Fususul Hikem Tercüme ve Şerhi 4 Cilt Set

Fiyat:
1.400,00 TL
İndirimli Fiyat (%20) :
1.120,00 TL
Kazancınız 280,00 TL
Geçici olarak temin edilememektedir. Temin edildiginde

Bu ürünün yerine tercih edebileceğiniz ürünler


  Kitap              Fususul Hikem Tercüme ve Şerhi
  Yazar             Muhyiddin İbnul Arabi
  Tercüme         Ahmed Avni Konuk
  Yayınevi         Marmara İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları - İFAV
  Kağıt - Cilt      2.Hamur kağıt - karton kapak cilt, 4 cilt, takım
  Sayfa - Ebat   1.748 sayfa - 16x23,5 cm
  Yayın               Son Baskı

 
Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları tarafından yayınlanan, Muhiddin İbni Arabi nin yazdığı Fususul Hikem Tercüme ve Şerhi kitabını incelemektesiniz.
Muhyiddin İbn-i Arabi nin yazdığı 4 cilt Fususul Hikem tercümesi kitabı hakkında yorumları oku yup kitabın konusu, özeti, fiyatı, satış şartları hakkında bilgiyi geniş bir şekilde edinebilirsiniz.
 
Yaratan Rabbinin adıyla oku . O, insanı " alak " dan yarattı. Oku, Senin Rabbin en cömert olandır. Alak 1-2

 

 Fususul Hikem Tercüme ve Şerhi

İbnul Arabî'nin en meşhur eseri olan Fusûsu'l-Hikem, İslâm tasvvufunun Mesnevi ile birlikte şah eserlerinden biridir. Hacmi küçük olmakla beraber anlaşılmasındaki güçlük, Sadreddin Konevî'den itibaren günümüze kadar yüzden fazla Arapça, Farsça ve Türkçe şerhlerinin yapılmasına sebep olmuştur. XX. asrın başlarında Avrupa'da İslâm tasavvufuna gösterilmeye başlayan alâka gittikçe artmış, İbnu'l-Arabî'nin eserleri hakkında çalışmalar yapılmış ve tercümeleri neşredilmiştir. Denebilir ki bugün batı dünyası İbnu'l-Arabî ve eserlerini doğudan çok daha fazla tanımaktadır.

İbnu'l Arabi, Konevî'den itibaren birkaç asır boyunca en fazla Anadolu'da bilinmiş, okunmuş ve itibar görmüştür. Osmanlı tasavvuf anlayış âdeta İbnu'l-Arabî ve Mevlâna'nın eserleriyle şekillenmiştir.

Cumhuriyet devrinin ilk yıllarında yazılan, Mesnevi şarihi Ahmed Avni Konuk Bey'in Fusûsul Hikem Tercüme ve Şerhi, Osmanlı tasavvuf anlayışını günümüze nakleden bir köprü olarak kabul edilebilir. Bu şerh sayesinde okuyucu Fusûsu'l-Hikem'in kapalı ifadelerinin hiç olmazsa bazılarının açıldığını görebilecektir. Bu yönüyle eser bir Fusûs anahtarı olarak telakki edilebilir.

 
          TAKDİM
 
Neşrini takdîm ettiğimiz Fusûsu'l-Hikem Tercüme ve Şerhi, 1334-1346 hicrî ve 1915-1928 milâdî yılları arasında kaleme alınmıştır. Müellifi merhum Ahmed Avni Konuk Bey'in el yazısıyla olan nüsha Konya Mevlânâ Müzesi Kütüphânesi'nde 3853-3880 numaralarda kayıtlı bulunmaktadır. Tamâmı 28 defter olan bu müellif nüshasından, 4 cilt hâlinde neşre hazırladığımız bu eserin ilk cildini tamamlamış bulunuyoruz.
 
İslâm tasavvuf ve tefekkür târihinin en mühim eserlerinden biri olan Fusûsu'I-Hikem'in, M. E. Bakanlığı tarafından basılmış bir tercümesi vardır. Geçmiş asırlarda yazılmış ve bir tanesi basılmış türkçe şerhleri bulunduğu halde son altmış senede bunların hiçbiri basılamamıştır. Cumhuriyet devrinin ilk yıllarında te'lîf edilmiş, fakat yayınlanmamış olan bu şerhin, Kütüphâne'de müellif nüshası olmasına rağmen, umûmun istifâdesinden uzak kalması, tasavvuf ve tefekkür târihimiz bakımından büyük bir kayıptı. Bu kaybı telâfi etmeyi, müellifin bastıramadığı bu eseri kültürümüze kazandırmayı bir vazife ve borç telakkî ederek neşre hazırlamaya teşebbüs ettik. Gerekli izinleri alarak bu eserin kopyısını te'mîn edip, bizi böyle bir çalışma yapmaya teşvik eden ve yardımlarını esirgemeyen Muhterem Ahmet Dağkurs ve Özkaya Duman Beylere teşekkür etmeyi bir borç bildiğimizi burada hemen ifâde etmek isteriz.
  
Osmanlı devri ile Cumhuriyet devri arasında ilim, düşünce ve san'at sahasında bir kopukluğun çeşitli sebepler dolayısıyla ortaya çıktığı, bu kopukluğun bir kültür boşluğuna, hattâ buhranına sebep olduğu söylenmekte ve yazılmaktadır. Sanıyoruz ki, ilim, tefekkür ve san'at sahasında bu kültür kopukluğunun ve boşluğunun doldurulmasında yapılacak ilk işlerden biri, Osmanlı devrine âit türkçe eserleri dilini değiştirmeden bugünkü alfabe ile aynen, Türk müelliflerin yazdığı arapça ve farsça eserlerin ise hem aslını, hem de tercümesini neşr etmektir. Son yıllarda edebiyat ve târih sahasında bu neviden eserlerin neşredilmesi sevindiricidir. Fakat din ilimleri ve tefekkürü sahasında, tercüme bir kaç eser müstesna aynen basılmış türkçe eser yok denecek kadar azdır. Bu türkçe eserlerin aynen bugünkü alfabe ile basılmasının devirler arası Türk dilinin devamlılığını sağlamak hususunda pek çok faydası olacağı şüphesizdir. Kültür kopukluğunun en müşahhas örneği Türk dilinin son 30-40 sene öncesine nisbetle fevkalâde değişmiş olmasıdır. Cumhuriyet devrini başlatanların türkçesini bile yeni nesiller anlamamaktadır. Bunun çâresi anlaşılmayanların sadeleştirilmesi değil, gerek yakın yılların, gerekse daha uzak devirlerin türkçe eserlerini dilini değiştirmeksizin aynen vermek, böylece önce dil bağı ve devamlılığını sağlamak, sonra bu vâsıta ile kültür köprüsünü kurmaktır. Dilin zamanla değişmesi gayet tabiî bir hâdisedir. Elimizdeki Fusûs Şerhi bunun canlı bir örneğidir. Ahmed Avni Bey'in kullandığı türkçe, kendisinden 300 sene kadar önce Abdullah Bosnevî'nin (ö. 1054/1644) Fusûs Şerhi'nde kullandığı türkçenin aynı değildir. Fakat bu iki eser arasında uzun bir zaman geçmesine rağmen bir dil kopukluğu yoktur.

A. Avni Bey'in eserinin Türkçesiyle günümüz türkçesi arasında altmış senelik bir zaman farkı olduğu halde, değişiklik çok büyüktür. Geçmiş devirlerin, hattâ yakın zamanların eserlerini, pek de muvaffak olamayan sadeleştirmelerle vermek, bu dil farkının gittikçe artmasına mâni olmadığı gibi, kültür kopukluğunu kapatmakta da pek yararlı görünmemektedir. Kanâatimizce bu bakımdan daha verimli olabilecek şey, günümüz ilim, fikir ve san'at adamlarına, az sayıda bile olsalar, geçmiş devirlerin türkçe eserlerini, bugünkü alfabe ile aynen okuyabilmek imkânını vermektir. Edebiyat fakültelerinde "transkripsiyon" işaretleriyle neşre hazırlanan eserler sâdece "türkolog"lar, tarihçiler, yâni mütehassıslar tarafından okunması lâzım gelen eserler değil, Türk ilim, tefekkür ve san'atına alâka duyan bütün Türk aydınları tarafından okunacak eserlerdir. Meselâ XVI. asra âit Fuzûlî'nin Divân'ı türkologları, yâni sahanın mütehassıslarını ilgilendirdiği gibi, lisede öğrenim göre şiire meraklı gençleri veya şâir bir elektrik mühendisini de alâkadar eder. Şu halde, bu misâlden hareketle diyebiliriz ki, Türk kültürüyle alâkalı eserler, yalnız mütehassısları değil, bütün Türk aydınlarını alâkadar ettiği için, onların istifâde edebileceği şekilde neşredilmelidir.
 
İşte bu eserler bir yandan Türk dilinin geçmişiyle irtibatını sağlayacak, diğer taraftan da ilim ve tefekkür bağının daha geniş bir çevrede kurulmasında çok faydalı bir rol oynayacaktır. Din ilimleri ve tefekkürü bakımından buna ilâve edilecek bir başka husus daha vardır. Milletimizin on asır boyunca yaşadığı İslâm medeniyet ve kültürü içinde elde etmiş olduğu üslûb, netice ve terkipler bilinmezse, müslüman diğer milletlerin tercihlerine yönelmesi kaçınılmaz bir davranış olarak karşımıza çıkmaktadır. Günümüzün din ilim ve kültürü, târihimizin geçmiş devirleriyle irtibatını tam kuramadığı için, maalesef söz konusu kültür kopukluğundan hissesine düşeni bir çok bakımdan ağır bir buhran hâlinde yaşamaktadır. Dînî düşünce ve san'at dallarında te'lif eserlerin tercümelere nisbetle çok az olması bu durumun gözle görünür örneklerinden biridir. Dînî düşüncenin ana kollarından biri olan tasavvuf sahasında Osmanlı asırlarında pek çok türkçe eser mevcut olmasına rağmen, son yarım asırda yüksek seviyede te'iif eserlerin yok denecek kadar az olması da, kültür kopukluğunun üzücü bir neticesidir.
 
 
Gerek tasavvufî eserler, gerekse bütün diğer ilmî, fikrî ve edebî eserlerin, sahalarına göre bir kaç araştırmacının inhisarında olduğu düşünülemez. Vaktiyle bu milletin ilim ve fikir adamlarına, münevverlerine hizmet etmek ve onlara hitap etmek için yazılmış olan eserler, bugünün aydınlarının doğrudan istifâde edebileceği şekilde takdîm edilmelidir. Acemî ve yetersiz bir türkçe ile bunları sadeleştirmek, müelliflerin görüş ve düşüncelerini az-çok bozmak veya anlaşılmaz hâle getirmek demektir.
 
Dilin değişmesinin ortaya büyük bir güçlük çıkardığı, okuyucu sayısını ise oldukça azaltacağı muhakkaktır. Fakat bir yabancı batı dilini öğrenmek için büyük zahmet ve külfetlere katlanan Türk aydını ve ilim adamının, kendi ana diline âit üç-beş kaide ve üç-beş bin kelimeyi öğrenemiyeceğini düşünmek, onlara güvensizlikten başka bir şey ifâde etmez. Her şeyiyle bir yabancı dili öğrenmeye gayret eden bir kimsenin kendi öz kültürünün mahsûlleri karşısında acz ve çaresizlik göstermesi hâlinde, bu yabancılaşmanın kendisine ve milletine ne kazandırdığı veya kendi öz benliğinden neler götürdüğü iyi bilinmelidir.
 
Matbaalarda ortaya çıkan güçlük ise teknik bir mes'eledir. Buna elbette daha kolayca çâre bulunabilir. Esas mühim olan mes'ele, dilci ve edebiyatçılarımızın, "transkripsiyon" işaretleri yerine, çok sâde ve karışıklıkları önleyici bir kaç işaret ihtiva eden imlâ kaideleri ile bu nevî neşirleri kolaylaştırmak ye bu neşirİer arasında imlâ birliğini sağlamak için bir usûl tesbit etmeleri ve üzerinde anlaşmalarıdır.
 
Fusûsul Hikem ve şerhlerinin İslâm ilim ve düşüncesindeki yeri ne olabilir? suâline cevap vermek, bir bakıma daha umûmî bir planda, tasavvufun İslâm ilimleri ve düşüncesindeki yeri nedir? suâlinin cevâbı olarak ele alınabilir.? Zîrâ Gazzâlînin İhyâu Ulûmi'd-Dîn'inden itibaren denilebilir ki, bütün düşünce akımları tasavvuf içinde ve büyük mutasavvıfların şahsiyetinde "terkîb"e ulaşmış, bilhassa Osmanlı münevveri bu terkîbi Fusûsu'l-Hikem ve Mesnevî'de bulmuş ve şerhlerinde ifâde etmiştir. Bu terkîbi XIV-XVH. asırlar arasında kültür ve medeniyetinin her sahasında en yüksek seviyede yaşatmıştır. Sonraki asırlarda da bu anlayışın akislerinin bütün gerileme ve yıkılış alâmet ve şartlarına rağmen, müslüman Türk ilim, fikir ve san'atında devam ettiğini görürüz. Neşrini takdîm ettiğimiz bu Fusûs Şerhi, neşredilen ve henüz neşredilmemiş Mesnevi Şerhleri de, bu "sentez"in Osmanlı'yı Cumhuriyet Türkiye'sine birleştiren köprüler olarak kabul edilebilir. Yeni bir devrin başlangıcında dînî düşünce ve ilimlerin ihyasında, geçmişte olduğu gibi yine tasavvufun merkezî bir rol oynayacağını, tasavvufî büyük eserlerin de bu yeni "terkîb" de klasik metinleriyle temel taşlan olacağını kavrayabilmek, muhakkak ki gelecekte yapılacak olan şeylerde isabetli adımlar atmak imkânını verecektir.
 
 
Ahmed Avni Bey Fusûsul Hikem Şerhi 'nde şöyle bir usûl takip etmiştir: Her "fass"ın başlığı altında, o "fass"ta ele alınıp incelenen "hikmet'i açıklamış sonra Fusûs'tan bir iki cümleyi aynen yazıp tercümesini vermiş daha sonra da şerhini yapmıştır. Bâzan fasların sonuna ilgili gördüğü Mesnevi beyitlerinin şerhini ilâve etmiştir.
 
 
Bu takdîm ettiğimiz neşirde, Fusûs'un arapça cümlelerini sarihin yaptığı şekilde, şerhin içinde vermek teknik sebepler dolayısıyla mümkün olmamış, cildin sonunda topluca verilmiştir. Bunun için Fusûs metninin tercümeleri siyah puntolarla ve sahîfenin biraz içerisinden dizilmiş ve sonuna tekabül ettiği arapça metni göstermek için numara konulmuştur. Cildin sonunda topluca verdiğimiz arapça metin üzerinde bu numaralar (/) çizgisi üzerinde gösterilmiştir. Fusûs metnini Ebu'l-Alâ el-Afîfî'nin hazırladığı nüsha üzerinden vermeyi uygun bulduk. Zîrâ şârih Ahmet Avni Bey'in kullandığı metin ya bir nüshanın aynı veya muhtelif nüshalardan hareketle sarihin meydana getirdiği tercihli bir metin idi. Afîfî'nin üç nüshayı esas alarak hazırlamış olduğu tahkîkli Fusûs metni ile pek az da olsa farklılıklar gösteriyordu. Hem Afîfî neşrini ve hem de sarihimizin metnini vermek Fusûs üzerinde çalışmak isteyenlere bir kolaylık sağlayabilirdi. Onun için Afîfî'nin neşrettiği metin üzerinde, sarihimizin kullandığı nüsha ile farklarını belirtmek suretiyle, tahkîkli neşrin okuyucuya kazandırılması yolunu tercih ettik. Bu bizi ayrıca arapça metni dizdirmek ve türkçe şerh içine yerleştirmek hususundaki bâzı teknik güçlüklerden kurtarmış oldu. Afîfî'nin hazırladığı metin üzerinde sarihimizin kullandığı metni şu şekilde gösterdik:
 
 
a) Afîfî'nin nüsha farklarını belirttiği yerlerde, sarihimizin metni ile mutabakat olduğu takdirde, dipnottaki kelime veya cümlenin altını çizerek,
 
b) Tamamen farklı ise, farklı olan yere (*) işareti koyup dipnotta el yazısı rik'a ile yazarak bu farkları belirttik. Bu dip notlarını yazan ve arapça metindeki numaraları işaretleyen Hattat Dr. Muhiddin Serin Bey'e burada teşekkürlerimizi ifâde etmek isteriz. Görülecektir ki, Afîfî neşriyle sarihimizin kullandığı Fusûsu'l-Hikem metni arasında bir kaç kelime hâriç pek mühim bir fark yoktur. Bu farkların bilinmesinin araştırma yapanlar için faydalı olacağını sanıyoruz.
 
Neşrimizde müellif nüshasının sahîfe başlarını satırlar arasında (/) işaretiyle gösterip, beşer sahîfe ara ile numaraladık. Müellifin nüshasında bâzan mükerrer numaralar ve atlamalar olmasına rağmen, bunlar iki üç sahîfeyi geçmediği için yeniden numaralama yoluna gitmedik. Arapça metinler kısmına rastlayan sahîfe başlarını ise, bu metinleri cildin sonunda verdiğimiz için işaretlememiz mümkün olmamıştır. Böyle yerlerde sahîfe değişikliğini türkçe metinlerin başına veya sonuna koyduğumuz (/) işaretiyle îtibârî olarak gösterdik.
 
Şerh metni içindeki âyet, hadîs ve diğer arapça, farsça ibareleri aynen verdik. Sâdece âyetlerin sonunda geçtiği sûre adını ve sûre numarasını ve âyet numaralarını parantez içinde ilâve ettik. Cildin sonunda verdiğimiz âyetler fihristi sûre ad ve âyet numaralarına göre hazırlanmıştır.
 
 
Hadîs ve hadîs-i kudsî metinleri indeksi, ilk kelimesinin harflerine göre alfabetik bir sıralama ile yapılmıştır. Fusûs'ta ve şerhinde geçen hadîslerin tahkîkine teşebbüs etmedik. Zîrâ ayrı bir ilim dalı olan hadîs ilmine göre bu hadislerin değerlendirilmesi yapılmak gerekir ki, bu da hadis sahasında çalışanların yapabileceği bir çalışmadır. Mesnevî'de geçen hadîsler hakkında Dr. Ali Yardım böyle bir doktora çalışması hazırlamıştır. Kanâatimizce diğer mühim tasavvuf kitaplarındaki hadisler de aynı şekilde hadis sahasında çalışan meslekdaşlarımız tarafından araştırılmalı ve incelenmelidir. Yalnız burada şunu ifâde etmek isteriz ki, Mesnevi ve el-Fütûhât el-Mekkiyye gibi âlim mutasavvıflar tarafından te'lîf edilen tasavvuf eserlerinde kullanılan hadislerin büyük bir ekseriyeti muteber hadis kitaplarında yer almakta ve hadîs âlimleri tarafından kabul edilmiş bulunmaktadır. Bir kısmı ise "Küntü kenzen mahfiyyen..." hadîs-i kudsîsi gibi, bâzı hadîsçilerin tenkitlerine rağmen tasavvuf ehlince "keşfen" sahih kanaatiyle asırlardır kullanılmakta devam etmiştir. İşte bu nevî hadîs veya hadîs-i kudsîleri "mevzu" (uydurma v.s. gibi) tâbirlerle reddetmek yerine, bâzı hadisçilerin yaptığı gibi, hadîs ilminde kullanılabilecek daha nüanslı değerlendirme yoluna gitmek, böylece bunların İslâm ilim ve kültüründeki yerini vukuf ve isabetle tesbît edip "mânâ"larını anlamak ve muhafaza etmek yolunu tercîh etmek, İslâm ilim ve düşüncesinin yeniden incelenmeye başladığı devrimizde, İslâmî ilimler arasında olması gereken "bütünlük" bakımından daha verimli neticeler verecektir.
 
Şerhin bugünkü alfabe ile neşredilmesinde bâzı güçlüklerin ortaya çıkacağını bu nevî çalışma yapanlar bilirler. Bu güçlüğe, ayrıca türkçenin şu son 20-30 senede geçirdiği büyük değişiklik ilâve olunca, okunabilir sâde bir imlâ tercîh etmek ve bir de lügatçe ilâve etmek zarurî göründü. Türkçede tek sesle telaffuz edilen "hemze" ve "ayn"; "se", "sîn" ve "sâd"; "te" ve "ti" v.s. gibi harfleri tek harfle göstermek bâzan mânânın anlaşılmamasına ve karışmasına sebep olmaktadır. Bunları çok mühim yerlerde belirtmeye çalıştık. "Sakin ayn" ve "hemze" harflerini kitapta apostrof (') işaretiyle aynı şekilde göstermekle beraber, lügatçede "sakin ayn" ters apostrof (') ile, "sakin hemze"yi ise metinde kullandığımız apostrof ile gösterdik. Bâzan "harekeli ayn"ı belirtmek için yine apostrof kullandık. "Kaf" (kalın k sesi) harfinden sonra gelen uzun "â" ve "ü" seslerinin üzerine yatık çizgi (" ) işareti koyduk. (A ) işaretini ise dâima uzun seslileri
 
1  Dr. Ali Yardım; Mesnevi Hadisleri (Doktora tezi, Dokuz Eylül Üniv. İlahiyat Fak. 1984 İzmir).
 
göstermek için uzatma işareti olarak kullandık. "Mahsûs" (hissedilmiş) kelimesindeki uzun "û" sesini, "mahsûs" (tahsis edilmiş, husûsî) kelimesiyle karışmaması için "ü" harfiyle yazdık. Bu iki kelimenin "müennes"ini ise "mahsûse" ve "mahsûsa" şeklinde yazarak tefrik etmeye çalıştık. Böyle kalın veya ince sesli harflerle tefrik edilmesi nisbeten mümkün olan kelimelerde kalın "a, ı, u" ve ince "e, i, ü" harfleriyle kelimelerin esas harflerini ve farklılıklarını hissettirmeye çalıştık.
 
Şerhin dilinin, yazıldığı yılların türkçesine göre, meselâ Elmalılı Hamdi Yazır'ın Tefsîr'inde, Ahmed Nairn ve Prof. Kâmil Mîrâs'm Tecrîd-i Sarih Şerhi'nde kullandığı türkçeye nisbetle daha sâde olduğu görülecektir. Hazırladığımız lügatçede kelimelerin ve ıstılahların tam karşılığını değil, sâdece lügat mânâsını okuyucuya yardımcı olabilmek için verdik. Zâten ıstılahların karşılığını vermek umumiyetle mümkün olmamaktadır. Tasavvuf, felsefe, mantık v.s. gibi ilimlere âit ıstılahların bâzısını tarif etmekle beraber, çoğunun lügat mânâsını vermekle yetindik. Zîrâ şârih bunların bir kısmını şerh esnasında yeri geldikçe tarif etmiştir. Şerhte kullanılan ıstılahların tam bir lügatini hazırlamak, ancak uzun bir çalışma neticesinde ortaya çıkarılabilir. Böyle bir tasavvuf ıstılahları lügati Fusûs ve şerhlerinin anlaşılmasında şüphesiz çok faydalı olacaktır.
 
 
Hazırladığımız kelime ve ıstılahlar indeksinin geniş tutulmasının faydalı olacağını düşündük. Diğer türkçe, arapça ve farsça şerhler üzerinde çalışmak isteyenlere yardımcı olacağını sanıyoruz. Ayrıca kelimeleri hem tek tek ve hem de terkipleriyle beraber vermek zarureti indeksin genişlemesine sebep oldu ise de, kullanılmasını kolaylaştıracağı ve istifâdeyi artıracağı için, bu uzun çalışmayı göze aldık. İndeksin hazırlanmasında yardım eden bütün arkadaşlarımıza burada bilhassa teşekkür ederiz.
 
 
Fusûsu'I-Hikem yazıldığı 627/1229 târihinden günümüze kadar pek çok defa arapça, farsça, türkçe şerhedilmiştir. Osman Yahia'nın Histoire et Classification de l'Oeuvre d'İbn Arabî (Institut Français de Damas, Damas 1964) adlı iki ciltlik, İbn Arabi'ye âit veya ona izafe edilen, dünyâ kütüphânelerindeki 846 eseri tanıtan tenkitli araştırmasında, Fusûsu'l-Hikem'e ayırdığı 150. numara altında, şerhlerini 241-256. sayfalar arasında 120 eser olarak göstermektedir. Bunların arasında merhum A. Avni Konuk Bey'in şerhi zikredilmemiştir. Denilebilir ki, İslâm düşünce târihinde hiç bir eser bu kadar şerh edilmemiş veya şerh edilmek ihtiyâcı duyulmamıştır. XX. asrın başlarında Batı ilim dünyâsında İslâm tasavvufuna gösterilmeye başlayan alâka neticesinde fransızca ve ingilizceye tercüme edilmiştir. Önümüzdeki yıllarda bu dillerde de şerhlerinin yapılacağını, İbn Arabî ve eserlerine gösterilen büyük ilgiden dolayı kuvvetle tahmîn edebiliriz.
 
 
Ahmet Avni Bey, neşrini takdîm ettiğimiz bu şerhini, daha önce yapılmış şerhlerden istifâde ederek hazırlamıştır. Eserinin muhtelif yerlerinde isimlerini zikr ettiği bu şerhler, sarihlerinin vefat târihi sırasına göre şunlardır:
 
 
1.   Sadreddîn Konevî (673/1274): El-Fükûk fi Müstenedâti Hikemi'l-Fusûs. Konevî bu eserinde Fusûs'u şerh etmekten daha çok, "fass"larda ele alınan "hikmet'leri incelemekte ve bâzı müşkil cümleleri açıklamaktadır. Eser arapça olup hiç basılmamıştır. Kütüphanelerimizde el yazmaları mevcuttur: Süleymâniye Ktp. Bağdatlı Vehbi 730 numaralı nüshası 76 yapraktır.
 
2.  Müeyyedüddîn b. Mahmûd el-Cendî (691/1292): Şerhu'l-Fusûs. Şârih Sadreddîn Konevî'nin talebesidir. İlk şerh olarak kabul etmek mümkündür. Arapçadır.


Süleymâniye Ktp. Nafiz Paşa 538 numaradaki nüsha 449 yaprak olup ilk 10 yaprak mukaddimedir.
 
3.   Muhammed Hasan el-Hindî (718/1318) (?): et-Te'vîlü'l-Muhkem fi Müteşâbihi Fusûsi'l-Hikem. Bu şerh farsçadır. 1310 târihinde Hindistan'da taşbasması olarak basılmıştır. Süleymâniye Ktp. Zühdü Bey 422 numarada bir nüshası vardır. Büyük boy 542 sayfa olup 68 sayfası mukaddimedir. A. Avni Bey Isâ Fassı'nda, bu şerhin diğer şerhlerde bulunmayan bilgiler ihtiva ettiğini söyler.
 
4.   Abdürrezzâk el-Kâşânî (730/1330): Şerhu'l-Fusûs. Fusûs şerhleri arasında en beğenilen arapça şerhtir. Kâhire'de 1321 senesinde basılmıştır. 3 sayfalık kısa bir mukaddimesi olan bu şerh orta boy 284 sayfa olup, sayfa altında, adetâ dip notu gibi, Bâlî Efendi'nin şerhinden parçalar konmuştur.
 
 
5.   Dâvud b. Mahmûd el-Kayserî (751/1350): Matla'u Husûsı'l-Kilem fi Maânî Fusûsi'l-Hikem. Arapça olan bu şerh 1299 târihinde İran'da ve 1300 târihinde Hindistan'da (Bombay) taş basması olarak basılmıştır. İran nüshasında sayfalar iki sütun hâlinde olup 494 sayfadır. Bombay baskısı 40 sayfa mukaddime 316 sayfa metin olmak üzere 356 sayfadır.
 
6.   Molla Câmî (Abdurrahman b. Ahmed) (898/1492): a) Şerhu'l-Fusûs. Aşağıda ismini vereceğimiz Nâblusî'nin şerhi kenarında basılmıştır. Ayrıca 1907 târihinde Hindistan'da müstakil bir baskısı yapılmıştır. Molla Câmî arapça olan bu şerhini vefatından iki sene önce 896 senesinde tamamlamıştır.
 
 
c) Nakdü'n-Nusûs fi Şerhi Nakşi'l-Fusûs. Molla Câmî bu ikinci şerhini arapça-farsça karışık yazmıştır. İsminden anlaşılacağı üzere bu şerh, İbnü'l-Arabî'nin Nakşu'l-Fusûs adlı Fusûsu'l-Hikem'in hulâsası olan kitabın şerhidir.
 
William C. Chittikk bu eserin tahkîkli neşrini hazırlamış ve 1977 senesinde Tahran'da güzel bir baskısı yapılmıştır. Eserin bu baskısında 13 sayfa Nakşu'l-Fusûs metni ve 81 sayfalık Molla Câmî'nin arapça-farsça karışık uzun bir mukaddimesi mevcuttur. Şerh 200 sayfadır. Kitabın V-XLI sayfaları ingilizce olup 520 sayfadır. Ayrıca farsça takdîm ve takrîz yazılarını ihtiva etmektedir. Diğer Fusûs şerhleri de böylesine emekli çalışmalar beklemektedir. Bu tahkîkli nüshayı incelememiz için bize veren İsmail Kara'ya burada teşekkür etmek isteriz.
 
7.  Bâlî Efendi, Sofyevî (960/1553): Şerhu Fusûsi'l-Hikem. Arapça olan bu şerh 1309 senesinde İstanbul'da basılmıştır. Orta boy 441 sayfadır.
 
8.  Abdullah Bosnevî (1054/1644): Tecelliyâtü Arâisi'n-Nusûs fi Menassâti Hikemi'l-Fusûs. Türkçedir. 1252 târihinde Kâhire'de ve 1290 târihinde İstanbul'da basılmıştır. Kahire baskısı büyük boy 594 sayfadır. 24 sayfalık bir mukaddimesi vardır. Ulemânın umumiyetle arapça yazdığı bu devirlerde, Fusûs gibi bir eserin türkçe şerh edilmesi Türk âlimlerinin bu esere olan alâkasını göstermektedir diyebiliriz. Bu sarihin ayrıca arapça bir şerhi daha vardır.
 
9.  Abdülganî en-Nâblusî (1143/1730): Şerhu Cevahiri'n-Nusûs fi Halli Kelimâti'l-Fusûs. İstanbul'da 1304 senesinde 1. cildi, Kâhire'de 1323 senesinde II. cildi basılmıştır. Arapça olan bu şerhin I. cildi orta boy 200, II. cildi 347 sayfadır. Kitabın sayfa kenarlarında Molla Câmî'nin arapça Fusûs Şerhi vardır.
 
10.Ya'küb Hân Kaşgârî (1317/1899): Tavzîhu'l-Beyân. Doğu Türkistan Devlet başkanlığı yapan Ya'kûb Hân Bâdevlet tarafından yazılan bu şerh 1315 senesinde, şârih hayatta iken Hindistan'da taş basması olarak neşredilmiştir. Büyükçe boydaki kitap 40 + 370 sayfadır.Mukaddimesi arapça-farsça karışık, şerh ise umumiyetle arapçadır.
 
 A. Avni Konuk Bey istifâde ettiği şerhler arasında bunların isimlerini veya sarihlerin isimlerini zikr etmektedir. Bu şerhleri, bilhassa sarihlerin Fusûs cümlelerini okuyuşta farklı olmaları durumunda belirtmektedir. Fakat nadiren bir fikri veya bilgiyi hangi şerhden aldığına işaret etmektedir. Bu bakımdan şerhde karşılaştığımız bilgilerin nereden alındığı, hangi şerhde bulunduğu anlaşılmamaktadır. Bununla beraber modern ilimlerle ilgili yerlerdeki bilgi ve yorumların bizzat A. Avni Bey'e âit olduğunu söyleyebiliriz. Atronomi, fizik, kimya, biyoloji v.s. gibi modern ilimlerden neş'et eden bâzı görüşlerin Fusûs şerhinde şârih tarafından kullanılması, kanâatimizce her zaman isabetli neticeler vermemektedir. Bu ilimlerdeki görüşlerin Fusûsu'l-Hikem'deki bâzı fikirlerle te'lif edilmeye çalışılması zihinlerde bâzı istifhamlar uyandırmaktadır. Zîrâ Şerh'in yazılışından bu yana geçen altmış senelik bir zaman içinde, modern ilimlerdeki bâzı hipotezler değişikliklere uğramış, yeni teori ve anlayışlar ortaya çıkmış, bilhassa "tecrübe" yoluyla yeni bilgiler elde edilmiştir. Meselâ aya gidilmesi, fezada dolaşılması, fezanın derinliklerine âletler gönderilmesi gibi durumlar, sarihin bu konularda söylediklerinin yeniden ele alınmasını gerektirmektedir. Öyle görünmektedir ki, modern ilimlere dayanarak gerek geçmişte ve gerekse bugün bu nevîden yorumlara girişmek kat'î neticelere ulaşmak yerine, zamanın geçmesiyle bu görüşlerin de yenilenmesini îcap ettirecektir. Kur'ân-ı Kerîm ve bâzı hadîs-i şeriflerin zamanın fizik ilimlerine göre yapılan tefsir ve şerhlerini de, zamanın değişmesiyle aynı şekilde yeniden ele almak, yapılanları bir kenara bırakmak gerekmekte ve tekrar başka bir yoruma geçmek gibi bir durum ortaya çıkmaktadır. Onun için şerhteki bu türlü yorumların ve ileri sürülen fikirlerin devrinin ilimlerine göre olduğu göz önünde bulundurulmalıdır.

A. Avni Bey'in şerhinin ehemmiyeti Türkçe yazılmış birkaç şerhten biri olarak, okuyucuya Fusûsu'l-Hikem'in gayet "mücmel" ve kapalı cümlelerini açması, daha önceki Fusûs şerhlerinde söylenilenleri günümüz türkçesine çok yakın bir dille nakletmesi, İbnü'l-Arabî'nin tasavvufî görüşlerini Fusûs cümlelerini şerh ederken vermesi ve burada kullanılan ıstılahları, serd edilen fikirleri topluca ifâde etmiş olmasıdır. Türk okuyucusu A. Avni Konuk Bey'in bu şerhi sayesinde Fusûs'ta ifâde edilen ana fikirler hakkında kolayca bilgi sahibi olabilmektedir. Ayrıca, bu şerhin diğer türkçe, arapça ve farsça Fusûs şerhlerinin incelenmesinde de kolaylıklar sağlıyacağını söyleyebiliriz.
 
Ahmed Avni Bey'i rahmetle anar ve bu şerhinin memleketimizdeki tasavvufî düşünce ve araştırmaların gelişmesinde faydalı tesirler îfâ etmesini Cenâb-ı Hak'tan niyaz ederiz. Eserin neşri esnasında meydana gelen hatâ ve noksanlarımızın bağışlanacağını ümîd eder, bu kusur ve noksanlarımızın bildirilmesi hâlinde, bunları memnuniyetle telâfi etmeye çalışacağımızı söylemek isteriz.
 
Eserin elinizdeki şekliyle yayınlanmasında emeği geçen Dergâh Yayınları Yayın -Müdürü Sayın İsmail Kara'ya teşekkürlerimizi ifâde eder, diğer ciltlerinin de tamamlanmasını Cenâb-ı Hak'tan dileriz.
 

Yrd.Doç.Dr. Mustafa TAHRALI
Yrd.Doç.Dr. Selçuk ERAYDIN Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
Tasavvuf Târihi Öğretim Üyeleri
2 Ocak 1987-Bağlarbaşı
 

           İKİNCİ BASKIYI TAKDİM

 
Merhum A. Avni Konuk Bey'in Fusûsu'l-Hikem Tercüme ve Şerhi'nin ilk cildi 1987 yılında yayınlanmıştı. Eser tahmin edilenden fazla ilgi görmüş, 1992 yılında dört cilt hâlinde tamamlandığında birinci cildi hemen hemen kalmamıştı.
 
Birinci cildin baskısından ofset usulüyle ikinci baskının yapılması hâlinde hem arzu edilen baskı verimliliği olmayacak, hem de mevcut 4. ciltte yanlışlar, yanlış-doğru cedveli verilse bile, düzeltilmemiş olacaktı. Onun için kullanılmaya başlayan bilgisayar ile yeni bir dizgi yapılmasının daha uygun olacağı düşünüldü. Zîrâ bilgisayarla dizgi, Türkçe-Arapça karışık metin ihtiva eden eserler için, gerçekten en elverişli bir teknik olarak görünmektedir. Fakat bir çok imkânı olan bu sistem yine de bâzı güçlükler ortaya çıkarmaktadır. Bunların başında uzun (â) ve (û) ile, kullanılmasında yarar gördüğümüz, günlük Türkçe'de de mevcut olan kalın k (kâf) harfinden sonra gelen uzun (â) ve (ü) seslerinin klavyede yer almamasıdır. Bunun sebebi de, sanıyoruz ki, Türkçe klavyeyi tesbit edenlerin böyle işaretli harfleri imalatçı müesseselere bildirmemiş olmalarıdır. Bu ise Türkçe yayın hayâtı için kanâatimizce büyük bir noksandır.
 
Bu ilk cilt ikinci baskıya hazırlanırken, elyazması müellif nüshası ile tekrar mukabele edilmiş, bâzı okuma hatâları ve dizgide meydana gelen yazım yanlışları ve atlamalar düzeltilmiştir. Bunları ihtiva eden YANLIŞ-DOĞRU Cedveli bu baskının 417-420 sayfalarında verilmiştir. Elinde 1. cildin ilk baskısı bulunanlar buradan düzeltebilirler. Kitabın ilk baskısının 1-314 sayfaları arasında, sayfa tanzim ve tertibi, bir kaç kelime farkıyla "indeksler"in kullanımı için muhafaza edilmiştir.
 
Fusûsu'l-Hikem Tercüme ve Şerhi'nin bu birinci cildin ilk baskısının baskı masraflarını da karşılayarak, bu eserin ilim ve irfan hayâtımıza kazandırılmasına vesîle olan meslekdaşım Yrd. Doç. Dr. Selçuk Eraydın'a ve bu cilt ile kitabın dört cildini de yayınlamış olan M.Ü.İlahiyat Fakültesi Vakfı yöneticilerine, Yayın Müdürü Sayın Mehmet Kılıç'a ve bilgisayarla itinâ ile dizgiyi yapan Erşahin Ahmet Ayhün'e teşekkürlerimizi ifâde etmek isterim. ( fususul hikem 4 cilt, muhiddin ibni Arabi fususul hikem, ifav yayınları, Marmara ilahiyat fakültesi yayınları, fususul hikem tercümesi, fususul hikem , İFAV YAYINEVİ, İBNİ ARABİ FUSUSUL HİKEMI, fususul hikem muhiddin arabi, Ahmet avni konuk tercümesi )

                    
Prof. Dr. Mustafa Tahralı
11.2. 1994 – Bağlarbaşı 



Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları Muhiddin İbni Arabi nin yazdığı 4 Cilt Fususul Hikem Tercüme ve Şerhi kitabını incele diniz.

Diğer Özellikler
Stok Kodu9789755481760
MarkaM. Ü. İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları İFAV
Stok DurumuBu ürün geçici olarak temin edilememektedir.
9789755481760
En yeni ürünler
Güvenli teslimat
Kampanyalı ürünler
Piyasadaki en iyi fiyat

PlatinMarket® E-Ticaret Sistemi İle Hazırlanmıştır.