Kitap Hani Din Hepimizindi
Yazar Nureddin Yıldız
Yayınevi Tahlil Yayınları
Kağıt Cilt 2.Hamur - Karton Kapak Cilt
Sayfa Ebat 280 sayfa , 13,5x19,5 - Roman Boy
Yayın Yılı 2018
Tahlil Yayınları Hani Din Hepimizindi kitabı nı incelemektesiniz.
Nurettin Yıldız Hani Din Hepimizindi kitabı hakkında yorumları oku yup kitabın konusu, özeti, fiyatı, satış şartları hakkında bilgiyi geniş bir şekilde edinebilirsiniz.
Yaratan Rabbinin adıyla oku . O, insanı " alak " dan yarattı. Oku, Senin Rabbin en cömert olandır.
Müslümanlığımızla iftihar etmekle, Müslümanlığımıza hizmet etmek arasında bağ kurulurken, biri hepimizin diğeri ise din görevlilerinin görevi olarak algılanmamalıdır.
Bize ikramı Cennet olan dinimize hizmet etmek; onu yaşamak ve yaymak, uğrunda fedakarlık yapmakla mümkündür.
Din konuşurken akla sadece Cami ve cami görevlilerinin gelmesi, düzeltilmesi gereken bir yanlıştır.
Önemli kavramlardan başlayarak, bu yanlışı düzeltmeliyiz.
Din hepimizindir.
Ona hizmet etmek de hepimizin görevi.
Önsöz
Sorunsuz bir dünyada yaşama arzusu hayaldir. İnsan sıkıntılar içinde yaratılmıştır; öyle yaşayacaktır. Dostun ve düşmanın, sıhhat ve hastalığın, hayat ve ölümün aynı
çizgide durduğu bir meydanda yaşamak zorundayız. Sorunlarımızı yok saymamız da akıllı bir çözüm değildir.
Gerek mü'min olmamızdan ve gerekse insan olmamızdan kaynaklanan sorunlara karşı en makul çözüm, sorunların altında ezilmeden yaşamayı becerebilmektir.
Mü'min olarak önümüze çıkan sorunlar, engeller bizim için imtihan olduğuna göre ezanla beraber namaza davet edildiğimizdeki hâleti ruhiyemiz, sorunlar anında da bizimle beraber olmalıdır.
Sorunlarımızı tanımamız önemli bir adım olacaktır. Onun ardından da izleyeceğimiz siyasetimiz bizi rahatlatacaktır.
Nerede ne yapabileceğimizden önce, neyin neden karşımıza çıktığını bilmemiz gerekmektedir.
Müslümanlar olarak bugün bizi bunalttığını düşündüğümüz sorunları bu zaviyeden görmeyi becerebilsek, bunalmadan yolumuza devam etme fırsatı yakalamış olacağız.
Allah Teâlâ, kuluna kaldıramayacağı bir yük yüklemez. Kul, neyi nerede, nasıl yapacağını bilemediği için bunalır.
İnsan olarak baktığımızda da aynı şeyleri söyleyebiliriz. Çocuk büyütmekten, gelişmiş insanlarla olan ilişkilerimize kadar hayata ait ne varsa o, bizim altından kalkamayacaklarımız arasında değildir.
Bakışımız ürkek bir bakış olduğu için bunaldığımız sıkıntılarımız, sabrı devreye sokamadığımız için ezildiğimizi vehmettiğimiz yükler, esasen bir kazanç kaynağı olarak önümüze konmuştur.
Olaylara mü'min gözüyle bakmayı, alternatif düşüncelere açılmayı denemek istiyoruz. Hasbihalimiz bunun üzerinedir.
Nureddin YILDIZ
Bayrampaşa-2009
Hani Din Hepimizindi?
Aynı kelimeyle -Lailahe illellah- müntesibi olduk bu dinin. Aynı cenneti umuyoruz. Aynı ibadetleri eda ediyoruz. Kıblemiz, amelimiz aynı. Beklentilerimiz, tesellimiz aynı. Sevinirken aynı şeylere seviniyor, kahrolurken aynı şeylerden kahroluyoruz.
Din için çalışmaya gelince neden bir kısım insanların adı 'din adamı'oldu? Onlar din için çalışıyorsa diğerlerinin çalışmaları din dışı mı? Hani din hepimizindi?
Din bizim, dinin yükü de bizimdir. Afrika'daki bir insanın, misyonerlerin elindeki bisküvi kutusu karşılığında İslam'dan çıkıp Hıristiyan olması gerçekten bizi üzüyorsa, bu dinin yükünün bizim de yükümüz olduğunu kabul etmemiz gerekiyor.
Yeni Müslüman olduğunu duyduğumuz bir Almanyal'nın haberi bizi sevindiriyorsa, bu dinin yükü bizim de yükümüz demektir. Kabe'si, Kudüs'ü bizim olduğuna göre dertleri de bizimdir.
Hocaları, müezzinleri yine çalışsın. Onlar sabit bir görevi icra etsinler; ama din bizim dinimizdir; ona davet etmek, ondan sıkıntıları uzaklaştırmak hepimizin görevidir. Namaz kıldığımız caminin temizliği, bakımı, namaz kılan herkesin görevidir. Ezan herkesin ezanıdır. Müezzin ezan görevlisidir; ama hepimiz ezan okuruz, hepimiz 'Allah en büyüktür!' demekten daha onurlu bir iş görmeyiz.
Çocuğumuza Kur'an'ı yine imam öğretsin. Ama çocuklarımızın hocası, mürebbisi olmak, onları iyi bir mü'min olarak yetiştirmek hepimizin görevidir. Hepimiz çobanız, güttüklerimizden mesulüz. Hepimiz öğretmen, hepimiz imam, hepimiz müezzin, hepimiz mürebbiyiz.
Diploma, yetki belgesi gerekmez. İmanımız var ya! Bilmediğimize karışmaz, iyi bildiklerimizi yayar ve uygularsak yetkili kılınmış oluruz. Muhakkak bildiklerimiz de vardır.
Abdest biliyoruz ya onu öğretiriz. Alkolün haram olduğunu biliyoruz ya onu öğretiriz. Zulmün haram olduğunu biliyoruz ya onu engelleriz. Mü'mine yardım etmenin iman gereği olduğunu biliyoruz ya onu yaparız.
Şart mı bunlar için hoca olmak, devletten yetkili olmak. Dinini yayması için bir Müslüman, Müslüman olurken verdiği sözle yetkilendirilmiş değil midir? Cihad bu değil mi? Cihad, herkese farz değil mi?
Şu Ashabı Anlayabilsek!
Müslüman olduktan bir saat sonra Allah'a davete çıktılar. Sanki özel yoğunlaştırılmış bir kurs görmüş gibi yollara düşme cesareti buldular kendilerinde. Kimi bir hafta kaldı Suffa'da. Sonra bildiğini öğretmek üzere köyüne döndü.
Ebu Zer radıyallahu anh, bir elin parmak sayısı kadar bile olmadıkları bir zamanda iman etti. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ona köyüne dönmesini, gerektiğinde onu çağıracağını söyledi. Gitmedi.
İmanını müşriklere haykırmadan dönmeyeceğini söyledi. Dediğini de yaptı. İmanından bir gün geçmeden ne biliyordu, ne yayacaktı? Zaten din adına neler inmişti ki? Ama Ebu Zer radıyallahu anhın imanı ve heyecanı tamdı. İman etmeyi bir nimet görüyor, nimetin karşılığı olarak da imanına hizmet etmesi gerektiğine inanıyordu.
Ashap, yetkilendirilmeyi, uzmanlaşmayı bekleseydi İslam kaç asırda yirmi üç yılda geldiği noktaya gelirdi acaba? Uzmanlık aramadılar, ihlasla yetindiler. Çok bilmeyi değil, bildikleriyle amel etmeyi yeğlediler.
Kendilerini yetersiz görmediler, dinleri için yapabilecekleri bir işin muhakkak bulunduğuna inandılar. Kadınları da öyle inandı erkekleri de... Hiçbir iş yapamayacak bir zenci kadın, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin mescidini süpürmeyi düşündü. Dini için verebileceği bir şeyi olmadığını gören dul bir kadın, on yaşında biricik yavrusunu Peygamber sallallahu aleyhi ve selleme hizmetçi olarak verdi.
Nasıl bir Müslüman, dini için bir şey yapamayacağını düşünebilir, yapılacak onca iş varken?
Bir Kere Değil, Yaşadıkça Hizmet Gerekir
Mü'min olarak yaşadığımız sürece iman davamıza hizmet etmek şarttır. Ramazanlarda, bayramlarda, depremlerde, mahalleye cami yapılırken, Afrika için kampanya açıldığında hizmet etmek, bir şeyler yapmak mevsimliktir.
Kendisi mevsimlik olmayan dinin hizmeti de mevsimlik olmaz. Din ebedidir, hizmeti de ömür boyu sürmelidir.
Ne zamanla ne mekânla kuşatılamayız. Nerede Allah'a iman eden bir mü'min olarak nefes alıyorsak, iman nimetinin şükrü gereği orada hizmet edecek bir şey bulabiliriz. Gece veya gündüz, zor veya kolay seçme hakkımız yoktur.
Elbette Allah kuluna katlanamayacağı bir şey yüklemez. Elbette takatimizle sınırlıyız. Beş yıl, on yıl diyemeyiz. Dokuz yüz elli yıl çalıştığı hâlde bıkmayan, usanmayan var.
Acılar gözümüzden yaşlar akıtır; ama bizi hizmetten alıkoymaz. Acımızdan kıvranır, davamızla yaşarız. Yaramızla ölür gideriz, davamıza hizmeti son nefesimizde gündemimiz yaparız.
İşimizden emekli olabiliriz, tarlamızı çocuklarımıza bırakıp bir kenara çekilebiliriz, davamızdan, dinimize hizmetten bir nefes ayrılamayız. Becerebildiğimiz her ne ise onu yaparken ölmeyi temenni ederiz Allah'tan.
Görev Kimin?
Hocalar, vakıflar, dernekler, cemaatler değil mü'minler sorumludur. Cennete girmenin bedeli imansa, o bedeli hazırladığını söyleyen herkes görevlidir.
Hocalara savarak kurtulamayız. Hocalar o büyük görevin bir parçasından sorumludurlar. Din namaz kılmaktan ibaret değil, tebliğ sadece ezan değil, mesele sadece çocuklara Kur'an öğretmek değil!..
İş çok, görev çok!
Bilgisizlik özür değil; çünkü sadece bildiklerimizden sorumluyuz. Bildiğimizi, uygun bir şekilde tatbik etsek yetecek. Herkesin biraz bildikleri toplandığında, öbür taraftaki ihtiyaca bakıldığında çok şey çıkar ortaya.
Neler Yapabiliriz?
Ne işe yarayacağımızı test ederek işe başlarız; çalışan, hizmet eden birinin istişaresine önem veririz.
Şuurumuzu ve heyecanımızı artıracağımız birlikteliklere katılabiliriz; öbürlerinin propagandası altında erimemenin çarelerini deneriz.
Dinimizi, bir köşesinden değil tamamından görmeyi hedef biliriz.
Malımızı kullanarak katkıda bulunabiliriz. Bedenen destek olabiliriz.
Dua edebiliriz.
Bulunduğumuz konumumuzun, malımızın ve sözümüzün, öbürlerine destek olmamasına dikkat edebiliriz.
Çocuklarımızı iyi yetiştirebiliriz; bu yetiştirmeyi diploma sahibi olmaları şeklinde daraltmayız.
Kur'an'ımızın yayılması için bir hizmet türüne katkıda bulunabiliriz.
Düğünümüzü, pikniğimizi, toplantımızı, gezimizi hizmetle iç içe yapabiliriz.
Evlerimizi koruma altına alabiliriz.
Gerçek Şu ki,
Yapacak çok işimiz var. İşimiz kadar hacmimiz de var. Aynı işleri yapmak zorunda değiliz. Kimimiz Ömer olur adalete hizmet ederiz, şecaatle dolarız. Kimimiz Ali olur, ilim dolarız. Kimimiz Hassan olur şiirimizi dinimize hizmet ettiririz. Kimimiz elimize süpürge alır, bir mescidi temizleriz. Kimimiz, bir hizmet edene hizmet eder, desteğe destek oluruz.
Uyumanın ve gafletin dışında her şey bize uygundur. Öyle olmasaydı Allah bize bu yükü yüklemezdi.
Cafer bin Ebi Talib radıyallahu anh
On bir yıl sürgünde kaldı. Mekke'yi ve yakınlarını özledi. On bir yıl sonra, Hayber'in fethinde Medine'ye döndü. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, Hayber'in fethinden dolayı çok sevinçliydi. Cafer'in döndüğünü görünce sevinci arttı. O kadar sevindi ki, 'Hayber'in fethine mi Cafer'in avdetine mi sevineceğini 'şaşırdı. Cafer de elbette sevinçliydi.
Sonra ne oldu?
Cafer'le baş başa on bir yıl ayrı kalmanın hasretini mi giderdiler?
Cafer'in döndüğü günlerde Rumlar tarafından İslam tehdit ediliyordu. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem de onların üzerine bir ordu gönderecekti. Cafer, hazırlanan ordunun ikinci komutanı olarak tayin edildi. Yola çıktı. On bir yıl hicret diyarında yaşadığı gariplikten, yakınlarına hasretinden sonra yola çıktı. Mûte'ye çıktılar.
Şiddetli bir savaş başladı. Cafer ikinci adamdı. Birinci adam, şehit düştü.
Cafer ordu komutanı olarak öne atıldı. Sancak elindeydi. Bir kolu koparıldı, sancağı diğer eline aldı. O da koparıldı. Üzerine mızrak, ok yağdı.
Savaştan sonra üzerinde doksandan fazla kesik ve delik bulundu. Ama hiçbiri sırtından değildi. Bütün yaraları ön tarafından almıştı.
Çünkü Cafer radıyallahu anh, hiç geri bakmadı, düşmanlar onun sırtını hiç göremediler. Hep atıldı, hep ileri doğru yürümek istedi.
İlk iman edenlerdendi. İlk işkencelere muhatap oldu. Dini için hicret etti. Gurbet acılarını içine gömdü. Medine'ye döndüğünde, Müslümanların Hayber'i fethi gerçekleşmişti. O fetihten sonra da kıtlık kalktı. Müslümanların karnını doyuracakları kadar yiyecekleri olmuştu. Ama Cafer'e yeni bir hizmet kapısı açılmıştı. 'Daha dün geldim ben, gençler gitsin!' demedi. Kanatlandı ve yola çıktı. Uçtu. O uçuşla cennete kadar uçtu.
Allah ondan razı olsun.