Kitap Fi Zilal il Kuran Tefsir. 2. EL , TEMİZ KULLANILMIŞ
Yazar Seyyid Kutub (ra)
Tercüme M. Emin Saraç - İ. Hakkı Şengüler - Bekir Karlığa
Yayınevi Birleşik Yayınları
Kağıt - Cilt Şamua - 16 Cilt
Ebat 17x24 cm. Büyük boy
yıpranmamış, az kullanılmış
Not: Sadece bu ÇOK ÇOK UCUZ KELEPİR kategorisindeki kitaplar 2. El kitaptır. Diğer bölümlerdeki kitaplar sıfır ve yeni ürünlerdir.
Beyan Yayınları, Seyyid Kutub tarafından yazılan Fi Zilalil Kuran Tefsir adlı tefsir kitabı nı incelemektesiniz.16 cilt Fi Zilalil Kuran Tefsiri hakkında yorumları oku yup kitabın konusu, özeti, fiyatı, satış şartları bilgiyi geniş bir şekilde edinebilirsiniz.
Yaratan Rabbinin adıyla oku . O, insanı " alak " dan yarattı. Oku, Senin Rabbin en cömert olandır. Alak 1-2
Fİ ZİLAL İL KURAN TEFSİR KURANIN GÖLGESİNDE
TAKDİM
Fikirler hayatın malı oldukları müddetçe yaşarlar. Ortaya atılan her
fikir, toprağa serpilmiş tohum gibidir. Tohum toprakla temas kurup, güneş enerjisinden istifade ettiği müddetçe yaşama gücüne sahip olabilir.
Fikir de böyle... Hayatın içinden geldiği, hayatla irtibat kurabildiği ve hayatın malı olduğu nisbette hayatta kalabilir. Hayatın malı olmamış fikirler, toprağa kök salmamış tohumlar gibidir. Mutlaka bir gün kurumaya mahkûmdur. Medeniyetin dişlileri arasında ezilmekte olan yirminci asır insanı için bu sözün realiteden başka birşey olmadığı kanaatındayız.
Ne var ki, nice yıllardır biz müslümanlar Kur'an'la hayat'ın arasına yıkılmaz sedler çekmişiz Hele son asırlarda
Kur'an-ı Mübine beşerin hayat kitabı olarak değil; mihrab nağmeleri, mezar duaları gözüyle baktık. O'nu sırf âhiret kitabı bildik.
«Ölüler dini değil, bu din, dîn-i hayat
» diyen
Akif, müslümanların bu büyük derdini şu mısralariyle ne güzel ifade eder:
« Ya açar bakarız Nazm-ı Celîlin yaprağına,
Ya üfler geçeriz bir ölünün toprağına. »
Pakistan'ın büyük şairi
Muhammed İkbal da : «Kusur İslâmda değil, bizim müslümanlığımızdadır.» der.
Şu halde, bu babdaki kusurlarımızı idrâk ederek Kur'an-ı Kerîm'in dünya ve âhireti içine alan hayat düsturu olduğunu bilmemiz ve o sonsuz kaynaktan azamî derecede nasibimizi almağa çalışmamız gerekiyor.
Şu bir gerçektir ki; Asr-ı Saadetin müslümanları, Kur'an-ı Kerîm'i hayat kaynağı, hayat düsturu, hayat kitabı olarak tatbik ediyorlardı. Onlar, hayatlarını «Kur'an'ın kumandasına teslim etmişlerdi. O yüzden de Kur'an-ı Mübîn, dualar manzumesi olarak değil, canlılık bahşeden bir hayat nizamı olarak cihandaki mümtaz yerini almıştı.
İşte, şehîd profesör
Seyyid Kutub islâmın bu büyük derdine parmak basmak için
Fizilal-il Kuranı yazmıştır.
Fîzılâl-il Kur'an ne bir bilgi hazinesi, ne de bir rivayetler silsilesidir. O, sadece
Kur'an-ı Kerîm'in hayat menbaı ve beşer hayatının öz malı oluşunun ifadesidir. Zaten
S. Kutub'a göre, hayatın malı olmayan birşey üzerinde söz etmek fuzulîdir.
Müslüman Türk milletine takdim etmekle büyük iftihar duyduğumuz
Fîzılâl-il Kur'an, tamamen bir dirayet tefsiridir. Prof. Seyyid Kutub asrımızın çöl haline gelen manevî yakıcılığı karşısında Kur'an'ın gölgesine sığınmış ve orada duyup yaşadıklarını kâğıt üzerine aktararak bu değerli tefsiri vücuda getirmiştir. Bu yüzdendir ki O'na,
«Kur'an'ın Gölgesinde» manasına gelen
«Fîzılal il Kuran» ismini vermiştir.
Merhum
Seyyid Kutub'un vârisleri Türkiye'de bu eserin
tercüme ve neşir hakkını önce şahıs olarak, bilâhere müessese olarak resmen bize vermiş bulunuyorlar. Müslüman Türk Milletine gösterdikleri bu büyük alâkadan dolayı kendilerini şükran ve minnettarlıkla yâd ederken büyük şehide de bol rahmetler dileğimizi tekrarlarız.
Eserin
tercüme ve tashihini üç kişilik heyet halinde yapmış bulunuyoruz. Bu hususta her türlü imkân, itina ve gayretlerimizi kullanmış olmakla beraber,
bizlerin de birer naçiz kul olduğumuzu, herkes gibi kusur ve hatalarımızın bulunabileceğini,
gerçek «Kemâl'in ancak Allahü Taâlâ'ya mahsus olduğunu değerli okuyucularımıza hatırlatmak isteriz. Bilmeyerek yapmış olduğumuz herhangi bir hatayı müessesemize bildirmek lûtfunda bulunan mü'min kardeşlerimiz, hem bizleri minnettar bırakmış, hem de tefsirin bundan sonraki baskılarının düzeltilmesine vesile olmuş olacaklardır. Peşinen «onlardan Allah razı olsun» deriz.
Müellif merhumun
şafiî olması dolayısiyle
tefsirde nadiren geçen
fıkıh ahkâmı bu mezhep üzerine beyan edilmektedir.
Âyet ve hadîslerin dışındaki
tefsir kısımlarının
tercemesinde kelimelerin motamot karşılığını koymaktan ziyade,
müellifin cümle halinde ifade ettiği mânanın açık bir ifadeyle Türkçemize aktarılması tercih edilmiştir.
Âyet-i kerîmelerin mealini, Türkiye'deki mevcut ve muteber meallerden faydalanarak koymuş bulunuyoruz.
Birleşik Yayınevi
KURANI KERİMİN GÖLGESİNDE
Cenab-ı Hak, bütün beşeriyete, Resul-ü Müctebası Hatem-ül-Enbiya efendimiz vasıtasiyle, Furkan-ı Hakîm'inin gölgesini yaymıştır. O zıll-ı zalil-i ilâhînin dışında kalanlar, hüsranına ağlasın. Amasyalı Muallim Cûdî Efendi merhum, ne güzel söyler :
İman ki liva-ül hamd-i Peygamberdir
Altındakine zıll-ı safa küsterdir
Dünyada bu sancağa gönüllü yazılan
Hep nâmzed-i saltanat-ı mahşerdir.
Mısır'ın meşhur ulemasından ve beliğ hutebasından merhum ve mağfur
Seyyid Kutub, «Fîzılâl-il Kur'an» adiyle 30 cüz halinde o muazzam eserini ilim âlemine arz etmiştir. Asrımızın bu son büyük
tefsiri, ulema arasında takdire mazhar olmuştur. Benim ilmî kifayetim bunu takdirden âcizdir. Ve bu büyük eser hakkında benim söz söylemekliğim hadnâşinaslık olur.
İbni Abbas (r.a.) dan itibaren, bugüne kadar yazılan* ve isimleri bilinen beş yüzü mütecaviz
tefsir arasında erbabı tarafından lâyık olduğu mevki-i tevkire konacaktır. Fi Zilalil Kuran tefsiri 16 cilt
Böyle büyük ve mühim bir eseri
tercümeye teşebbüs eden genç ilim adamlarımızdan
İsmail Hakkı Şengüler beyi ve muhterem mesai arkadaşlarının yüksek ve tebcile lâyık himmet ve gayretlerini hürmetle yâd etmek, kadirşinasların vecibe-i zimmetidir.
KUR'ÂN-I KERÎM TERCÜME EDİLEBİLİR Mİ?
Herkesin bildiği manada
tercüme, Kuranı kerim için mümkün değildir. Evvela O ilahi bir kelâmdır. Sonra Arabın büleğasını teshir etmiş bir mucizedir. Kıyamete kadar bütün beşeriyeti, en kısa âyetine bir nazire yapmağa davet etmektedir.
Her lisanda en yüksek edibin bir eserini başka lisana hakkiyle
tercüme etmek mümkün olmadığı herkesçe bilinirken, Kur'ân-ı Kerîm'in
tercüme edilebileceğine inanmak safdillik olur. «
Mütercim haindir» sözü bunu anlatmaktadır. Çünkü kendi lisanında hakk-ı edayı veremeyeceği için, eserin sahibini gücendirmiş ve emanete hiyanet etmiş olur.
O halde ne yapılması lâzımdır?.. Beşeriyetin iki cihan saadetini kâfil olan bu ebedî düsturu, herkes kendi milletine anlatmak mecburiyetinde değil midir?..
Eslâfımız bir yol tutmuşlar: Lâfz-ı Celîlin
Türkçedeki karşılığını, bulamazlarsa aynını söylemekle iktifa etmişler. Bu yolu tutmalarına
takvaları sebep olmuş.
En son büyük
müfessirimiz,
Elmalılı Küçük Hamdi Efendi merhum, o büyük eserinde aynı metodu takib etmiştir. Bir kısmı da
tercümeye meal dedi ise de, yine hakk-ı edayı temine muvaffak olamamıştır.
Aciz kanaatıma göre,
Kur'ân-ı Kerîm'in mealini kendi lisanlarına nakletmek isteyenler, her iki lisanı bütün incelikleriyle iyi bilmeleri ve
tefsirlerden istiâne etmek suretiyle edâ etmeleri iktiza eder.
Tefsirlerin yardımından müstağni kalmak isteyen ve herhangi bir âyetin çevireceği dilde ne suretle ifade ve beyan edildiğini araştırmayan mütercimler, ga- yelerine istendiği gibi ulaşamazlar.
Tefsirde hataya düşmek ihtimalleri olduğu gibi çevirdikleri dili iyi bilenler tarafından da tenkitlere uğrarlar.
Gerek
tefsir ve gerek
tercümede eslâf göreneği bugüne kadar devam etmiştir. Eazım-ı eslâfımız ve büyük âlimlerimizin bugün elimizde müsteşhedattan olan büyük eserleri, hep bir kişinin âli himmeti mahsulüdür.
Kur'an-ı Kerîm'i tefsir ve tercemeden maksat, meâl-i münîfini nakil suretiyle umumun istifadesini temin etmektir. O halde mealler, okuyanı tatmin edecek şekilde olmalıdır. Aslında mevcut olmayan veya sanayi-i edebiye dolayısiyle izahı lâzım geİen cihetler düşünülerek dört kelimelik bir sûre sekiz kelime ile tafsil edilmek zarurîdir.
Kıymetli ve faziletli
mütercim arkadaşlarıma
Cenâb-ı Hak'dan yardımlar niyaz ederken, hüsn-ü itmamını da müyesser buyurmasını tazarru ederim.
Tevfik ancak Vehhab-ı Zülcelâldendir.
MAHİR İZ
Seyyid Kutub Kimdir ?
Büyük İslâm mücahidi şehîd
Seyyid Kutub'un hayatını bütün detaylarıyla anlatan bir eser, bu güne kadar ne arapçada, ne de başka lisanlarda kaleme alınmış değildir. Bu sahadaki boşluğu doldurmak niyyetiyle böyle bir eseri, inşaallah,
Fîzılâl-il Kur'an'ın son cildini müteakip, ayrı bir
cilt halinde İslâm âlemine biz takdim edeceğiz.
Seyyid Kutub hakkında aşağıda arzedeceğimiz kısa bilgileri ancak; kendisi hakkında yazılan: el-şehîd Seyyid Kutub adlı eserden, Mısır'da
Hasan el-Zeyyad'ın çıkardığı el-Risale adlı dergi serisinden,
el-Ezher Üniversitesi mecmualarından, arap âleminde neşredilmiş muhtelif dergi ve gazetelerden ve kendi kaleminden çıkmış eserlerin bazı bölümlerinden derlemiş bulunuyoruz.
Okuyucularımıza
Fîzılâl-il Kur'an'ın ilk cildini takdim ederken o büyük İslâm şehidinden bu kadarcık olsun bahsetmeyi kaçınılmaz bir vazife ve manevî bir mes'u-liyet saydık.
Doğum yeri
Mısır olan
Seyyid Kutub'un, dedesi
Suudî Arabistan'lıdır. İsmi
Şeyh Vakur olan bu zat; ilim, takva ve temiz ahlakıyla muhitinin hürmetini kazanmıştı. En helâl paranın çiftçilikle kazanılacağına inanırdı. Ekip biçtikleri arazi ise, çiftçiliğe pek elverişli değildi. Ara sıra kuraklık da oluyordu. Kuraklığın hüküm sürdüğü yılların birinde,
Şeyh Vakur, Mısır'a hicret etmeye karar verdi.
Hicret etti ve Mısır'ın
Saîd bölgesinde Asyot kasabasına yerleşti. Kısa zamanda. kasabanın takdir ve hürmetine mazhar olmuştu. Kız ve erkek olmak üzere dört çocuğu oldu. Bunlardan
İbrahim Kutub, Şeyh Vakur'un en çok beğendiği oğlu idi ki; elimizdeki
tefsirin müellifi Seyyid Kutub ile kardeşleri
Muhammed Kutub, Emîne ve Hamîde Kutub'lar bu zatın çocuklarıdır.
Seyyid Kutub hepsinin büyüğü olması hasebiyle ağabeyleridir. Hepsi de edip olan bu kardeşler; ilim, irfan, ahlâk, fazilet ve islâmî cihadlarıyla temayüz etmişler ve bu yolda şehîd olmayı iftihar vesilesi saymışlardır. Ahlâk ve maneviyat buhranı içinde kıvranan insanlık âleminin kurtuluşu yolunda her birerlerinin çok sayıda eserleri, makaleleri ve konferansları vardır. Bizim, buradaki konumuz
Seyyid Kutub olduğu için ona dönüyoruz :
Seyyid Kutub 1906 yılında Mısır'ın Asyot kasabasında doğdu. Annesi son derece dindar ve takva sahibi bir hanım olduğu gibi, babası
İbrahim Kutub da çok dürüst, dini bütün, cesur bir ihsandı. Çocuklarının bilgi ve ahlâk yönünden iyi yetişmesine önem verirdi. Bilhassa din duyguları üzerinde son derece hassasiyet gösteriyordu.
Seyyid Kutub babasına ithaf ettiği bir eserinde şöyle: der : «Babam her yemekten sonra ellerini açarak dua eder, biz de hep birlikte âmin derdik. O, yüksek sesle Fatiha'yı okurken biz de bilmediğimiz halde mırıldanarak, söylediklerini tekrarlamaya çalışırdık. En çok dikkat ettiği şey bizim ruhumuza âhiret duygusunu yerleştirmekti
...
Öğrenme' çağına gelen
Seyyid Kutub'a bu ailenin ilk öğrettiği şey
Kur'an-ı Kerîm olmuştur. Yani; nezih, temiz ve berrak dimağına ilk nakşedilen bilgi, Kelâm-ı İlahî oldu. İlkokulu bitirdiği sene Kur'an-ı Kerîm'i de baştan sona ezberlemiş bulunuyordu. —
Seyyid Kutub'un, hayatın çeşitli safhalarından geçip muhtelif yönlerine vakıf olduktan sonra beşeriyeti selâmete çıkarmak yolunda en büyük dayanağı işte bu Kur'an-ı Kerîm olacaktı.— Çocukluğunda oldukça yaramazdı. Hafızasının kuvveti, zekâsının keskinliği ona apayrı bir hareket ve cevvaliyet veriyordu.
İlkokulu bitirince babası
Kahire'ye götürdü ve
el-Ezher Üniversitesinin orta öğrenim bölümüne kaydettirdi. Bilâhare diğer oğlu
Muhammed Kutub'u da Kahire'ye getirip orta okula koyan babaları
İbrahim Kutub, daha çocukları lise tahsilinde iken vefat etmişti. Henüz küçük yaşta olan ve köyde bulunan
Hamide ve Emine Kutub'u ise dayıları
Kahire'ye getirip ilkokul tahsiline verdi. Böylece, anneleriyle birlikte ailece
Kahire'ye yerleşmiş oluyorlardı.
Seyyid Kutub, daha lise sıralarında iken kendisini edebiyata vermiş ve edebî eserler, makaleler yazmağa başlamıştı. Çok okurdu. Boş kaldıkça şiirler, makaleler yazar, sonra bunları beğenmez, bir çoğunu yırtar atardı. Bilhassa sair olarak tanınmak istemediği için şiirlerini neşretmezdi.
Orta ve lise tahsilini Ezher'de bitirdikten sonra yüksek tahsilini
Kahire Üniversitesinin Darül-ulûm Fakültesinde yaptı. Sınıflarını her yıl iftiharla geçiyor, takdirnameler alıyordu. 1933 yılında fakülteden mezun olurken Eğitim ve Pedagoji bölümünden de bir sertifika almıştı. Ayni yıl
Mısır Maarif Vekâleti tarafından bu fakülteye edebiyat hocası olarak tayin edildi. Bir taraftan fakültedeki görevine devam ediyor, diğer yandan
Mısır'ın en büyük edipleri; Tâhâ Hüseyin, A. Mahmut el-Akkad ve
Mustafa Sadık el-Rafiî gibi zevatla edebî çalışmalar yapıyordu. Bir müddet
Akkad ve Tâhâ Hüseyin'in safında yer alarak
Sadık el-Rafiî'nin edebî tutumunu tenkid eden yazılar yazmış, fakat bilâhere onun da değerli taraflarını takdir ederek her üçünden de müstefîd olmak yoluna gitmişti.
Seyyid Kutub'un edebî üslûbunda :
Rafiî'nin edebî sadeliğine,
Tâhâ Hüseyin'in ifade tatlılığına ve
Akkad'ın fikrî derinliğine şahit olmamak mümkün değildir.
Diğer yandan
Seyyid Kutub'un eserlerindeki edebî inceliğin özünü tetkik ettiğimiz zaman,
Kur'an-ı Kerîm'in berrak ve akıcı üslûbuna uygun bir üslûp takip ettiğini görürüz. İfadelerinde ne bir sıkıcılık, ne zihni yoracak bir mâna karışıklığı, ne de seviye düşüklüğü vardır. îman mefhumunu; ilmin, mantığın, felsefenin, fen ve kültürün ışığı altında bu tatlı ve cazip üslubuyla işlemesini bilmiştir. Onun edebî sahadaki vukuf ve deha derecesini şu mahdut satırlar arasına sığdırmanın mümkün olmadığını itiraf etmek gerekir.
Seyyid Kutub'un hayatı iki bölüme ayrılır :
1 —Kendini edebiyata verdiği ve mahdut bilgilerine dayanarak sosyalizmi savunduğu taşkınlık devresi...
2 —İslâm ve çeşitli doktrinler üzerinde yıllarca yaptığı akademik çalışmalar sonundaki olgunluk devresi...
Kendi tâbirine göre hayatının birinci bölümü,
«cahiliyet devresi*dir. Bu devrede de temiz bir ahlâk ve akideye sahip olmakla beraber, son zamanlarındaki; ilhamını Kur'an'dan alan ve İslâmı kendine şiar edinen olgun hali henüz mevcut değildi.
Bu yıllarda : Dikenler, Köyden bir çocuk ve Sihirli şehir adlı üç roman yazmıştı. Bunlardan birincisinde, bir genç kızla aralarında cereyan eden temiz ve nezih aşk macerasını canlandırıyordu. Biribirlerine gönül veriyorlar, nişanlanıyorlar, fakat bu sevgiye karışan birtakım riya ve aldatmaları yüksek ahlâkla bağdaştıramıyor ve bir daha görüşmemek üzere ayrılıyorlar. Sevgilisine ithaf ettiği bu esere şu cümleleri yazmıştır :
«Benimle birlikte dikenliklere dalıp ben kanadıkça kanayan, bencileyin ıztırap çeken ve bu aşk savaşından birlikte aldığımız yaraların sızlayışı içinde vedalaşıp ayrıldığım sevgiliye ithaftır.»
Büyük edip
Tâhâ Hüseyin'in üslûbuna yakın bir üslûpla kaleme aldığı ikinci romanında, köyde geçirdiği hayatı canlandırmakta ve köylünün ıztıraplarını dile getirmektedir. Temiz yürekli, cömert, müsamahakâr ve dindar olan köylünün; cehalet, hastalık, intikam hırsı ve hurafelerle başbaşa bırakılmış olduğunu bir tablo halinde gözler önüne serer.
«Sihirli Şehir» adlı eseri ise, çok eski zamanların saray hayatını canlandıran binbir gece masalları nev'indendir.
O'nun, henüz islâm mücahitliğinden uzak bulunduğu bu günlerindeki romanlarında dahi cemiyet dertlerine parmak bastığı görülür.
Bu devrenin sonlarına doğru edebiyat sahasındaki çalışmalarını yavaş yavaş azaltmağa ve başta Mısır halkı olmak üzere beşeriyete faydalı hizmetler yapmağa karar verdi.
Krallıkla idare olunan Mısır halkının ekseriyeti, oldukça fakir ve her cihetiyle kalkınmağa muhtaçtı.
Seyyid Kutub ise, milletini bu acı durumdan kurtarmayı düşünenlerdendi. Malûmdur ki bu tip memleketlerde iktisadî ve içtimaî adaletin ancak sosyalizm ile gerçekleşebileceği, günümüzün moda haline gelen propagandalarındandır.
Mısır'da da hep bu hava estiriliyordu. O yıllarda sosyalizm ve komünizmin bu günkü gibi ilmî tahlilleri yapılıp korkunç tehlikeleri ortaya çıkarılmış değildi. Bu rejimlerin demokrasiye, din ve vicdan hürriyetine temelden düşman olduğu bilinmiyordu. Onun için kalbur üstü vatanperverler, yapılan propaganların tesiri altında kalarak memleketin sosyalizmle kurtulacağını sanıyorlardı. Henüz sosyalizmi derinliğine incelememiş olan
Seyyid Kutub da bunlar arasında idi. Makaleler yazıyor ve islâmdakj sosyal adaletin delilleri olan âyet ve hadîslerle sosyalizm, müdafaa etmeye çalışıyordu.
Nihayet
1941 yılında
sosyoloji doktorası yapmak üzere Maarif Vekâleti tarafından Amerika'ya gönderildi. Kuvvetli ingilizcesi vardı. Amerika'ya gitmeden önce
Mısır'daki Müslüman Kardeşler Cemiyetiyle birtakım irtibatlar kurmuş ve
YENİ FİKİR adlı bir mecmua çıkarmağa başlamıştı.
Kahire'de, Muhammed Hilmi el-Minyavî isminde salih bir zat, matbaasını bu mecmuanın hizmetine verdi.
Amerika'ya gittikten sonra da devam ettirdiği
Yeni Fikir mecmuasında, başlıca,
kapitalizme ve servet sahiplerine çatıyor ve malın, paranın hapsedilip faydasız hale getirilmesini yasaklayan âyet-i kerîmelerle; fakir, yoksul ve mazlumları elinden tutmayı emreden âyet-i kerîmeleri makalelerinde delil olarak zikrediyordu.
Seyyid Kutub'un sosyalizmi benimseyip müdafaa etmesi,
Amerika'dan dönüşünü müteakip sona eriyor. Artık onda büyük bir fikrî inkılâp olacak ve hayatının ikinci devresi başlayacaktır.
Amerika'da bir yandan
20. asrın demokrasisine hayranlık duyarken, öbür yandan yine demokrasi adına çiğnenen birtakım hak ve adaletin ıztırabını yaşadı. Orada geçirdiği iki yılı, günümüzün çeşitli doktrinlerini tetkik etmekle değerlendirmişti. Döndükten sonra bu sahadaki akademik çalışmalarını daha da artırdı. Aslında okumayı çok seven şehit, merhum, profesör oluncaya kadar ortalama günde on saatim okumaya vermişti. Bu husustaki çalışmalarını bizzat kendisinden dinleyelim :
«Bu satırların sahibi, ömrünün kırk senesini okumakla geçiren bir insandır. Bu müddet içinde beşerî bilgileri okuyup tetkikten geçirmeyi kendisine ilk vazife saymıştır. İlmî sahalarda profesyonel ve akademik çalışmalar yaptı... Sonra kendi akide ve kültürünün asıl kaynaklarına döndüğünde, bu kaynakların azameti karşısında bütün okuduklarının ne derece cılız kaldığını hayretle müşahede etti. Gerçekte bunu icabettirirdi. Ama, ömrünün bu yolda geçen kırk senesine yanmadı. Çünkü o kırk sene O'na; cahiliyetin hakikî veçhesini, ondaki sapıklığı, cılızlığı, soysuzluğu, dağdağayı, böbürlenmeyi, kuruntu ve iddia gibi hususiyetleri öğretti. Bir müslümanın bu iki zıt kaynağı bir araya getirip kendinde cem etmesinin mümkün olmayacağını yakînen bildi.
Şuracıkta kaydettiğim husus, aslında kendi görüşüm de değildir. Esasen bu mes'elede şahsî görüşün yeri yoktur. Bilelim ki O, Hak terazisinde müslümanın beşerî görüşünden çok daha ağırdır. Zira O, Hz. Allah'ın ve Peygamber-i Zişanın kavlidir. Biz de O'nu hakem kılıyor ve ihtilâf ettikleri meselelerde Allah ve Resulüne başvuran mü'minler gibi, Allah'a ve Resulüne sığınıyoruz.»
Bu akademik çalışmalarında evvelâ
sosyalizm, komünizm ve kapitalizmi bütün detaylarıyla inceleyip tahlilden geçirdi. Bu rejimlerin hepsinde de beşeriyete zararlı olan ve insanlığı muhtelif şekillerde köleleştiren unsurlar bulunduğunu tesbit etti. Ve daha önce bu sahadaki sathî bilgileriyle giriştiği mücadeleden dolayı pişmanlık duymağa başladı.
Bu doktrinler üzerindeki incelemelerini bir sonuca bağladıktan sonra, bütün çalışmalarını Kur'an ve İslâm esaslarını tetkike hasretti. îman ve İslâm prensipleri üzerinde uzun müddet ilmî çalışmalar, yaptı. Artık; insanoğlunun meydana getirdiği doktrinlerle Allah kelâmı olan
Kur'an düsturu arasındaki farkları yanyana getirip her noktada mukayeseler yapmak ve sağlam neticeler intaç etmek imkânına sahip olmuştu...
İnsanlığı kurtarmak adına yaptığı bu uzun ve ciddî çalışmalar sonunda memleketinin de, bütün insanlığın da kurtuluşunu
Kur'an-ı Kerîm'e sarılmakta buluyordu. Muhtelif sahalardaki bu ilmî ve felsefî araştırmaları, kendisine sarsılmaz bir îman bahsetmişti. Okudukça akidesi sağlamlaşıyor, azmi kuvvetleniyordu.
Tebessümle karşıladığı ölüm sehpasına da, bu iman ve akide uğruna çekilmişti.
Akide... akide... akide!...
Akîdeye ne derece önem verdiğini kendi ağzından dinleyelim : «Gerçek mücadeleyi verebilmek için akide şarttır. Akîdesiz hayat, akîdesiz insaniyet tasavvur olunamaz. O'nu bir zamanlar sadece kelime halinde söylüyorduk da; cüce sefihler onunla oynuyor, alay ediyorlardı.. Bu gün ise O'nu hadisat ve realiteler haykırıyor! Alçak lisanlar anmasa da... adî kalemler onunla oynasalar da!., zaten âdilerin, sefihlerin her yerde meslekidir bu
!..»
Seyyid Kutub, yeryüzünde beşeriyeti kurtarmak adına insanoğlunun meydana getirdiği bütün rejim ve düsturları terazinin bir kefesine, Allahü Taâlâ'nm vaz' ettiği
Kur'an düsturunu diğer kefesine koyuyor,
Kur'an ağır basıyordu... Öyleyse; insanlık âleminin hem maddî, hem manevî yaralarını sarabilmek ve onu her iki yönden de huzura kavuşturmak için
Kur'an'a sarılmaktan başka çare yoktu!
Müslüman milletler bugün birçok bakımdan geri kalmışlarsa, bu, müslüman olduklarından değil, islâmiyete bihakkın sarılmadıklarından ve onun yüce prensiplerini değerlendiremediklerindendi.
Bu noktada karar kıldıktan sonra huzura kavuşmuş olan
Seyyid Kutub, artık fikir ve düşünce hayatının en olgun safhasına girmiş bulunuyordu.-Zihnindeki bütün istifhamlar silinmiş, Allah'a olan bağlılık ve takvası artmış, ruhundaki cihad meş'alesi alev alev yanmağa başlamıştı. Sosyalizmin de, kapitalizmin de üstüne bir çizgi çekerek İslâm'a sarılmıştı...
Bu olgunluk devresinin ilk meyvesini
(İslâmda Sosyal Adalet) adlı eseriyle verdi. 1946 da yazmağa başladığı bu eseri, 1948 yılında bitirmişti. Bu kitap İslâm âleminde büyük yankılar uyandırdığı gibi, diğer milletlerin de dikkatini çekti. Zamanla;
ingilizce, fransızca, almanca, türkçe ve farsçaya tercüme edildi.
Seyyid Kutub, Amerika'dan dönünce (Amerika'da Gördüklerim) adlı bir eser yazmıştı. Bu eserinde batı medeniyetinin faydalı ve zararlı taraflarını tahlil ettikten sonra; «İslâm dîni faydalı her şeye kucağını açmıştır. Din, ahlâk ve maneviyat prensiplerini zedelemeden garp medeniyetinden faydalanmalıdır. Yalnız, şunu bilmek gerekir ki, alacağımız herhangi bir medeniyeti sansürden geçirmeden memleketimize sokarsak fayda yerine zarar getirir.» demektedir.
Seyyid Kutub aynı zamanda, bütün islâm milletlerinin, ırk ve dil farkı gözetmeden elele verip kalkınmasını da İslâm davasının bir cüzü olarak kendisine hedef edinmişti.
Fikirlerini eserleriyle yaymağa çalışırken, aynı paralelde kurulmuş olan
«Müslüman Kardeşler Cemiyeti»yle de temaslarını sıklaştırdı. Büyük tehlikelere göğüs geren bu cemiyetin hedefi; İslâm Nizamı'nı beşeriyete hakim kılmak idi.
İrşad Müdürlüğünü üzerine aldığı bu cemiyette faaliyeti oldukça geniş ve tesirli oluyordu.
1952 Temmuz'unda Mısır'da yapılan askerî ihtilâl neticesinde aşırı
sosyalizmin tatbikine başlandı. Bu suretle,'
Müslüman Kardeşlerle hükümet arasında bir görüş ayrılığı doğdu. İslâm'ın hükümranlığına karşı olan ihtilâlciler 1954 yılında
Müslüman Kardeşler Cemiyetini feshettiği gibi, teşkilâtın onbinlerce mensubunu zindanlara doldurdu. Zindanlarda işkence ile ölenler hariç, cemiyetin kalbur üstü ilim adamlarından altı kişi idam edildi. Ayni yıl içinde
Seyyid Kutub da tevkif edilmiş ve onbeş yıl ağır kürek cezasına çarptırılmıştı. Zindanda bulunduğu müddetçe de
"Hakk"ı söylemekten ve yazmaktan çekinmedi. Eserlerinin birçoğunu hapiste yazdığı gibi, en büyük eseri olan
Fîzılâl-il Kur'an'ın son yarısını da hapishanede tamamlamıştır. Başını vermek pahasına da olsa «Hakk»ı söylemekten fütur etmediği için mahpusluğu müddetince büyük işkencelere maruz bırakılmıştır.
Nihayet
1965 yılında neşrettiği
«Yoldaki İşaretler» adlı eseri hükümet tarafından ele alınarak, erkek ve kadın olmak üzere tam kırkbin insan daha zindanlara dolduruldu. Bunlardan birçoğu mahkeme edilmeden işkence altında can verdi.
Seyyid Kutub ile arkadaşları
el-Şeyh Abdulfettah
İsmail ve Muhammed Yusuf Havvaş ise; kurulan askerî mahkemenin verdiği kararla 29.8.1966 günü idam edildiler.
Bu zevata yapılan işkencelerin şiddeti son günlerde artırılmıştı. Bilhassa
Seyyid Kutub'a; İslâm tezini müdafaa etmekten vazgeçmesi ve devletin tatbik ettiği sosyalizm idaresinin meşruiyetini kabullenip halka telkinde bulunması teklif olunarak akla gelmeyen işkenceler yapılıyordu. Vücudunu kızgın şişle dağlamak, kerpetenle etlerini koparmak, başından aşağı kovalarla kaynar su ve peşinden soğuk su dökmek v.s. gibi... işkencelerden aldığı yaralar ve bitkinlik yüzünden mahkemenin son celsesine gelememiş ve idam hükmü gıyabî olarak verilmişti.
İdamın tenfizinden evvel
Seyyid Kutub'a yapılan son teklif şu olmuştu :
«Şimdiye kadarki söz ve hareketlerinizde yanılmış olduğunuzu beyan ederek Cumhurbaşkanı Cemal Abdülnasır'dan özür dilediğiniz takdirde idam hükmünüzü bozacak ve sizi serbest bırakacaktır.»
Bu teklife alınan cevap aynen şöyle :
«Eğer idamı hak etmiş olarak «Hakk»ın emri ile ipe çekiliyorsam, buna itiraz etmek haksızlıktır. Eğer «batıl»ın zulmüne kurban gidiyorsam; batıldan merhamet dileyecek kadar alçalamam!..»
Seyyid Kutub'un, inandığı davaya baş koyduğunu idamından tam ondört yıl önce yazdığı
«İslâmî Etüdler» adlı eserinden okuyoruz :
«Kalem sahibi kimseler birçok büyük işler yapabilirler. Ancak; fikirlerinin yaşaması pahasına kendilerini feda etmeleri şartıyla... fikirlerinin, kan ve canları karşılığında mânalanması şartıyla... «Hak» bildikleri şeyin «Hak» olduğunu fütur etmeden söyleyip, gerekirse bu uğurda başlarını vermeleri şartıyla...
«Biz, fikir ve sözlerimiz uğruna ölsek de, o fikir ve sözler ruhlu birer vücut olarak kalacak, yahut da onları kanlarımızla sulayıp canlılar, ruhlular arasında yaşatacağız...»
Son yıllarda
Türkiye'de bazı mü'min kardeşlerimizin
Seyyid Kutub hakkında
«reformcu» tâbirini kullandıklarına maalesef şahit oluyoruz.
Seyyid Kutub'a bu isnadı tevcih edenlerin O'nu yakından tanımadıkları ve eserlerinin hepsine muttali' olmadıkları anlaşılmaktadır.
Seyyid Kutub'un elimizdeki
otuz ciltlik tefsirinden başka
otuzbeş adet daha eseri vardır. O'nun fikir hayatının iki kısma ayrıldığına; ve kendi tabiriyle birinci kısmına
«Cahiliyet devresi», ikinci kısmına
«Olgunluk devresi» dendiğine göre; mahdut eserlerini okuyarak hüküm çıkarmak adaletsizlikten başka bir şey olamaz.
Seyyid Kutub hakkında tam ve âdil bir hükme varmak isteyenlerin onun hayatını yakından tetkik etmelerini ve eserlerini istisnasız olarak gözden geçirmelerini acizane tavsiye ederiz. Bu takdirde göreceklerdir ki;
«İslâmı ya tam olarak alın, yahut da bırakın!..» diyen ve bu başlık altında eserler yazan
Seyyid Kutub, reformcu değil, ehl-i sünnet vel-cemaat ve dini bütün bir İslâm âlimidir.
İslâmı müdafaa yolunda seve seve başını veren o büyük zata Hak Taâlâ'dan bol rahmetler niyaz eder, Liva ül-Hamd altında bizleri de onunla buluşturmasını dileriz. (
Fi zilalil kuran Tesiri kitap, beyan yayınları Fi Zilal, Fizilalil Kuran tefsir, Fizilalil Kuran Seyyid Kutub, Büyük Boy Fi Zilalil Kuran 16 cilt tefsir, seyyid kutup tefsir , ucuz tevsir, Türkçe tefsir, birleşik )
İsmail Hakkı ŞENGÜLER
el-Ezher Üniversitesi mezunu Malatya Milletvekili
Birleşik Yayınları Seyyid Kutub tarafından yazılan
16 Cilt Fi Zilalil Kuran Tefsir adlı
tefsir kitabı nı incele diniz.