El Keşşaf Tefsiri, 4 Cilt Takım

Fiyat:
800,00 TL
İndirimli Fiyat (%31,9) :
545,00 TL
Kazancınız 255,00 TL
Geçici olarak temin edilememektedir. Temin edildiginde

Bu ürünün yerine tercih edebileceğiniz ürünler


Kitap            El Keşşaf Tefsiri
Yazar           Allame Zemahşeri
Yayınevi       Ekin Yayınları
Tercüme       Harun Ünal
Kağıt  Cilt     Şamua ( Ivory kağıt)  -  4 Cilt takım  
Sayfa Ebat   2.870 sayfa – 17x24 cm
Yayın Yılı      2016,  2017

   

Not            4.Cilt itibariyle Cüz 14, Nahl Suresi 128.Ayete kadar tefsirin çevirisi yapılmış ve  yayınlanmıştır. 15. Cüz ve sonrası tercüme çalışmaları devam etmektedir.


Zemahşeri 4 Cilt El Keşşaf Tefsiri kitabını incelemektesiniz.
Ekin yayınları El Keşşaf Tefsiri kitabı hakkında yorumları oku yup kitabın konusu, özeti, fiyatı, satış şartları hakkında bilgiyi geniş bir şekilde edinebilirsiniz.


Yaratan Rabbinin adıyla oku . O, insanı " alak " dan yarattı.Oku, Senin Rabbin en cömert olandır. Alak 1-2

 TAKDİM

Elinizdeki el-Keşşâf isimli bu tefsir, 467-538 (1074-1143) yılları arasında yaşamış önemli İslam bilginlerinden İmam Ebul-Kâsım Cârullah Muhammed b. Ömer b. Muhammed ez-Zemahşeri'ye aittir.

Eser özellikle Arap Dili ve Edebiyatı açısından zirve örneklerdendir. Ve müfessirimiz Cârullah Zemahşeri'nin eseri Lügat, Nahiv ve Belagat ilkele­rini önceleyen Dirayet Tefsiri mahiyetindedir.

Ayrıca müellifimiz Kur'an'da geçen kelimeler üzerinde büyük bir hassa­siyetle durmuş ve tefsirine adeta kelime mealli bir tefsir hüviyeti kazan­dırmıştır. İnşaallah Keşşaf Tefsiri çevirisi okurlarımıza bu açıdan da önemli bir katkı sağlayacaktır.

Keşşaf Tefsiri diye şöhret bulan bu eser "Tefsîru'l-Keşşâf An Hakâiki Ğavâmidi't-Tenzîli ve Uyûni'l-Ekâvili Fi Vücûh'it-Te'vîl" adını taşır.
Eserin Türkçeleştirilmesinde dört farklı nüsha dikkate alınarak çeviri yapılmıştır.

Çeviri için yararlandığımız ilk nüsha, Mektebet-u Mısr yayınıdır, dört cilt halindedir. Şerh ve tahkiki Yusuf el-Hammadi tarafından yapılmıştır.

İkinci nüsha, Muhammed Ali Beydun neşri olup, Beyrut, Darul-Kütüb el-İlmiyye yayınıdır. Bu eser de dört cilt halinde hazırlanmıştır. Tertip, düzen ve tashih Muhammed Abdusselam Şahin tarafından yapılmış ve ilim alanına sunulmuştur. Bu eserde ayrıca İbn Hacer Askalani'nin, Keşşaf hadislerinin tahrici de eklendiğinden, biz de hadislerle ilgili değerlendirmeyi okurlara bu­radan aktardık, burada olmayanlardan bulabildiklerimizi de biz ekledik.

Üçüncüsü nüsha da Riyad, Mektebetu'l-Ubeykan neşridir. Beş ciltten oluşmaktadır. Tahkik, tashih ve talik eş-Şeyh Adil Ahmed Abdulmevcud, eş-Şeyh Ali Muhammed Muavvid ve Dr. Fethi Abdurrahman Ahmed Hicazi tarafından yapılmıştır.
 
Dördüncü nüsha ise el-Tıybi tarafından yazılmış olan ve Ehli Sünne­ti savunmak amacıyla kaleme alınmış olan "Futühu'l-Gayb Fi'l-Keşfi An Kınâi'r-Reyb", yani "Haşiyetu't-Tıybi Ale'l-Keşşâf" adlı eserle birlikte ba­sılmış olan ve 17 ciltten oluşan bu nüshadan da yararlanılmıştır.[1]

Bizim bu eserde izlediğimiz yol şu şekilde oldu:

Önce ayetlerin meallerini sunduk. Meallendirmede kendi çabamız ya­nında önem ifade eden Türkçe meallerden de yararlanırken Keşşafın Arap Grameri çerçevesindeki ikazlarına göre davranmaya çalıştık. Ayet kümele­rinin tefsirine geçildiğinde, ayet sıralarını gösterecek şekilde ayet numara­larını kullandık.

Müfessirimiz zaman zaman, "Eğer dersen, sorarsan" diye, birtakım so­rular gündeme sokuyor. Hemen bundan sonra da "Derim ki" diyerek, soru­ları cevaplamaya çalışıyor. Ancak biz burada, Zemahşeri'nin "Eğer dersen" tarzındaki, soru ifadesini, "Diyorsun ki" ifadesiyle soruları gündeme sok­tuk. Arkasından da müfessirin cevaplarına "Derim ki" ifadesiyle başladık.

Müfessirimiz özellikle Nahiv kurallarına ve az da olsa sarf konularına da işaret ederek, kelimelerin cümledeki konularını ve ayrıca kök olarak asıl­larının ne olduğunu belirtmiş ve bunlar üzerinde de fazlasıyla durmuştur. Bu arada kıraat hususlarına ve imamların farklı okuyuşlarına dikkat çekmiş ve o okumalara göre, ayetin nasıl bir mana aldığını da göstermiştir. Biz de bütün bu noktalara dikkat çektik ve manaları bu bağlamda değerlendirdik.

Bu nedenle Arapça öğrenmek isteyen ve özellikle de Kur'an Arapçası'nı öğrenmek isteyenler için bu eser, tefsir olmanın yanında bir de Nahiv ve Sarf kitabı gibi de değerlendirilmelidir. Bu ihtiyaca binaen okuma yapacak­lar Kur'an Arapçasına vakıf olmayı öğreneceği gibi, bir tefsirin nasıl bir yön­temle ele alındığını, kelimelerin nasıl değerlendirildiğini de öğrenecek ve böylece konu hakkında az da olsa köklü bir bilgi edinmiş olacaktır.

Zemahşeri'nin tefsirinde İsrailiyât ile ilgili hususlara gelince şunu be­lirtmeliyiz: Zemahşeri'nin Keşşaf tefsirini inceleyen bir kimse, onun bu tef­sirinde bazı ayetlerin tefsirleriyle ilgili olarak İsrailiyât haberlerine yer ver­diğini görür. Ancak o, tefsirinde bunlara yer verirken, bunları "temrîz" diye ifade edebileceğimiz sözkonusu rivayetlerin sıhhatleri konusunda sahih bir rivayet olmadığını belirtmek amacıyla çoğu kez "rivayet olunduğuna göre" ifadesiyle verir. Meçhul fiil kullanır. Yani "ruviye" ifadesine yer verir. Bu tür ifadelere temrîz sigası denir ki, sıhhatinde şüphe bulunan rivayet anlamına 
gelir. Ya da Zemahşeri, bu gibi rivayetlerde çoğu kez "Bu rivayetin sahih olup olmadığını ancak Allah bilir" der veya "Gerçeği bilen değerli İslam bil­ginleri, bu rivayeti kabulden sakındılar" ve "Bu, Yahudilerin batıl ve asılsız olan sözleridir" diyerek konuyu açıklığa kavuşturur.

Zaten bu konuda bilgi sahibi olan ilim adamları, bir eseri tenkit ederken veya tasvip ettiğini belirtirken, mutlaka bu noktalara dikkat çeker. Yoksa hiç incelemeden, başkalarının yönlendirmeleriyle hareket edenler, hep ya­nılırlar ve hep de yanılmışlardır.

Daha önce de ifade ettiğimiz gibi, İbn Hacer Askalani (852/1448), Keşşaf tefsirinde yer alan hadislerle ilgili bir eser yazmış ve bu eserine "el-Kâfi'ş-Şâf Min Tahrîci Ehâdisi'l-Keşşâf" adını vermiştir. Keşşaf tefsirinin bazı baskılarında, bu eser de tefsire eklenmiş ve öyle basılmıştır.

İkinci bir eser de Abdullah b. Yusuf ez-Zeylai (772/1370), tarafından bu konuda hazırlanan bir eserdir. Aslında bu tefsirdeki hadisler konusunda yazılan ilk eserdir. Eser "Risâletun Fî Tahrîci Ehâdisi'l-Keşşâf" adını taşır. Ancak İbn Hacer Askalani, bunu ihtisar etmek suretiyle Zemahşeri'yle ilgili eserini hazırlamıştır.

Okurlarımız bu eserde Zemahşeri'nin sıkça Arap Dili ile ilgili olarak Dilbilgisinde yer alan ve "Mazmum, Mansub, Mecrur, Merfu; Zamm, Nasb, Cer ve Raf" gibi ifadelere rast geleceklerdir; bu ve benzeri hususlar, İrap ile ilgili olan hususlar "Mu'reb, Mukaddem, Muahhar" gibi ifadelerle, Nahiv terimleriyle karşılaşacaklardır. Bu kelimelerin TürkçeleştiriImeleri uygun olmadığından, okuyucu bunlarla ilgili Nahiv kitaplarını, Arapçaya ait Dilbil­gisi kurallarını işleyen eserlerden detaylı olarak öğrenebilirler.

"Nekre, Marife, Mansub, Merfu, Mecrur veya Nasb, Raf ve Cer; Muzaf, Muzafun iIeyh, Mefulun bih" ve benzerleri Arap Dili Gramerine dair ifadelerdir. Tefsirdeki manaya yoğunlaşan okuyucu bu gibi ifadelere takılmamalıdır. An­cak Arapça öğrenme gayretinde olan kardeşlerimiz için bu tür bilgiler olduk­ça yararlıdır. Bazı ifadeleri mecrur/esreli, cer/esre, muzaf/tamlanan tarzında Türkçeleştirirken; "iğra, mefulü leh" gibi tek kelimeyle karşılanamayacak ifa­deler hakkındaki malumatı da dipnotu olarak gösterdik. Ancak buna rağmen okuyucunun anlayamadığı hususları, işi bilen bir ehline sorması gerekir.

Aynı şekilde kıraate dair ifadelere yer verilmiştir. Onların da Kur'an tec­vitlerinden edinilmesinde yarar vardır.

Zemahşeri, özellikle şiirlerden çokça örnekler vermiştir. Fakat verilen bu örnekler, -pek azı dışında- genelde, Dilbilgisi kurallarına örnek olma­sı açısından verilmiştir. Bu nedenle manadan önce, müellif, konu ile ilgili 
nahivle ilgili kurallara dikkat çekmiştir. Biz de bu şiirleri aynen verdik ve ayrıca, Nahiv konusu ile ilgili örnek üzerinde durmadık. Dipnot halinde ve­rilmesi durumunda ise, kitabın hacmini, arttıracağından, buna değinmedik. Şiirin kendisini ve kısaca manasını verip geçtik.

Eserin çevirisinde dikkate almamız gereken bazı yerlerde tarafımdan dipnotlar eklenmiştir. Özellikle eserde geçen hadis rivayetleri konusunda belirttiğimiz gibi İbn Hacer Askalani tarafından yazılmış olan ve hadisler hakkında değerlendirmeleri içeren "el-K6fi eş-Şâf Fi Tahrîci Ehâdisi'l Keşşaf adlı eserin değerlendirilmeleri olduğu gibi dipnotlara eklenmiştir. Bununla beraber aynı zamanda İmam Zeylai tarafından Keşşaf hadislerinin değerlendirildiği "Kitâbu Tahrki'l-Ehâdîsi ve'l-Âsâri'l-Vâkıâti Fi Tefsîri'l-Keşşâf Li'z-Zemahşeri" adlı dört ciltlik eserinden de yararlanılmıştır.

Hicri 1. ve 2. yüzyıHardaki Tevhid ve Adalet Ehli/Mutezile ekolüne men­sup Zamahşeri'nin tefsiri yukarıda değindiğimiz özellikleri nedeniyle genel olarak tüm müfessirlerin kaynak edindiği bir çalışmadır. Eski ve yeni müfessirlerin kendisinden söz etmeden ve eserine atıfta bulunmadan geçemedik­leri bu önemli ve değerli tefsiri sizlere sunarken, bir beşer olarak farkında olmadan bir yanılgıya düşmüşsek, okurlarımızın müsamahasına sığınıyor, bu konudaki tenkit ve tasviplerini bizlere ulaştırmaları halinde, şimdiden kendilerine müteşekkir kalacağımızı belirtiyoruz.

Rabbimize hamd olsun ki, Mahmud ez-Zemahşeri'nin "Keşşâf diye şöhret bulan bu tefsirinin Türkçe çevirisini Rabbim bana nasip eyledi. Ayrıca böyle bir çeviriyi düşünüp planlayan ve bana teklif eden, ayrıca el-Menar Tefsiri'ni Türkçe okurlarına kazandıran değerli ilim, fikir ve aksiyon adamı Hamza Türkmen kardeşime de teşekkürü bir borç bilirim.

Harun ÜNAL
İstanbul, 2016

MUKADDİME

 
Düzenlenip tanzim edilmiş bir kelam olarak Kur'an'ı indiren Allah'a hamd olsun. Allah onu, maslahatlar gereği parça parça indirmiş­tir. Hamd süresiyle giriş yapmış ve istiâze sureleri ile de bitir­miştir. Allah onu, biri Müteşâbih ve diğeri Muhkem olmak üzere iki kısım olarak vahyetmiştir. Müteşâbih ve Muhkem olarak vahyettiklerini surelere ayırmış, sureleri de ayetlerden oluşturmuştur. Ayetlerin aralarını da birta­kım bölümlere ve duraklara ayırarak belirlemiştir. Bunlar Mübdi' olan zatın sıfatlarıdırlar. Her şeyi icat edip var eden zatın isimleridirler. Evveliyeti ve kadimliği kendi zatı adına seçen Allah, her eksiklikten münezzehtir, uzak ve beridir. Kendisi dışında olan her şeyi de yoktan var edilme olarak damgalamıştır.

Onu, apaçık ve burhanları kesin olan bir Kitab olarak inşa etti. Beyyine ve hüccetlerle konuşan bir vahiy olarak gönderdi. Kendisinde asla bir eğri­lik bulunmayan Arapça bir Kur'an olarak indirdi. Onu, hem dini ve hem dün­yevi menfaatler için bir anahtar, bir açacak kıldı. Kendisinden önce gönde­rilen tüm semavi kitapları da doğrulayan bir Kitab kıldı. Her zaman ve her yerde, herkesin ve her şeyin yüzüne karşı meydan okuyarak onu baki olan bir mucize yaptı. Evet, her dilde ve her yerde dillerde dolaşan kitaplara meydan okuyan mucize bir Kitab kıldı onu. Saf ve bozulmamış olan Arap­lardan, ona karşı koymak isteyenlere meydan okuyarak onları susturdu. Söz ustası değme hatiplerin dillerini ağızlarına tıkadı, onları konuşamaz duruma soktu. Onların en fasihlerinden hiçbiri ona denk, onun benzeri veya ona yakın bir şey asla ortaya koyamadı.

Onların belagat alanında en usta olanları bile, Kur'an'ın en kısa bir suresine karşı olsun bir benzerini ortaya koyamadılar. Oysaki o dönemin Arapları arasındaki belagatçiler Batha'nın mıcır taşları misali sayısız de­necek kadar çoktular. Dahası onlar sayıca Dehna çölündeki kum misali sa­yısızdılar. Hemen her alanda ve her dalda söz söyleme sanatının ustaları iken, bu konuda hepsi de ün salmışlar, her dalda at koştururlar iken Kur'an 
karşısında düz yolda şaşırıp kalmışlar, apışıp durmuşlar. Eğer biri onlara bir övünçle gelirse, onlar da ona birçok övünçle karşılık verir. Eğer biri, herhan­gi bir başarısıyla onları taşlarsa, onlar da birçok değerleri ve güzellikleriyle ona karşı baskın çıkarlardı.

İlk önce onlara karşı hüccet ile meydan okumuş, sonunda da kılıcı çek­miştir. Onlar, kılıçtan başka bir şekilde karşı koyabilme gücünü kendilerin­de bulamadılar. Kaldı ki hüccet olarak dayanakları sağlam değilse, keskin olan bir kılıç, kullananın elinde sadece bir oyun ve eğlence aracı olmaktan öteye gidemez. Hüccet karşısında duramamaları, onların denize yansıyan ve parlayan süse karşı koyamayacaklarını bilememelerindendir. Çünkü gökteki yıldızların suya yansımaları ile denizin o parıldayışı gökteki yıldız­ları sönük bırakmıştır.

Salât, kendisine vahyedilen en hayırlı, Allah'ın Habibi Ebu'l-Kasım Mu­hammed b. Abdullah İbn Abdulmuttalib b. Haşim'e olsun. Çünkü O, Luey oğulları arasında sancağı yükselen, bunların kolu olan Abd Menaf kabi­lesinde yıldızı parlayan, Tevrat ve İncil'de ismeti sabit olan ve hikmet ile desteklenen, alnı apaçık, şan ve şerefle seçkin olandır.

Salât, onun tertemiz Ehli Beytine, ona damat ve akrabalık bağlarıyla bağlı olarak damat ve kayınpederi olan dört halifeye, Muhâcir ve Ensâr'a da olsun.

Unutmamalısın ki her bilimin yolu ve her sanatın temeli, birbirine yakın değerde olan ilim adamları, aynı düzeyde ve seviyede olan sanatkârların atılganlıkları ile değerlendirilir. Bir alim, diğer bir ilim adamını ancak kısa adımlarla geçebilir. Ya da bir sanatkârın diğer bir sanatkarı geçmesi, ancak kısa mesafelerle mümkün olabilir.

Ancak anlayış mertebeleri arasında oldukça farklı mesafeler bulunur. Ki­mileri birbirine yakındır, kimileri üstündür, kimileri de farklıdır. Nihayet arala­rındaki mesafe ve üstünlük de o nispette artar veya eksilir. Hatta durum öyle bir noktaya gelir ki, çok farklı vehimlere neden olabilir. İlimler ve sanatlar konusundaki anlayışlar o derece farklılaşır ki bazıları bir anlam çıkartırken bazıları da bin anlam çıkartabilir.

Zira tüm ilim ve sanatlar var olan güzel nükteler ve fıkralar, içinde fikir ve düşünce bahislerini barındıran latif manalar, perdelerin gerisinde gizli kalmış olan sırlar, onların özel durumlarından ötürü değil, aksine onların alanlarında tek olmaları ve en özel olmaları sebebiyle ortaya çıkarlar.

Yoksa onların orta derecede olanları, yüzüğün kaşı misali seçkin olan­ları olsun, ister avam tabakası olsun, hepsi de olanların gerçekte kimler 
olabildiğini idrakten acizdirler, onların hakikatlerini idrakten kördürler. Taklidin elinde de esirdirler. Onların ayaklarındaki prangayı kesip serbest bırakmada lütufkâr davranmazlar.

Öte taraftan ilimlerin en doyurucu olanı, kişinin mizacını tamamen sa­rıp kuşatan, zihinleri çalıştıran sabit olan mükemmel şeylerdir. En güzel nükteleri ve sırlarla dolu bilgileri sunan da tefsir ilmidir. Ona yönelen her ilim sahibi kimse, dikkatini ona veren her alim, bilgi alışverişinde tefsir sa­yesinde istediğini bulabilir. Nitekim Câhiz, "Nazmu'l-Kur'ân" adını verdiği kitabında şöyle der:

"Fakih olan bir kimse, her ne kadar fetva ve ahkâm konularında akran­larından daha öne geçip varlığını gösterse de, Kelama da Kelam bilgisi ala­nında dünya ehlini geride bırakıp öne geçmiş olsa da, Kıssa ve haber bilgile­ri dalında hafız olan bir kimse, Ibnul-Kırrıyye'den[2] daha üstün olsa bile, Vaiz olan bir kimse de, vaizlikte Hasan Basri'yP geçse de, Nahiv alanında İmam Siybeveyh'i[3] geride bıraksa bile, Lügat bilimci-dilci, kendi alanında söz sa­hibi olsa bile, tüm bu sayılanların hiçbirisi Kur'an ve tefsir alanında söz sa­hibi olan ile yanşamaz. Sözkonusu hakikatler konusunda kimse o konulara dalamaz. Meğerki Kur'an'a özgü olan şu iki alanda kendisini kanıtlayan biri olmuş olsun. İşte ancak gerçek manada bunlar varlıklarını ortaya koyabilir ve ağırlıklarını gösterebilirler."

2-Hasan Basri, Tabiunun büyüklerinden olup Ebu Said lakabıyla da anılır. Kendisi en çok ün yapmış olan din bilgini ve vaizlerindendir. Dini ilimler alanında Basra Okulu öncülerindendir. Onun etrafında Kaza ve Kader konularında Kelami tartışmalar yapılmıştır.

Burada Kur'an'a özgü olarak sözkonusu olan iki ilimden biri Meâni ilmi­dir, ikincisi de Beyân ilmidir. Bu iki ilmi edinmede bir süre mühlet ver, acele etme, bu ilimlerden paye sahibi olmak için bir zaman olsun yorulmayı göze al. Allah'ın hüccetinin güzellik ve inceliklerini tanıma bakımından olsun, bu ikisinin sözkonusu olduğu yerde araştırma ve inceleme yapmalısın. Allah Resulü'nün (s) mucizelerini izah ve açıklama konusunda bunlar üzerinde ol­dukça fazla düşmeksin. Gerçi bu arada diğer farklı ilim dallarından da nasibini almalısın. Bunları yaparken iki hususu mutlaka yerine getirmelisin. Birincisi tahkik edeceksin, ikincisi tahkik ettiklerini de muhafaza edeceksin, hıfzede­c
eksin. Bu ise çokça mütalaadan ve uzun ve yorucu araştırmalardan sonra sağlanabilir. Bu arada zaman zaman öğrendikleri gözden geçirimeli, bilgileri taze tutmak için mutlaka eski bilgiler tekrar edilmelidir. Özellikle irap bilgisi alanında iyi bir süvari olunmalıdır. Kitabı taşımada öncü olunmalıdır.

Bunlarla birlikte ilim adamı yumuşak huylu olmalı, dik kafalı olmamalı­dır. Zeki olmalı, kafasında her an şimşekler çakmalıdır. Bilgi edinmede uya­nık olmalı, ruh ve nefis bakımından buna hazırlıklı olmalıdır. Yeri bilinemez olsa bile işaretlere ve rumuzlara dikkat etmelidir. Sert ve kaba olmama­lıdır. Hem nazım ve hem nesir dallarında tasarruf sahibi olabilmeli, fikir üretmede, tertipte ve en iyi bir şekilde edindiği bilgilerden yararlanma ko­nularında, üzerine düşen çaba ve gayreti tamamlamalıdır. Sözü nasıl telif ve tertip etmesi gerektiğini bilmelidir. Çünkü öyle zaman olur ki yanılabilir, sıkıntıya düşebilir.

Arapça ve din usulü ilmine vakıf olan Adliyye Naciye fırkası (Mutezile Mezhebi) mensubu din kardeşlerimiz bir ayetin tefsiri hakkında bana her başvurduklarında kendilerine kapalı olan bazı gerçekleri izah ettim. Mese­leyi güzel bularak hayretler içinde kaldılar. Bu türden bir eserin yazılmasını isteyerek sevinçten uçar oldular. Hatta bu nedenle başımda toplanıp ben­den onlar için: "Kur'an'ın hakikatlerini ortaya çıkaran, tevil vecihleri bağla­mında önemli görüşleri de ortaya koyan" bir eser yazmamı istediler.

Ancak ben, onlardan atfımı istedim. Onlar ise bana başvurmaktan hiç geri durmadılar, araya din büyüklerini ve tevhid ve adalet ehli ilim adamla­rını araya soktular. Bu konuda ilmimin bağışlanmasını istememdeki sebep-oysaki isteklerini kabül etmem gerekirdi. Zira bu konuya dahil olmak bana farz gibiydi- zamanın şartlarının kötü oluşu, insanların ilimdeki zayıflığı, insanların Meâni ve Beyân ilimlerinde ilerlemek şöyle dursun bu iki ilimle ilgili ilimlerin en azında bile himmette bulunmamalarıdır.

Ben, sözkonusu ilim dallarında bilgi verirken, bu arada Fatiha ile ilgili olarak bir meseleyi ele aldım. Bakara suresinin hakikatleri konusunda da bir şeyler yazdım. Bu, oldukça geniş ve detaylı bir anlatım idi. Birçok soru ve cevabı da içermekteydi. Bu arada sözkonusu ilmin bazı inceliklerine de dikkat çekmeye çalıştım. Bunun, onların bu ilme yönelmesi için bir ışık tut­masını istedim.

Nihayet Mekke'de ikamet etmeye, buraya mücavir olmaya karar verin­ce, Allah'ın Hareminde kalma fırsatı doğunca, hemen Mekke'ye doğru yola çıktım. Yolculuğum sırasında uğradığım her beldede görebildiğim aklı ba­şında, kafası çalışan kimseler, ilim adamları -ki bu gibi insanlar sayıca ol­dukça azdırlar-, hepsi de bu konuda bağrı yanık kimselerdi. Hepsi de böyle 
bir eseri beklemektedirler ve onu iktibas etmek için adeta yanş içindedirler.

Onlarda gördüğüm bu gayret ve beklenti beni harekete geçirdi. Bu ko­nuda bir canlılık kazandım. Nihayet Mekke'ye yerleşince, birden kendimi, Hz. Hüseyin ailesi içerisinde buldum. Yani kendimi Allah Resulünün (s) Ehli Beyt'inden olan Ebul-Hasan Ali b. Hamza b. Vehhas'ın yanında buldum -Al­lah şerefini ve saygınlığını devam ettirsin-. Bu zat, Hasan Oğullarından bir sembol, ilimde örnek kişiydi. Bunun yanında çok iyilikleri olan, birçok men­kıbeleri de bulunan bir kimseydi. İlim konusunda halk arasında yüreği en fazla yanık olan ve en vefalı olan biriydi.

Hatta anlatıldığına göre kendisi, benim Hicaz'da bulunmadığım sıralar­da, birçok meşgalelerinin olmasına rağmen, yollar aşarak, zahmetlere kat­lanarak Harzem'e gelip benden bu eseri yazmamda isabet olacağını söy­leyerek eseri kaleme almamı istedi. Artık bundan böyle kaçabilecek, yeni bahaneler ileri sürerek affımı dileyecek bir çarem de kalmamıştı. Bu arada yaşlandığımın da farkına vardım. Bedenim de dökülüyordu. Araplann 60 ila 70 yaş arasını, "Dekkâkatu'r-rikâb" diye isimlendirdikleri bedenin artık fenaya, yok oluşa doğru yol aldığı bir döneme de girmiştim.

Birçok yararlı bilgileri ve sırları araştırmayı da dikkate alarak bu defa birincisinden daha kısa sürecek bir yol izlemeye karar verdim. Allah beni bunda muvaffak kılsın ve bana doğru yolu göstersin. Böylece bu eser, nere­deyse Hz. Ebu Bekir'in (r) hilafet/imamet müddeti süresince* olan bir zaman dilimi içerisinde bitirildi. Kaldı ki hilafet de süre olarak 30 yıl sürmüştür.

Aslında bu da Haram olan bu Beyt'in ayetlerinden bir ayet, mucizelerin­den bir mucizedir. Bu muazzam Haremin bereketlerinden de bir berekettir.

Cenab-ı Allah'tan, hazırlamaktan ötürü yorulduğum bu eserim sebebiy­le beni kurtarsın isterim, kıyamet gününde sırat köprüsünde önümde ve sa­ğımda hareket eden bir nur kılsın dilerim. 0, kendisinden istekte bulunulan ne güzel bir Rab'tır!

Mahmud ez-Zemahşeri

* Ebu Bekir'in (ra) hilafet süresi iki yıl üç ay dokuz gün veya iki sene dört aydır.

 
 
[1]   Müellif: el-İmam Şerefuddin el-Hüseyn b. Abdi ilah et-Tıybi, (v. 743/1342)'dir. Eser Dubai Devleti Kur'an-ı Kerim Ödülü Fonundan Dubai Devleti ve Dubai İslam Bankası desteğiyle ilk olarak 2013 yılında bir heyet tarafından basıma hazırlanmıştır.
[2]İbnu'l-Kırrıyye: Arap hafız ve fasihlerinden olan bir kimse olup, asıl adı Eyyub'tur. El-Kırrıyye, annesinin adıdır.
[3]İmam Siybeveyh: Asıl adı Amr b. Osman olup kendisi Basra okulunun seçkin ilim adamlarındandır. Nahiv dalında liderdir. Bu alanda, "el-Kitâb" adını taşıya Nahiv dalındaki eseri meşhurdur. Bu konuda başvuru kaynağı olarak Nahiv dalında verilen ilk eserdir. Siybeveyh, Halil b. Ahmed'den ilim almıştır ve hocasını alanında geçmiştir. 148-180/765-796 yılları arasında yaşamıştır.

 
 
Diğer Özellikler
Stok Kodu9786055146320
MarkaEkin Yayınları
Stok DurumuBu ürün geçici olarak temin edilememektedir.
9786055146320
En yeni ürünler
Güvenli teslimat
Kampanyalı ürünler
Piyasadaki en iyi fiyat

PlatinMarket® E-Ticaret Sistemi İle Hazırlanmıştır.