Kitap Hanımlar Rehberi, Cep Boy
Yazar Bediüzzaman Said Nursi
Yayınevi RNK Neşriyat
Kağıt Cilt 2.Hamur - Karton Cilt
Sayfa Ebat 157 sayfa - 8x14 cm - Cep boy
Yayın Yılı 2015
Bediüzzaman Said Nursi RNK Neşriyat, Hanımlar Rehberi kitabı nı incelemektesiniz.
Üstad Bediüzzaman Hanımlar Rehberi kitabı hakkında yorumları oku yup kitabın konusu, özeti, fiyatı, satış şartları bilgiyi geniş bir şekilde edinebilirsiniz.
Yaratan Rabbinin adıyla oku . O, insanı " alak " dan yarattı. Oku, Senin Rabbin en cömert olandır. Alak 1-2
Ben, bu seksen sene ömrümde, seksen bin zatlardan ders aldığım halde, kasem ediyorum ki en esaslı ve sarsılmaz ve her vakit bana dersini tazeler gibi merhum validemden aldığım telkinat ve manevî derslerdir ki o dersler fıtratımda, âdeta maddî vücudumda çekirdekler hükmünde yerleşmiş. Sair derslerimin o çekirdekler üzerine bina edildiğini aynen görüyorum. Demek, bir yaşımdaki fıtratıma ve ruhuma, merhum validemin ders ve telkinatını, şimdi bu seksen yaşımdaki gördüğüm büyük hakikatler içinde birer çekirdek-i esasiye müşahede ediyorum.
Ehl-i îman âhiret hemşirelerim olan kadınlar tâifesi ile bir muhâveredir.
Bazı vilâyetlerde tâife-i nisâdan samimî ve hararetli bir surette Nurlar'a karşı alâkalarını gördüğüm ve haddimden pek ziyade, onların Nurlar'a ait derslerime iti-madlarını bildiğim sıralarda, mübarek İsparta'ya ve mânevî Medresetü'z-Zehra'ya üçüncü defa geldiğim zaman işittim ki; o mübarek âhiret hemşirelerim olan tâife-i nisâ, benden bir ders bekliyorlarmış. Güya vaaz suretinde câmilerde onlara bir dersim olacak. Halbuki, ben dört beş ve-cihle hastayım. Ve hem perişan, hatta konuşmaya ve düşünmeğe iktidarsız bulunduğum halde, bu gece şiddetli bir ihtar ile kalbime geldi ki:
Madem on beş sene evvel gençlerin istemeleriyle "Gençlik Rehberi"ni onlar için yazdın ve pek çok istifade edildi. Halbuki, hanımlar taifesi, gençlerden daha ziyade bu zamanda öyle bir rehbere muhtaçtırlar.
Ben de bu ihtara karşı, gayet perişan ve za'f ve aczimle beraber "Uç Nükte" ile gayet muhtasar bazı lüzumlu maddeleri, o mübarek hemşirelerime ve manevî genç evlatlarıma beyan ediyorum:
BİRİNCİ NÜKTE: Risale-i Nur'un en mühim bir esası şefkat olmasından, nisâ taifesi şefkat kahramanları bulunmaları ci-hetiyle daha ziyade Risale-i Nur'la fıtra-ten alâkadardırlar. Ve -Lillâhilhamd- bu fıtrî alâkadarlık çok yerlerde hissediliyor. Bu şefkatteki fedakârlık, hakikî bir ihlâsı ve mukabelesiz bir fedakârlık mânasını ifade ettiğinden, şimdi bu zamanda pek çok ehemmiyeti var.
Evet, bir valide veledini tehlikeden kurtarmak için, hiçbir ücret istemeden ruhunu feda etmesi ve hakikî bir ihlâs ile -vazife-i fıtriyesi itibariyle- kendini evladına kurban etmesi gösteriyor ki: Hanımlarda gayet yüksek bir kahramanlık var. Bu kahramanlığın inkişafı ile; hem hayat-ı dünyeviyesini, hem hayat-ı ebe-diyesini onunla kurtarabilir. Fakat bazı fena cereyanlarla o kuvvetli ve kıymettar seciye inkişaf etmez veyahut sû-i istimal edilir. Yüzer nümunelerinden bir küçük nümunesi şudur:
O şefkatli valide, çocuğunun hayat-ı dünyeviyede tehlikeye girmemesi, istifade ve fayda görmesi için her fedakârlığı nazara alır, onu öyle terbiye eder. "Oğlum paşa olsun" diye bütün malını verir; hâfız mektebinden alır, Avrupa'ya gönderir. Fakat o çocuğun hayat-ı ebediyesi tehlikeye girdiğini düşünmüyor; ve dünya hapsinden kurtarmağa çalışıyor, Cehennem hapsine düşmesini nazara almıyor. Fıtrî şefkatin tam zıddı olarak o masum çocuğunu, âhirette şefaatçi olmak lâzımgelir-ken davacı ediyor. O çocuk, "Niçin benim îmanımı takviye etmeden bu helâke-time sebebiyet verdin?" diye şekvâ edecek. Dünyada da terbiye-i İslâmiyeyi tam almadığı için, validesinin hârika şefkatinin hakkına karşı layıkıyla mukabele edemez, belki de çok kusur eder.
Eğer hakikî şefkat sû-i istimal edilmeyerek, bîçare veledini haps-i ebedî olan Cehennem'den ve îdam-ı ebedî olan dalâlet içinde ölmekten kurtarmaya o şefkat sırrı ile çalışsa; o veledin bütün ettiği hasenatının bir misli, validesinin defter-i a'mâline geçeceğinden, validesinin vefatından sonra her vakit hasenatları ile ruhuna nurlar yetiştirdiği gibi; âhirette de değil davacı olmak, bütün ruh u canı ile şefaatçi olup ebedî hayatta ona mübarek bir evlat olur.
Evet insanın en birinci üstadı ve tesirli muallimi, onun validesidir. Bu münasebetle ben kendi şahsımda kat'î ve daima hissettiğim bu mânayı beyan ediyorum:
Ben bu seksen sene ömrümde, seksen bin zâtlardan ders aldığım halde, kasem ediyorum ki: En esaslı ve sarsılmaz ve her vakit bana dersini tazeler gibi merhum validemden aldığım telkinat ve mânevi derslerdir ki; o dersler fıtratımda, âdeta maddî vücudumda çekirdekler hükmünde yerleşmiş. Şâir derslerimin o çekirdekler üzerine bina edildiğini, aynen görüyorum. Demek bir yaşımdaki fıtratıma ve ruhuma, merhum validemin ders ve telkinatını, şimdi bu seksen yaşımdaki gördüğüm büyük hakikatler içinde birer çekirdek-i esâsiye müşâhede ediyorum.
Ezcümle: Meslek ve meşrebimin dört esasından en mühimi olan "şefkat etmek" ve Risale-i Nur'un da en büyük hakikati olan "acımak" ve "merhamet etme"yi, o validemin şefkatli fiil ve halinden ve o mânevî derslerinden aldığımı yakînen görüyorum. Evet, bu hakikî ihlâs ile hakikî bir fedakârlık taşıyan validelik şefkati sû-i istimal edilip, masum çocuğunun elmas hazinesi hükmünde olan âhiretini düşünmeyerek, muvakkat, fâni şişeler hükmünde olan dünyaya, o çocuğun masum yüzünü çevirmek ve bu şekilde ona şefkat göstermek, o şefkati sû-i istimal etmektir.
Evet, kadınların şefkat cihetiyle bu kahramanlıklarını hiçbir ücret ve hiçbir mukabele istemeyerek, hiçbir faide-i şahsiye, hiçbir gösteriş mânası olmayarak ruhunu feda ettiklerine, o şefkatin küçücük bir nümunesini taşıyan bir tavuğun yavrusunu kurtarmak için arslana saldırması ve ruhunu feda etmesi ispat ediyor.
Şimdi terbiye-i İslâmiye'den ve a'mâl-i uhreviyeden en kıymetli ve en lüzumlu esas, ihlâstır. Bu çeşit şefkatteki kahramanlıkta o hakikî ihlâs bulunuyor.
Eğer bu iki nokta o mübarek taifede inkişafa başlasa, daire-i İslâmiyede pek büyük bir saadete medar olur. Halbuki erkeklerin kahramanlıkları mukabelesiz olamıyor; belki yüz cihette mukabele istiyorlar. Hiç olmazsa şân ve şeref istiyorlar. Fakat maatteessüf bîçare mübarek tâife-i nisâiye, zâlim erkeklerinin şerlerinden ve tahakkümlerinden kurtulmak için, başka bir tarzda, zâfiyetten ve acizden gelen başka bir nevide riyâkârlığa giriyorlar.
İKİNCİ NÜKTE: Bu sene inzivada iken ve hayat-ı içtimâiyeden çekildiğim halde, bazı Nurcu kardeşlerimin ve hemşirelerimin hatırları için dünyaya baktım. Benimle görüşen ekseri dostlardan, kendi ailevî hayatlarından şekvalar işittim. "Eyvah!" dedim. "İnsanın, hususan müslü-manın tahassüngâhı ve bir nevi cenneti ve küçük bir dünyası aile hayatıdır. Bu da mı bozulmağa başlamış." dedim. Sebebini aradım, bildim ki: Nasıl İslâmiyet'in hayat-ı içtimâiyesine ve dolayısıyla dîn-i İslâm'a zarar vermek için gençleri yoldan çıkarmak ve gençlik hevesatıyla sefâhete sevketmek için bir-iki komite çalışıyormuş. Aynen öyle de: Bîçare nisâ taifesinin gâfil kısmını dahi yanlış yollara sevk etmek için, bir-iki komitenin tesirli bir surette perde altında çalıştığını hissettim. Ve bildim ki: Bu millet-i Islâma bir dehşetli darbe, o cihetten geliyor. Ben de siz hemşirelerime ve gençleriniz olan mânevî evlatlarıma kat'iyyen beyan ediyorum ki: Kadmlann saadet-i uhreviyesi gibi, saa-det-i dünyeviyeleri de ve fıtratlanndaki ulvî seciyeleri de bozulmaktan kurtulmanın çare-i yegânesi, dâire-i İslâmiyedeki terbiye-i diniyeden başka yoktur! Rusya'da o bîçare taifenin ne hale girdiğini işitiyorsunuz.
Risale-i Nur'un bir parçasında denilmiş ki: Aklı başında olan bir adam, refikasına muhabbetini ve sevgisini, beş on senelik fâni ve zâhirî hüsn-ü cemâline bina etmez. Belki kadınların hüsn-ü cemâlinin en güzeli ve dâimîsi, onun şefkatine 10 ve kadınlığa mahsus hüsn-ü sîretine sevgisini bina etmeli. Tâ ki, o bîçare ihtiyar-landıkça, kocasının muhabbeti ona devam etsin. Çünkü, onun refikası yalnız dünya hayatındaki muvakkat bir yardımcı refika değil, belki hayat-ı ebediyesinde ebedî ve sevimli bir refika-i hayat olduğundan, ihtiyarlandıkça daha ziyade hürmet ve merhamet ile birbirine muhabbet etmek lâzımgeliyor.
Şimdiki terbiye-i medeniye perdesi altındaki hayvancasına muvakkat bir refakattan sonra ebedî bir müfârakata maruz kalan o aile hayatı, esasıyla bozuluyor.
Hem Risale-i Nur'un bir cüz'ünde denilmiş ki: Bahtiyardır o adam ki, refika-i ebediyesini kaybetmemek için sâliha zevcesini taklit eder, o da sâlih olur. Hem bahtiyardır o kadın ki, kocasını mütedeyyin görür, ebedî dostunu ve arkadaşını kaybetmemek için o da tam mütedeyyin olur; saadet-i dünyeviyesi içinde saadet-i uhreviyesini kazanır. Bedbahttır o adam ki, sefâhete girmiş zevcesine ittibâ eder; vazgeçirmeye çalışmaz, kendisi de iştirak eder. Bedbahttır o kadın ki, zevcinin fışkına bakar, onu başka bir surette taklit eder. Veyl o zevç ve zevceye ki, birbirini ateşe atmakta yardım eder. Yani, medeniyet fantaziyelerine birbirini teşvik eder. İşte, Risale-i Nur'un bu meâldeki cümlelerinin mânası budur ki: Bu zamanda aile hayatının dünyevî ve uhrevî saadetinin ve kadınlarda ulvî seciyelerin inkişafının sebebi, yalnız dâire-i şeriattaki âdâb-ı İslâmiyetle olabilir.
Şimdi aile hayatında en mühim nokta budur ki: Kadın, kocasında fenâlık ve sadakatsizlik görse, o da kocasının inadına kadının vazife-i ailevîsi olan sadakat ve emniyeti bozsa, aynen askerîdeki itaatin bozulması gibi, o aile hayatının fabrikası zîr ü zeber olur. Belki o kadın, elinden geldiği kadar kocasının kusurunu ıslaha çalışmalıdır ki, ebedî arkadaşını kurtarsın. Yoksa o da, kendini açıklık ve sa-çıklıkla başkalara göstermeğe ve sevdirmeğe çalışsa, her cihetle zarar eder. Çünkü hakikî sadakati bırakan, dünyada da cezasını görür. Çünkü nâmahremlerin nazarından fıtratı korkar, sıkılır, çekinir. Nâmahrem yirmi erkeğin on sekizinin nazarından istiskal eder. Erkek ise, nâmahrem yüz kadından ancak birisinden istiskal eder, bakmasından sıkılır. Kadın o cihette azap çektiği gibi, sadakatsizlik ittihamı altına girer; za'fiyetiyle beraber, hukukunu muhafaza edemez.
Elhâsıl: Nasıl ki kadınlar kahramanlıkta, ihlâsta şefkat itibariyle erkeklere benzemedikleri gibi, erkekler de o kahramanlıkta onlara yetişemiyorlar; öyle de o masum hanımlar dahi, sefâhette hiçbir ve-cihle erkeklere yetişemezler. Onun için fıt-ratlarıyla ve zayıf hilkatleriyle nâmahremlerden şiddetli korkarlar ve çarşaf altında saklanmağa kendilerini mecbur bilirler. Çünkü erkek, sekiz dakika zevk ve lezzet için sefâhete girse, ancak sekiz lira kadar birşey zarar eder. Fakat kadın sekiz dakika sefâhetteki zevkin cezası olarak, dünyada dahi sekiz ay ağır bir yükü karnında taşır ve sekiz sene de o hâmisiz çocuğun terbiyesinin meşakkatine girdiği için sefâhette erkeklere yetişemez, yüz derece fazla cezasını çeker.
Az olmayan bu nevi vukuat da gösteriyor ki, mübarek tâife-i nisâiye, fıtraten yüksek ahlaka menşe olduğu gibi, fısk ve sefâhette dünya zevki için kabiliyetleri yok hükmündedir. Demek onlar dâire-i terbiye-i Islâmiye içinde mes'ud bir aile hayatını geçirmeğe mahsus bir nevi mübarek mahlukturlar. Bu mübarekleri ifsad eden komiteler kahrolsunlar! Allah bu hemşirelerimi de bu serserilerin şerlerinden muhafaza eylesin, âmîn...