Kitap Hadislerle Müslümanın Edep ve Ahlakı, El Edebül Müfred
Yazar İmam-ı Buhari
Yayınevi Çelik Yayınevi
Tercüme Hanifi Akın
Kağıt Cilt Şamua - Ciltli
Sayfa Ebat 1.100 sayfa - 17x24 cm Büyük Boy
İmamı Buhari Hadislerle Müslümanın Edep ve Ahlakı Edebül Müfred kitabı nı incelemektesiniz.
Çelik yayınları El Edebül Müfred kitabı hakkında yorumları oku yup kitabın konusu, özeti, fiyatı, satış şartları hakkında bilgiyi geniş bir şekilde edinebilirsiniz.
Yaratan Rabbinin adıyla oku . O, insanı " alak " dan yarattı. Oku, Senin Rabbin en cömert olandır. Alak 1-2
ÇEVİRENİN ÖNSÖZÜ
"Edep" kelimesi, insanın diğer insanlarla olan münâsebetlerinde veya günlük hayatında güzel ahlâk ve vasıflara sahip olması anlamına gelir. Çoğulu, "Âdab"tır.
Seyyid Şerif, "et-Ta'rifât" adlı eserinde "edep" kelimesini; "bütün hatâ türlerinden kendisiyle korunulan şeyi bilmekten ibarettir" diye tarif etmektedir.
Edep, insanı ayıplanma ve kötülenme sebeplerinden koruyan nefsin köklü bir kuvvetidir. "Nefs Edebi" ve "Ders Edebi" olmak üzere ikiye ayrılan edep'in birincisi, acelecilik ve sinirlilik gibi doğuştan olan edep, ikincisi ise daha sonra elde edilen ve "mekârim-i ahlâk" (güzel ahlâk) olarak da isimlendirilen edeptir.
Ayrıca Münazara-Mübahase İlmi'ni içine alan bir edep türü daha vardır ki, âlimler bunu "Edeb-i Bahs" diye isimlendirirler. Edebin bu türü, ilmî tartışmalarda tarafların birbirlerine karşı gösterecekleri ahlâkî kuralları ihtiva etmektedir.
Kur'an-ı Kerim'de edep veya bundan türetilmiş herhangi bir kelime geçmez. Ancak dört ayette (Âl-i İmran, 3/11; el-Enfâl, 8/52,54; Mü'min, 40/31) "âdet, alışkanlık, eskilerin uygulamaları" anlamında de% bir ayette (Yûsuf, 11/47) aynı manada deeb, başka bir ayette de (İbrahim, 14/33) "sürekli" anlamında dâibeyn kelimeleri yer almaktadır.
Hadislerde ise hem edep ve hem de çoğulu âdâp ile aynı kökten fiil ve isimler kullanılmıştır.
En güzel ve hiçbir zaman eskimeyecek olan edep ve ahlâk, Kur'an'da öğretilen ve Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem)'in sünneti ile tatbik edilip yaşanan âdâptır.
Edep kelimesinin, nispeten maddî ve zâhirî durumları ifade eden ilk sözlük anlamlarıyla sonradan kazandığı ve daha çok dinî, ahlâkî ve nihayet edebî unsurlar ihtiva eden anlamları arasındaki ilişki, eski dilcilerin dikkatini çekmiştir. Nitekim Abdulkadir el-Bağdâdî (Hizânetül-Edep, IX, 432-433) nahiv, şiir vb. Arap ilimlerine "Ulûmu'l-edep", bu ilimlere sahip olan kişiye de "edîb" denilmesinin yeni bir gelişme olduğunu, bu ilimlerin İslam'dan sonra doğduğunu belirtir ve edebin İslâmî dönemdeki terim manasının ne şekilde oluştuğunu anlamaya imkan sağlayan açıklamalar yapar.
Hadis ilminde âdâp, "Câmi'" veya "Musannef' denilen ve belli konulardaki hadisleri ihtiva eden hadis kitaplarındaki ana konulardan biridir. Âdâp konusuna yeme, içme, konuşma, uyuma gibi günlük hayatın çeşitli safhalarında yapılan işlerde uyulması gereken ahlâkî kaidelere ait hadisler girer. "Sahîh-i Buhârî"de bu bahis, " Kitâbul Edeb " başlığı altında yer alır.
"Müslim'de ise aynı bölümün başlığı, "Kitâbu'l-Birr ve's-Sıla ve'l-Âdâb"dır. Âdâp konusundaki hadisler bazen Buhârî'nin "el-Edebü'l-Müfred"i gibi ayrı bir kitapta toplanır. Ayrıca Hadis Usulü'nde "Âdâbu't-Tâlib", "Âdâbu'ş-Şeyh", "Âdâbu'l-Muhaddis" gibi kavramlara ve bu kavramlarla ilgili açıklayıcı bilgilere yer verilir.
Fıkıh ıstılahına göre ise Edep, "Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem)'in sünnetine uygun olarak yapılan hareketlerdir." Daha geniş ifadesiyle Allah'ın ve Peygamber'in emir ve yasaklarına uygun biçimde hareket etmektir.
Âdâp fıkhî terim olarak ele alındığında 'sünnet-i gayr-i müekkede' hükmündedir. Onun için bu davranışta bulunana sevap yazılır, yapmayana ise günah yoktur. O yüzden âdâp bazen nafile, bazen müstehap, bazen mendup, bazen de tatavvu' ve fazilet kavramlarıyla eş anlamda kullanılır. Âdâp kuralları, Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) tarafından tavsiye ve teşvik edildiği için yapılan bu davranışa müstehap adı verilir. Yapıldığında bir sevap kazanmak söz konusu olduğundan buna mendup denir. Yapılırken bir zorunluluk olmadan yapıldığı için buna tatavvu' adı verilmiştir. Fıkhî bir terim olarak farz ve sünnetlerden sonra ibâdetlerin âdâbı anlamında bu anlamlarda kullanıldığı bilinmektedir.
Tasavvufun doğuş döneminden itibaren edep terimi önemle durulmuş, tanımları, yorumları ve tasnifleri yapılmıştır. İlk sûfilerden İbn Atâ edebi "hep güzel şeylerle birlikte olma", Abdullah b. Mübarek "kendini tanıma" şeklinde tarif etmişlerdir. (Kuşeyrî, er-Risâle, s. 559, 562). Ebu Hafs el-Haddâd tasavvufu tanımlarken onun edepten ibaret olduğunu söyler. Sûfiler, edebin tanımından çok gayesi, faydası ve çeşitleri üzerinde durmuşlardır. Sûfiler, tasavvufun genel esaslarına uygun olarak edebi, zahirî ve bâtınî olmak üzere ikiye ayırmışlardır. Zâhirî edep, beden ve şeriatla; bâtınî edep ise kalp ve Hak'la ilgilidir. Her ikisine de önem verilmekle birlikte esas olan, bâtınî edeptir. Bir çok hayır ve faziletin kaynağı olan edebe uygun davranış, tasavvufî hayatta çok geniş bir uygulama alanı bulmuştur. İlk sûfiler, câmiye girmenin edebinden helâya girmenin edebine kadar bütün davranışlarını belirli kurallar çerçevesinde düzenlemişlerdir. Daha sonra tarikatlar döneminde bu kurallar "âdâb", "âdâb ve usûl", "âdâb ve erkân" tabirleriyle ifade edilmiştir. Tasavvuf ve tarikat terbiyesinin amacı da, sâliki Hakk'a ve halka karşı hem zâhir ve hem de bâtın itibariyle edepli hale getirmektir. Sûfiler, zarafet ve nezaketin kaynağı olan bu anlayışı çok sık kullandıkları "Edeb yâhû!" sözüyle ifade etmişlerdir. Tasavvuf ve tarikat ehli arasında üzerinde durulan edep şekillerinin başlıcaları; müridlerin şeyhe, şeyhin mürid-lere karşı göstermesi gereken edep; müridlerin kendi aralarında uymaları gereken edep; sohbet, sefer, sofra, evlenme, fakirlik ve zenginlik âdabı; tarikata girme, hırka giyme, tekke, semâ, devrân ve zikir âdâbı; inzivâ ve çile âdâbı; uyku âdâbı; kabir ve türbe ziyaretinin âdâbı şeklinde sıralanabilir.
Edep, insanlara karşı biitün davranış ve muamelelerinde terbiyeli ve ahlâklı olmaktır. Selâm vermek, güler yüz göstermek, tırnak kesmek, sakal bırakmak gibi nice İslâmî edebler vardır ki, bunlar Hz. Peygamber'in birer sünneti olduğu gibi, daha önce geçen peygamberlerin de sünnetidir.
Rivayetlerle sabit olan edep ve güzel ahlâk hakkındaki Peygamberi emirler bütün ümmeti ilgilendirdiği için edep verme ve terbiye etme konumunda olan her kişinin bu emirleri önce şahsında tatbik etmesi, daha sonra da terbiyesi altında bulundurduğu kişileri bu güzel ahlâk ile ahlâklandırmaya çalışması gerekir. "Ey inananlar! Nefsinizi ve ehlinizi tutuşturucusu taşlar ve insanlar olan ve kâfirler için hazırlanmış bulunan Cehennem ateşinden koruyunuz" (et-Tahrim, 66/6) buyuran Yüce Allah hem nefsimizi ve hem de elimiz altında yetiştirmekle mükellef bulunduğumuz çoluk çocuğumuzu Allah ve Peygamberi'nin razı olduğu güzel ahlâk ile ahlâklandırarak bu suretle Cehennemin azâbından korumamız gerektiğini ifade etmiştir.
Her insan, elinin altında bulundurduğu kimselerin her türlü hak ve hukukundan eğitim ve öğretiminden, terbiyesinden, sorumludur. Anne-babanın çocuk üzerindeki eğitiminin önemi hakkında Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem): "Her doğan çocuk İslâm fıtratı üzere doğar. Bundan sonra anası, babası onu Yahudi yaparlar, Nasrânî yaparlar, Mecusî yaparlar. Nitekim hayvan, derli toplu bir hayvan olarak doğurulur. Siz kusursuz doğan bu hayvan yavrularının içinde kulağı, dudağı, burnu, ayağı, kesik olanını hiç görüyor musunuz?" (Müslim, Kader 25) buyurmuştur. Hadisi rivayet eden Ebu Hureyre devamla: "İsterseniz şu âyeti okuyunuz: "O halde sen yüzünü bir muvahhîd olarak dine, Allah'ın o fıtratına çevir ki, insanları bunun üzerine yaratmıştır..." (er-Rûm, 30/30)' dedi. Zikredilen bu âyet ve hadis, insanın fitraten temiz ve saf olduğunu, ahlâkın en güzeli olan İslâm'ı kabule kabiliyet ve istidatlı bulunduğunu ortaya koyar. Ancak, insana verilen yanlış bir eğitim onu kötü ahlâk sahibi ve inançsız bir insan durumuna getirir. Bu nedenle çevrenin ve ebeveynin çocuk üzerindeki te'dib terbiyesi tartışılmayacak kadar önemlidir. (Müslim, Kader 22) Allah insanı fitraten temiz yarattığı halde onun fıtratına uygun edebi verme işini babaya havale etmiştir. Babanın evlâda en güzel ve kalıcı hediyesi, onu iyi terbiye etmesidir. Terbiye edilmiş sâlih bir evlâd ölümünden sonra da baba için hayırlı amellerin yazılmasına sebep olur.[1]
II. (VIII.) yüzyıldan itibaren yazılmaya başlanan edep kitaplarında bu terimin iyi bir eğitimle kazanılmış karakter disiplini, takdire değer hareketler, toplum içinde çeşitli kesimlerin birbirlerine karşı takınmaları gereken ve daha sonra "âdâb-ı muaşeret" denilecek olan medenî ve ahlâkî davranış tarzları ve bu hususlarda gerekli olan pratik bilgiler hakkında kullanıldığı görülür. Bu şekilde edep, genellikle "ilim" ana başlığı altında anılan şer'î ilimlerden ve bu ilimlerin
konusu olan ibadet yahut muamelât gibi uygulamalardan farklı olarak geniş ölçüde ahlâkî ve sosyal içerikli bir kavram haline gelmiştir. Nitekim ilimle edep arasındaki bu kapsam farkına sonraki bazı müellifler de işaret etmişlerdir. Meselâ Tehânevî, "Edep örfî, ilim şer'î-dir; birincisi dünyevî, ikincisi dinîdir" der (Keşşaf, "Edep" md.).
Terimin böyle bir muhteva kazanmasında II. (VIII.) yüzyıldan itibaren Grek, Hint ve bilhassa İran gibi İslâm dışı kültürlerden aktarılan bilgilerin, başta Abdullah b. Mukaffa' olmak üzere İran asıllı yazarlara ait eserlerdeki edep ve hikmet unsurlarının önemli ölçüde tesiri olmuştur. Nitekim İbnü'l-Mukaffa'ın "el-Edebü'l-Kebîr" ve "el-Edebü's-Sağîr" adlı risaleleri, İslâm kültür tarihinde "edep" başlığı altında yazılmış ilk eserler olup kişinin başarılı ve mutlu olabilmesi, başkalarıyla sağlıklı ilişkiler kurabilmesi için faydalı öğütler veren ve umumiyetle iyi bir ahlâk eğitimini amaçlayan bilgiler ihtiva eder. Aynı müellif "el-Edebü'l-Veciz"de ve "Kelîle ve Dimne" adlı ünlü tercümesinde, diğer ahlâkî konular yanında bilhassa hükümdar-halk ilişkisinin ne tarzda sürdürülmesi gerektiğine dair görüşleriyle daha sonra "Âdâbü'l-mülûk", "Âdâbü'l-vüzerâ", "Siyâsetnâme" gibi başlıklarla teşekkül edecek bir ahlâk-edebiyat türünün hazırlayıcısı olmuştur.
Arap-İslâm literatürü yanında yabancı kültürlerden, özellikle İran edebiyatından nakledilen malzemelerle beslenen III. (IX.) yüzyıl edep literatürünün en büyük temsilcisi Câhiz'dir. Câhiz ve onun öğrencisi olmuş yahut eserlerinden faydalanmış olan Ebû Hayyân et-Tevhîdî, Ebû Ali et-Tenûhî gibi ediplerin geliştirdiği edep literatürü özellikle entellektüel kesim için renkli ve ilgi çekici bir bilgi alanı haline geldi. Bu alan saf ilimden çok bütün nitelikleri, duyguları, davranışları, kendisini kuşatan maddî ve manevî değerlerle insanı merkez alan bilgi ve hikmeti kapsar. Böylece gelişen edep kültürünü her seviyedeki insana hitap eden ahlâkî-edebî hikmetler; seçkin ve münevver zümrelerin duygu, düşünce ve hayat tarzlarına güzellik ve incelik kazandıran kültürel edep; yöneticilerle diğer üst kademelerdeki meslek erbabının yönetim ve meslekleriyle ilgili kuralları, âdâp ve erkânı, özel davranış tarzlarını gösteren kılavuz kitaplar şeklinde üç bölüme ayırmak mümkündür.
III. (IX.) yüzyılda edebin bu türleriyle ilgili eser veren ve en az Câhiz kadar edep literatürüne hâkim olan diğer önemli bir müellif de, İbn Kuteybe'dir. Onun "Uyûnü'l-Ahbâr"adlı eseri İslâm edep ve ahlâk kültürünün her seviyedeki insana hitap eden en eski ve en zengin kaynaklarındandır. Aynı müellifin dil ağırlıklı "Edebü'l-kâtib" adlı eseri, üst kademelerdeki devlet memurları için yazılmış eserlerin ilki ve en geniş kapsamlı örneği olup bu türde "Edebü'l-vüzerâ", "Edebü'n-nedîm", "Edebül-kazâ" veya "Edebü'l-kâdî", "Edebü'l-müftî", "Âdâbü'l-mülûk", "Âdâbü's-siyâse" gibi başlıklar taşıyan eserlerin telifi sonraki yüzyıllarda da sürdürülmüştür.
Yine bir III. (IX.) yüzyıl müellifi olan İshak b. Ali er-Ruhâvî'nin "Edebü't-tabîb", edep kavramının daha o dönemlerde meslek ahlâkını da ifade etmek için kullanıldığını göstermesi bakımından önem taşır.
Edep terimi erken dönemlerden itibaren dinî literatürde de geniş bir kullanım alanı bulmuştur. Buhârî'nin "el-Câmi'u's-Sahîh"inin bir bölümü "Kitâbü'l-Edeb" başlığını taşır. Yine onun, özellikle geniş anlamda ahlâka dair derlediği hadis ve haberleri ihtiva eden eserinin adı, "el-Edebü'l-Müfred"dir.
Ahmed b. Hüseyin el-Beyhakî'nin "el-Âdâb"[2] adlı eseri de ahlâk ve muaşeret konularına dair hadislerden oluşur.
Diğer birçok hadis mecmuasında da edep bölümleri bulunmaktadır. Hz. Peygamber'in sünnetinde müekked ve zevâid sünnet dışında kalan davranışlar fıkıh literatüründe genel olarak edep terimiyle ifade edilmiş olup fıkıh kaynaklarında ait olduğu konunun farz, vacip ve sünnetlerinden sonra "âdâb" başlığı altınca ele alınmıştır.
Dinî-ahlâkî mahiyetteki edep kitaplarının en dikkate değer olanlarından biri, "Edebü'l- vezir" ve "et-Tuhfetü'l-mülûkiyye fi'I-âdâbi's-siyâsiyye" başlıklı iki eser daha yazmış olan Ebü'l-Hasan el-Mâverdî'nin "Edebü'd-dünyâ ve'd-dîn" adlı eseridir. Giriş mahiyetindeki bir bölümle "Edebü'l-İlm", "Edebü'd-dîn", "Ede-bü'd-dünyâ" ve "Edebü'n-nefs" bölümlerinden oluşan eser, dinî ve din dışı konulardaki edep kültürünün en olgun ürünlerinden biridir.
Ancak, gerek ilmî ve fikri bakımdan gerekse sistematik yönden bu alanın en değerli örneği, Gazzâlî'nin "thyâ'u Ulûmi'd-Din"idir. Eserde, öğrenci-öğret-men münasebetleri, ibadetler, dua ve Kur'an okuma gibi dinî faaliyetlerin manevî ve ahlâkî cephesi, yeme-içme, evlenme ve aile hayatı, iş hayatı, uzlaşma (ülfet), kardeşlik, muaşeret ve arkadaşlık gibi sosyal ilişkiler: uzlet, sema ve vecd gibi tasavvufi hal ve hareketler "Adâb" ana başlığı altında incelenmiş ve bu suretle edep terimine dinî, dünyevî, tasavvufi, ahlâkî ve sosyal uygulamaları sistema-tize eden ilke ve kuralları içine alacak şekilde kapsam zenginliği kazandırılmıştır.
Edep terimi "gelenek, görenek, ahlâk" gibi ilk anlamları yanında İslâm kültürünün tarihî gelişimi içinde çeşitli mevkiler, meslek ve sanatlar; eğitim ve öğretim; tasavvuf ve tarikat; ilmî araştırma ve tartışmalar: ibadet dua ve Kur'an okuma gibi dinî faaliyetler; yeme içme, giyim kuşam, temizlik vb. günlük meşguliyetler; her türlü sosyal ilişki ve hayatın diğer bütün alanlarına dair bilgiler ve en uygun davranış tarzları için kullanılan son derece geniş kapsamlı bir terim haline gelmiştir. Şüphesiz bütün bu konularda en ideal örnek Hz. Muhammed (sallallahu aleyhi vesellem) kabul edildiği için İslâm ahlâk ve edep literatürüne giren eserlerin çoğunda "Âdâbü'n-nebî" veya benzer başlıklar altında Hz. Peygamber'in ahlâkî kişiliği ilk örnek olarak sunulmuştur.
Edep kavramı baştan beri ahlâkî-dinî kurallar, gelenek ve görenek, muaşeret kuralları gibi anlamları yanında aydın olabilmek için gerekli bilgileri ve genel kültürü ifade eden bir terim olarak da kullanılmış, bu şekilde özellikle Arap-İs-lâm kültüründe edebin Türkçe'deki "edebiyat", Batı dillerindeki "litterature" anlamında kullanımı giderek yaygınlık kazanmıştır. Nitekim bugün Arapça'da edebiyat için sadece edep kelimesi kullanılmaktadır.
Edep kavramı zaman içerisinde kazandığı çeşitli anlamlarıyla Türk-İslâm kültür tarihine de girmiş, ayrıca Batı dillerindeki "litterature"ün karşılığı olarak XIX. yüzyıla kadar edep, ilmü'l-edeb veya ulûm-i edebiyye tabirleri görülürken bu yüzyılın sonlarından itibaren edebiyat kelimesi kullanılmaya başlanmıştır.[3]
Ahlâk, "hulk" kelimesinin çoğuludur ve Arapça bir kelimedir. Huy, tabiat anlamında kullanılır. İnsanın yaradılışından gelen ve toplum içinde yaşanarak kazanılan iyi ve güzel huylar, insanın yaradılışından gelen bu hususiyetler, Kur'an'ı Kerim ve Sünnet'te sınırları çizilen, insanların iyiliğini ve mutluluğunu hedef alan kaidelerin hayata geçirilmesiyle kazanılan iyi ve güzel davranışların bütünü. Zıddı, ahlâksızlıktır.
Ayrıca kusurları bağışlamak her işi güzel bir niyetle ve saf bir kalp ile yapmak, işlerinde doğruluktan ayrılmayıp dirayet ve akıl dairesi içinde yürütmek, büyüklerin dine uygun emirlerine itaat etmek, halkın itimadını ve güvenini kazanmak, her işte aşırı gitmemek, münasip kişilerle güzel bir surette görüşüp konuşmak, kendisine emânet edilen sırlara ve eşyaya hainlik etmemek, zulümden uzaklaşarak insafla hareket etmek, insanlara karşı mütevazi olmak, sözünde durarak ahdine vefa göstermek, ihtiyaç sahiplerine karşı cömertçe davranmak, insanlar hakkında daima iyi zan beslemek, lüzumsuz ve kalb kırıcı sözlerden sakınmak, her yaptığı işi hakkaniyet ölçüleri içinde yapmak, kızgınlık ve şiddetten sakınarak yumuşak huylu olmak, namusu, haysiyeti ve mukaddes değerleri korumak, daima hayır ve iyilik yolunu tutmak, dostluğa önem vermek, hakkına razı olmak, vaktini boşa geçirmeden çalışmak, korkaklığı terk ederek yiğit ve cesur olmak, yapılan iyiliklere karşı teşekkür etmek, şehevî duygularına hakim olmak her türlü belâ ve musibetlere sabretmek, bir işte azim ve sebat sahibi olmak, günahlardan kaçınmak, herkesin mertebesini bilip hakkında ona göre muamele etmek, kanaat sahibi olmak, şaka ve nüktelerinde bile ahlâk dışı olmamak, başkalarını kötülemekten kaçınmak, kendini yüksek görmemek, içi başka dışı başka olmamak, insanlığa ve inançlarına uygun olan her şeyi yapmak, bu işi yapmadan evvel o işin ehli ile istişare'de bulunmak, yaptığı iyilikleri başa kakmamak, ağır başlı ve vakur olmak, koğuculuk yapmamak gibi güzel meziyetler insanlar arasında saygınlık ve muhabbet doğurur. Bunlara riayet etmek İslâm'ın ortaya koyduğu muaşeret âdâbındandır.[4]
Kâinatı en mükemmel bir düzen ve intizam üzere yaratan Allah, yaratıkları içinde insanı en güzel bir biçimde yaratmıştır (et-Tîn, 95/4). Diğer yaratıkları da onun istifadesine vermiştir. Böylece insanı âlem için hâkim duruma getirerek onu muhatap ve mükellef kılmıştır. Peygamberleri vasıtasıyla saadet yollarını göstermiş, iyi ve güzeli, kötü ve çirkini öğretmiştir. Her şeyi mükemmel olarak yaratan Allah, insanlara da kendileri için en doğru olan yaşayış ve hareket yollarını bildirmiştir. Dolayısıyla Allah'ın bize öğrettiği edep ve ahlâk, değişmeyen en güzel ve doğru ahlâktır. Bu ahlâkı en güzel şekilde yaşayan da Hz. Peygamberdir (sallallahu aleyhi vesellem): "Gerçekten sen, çok büyük bir ahlâk üzeresin" (el-Kalem, 68/5) âyeti ile Allah'ın iltifatına mazhar olan Hz. Peygamber kendi hakkında "Ben, ahlâkın güzelliklerini tamamlamak için gönderildim" (Muvattâ', Husnü'l-Hulk, 8) buyurmuş ve Kur'an'dan ibaret olan güzel ahlâkını hayatında yaptığı tatbikatı ve tavsiyeleri ile ümmetine tebliğ etmiştir. "Onun şahsında Allah'ı ve Âhiret gününü umanlar ve Allah'ı çokça hatırlayanlar için güzel edep ve ahlâk numûneleri vardır" (el-Ahzâb, 33/21).
Her konuda olduğu gibi, güzel ahlâk konusunda da örneğimiz olan Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) ahlâkça insanların en güzeli idi. Peygamberimiz "güzel ahlâk"ı tarif ederken şöyle buyurmuştur:
"İyilik, güzel ahlâktır. Fenalık da, kalbin yatışmadığı ve halkın duymasını hoş görmediğin şeydir" (Müslim, Birr 14-15 (2553)).
"İnsanların en hayırlısı, ahlâkça en güzel olanıdır" (Buhârî, Menakıb 23, Fezailu'l-Ashab 27, Edeb 38, 39; Müslim, Fezail 68 (2321) ).
"Kıyamet günü müminin mizanında gü/.el ahlâktan daha ağır bir şey bulunmaz ve her halde Allah, çirkin ve kötü sözlü kimseyi sevmez" (Ebu Dâvud, Edeb 7 (4799) )•
"İmanı en olgun kimseler, en güzel ahlâklılardır. En hayırlılarınız, kadınlarına hayırlı olanlardır" (Tirmizî, Radâ' 11 (1162)).
"Bir mümin güzel ahlâkıyla gece ibâdet eden, gündüz oruç tutan kimselerin derecelerine erişir" (Ebu Dâvud, Edeb 7 (4798) ).[5]
"el-Edebü'l-Müfred" Adlı Eser:
"el-Edebü'l-Müfred" isimli kitap ise Buhâri'nin (ö. 256/870) ahlâka dair hadisleri topladığı eserdir.
"eZ-Câmiu's-Sahîh"teki "Kitâbü'l-Edeb" bölümünde güzel ahlâka ve görgü kurallarına dair hadislerden 249'unu 128 babda toplayan Buhârî, "el-Edebü'l-Müfred"de 1329 (veya 1322) ahlâk hadisini 644 bab altında bir araya getirmiştir. Yarıya yakın kısmını el-Câmiu's-Sahîh"inin "Kitâbü'l-Et'ime", "Kitâbü'l-Eşribe" ve "Kitâbü'l-Libâs" gibi edep ve ahlâk konularıyla ilgili bölümlerinde de zikrettiği bu hadislerin 63 dışında hepsinin Kütüb-i Sitte'de mevcut olması, müellifin "el-Edebü'l-Müfred"deki hadisleri de titizlikle seçtiğini göstermektedir. Nitekim İbn Hacer el-Askalânî, bu esere Buhâri'nin "es-Sahîh"i dışındaki kaynaklardan alınan hadislerin, sağlamlık bakımından Müslim'in "el-Câmiu's-Sahîh'i kadar olmasa bile diğer Kütüb-i Sitte mecmualarındaki rivayetlerden daha güvenilir olduğunu belirtmektedir.