayet açık olarak gösteriyor ki, yüce dinin naşiri Resulullah (s.a.v.) Efendimizdir. Onun mübarek hadisleri de Kur'an'ı Kerim'in en doğru tefsir ve açıklamasıdır. Zaten bütün ilim adamlarının ittifak ettikleri gerçek şudur ki; Kur'an'ın en doğru tefsiri Kur'an'la yapılan tefsirdir. Ondan sonra Resulullah'ın hadisiyle yapılan tefsirdir. Bu iki kaynağın tefsiri Nas'tır. Bu iki kaynaktan sonra, Ehl-i Sünnet ulemasının, tefsir ilmine ve sanatına vakıf olan zevatın tefsirleridir. Bu tefsirler kesin Nas olmamakla beraber uyulmaya en uygunlarıdır. Fakat tefsirlerle asla fetva verilmez.
Yukarıda mealini verdiğimiz Nahil suresinin 44. ayetinin tefsirinde İmam Hazin (r.a.) şöyle diyor: "Kitabın, Kur'an'ın açıklaması sünnetten aranır. Zira oradaki mücmeli açıklayan Resulullah'tır. Çünkü Kur'an mücmeldir, hadis onun açıklamasıdır."
Bu merhum ümmet Resulullah (s.a.v.) efendimize minnettardır. Eğer Resulullah efendimiz İslam şeriatını ve onun temeli olan Kur'an-ı Kerim'i açıklamamış olsaydı, mukaddes kitabımız mücmel olarak kalacaktı ve emrolunan bir çok dini vecibelerin mahiyet ve keyfiyetleri bilinmeyecekti.
Allame Seyyid Abdulvehhab Eş Şa'rani (r.a.), Şeyh Zekeriyya El Ensari'den (r.a.) şöyle nakil ediyor: "Eğer Resulullah'ın ve miiçtehid ulemanın Kur'an ve sünnette bulunan mücmelleri açıklamaları olmasaydı, bizim hiç bir şeye gücümüz yetmeyecekti. Resulullah (s.a.v.) efendimizin sünneti ile taharetin hükmünü öğretmemiş olsaydı, biz onun keyfiyeti hakkında bir bilgiye sahip olamayacaktık. Keza farz ve nafile namazlarının şeklini ve rekâtlarını, orucun, haccın, zekâtın şeklini, nisabını, şartlarını, farzlarını ve sünnetlerini bilemeyecektik. Keza sünnetin açıklaması olmasaydı, Kur'an-ı Kerim'in mücmelini bilmemize imkân olmayacaktı."[3]
Eş Şa'rani, Seyyid Ali Elhavastan şöyle nakleder: "Eğer sünnet bize Kur'an-ı Kerim'in mücmelini beyan etmemiş olsaydı, hiç bir âlim sular ve taharet hakkında hüküm çıkarmaya muktedir olamayacaktı. Sabah namazının iki rekât, öğle, ikindi ve yatsı namazlarının dörder ve akşam namazının da üç rekât olduğu bilinmeyecekti. Keza iftitah duasını, tekbir şeklini, rükû sücud ve itidal dualarını, iki teşehhüd için oturmada okunacak şeyleri, iki bayram, güneş ve ay tutulmalarında kılınacak namazların, cenaze namazının ve yağmur duasının kılmışları ve özellikleri bilinmeyecekti. Keza zekâbn hangi mallarda ve hangi oranda nasıl verileceği, orucun, haccın, alışverişin, nikâh akdinin, cerahatin hükmü, muhakeme, usulü ve diğer fıkhi konuların hiç birisi bilinmeyecekti. 'Adamın biri, İmran bin Haşin (r.a.)'ya diyor ki: Bize Kur'an'dan başka konuşma, delil de getirme' İmran ona: 'Sen muhakkak çok ahmaksın, Kur'an'da farz namazların rekât adetleri var mıdır veya falan namazda açık olarak oku diye bir açıklama var mıdır?' der. Adam: Yoktur' demek zorunda kalır. Böylelikle İmran onu susturmuş o/ur."[4]
İmam Beyhaki (r.a.) Süneni'nin yolculukta namazların kasren kısaltılmış olarak kılınması babında şöyle diyor: "Hazreti Ömer (r.a.)'dan, yolculukta namazların kısaltılarak kılındığını Kur'an'da göremiyoruz oysa ki aynı Kur'an-ı Kerim korku halindeki namazdan bahsediyor diye sorulunca, Hz. Ömer: 'Ey kardeşimin oğlu! Allah Teâlâ bize Muhammedi gönderdi, bunun dışında bir şey bilmiyoruz. Resulullahı yolculukta namazlarını kısaltarak kıldığını gördüğümüz için biz de onun yaptığını yapıyoruz. Bu onun koyduğu bir yoldur.'"1'
2- Bunlar, herhalde Resulullah (s.a.v.) Efendimizin emir ve nehiylerine itaat etmenin farz olduğunun farkında değillerdir. Hâlbuki Kur'an-ı Kerim'de (Etiullahe ve etiurresule) "Allah'a ve resulüne itaat edin" gibi ayetler çoktur. Resulullah'm sözlerine itaat etmemek, O'na itaat etmemektir. Onun söz, fiil ve takrirlerini herhangi bir insanın sözü gibiymiş gibi delil olarak kabul etmemek ve herhangi bir insanın sözü gibi sanmak, Kur'an'ın kesin emrine ters düştüğü için küfürdür.
6 Mizan, sh: 53.
Kur'an'ı Kerim'de: "O, hevadan (kendi nefsinden) konuşmuyor. O ancak insanlara tebliğ olunması için emir olunanları söylüyor."[5]