Stoktan Kargo
Kitap Geminin Neresindeyiz? İslami Hayat
Yazar Nureddin Yıldız
Yayınevi Tahlil Yayınları
Liste Fiyat 15 TL
Kağıt Cilt 2.Hamur - Karton Kapak Cilt
Sayfa Ebat 204 sayfa , 13,5x21 - Roman Boy
Yayın Yılı 2018
ISBN 9786056185243
Tahlil Yayınları Geminin Neresindeyiz? İslami Hayat kitabı nı incelemektesiniz.
Nurettin Yıldız Geminin Neresindeyiz? kitabı hakkında yorumları oku yup kitabın konusu, özeti, fiyatı, satış şartları hakkında bilgiyi geniş bir şekilde edinebilirsiniz.
Yaratan Rabbinin adıyla oku . O, insanı " alak " dan yarattı. Oku, Senin Rabbin en cömert olandır.
"Allah'ın emirlerine uyanlarla uymayanların durumu, bir gemi için kura çekenlere benzer.
Bir grup insan, geminin üst kısmına düşmüş; diğerleri de alt kısmına düşmüştür.
Alt kısımda kalanlar, su ihtiyacı olduğu zaman üst güverteye çıkıp su ihtiyacını gidermektedirler.
Onlar şöyle derler: 'Bizim bölümden bir delik delelim de üsttekilere eziyet etmeyelim.'
Eğer üsttekiler, onlara ilişmez de onları serbest bırakırlarsa hepsi helak olur. Ellerinden tutup onlara engel olurlarsa onlar da kurtulur, kendileri de."
(Buharî, Şerike, 6/2493; Tirmizî, Fiten, 12/ 2173)
Müslüman olmak ve Müslümanlığı iyi yaşamak, dağa çekilmek ya da insanlardan uzak bir ortamda kulluk etmek değildir. Sadece iyilerin olduğu bir tekkede bulunmak da iyi Müslüman olmanın gereği ve doğası değildir. Mikropların da bulunduğu ortamda - Sağlıklı bir hayat yaşamak gibi, kötülere rağmen iyiler olarak iyiliğin gücünü ispat eden bir çalışma içinde yer almak, iyiliği kötülükten üstün tutmaktır iyi Müslümanlık.
Allah Teâlâ'mn Al-i İmran suresinin 104. ayetindeki emri gayet açıktır: "Sizden hayra davet eden, iyiliği emredip kötülüğü nehyeden bir topluluk bulunsun. Kurtulanlar onlardır."
Açık bir delaletle anlaşılıyor ki Müslümanlar'ı iyiliklere çağıran, kötülüklerden uzaklaştırmaya gayret eden bir kitleye ihtiyaç vardır. Bu sorumluluğumuzun adı kısaca, Allah'a davettir. Dünya hayatı bir gemiyse eğer, Allah'ın kullarım hayra davet edecek olan bizler bu geminin neresindeyiz?
Takdim
İnsan olmanın en tabii sonuçlarından biri, kötülüklerin kökten kurutulmadığı bir toplumun insan toplumu olarak ortada olmasıdır. Kötülüklerin ve kötülerin bulunmadığı bir toplum hayâl etmek bile mümkün değildir. İyi düşünülmesi durumunda Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimizin Medine'de tesis ettiği o muhteşem medeniyet merkezinde bile kötülükler kökten yok olmamıştı.
Kur'an'dan izlediğimiz kadarı ile dahi, kötülükler ve kötüler Medine sokaklarında dolaşabiliyorlardı. Çünkü Medine'deki medeniyet, meleklerden oluşan ve insanın fıtratının değiştirildiği bir medeniyet değildi. Kötülükler ve kötüler, suni bir görüntü ile bir süreliğine kaldırılabilir ama kötülüklerin ve kötülerin kökten imha edilmesi kâğıt üzerinde bile zor tasarlanabilecek hususlardır.
Bunun için kitabımız Kur'an ve sevgili Peygamber aleyhisselam efendimizin Sünnet'i ile önümüze konan çalışma düzeninde, kötülüklerle mücadele vardır. Dışarıdakiler ve içeri-dekiler olmak üzere iki gruba ayrılabilecek olan kötüler, her hâlükârda bulunacaktır. İyiler, en az kötüler kadar aktif olmadıkça da kötüler ses çıkaracak, iyilerin huzurunu kaçırabileceklerdir.
Müslüman olmak; Müslümanlığı iyi yaşamak, dağa çekilmek, insanlardan uzak bir ortamda kulluk yapmak değildir. Sadece iyilerin bulunduğu bir tekkede yaşamak da iyi Müslüman olmanın gereği veya doğası değildir. Mikropların bulunduğu bir ortamda sağlıklı bir hayat yaşamaya çalışmak gibi iyiler olarak kötülere rağmen iyiliğin gücünü ispat eden bir çalışma içinde bulunmak ve iyiliği kötülüğe üstün tutmak iyi Müslümanlıktır.
Allah Teâlâ'nın Âl-i İmran suresinin 104. ayetindeki emri gayet açık bir emirdir: "Sizden hayra davet eden, iyiliği emredip kötülüğü nehyeden bir topluluk bulunsun. Kurtulanlar onlardır." Açık bir delaletle anlaşılıyor ki Müslümanların, iyiliklere çağıran ve kötülüklerden uzaklaştırmaya gayret eden bir kitleye ihtiyacı vardır. Aynı surenin 110. ayetinde ise bu Ümmet'in farklı olmasının en temel karakterlerinden biri olarak da Allah'a iman gibi iyiliği emretme ve kötülükten alıkoymanın öne çıkarıldığını görüyoruz.
Eğer bu Ümmet farklı ve üstün bir ümmet ise bu, kendi kendini kontrol eden ve her ferdinin kendini dininin hizmetçisi, iyiliklere davet eden davetçisi, kötülüklere karşı sivil polis olarak gören anlayışı sayesindedir.
Namazdan temizliğe kadar iyiliklere davet etme ve alkolden müstehcen sözlere kadar menhiyattan uzaklaştırma görevi, "dine ait işlerden geçinmek" durumunda olan bir kitleye devredilmesi hâlinde Ümmet; bu üstünlüğü sağlayan en temel karakterlerinden birini kaybetmiş olur. Müezzinin görevi gereği ezan okuması ve ezanın anlamının da namaza davet olması, müezzinin namaza gelmeyenleri evlerinden toplamasını gerektirmez. Müezzinin de içinde bulunduğu mü'minler topluluğu, namaza gitmek kadar namaza gitmeyenleri de namaza çağırmakla mükelleftir. Bu Ümmet'in hayırlı bir ümmet olmasının gereği budur.
Aynı şekilde, kötülüklerin polisiye tedbirlerle önlenemeyeceğini ve imanın şart olduğunu vurgulayan İslam'ın Müslümanları; kötülüklerle mücadeleyi polise terk ettiklerinde İslam'ı İslam yapan en bariz özelliklerden birini terk etmiş olurlar. En azından İslam'ın onlara vadettiği huzurlu bir ortamı yaşamaktan mahrum olurlar. Ama daha da ileri gidildiğinde bu eksiklik, onların önüne Yahudilere benzeme hatta Yahudileşme olarak çıkacaktır. (Maide, 78-79)
Bu görevimizi, dinimize sahip çıkmak olarak da adlandırabiliriz. Ama adı ne olursa olsun gerçek şudur: Müslümanlar, dinlerinin ve dinlerinin onlardan beklediği iyi şeylerin hamişidirler. Kötülüklere karşı her Müslüman bir tür polistir, zaptiyedir. Bananecilik, sonunda duaların bile kabul edilmesini engelleyen bir hastalıktır.
Eğer ümmeti Muhammed, en büyük özelliklerinden birini imamlar ve müezzinler gibi bir sınıfa devretmişse bunun akıbeti hayır olmaz. Din hepimizindir. Hepimiz cennete talibiz, cehennemden korkuyoruz. Ama dinin yükü bir grubun omzundaysa ve geride kalanlar onların maaşını temin ettikleri için kendilerini rahat hissediyorlarsa böyle bir mantık makul olamaz.
Müslümanlar olarak önümüzde iyi birer örnek olarak duran ashabı kiram üzerinden yapacağımız bir tahlil bizi aydınlatabilir. Her biri Kur'an hafızı hatta hadis hafızı olmadıkları hâlde gördükleri kötülüklere karşı hazır kadro gibi davrandılar. Herkesin cennete girmesini isteyen bir anlayışla herkesi Allah'a davet ettiler. Uzak yakın ayrımı yapmadılar.
Müslümanların dinleri adına çalışmakla yükümlü olmaları sadece dinin yüklediği bir görev olarak da algılanmamalıdır. Huzur ve güven isteyen herkes, istediğini bulmanın bir gereği olarak çalışmak durumundadır. Hazır bir huzur ve hazır bir güven ne kadar sürekli ve kalıcı olabilir? Kendin için istediğini başkaları için de istemek sosyalleşmenin, insan topluluğuna üye olmanın âdeta şartıdır. Herkesin istediği bir şey için toplu istek kadar toplu koruma da olmalıdır.
Kaldı ki bizim Allah için kardeş olmamız zaten bize birbirimizi kollamayı gerektirmektedir. Beynimizdeki akidemiz, kendi başımıza ve kendi menfaatlerimizle sınırlı bir âlemde olmaya manidir. Fedakârlık ve verebilme ruhunun yansıyacağı ilk alan bu olmalıdır. Zekâtın ötesinde zorunlu olmayan sadakayı verebilecek idrak gibi bu idrak da akidemizden kaynaklanmalıdır. Yoksa bu Ümmet, geçmişindeki örnek insanların iyiliklerini, fedakârlıklarını saymakla iyiler arasına katılmış olamaz.
İyiliklerin yayılması, kötülüklerin durdurulması, kitaplar yazılması, seminerler verilmesi, flamalarla vatandaşların ikaz edilmesi yetinilebilecek bir eğitim değildir. Flamalardan çok, yüreklerin sahiplenilmesiyle gerçekleşebilecek bir eğitim için dinini dert edinmiş Müslümanlar bulunmalıdır. Her Müslüman bu şuurda olmalıdır. Yetiştirdiğimiz çocuklarımıza, "Sen var-san din var olacak." mesajını net bir şekilde vermeliyiz. Dini göğüslemiş nesillerin, dinden geçinen nesillerle aynı olmadığını iyi idrak etmiş olmalıyız.
Gemimizin delinmesine karşı sessiz kalmak bir eksikliktir. Bu eksiklik belki doğrudan dinden kaynaklanan bir eksiklik değildir ama belki de toplum insanı olma, bütün mü'minleri kardeş bilmeme anlayışından kaynaklanan bir eksikliktir. Bir kişinin cehenneme girmesine esef etmemek aklanamaz bir lekedir.
Neleri düşman veya korsan gördüğümüz de çok önemlidir. Filan milletin, filan örgütün bütün düşmanlık senaryolarını üzerine çekmiş olması bizi bir nebze rahatlatıyor olabilir. Ne var ki hakikat, düşmanın içeriden de çok yönlü çalıştığını kabullenmeyi gerektirmektedir. Yeryüzünün herhangi bir köşesindeki zulümlerden bir zulüm bile geminin su alma nedenidir. Her yolcu geminin su alması hâlinde bu duruma acilen müdahale etmelidir.
Allah Teâlâ'nın indirdiği dininin hükümranlığını yitirmesi, mü'minlerin bile olaylara O'nun indirdiği dinin dışında bir şeyle hüküm veriyor olmaları müdahaleyi gerektiren bir durumdur. Müslümanların yaşadığı toplumlarda rüşvetin kol gezmesi, insanların haklarını elde edemeyişleri, zayıfın hakkının korunmadığı tutumların revaçta olması, toplumda aldatma Aile/ tuzak gibi kötülüklerin varlığı Müslüman'a görev çıkarmalıdır.
Gıybetin mübahlaşması bile dikkatten kaçmayacak bir korsanlıktır. Nemime bile gemiyi deler. Yalan, istihza, sövme, iffete sataşma ve dilin ölçüsüz hareket edebilmesi acil müdahale sebeplerindendir.
Bugün aile yapımız su almaktadır. Nesilleri yetiştirecek eğitim sistemi bize ait değildir; bu sistemin bize ait olmaması bir kenara bu sistem eğitim değildir. Mescitler bile saf ibadet noktalarımız olmaktan çıkmıştır. Kardeşlik telakkimiz başka anlayışlarla çevrelenmiştir.
Ashabın yaşadığı kardeşlik bizim hayâllerimizde bile yer bulamamıştır. Topyekûn bir silkinme ve ayağa kalkma hamlesine her zamankinden daha çok muhtacız. Topluca işgal edilen topraklarımız bile hareketlenmemize neden olmuyorsa katedeceğimiz yol çok uzun demektir. Filistin meselesinin bir Arap sorunu olarak anlaşılması bile hâlimizi göstermesi bakımından yeterlidir.
Gemimiz veya yüzdüğümüz okyanus önemli değildir. Biz nerede isek orası okyanustur. Ev, sokak, mescit, vakıf, köy, şehir, market... Her yerde ve her zaman yol üzereyiz.
Bu sorumluluğumuzun adına biz kısaca Allah'a davet sorumluluğu da diyebiliriz. Tekrar ve tekrar vurgulamalıyız ki isimler değildir aradığımız. İçerik ve sonuçlar bizi hareketlendirecektir. Buna cihat da denebilir. Zamanımızın cihadı da olsa sonuç aynıdır. Diri diri gömülüp yaşadığımız apartman daireleri hatta o dairedeki aile erimektedir.
Hiçbir Müslüman, kimsenin namaz kılmadığı bir apartmandan sabah namazında camiye gitmekle kendini mesuliyetten kurtaramaz. Hepimiz namaz kılmak kadar namazı ihya etmek ve yaymaktan da sorumluyuz. Zira bu Ümmet'in hayırlılığı, iyiliği yayması ve kötülüğü engellemesi şartına bağlanmıştır.
Medya gücünü mü kullanırız, kendi eğitim sistemimizi mi inşa ederiz; her ne ise yapacağımız, onu yapmalıyız. Dernek ve vakıflar kurmak yetmiyor. İri iri tüzükler hazırlamak, konuşmacılar çağırıp konferanslar dinlemek yetmiyor. Her birimiz çöllere düşen, dağlar aşan sahabiler olmaya mecburuz. Çare yok, iş başa düşmüştür.
Bu çalışma, gemideki yolculuğumuzu hatırlatma amacı gütmektedir. "Emri bilmaruf ve nehyi anilmünker" hakkında yazılmış herhangi bir kitap da bu kitabın muhtevasını esas almıştır. Ama biz özellikle Buharî'nin rivayet ettiği bir hadisi esas alarak yola çıktık. Daha hassas bir harita ile yol alabilmeyi umuyoruz.
"Allah'ın emirlerine uyanlarla uymayanların durumu, bir gemi için kura çekenlere benzer. Bir grup insan, geminin üst kısmına düşmüş; diğerleri de alt kısmına düşmüştür. Alt kısımda kalanlar, su ihtiyacı olduğu zaman üst güverteye çıkıp su ihtiyacını gidermektedirler. Onlar şöyle derler: 'Bizim bölümden bir delik delelim de üsttekilere eziyet etmeyelim.' Eğer üsttekiler, onlara ilişmez de onları serbest bırakırlarsa hepsi helak olur. Ellerinden tutup onlara engel olurlarsa onlar da kurtulur, kendileri de." (Buharî, Şerike, 6/2493; Tirmizî, Fiten, 12/ 2173)
Yolculuk şartlarındaki hassasiyetlerimizin canlı kalmasını Allah Teâlâ'dan niyaz ederim.
Nureddin YILDIZ
2011- Bayrampaşa