Kitap İbn Kesir Büyük İslam Tarihi
Yazar İbn Kesir
Tercüme Mehmet keskin
Yayınevi Çağrı Yayınları
Kağıt - Cilt 2.Hamur - 15 Cilt Cilt, Bez cilt
Sayfa - Ebat 8.500 Sayfa - 17x24 cm
Yayın Yılı 2008
Çağrı Yayınları, İbn Kesir tarafından yazılan İbn Kesir Büyük İslam Tarihi adlı kitabı incelemektesiniz.
İbn Kesir Büyük İslam Tarihi kitabı hakkında yorumları okuyup kitabın konusu, özeti, fiyatı, satış şartları bilgiyi geniş bir şekilde edinebilirsiniz.
Yaratan Rabbinin adıyla
oku . O, insanı " alak " dan yarattı.
Oku, Senin Rabbin en cömert olandır. Alak 1-2
SUNUŞ
Kuruluşumuzdan bugüne kadar okuyucularımıza temel ve kaynak eserler sunduk.
Bunlar arasında 6 ciltlik (4000 safya) Meemau't-Tefâsir, 23 ciltlik (23000 sayfa) Kütüb-ü Sitte ve Şerhleri, 8 ciltlik (4300 sayfa) Mu'cemu'l-Müfehres lil Hadis, 10 ciltlik (6500 sayfa) el-Mebsut gibi İslâm ilimlerinin temeli olan tefsir, hadis, fıkıh ilmine dair eserlerin Arapça metinleri; 5 ciltlik (3785 sayfa) Şakaik-i Nu'maniye ve Zeyilleri, Kâmus-i Türld (1590 sayfa), Lügat-ı Naci (976 sayfa), Redhause Sözlüğü (2239 sayfa) gibi eserlerin Osmanlıca asıllarının tıpkı basımlarını; Prof.Dr. Abdur-rahman Cezîrî başkanlığında seçkin Mısır ulemasından oluşan bir komisyonun hazırladığı 8 ciltlik (3720 sayfa) "Dört Mezhebe Göre İslâm Fıkhı", Asr-ı Saadet'ten günümüze kadar yaşamış bütün müfessirlerin görüşlerini ihtiva eden ve dilimizde yazılmış tefsirlerin en büyüğü olan 16 ciltlik (10000 sayfa) "Hadislerle Kur'ân-ı Kerîm Tefsiri İbn Kesîr" ile klasik ve çağdaş düşünürlerimizin 40'ın üzerinde gerek telif gerekse tercüme Türkçe eseri de bulunmaktadır.
Şimdi de siz değerli okuyucularımıza büyük İslâm âlimi müfessir, muhaddis ve müverrih (tarihçi) unvanları ile tanınan
İbn Kesîr'in "el-Bidâye ve'n-Nihâye" isimli tarihini, "
Büyük İslâm Tarihi" adıyla sunmanın mutluluğunu yaşıyoruz.
Tarihçi İbn Kesîr, "Büyük İslâm Tarihi" adıyla sunduğumuz bu eserinde, olayları tarih sırasına göre (lîronolojik olarak) işlemekte, sırası ile kainatın yaratılışından başlayarak Hz. Muhammed'e kadar bilinen bütün peygamberlerin hayat hikayeleri, Asr-ı Saadet ve Hulefa-i Raşidin dönemleri ile Emeviler, Abbasiler, Endülüs Emevileri, Fatimîler, Eyyûbîler, Memlûkler ve Selçuklular gibi İslâm devletlerinin siyasi, kültürel ve ekonomik hayatlarını akıcı bir üslûpla bize aktarmaktadır.
Tarih ilmine yeni bir metod getirerek olayları anlatırken okuyucunun tarihi hadiseleri doğru değerlendirmesini temin etmek için doğruluğundan emin olmadığı rivayetleri de kitabma almakla birlikte onların bir kısmının garip, israiliyyat ve kabul edilemez rivayetler olduklarım belirtmektedir. Böylece okuyucunun tarihi olayları yanlış değerlendirip yanlış ders çıkarmasına ve yanlış yorumlara gitmesine mani olmaktadır.
İbn Kesîr'in "el-Bidâye ve'n-Nihâye" isimli eseri, bu vasıflarından dolayı tarih sahasında çok önemli bir eser olup günümüzden yaklaşık 700 yıl önce kaleme alınmasına rağmen bu gün hâlâ en önemli tarih kaynağı sayılmakta, İslâm dünyasında en çok okunan tarih eseri olma özelliğini hâlâ muhafaza etmektedir. Biz böyle bir eserin Türkçesini okuyucumuza sunmakla çok büyük bir hizmeti ifâ ettiğimiz inancını taşımaktayız.
14 normal, 1 şahıs ve yer isimleri indexsi cildinden oluşan, toplam 15 ciltlik bu kıymetli eserin dizgisi, tertibi, baskısı ve cildinin hazırlanması sırasında hiçbir masraftan çekinmedik. Türkiye'de yapılabileceğin en iyisini yapmaya çalıştık.
Burada eseri Türkçeye kazandıran sayın
Mehmet KESKİN beye, kıymetli vakitlerini esirgemeyerek eseri redakte eden M.Ü. İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ziya KAZICI beye, tashih ve tertip sırasında bize yardıma olan Mehmet IRMAK beye, eserin
tercüme ve yayını esnasında her türlü fedakarlığı göstenen Çağrı Yayınları çalışanlarına teşekkürü bir borç bilir, bunun gibi yeni kaynak eserleri insanlığın hizmetine sunmayı bize nasip etmesini Cenâb-ı Allah'tan niyaz ederiz.
Şaban KURT
İBN KESÎR ve TARİHİ
İslâm dünyasının yetiştirdiği büyük âlimlerden biri olan İmadu'd-Din Ebul-Fida İsmail b. Ömer b. Kesîr, döneminin muhaddis, müfessir ve tarihçisi olarak bilinir.
Konusu, sadece geçmiş olayların bir kümesi olmayan tarihin gerçek konusu insandır. Gayesi de bu insanı Allah'ın rızası doğrultusunda yetiştirmektir. Bu sebepledir ki tarihin ilk belirtilerini bizzat Kur'ân-ı Kerîm'de görüyoruz. Zira Kur'ân, insan hayatının sadece manevî yönünü değil, bütün sosyal hayatının temel çizgilerini taşır ki bunlar tarihle çok yakından ilgilidir. Bu bakımdan Kur'ân'da, tarihin başlangıcı olan yaradılışın düşünülmesi emredilmektedir, Onun bir ibret kaynağı olduğu, bunu görmek için de gezip dolaşmak (seyahat) gerektiği açıklanmaktadır. (el-Ankebût, 20; er-Rûm, 42) Gerçekten bugünü anlamak ve geleceğe hazırlanabilmek için tarihin verilerini değerlendirip ondan ibret almak gerekir. Şayet tarih toplum için ibret vesilesi olmuyorsa kuru bir bilgiden ibaret kalır.
Bilindiği gibi Hz. Peygamberin gerek hayatı, gerek şahsiyeti ve gerekse onun zamanındaki İslâm toplumunun hareket ve davranışları, Müslümanlar için her yönü ile iyi bir örnektir. Bunun içindir ki o dönemin safha safha ve güzel bir şekilde öğrenilmesi gerekir. İşte burada, hicri sekizinci asırda (701-774) Şam bölgesinde doğan ve yine orada vefat eden İbn Kesîr karşımıza çıkmaktadır. Tefsirinde de geniş ölçüde tarihî bilgilere yer veren müellifimiz, tarihin insan hayatındaki önemini bildiğinden bu sahadaki engin selâhiyetini "el-Bidâye ve'n-Nihâye" adlı eseri ile isbat etmiştir. Böylece o, sağlam kaynaklardan istifade ile gerek Hz. Peygamber, gerekse daha sonraki dönemleri birer ibret levhası olarak gözlerimizin önüne sermektedir.
Her,.Müslümanm örnek alması ve hayatını ona göre yönlendirmesi icap eden o Muhammedi hayatın bütün safhalarını, aynı zamanda büyük bir muhaddis olan İbn Kesîr'in, elinizde bulunan bu eserinden öğrenmek mümkündür.
Rivayet metoduna bağlı olmakla birlikte dirayet ve tenkid hususunu da ihmal etmeyen İbn Kesîr, kronolojik bir eser meydana getirmekle İslâm tarihinin her yılını kendi zaman ve şartları içinde değerlendirip okuyucuya takdim etmiştir. Böylece o, bu engin tarihin geçirmiş olduğu tekâmül ve gelişme çağlarını gözler önüne sermiştir.
İslâm kültür dünyasında Zehebî, İbnu'l-Verd, Safedî ve İbn Şakir gibi tarihçilerin bulunduğu bir dönemde yetişen İbn Kesîr, rivayetçi özelliğini korumakla birlikte zaman zaman "Bu, garip bir hadistir", "Bu, zayıf bir rivayettir", "Bu, tamamen uydurmadır" gibi ifadelerle görüşünü ortaya koyduğu gibi bazen de "Ben derim ki" şeklindeki ifadelerle tamamen kendi mütalaasını beyan eder. Böylece o, bazı rivayetleri tenkid süzgecinden geçirir.
Tarihini, tefsirinden sonra yazdığı için zaman zaman, "Bu konuda tefsirimizde şöyle söyledik" demek suretiyle tefsirine atıflarda bulunur. Keza o, Kur'ân ve sünnetten aldığı ilhamla bazı tavsiye ve öğütlerde de bulunur. Böylece o, tarihin fazilet ve reziletlerini teşhir ederek, gelecek nesillerin ahlâkını düzeltmeye hizmet etmesi gerektiğine kail olanlara da iştirak etmiş göı ünmektedir.
İslâm dünyasında ve özellikle ülkemizde tefsiri ile tanınan İbn Kesîr'in tarih kaynakları, metodu ve tarihçiliği üzerinde şimdiye kadar ciddî bir araştırmanın henüz yapılmadığı anlaşılmaktadır.
1
İslâm dünyasının en ünlü ve ülkemizde çok ilgi gören İbn Kesîr'in tefsirinden sonra şimdi de ünlü "el-Bidâye ve'n-Nihâye" isimli eseri "Büyük İslâm Tarihi" çevirisi adıyla değerli okuyuculara sunulmaktadır. Ülkemizde tarihçi yanı pek iyi tanınmayan bu büyük âlimin, bu değerli eserinin bilim ve kültür tarihimize büyük katkılar sağlayacağı muhakkaktır.
Prof .Dr. Ziya Kazıcı
(1)Kahire'de bulunduğumuz 1988 yılının sonlarına doğru el-Ezher Üniversitesi'nde Abdul-Fettah Abdulaziz Abdullatif Reslan "Tarihçi olarak îbn Kesîr" diye bir doktora çalışmasına başlamıştı.
İBN KESÎR'ÎN HAYATI
Ebul-Fida İsmail İmadu'd-Din İbn Ömer İbn Kesîr Ibn Davud İbn Kesîr el-Dımaşkî el-Kureyşî, Şam yakınlarındaki Busrâ'ya bağlı Micdel veya Mecdel köyünde Hicrî 701 (Milâdî 1301) yılı civarında dünyaya geldi. el-Bidâye ve'n-Nihâye isimli eserinde belirttiğine göre, babası hicrî 703 senesinde vefat ettiği zaman kendisi üç veya dört yaşlarında imiş. Babasını çok az hatırlayan müellifimiz, ailesi ile birlikte yedi yaşlarında köyden kalkıp Şam'a yerleşmiş, İsmail İbn Kesîr'in yetişmesinde ağabeyi Abdülvehhab'ın etkisi büyük olmuş. İlk dinî bilgileri aile yuvasında almış olan İbn Kesîr, daha sonra Burhâneddin el-Fezârî, Kemaleddin İbn Kâdî Şihne, Kasım İbn Asakir, İshak İbn Amidî, Muhammed İbn Zinâd, İbn er-Rabî ve İbn Teymiyye gibi devrinin ünlü bilginlerinden fıkıh, tefsir, hadis öğrenmişti. Genç yaşta eserler telif etmeye başlayan İbn Kesîr, "Tekzîb el-Kemal" adlı eserin müellifi el-Mizzî'nin derslerine devam etmiş ve onun kızıyla evlenerek bu büyük bilgine damad olmuştur. Bilahare Karâfî, Debbûsî, Uranî ve Hutenî gibi bilginlerden icazet almıştır. Uzun yıllar Şam'ın ünlü medreselerinde dersler vermiş daha sonra Hecibiye Medresesi müderrisliğine tayin edilmiştir. Subkî'nin vefatından sonra da meşhur Eşrefiyye Dâr'ül-Hadîsi hocalığına geçmiştir. Yetiştirdiği sayısız öğrenciler arasında; İbn Hacer gibi büyük hadis bilginleri, Şihâbüddin İbn Hiccî, Hafız Ebu'l-Mehâsin el-Hüseynî gibi o devrin meşhur âlimleri de bulunmaktadır.
1
Ömrünün sonlarına doğru gözlerini kaybetmiş olan İbn Kesîr, Hicrî 774 (Miladî 1373) senesi şaban ayının 26. perşembe günü 74 yaşında iken Şam'da vefat etmiştir.
İBN KESÎR'ÎN ESERLERİ
İbn Kesîr, yalnızca bir tarihçi değil,aynı zamanda büyük bir fikıh ve hadîs bilginidir. Bu bakımdan İslâm düşüncesinin tarih, fıkıh, hadîs ve
(1) Ibn Kesîr, Tefsîr Mukaddimesi, 9-10; Bağdatlı ismail Paşa, Hediyyetül-Ârifîn, I, 215; Menn'a el-Kattân, Mebahîs fi-Ulûmi'1-Kur'ân, 386, 387; Zerkânî, Menâhilu'l-Irfân fi Ulûmi'l-Kur'ân, I, 498; Ibn Hacer, ed-Dürretul-Kâmine, I, 399, 400; Suyûtî, Zeyl Ta-bakatul-Huffaz, 361, 362; Nuaymî ed-DımaşM, el-Darîs fi Tarihil-Medâris, I, 36, 37; Ibn el-Imâd, Şezerâtu'z-Zeheb, VI, 231, 232; Zehebî, et-Tefsîr vel-Müfessirûn, L, 242, 247; Ömer Nasûhî Bilmen, Tefsîr Tarihi, II, 570,571.
tabakât konularında çok değerli ve orjinal eserler telif etmiştir. Başlıca eserleri şunlardır:
1-
el-Bidâye ve'n-Nihâye fi't-Tarih: Genel tarih niteliğinde olan bu eser, kâinatın yaratılışından başlayarak müellifin hayatının son günlerine kadar geçen olayları anlatır.
2- el-Bâis'ül-Hasîs Şerh İhtisar Ulûm'il-Hadis: Bu eser, İbn Salâh'ın Ulûm'ül-Hadîs isimli eserinin özetidir.
3- et-Tekmîl fi'Ma'rifeti's-Sikât ve'd-Duafâ ve'l-Mecâhîl: Hadisteki güvenilir, zayıf ve bilinmeyen ravîlerle ilgili önemli bir eserdir.
4- el-Hedyü ve's-Sünen fi Ahadisil-Mesânîd ve's-Sünen: Câmiü'l-Mesânîd diye de bilinen bu eser, Ahmed İbn Hanbel'in Müsnedi, Bezzâr, Ebu Ya'lâ ve İbn Ebu Şeybe'nin eserleriyle Kütüb-i Sitte'yi birleştirerek bölümlere göre tanzim eder.
5- Ehâdîsu't-Tevhîd ve'r-Redd Alâ'ş-Şirk: Tevhîd ve şirk konusundaki hadisleri inceler.
6- el-îctihâd fi Talebi Fadaîli'l-Cihâd: Cihadla ilgili konuları araştırır.
7- Tabakâtüş-Şâfiîye: Şafiî fakihlerin hayatından bahseder,
v 8- Edillet'üt-Tenbîh fi Fıkhi'ş-Şâfnyye: Şafiî fıkhına dair konuları ele alır.
9- Menâkıbu İmâm eş-Şâfiî: İmam Şafiî'nin menakibinden bahseder.
10- el-Ahkâm alâ Ebvâbi't-Tenbih: Fıkhın ahkâmından bahseden bu eserini tamamlayamamıştır. Sadece hacc bahsine kadar olan kısmı incelemiştir. Tefsirinde bu eserine pek çok atıflar yapmaktadır.
11- Müsnedu'ş-Şeyhayn: Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer'in Müsnedle-rini ele alır.
12- Muhtasar İbnu'l-Hâcîbın: İbn Hâcib'in bir eserinin muhtasarıdır.
13- Şerhu'l-Buhârî: Tamamlanamamış olan bu eser, İmam Bu-harî'nin Sahîh'inin şerhidir.
14- Fedâihı'l-Kur'ân: Kur'ân'm faziletlerine dair olan bü eser, tefsirinin sonunda yer almakta olup, Kur'ân'm faziletlerini anlatmakta
dır.
14- Tefsîr'ül-Kur'ân-Azim: Rivayet tefsirlerinin en muteberlerinden birisidir. İbn Kesîr, gerçek anlamda bir rivayet tefsiri olan bu eseri
ne, zaman zaman dirayet tefsirlerinden alıntılar yapmış ve bazen kendi görüşlerini de eklemiştir.
Bu eserlerin pek çoğu basılmıştır. Ancak henüz tab edilmemiş.risaleleri de bulunmaktadır.
MÜELLİFİN ÖNSÖZÜ
Evvel ve âhir, bâtın ve zahir, her şeyi bilen, kendisinden önce hiçbir şeyin bulunmadığı ilk, kendisinden sonra hiç bir şeyin olmayacağı son, kendisinden üst hiçbir şeyin bulunmayacağı zahir, kendisinden geride hiçbir şeyin bulunmayacağı bâtın, devamlı surette kemâl sıfatlarıyla muttasıf olarak mevcudiyeti süren ezeli ve kadîm; aralıksız, inkitasız, zevalsiz bir surette sonsuza dek baki ve sermedi olarak varlığı devam edecek; siyah karıncanın zifiri karanlık gecede sessiz kaya üzerindeki yürüyüşünü bilmekte, kumların sayışım bilmekte, yüce, ulu ve her şeyi yaratıp bir ölçü ile takdir edici, gökleri sütunsuz olarak yükseltmiş, semaları çiçek gibi parlak yıldızlarla süslemiş, semalarda yıldızları kandil kılmış, Ay'ı parlak ışıklar saçıcı yapmış, bunların üstünde de göğü kubbe gibi yuvarlak, geniş ve yüksek bir şekilde yaratmış, sütunları yüce Arş-ı A'la'yı yaratmış olan Allah'a hamdolsun.
O Arş-ı A'la ki, kıymetli melekler onu taşırlar. Kerrühiyûn melekleri onu kuşatırlar. Allah'ın salat-ü selâmı onların üstüne olsun. O meleklerin, takdis ve tazim sesleri yükselir. Aynı şekilde göklerin her tarafı, meleklerle dopdoludur. Onlardan her gün 70.000 melek, dördüncü kattaki Beytü'l-Ma'mur'a gelip orayı ziyaret ederler. Gittikten sonra oraya dönmek için tekrar sıra kendilerine gelmez. Onların, en son olarak içinde bulundukları hâl, tehlil, tahmid, tekbir, salat ve teslimdir.
Cenâb-ı Allah, yeryüzünü mahlukat için suların dalgaları üzerine koymuştur. Gökleri yaratmadan önce yeryüzüne, sabit dağlar yerleştirmiştir. Orayı bereketli kılmış, arayanlar için yeryüzünde gıdaların normal olarak dört gün (dört mevsim) içinde yetiştirilmesi kânununu koymuştur. Oraya, her çiftten iki şeyi yerleştirmiştir. Bunu da akıllılar için bir delil kılmıştır. Yazlarında ve kışlarında kulların ihtiyaç duydukları her şeyi, her hayvanı yeryüzünde onlara ihsan etmiştir.
İnsanoğlu, kendisinden söz edilmeyen, hiçbir şey değilken onu yaratmaya çamurdan başlamış, sonra onun neslinin devamım sağlam bir yerde (rahimde), değersiz bir su ile (döl suyu ile) devam ettirmiş, onu gören ve işiten bir varlık haline getirmiştir. O varlığı, eğitim ve öğretimle şereflendirmiştir. İnsanlığın babası Adem (a.s.)'i kendi mübarek eliyle yaratmış, onun bedenine şekil vermiş, bedenine kendi ruhundan üfle-miş, melekleri ona secde ettirmiş, eşi ve insanlığın annesi Havva'yı onun vücudundan yaratmış, ona eş kılmış, ikisini Cennet'te barındırmış, üzerlerine nimetlerini yağdırmış, sonra kendi bilgeliğinin ezeldeki bir gereği olarak yaratıp yeryüzüne yaymış, onları kendi yüce kudreti ile hükümdarlar, halk tabakası, zengin, yoksul, köle, efendi, cariye, hanım şeklinde çeşitli kısımlara ayırmış ve yeryüzünün enine boyuna her tarafına yerleştirmiş, onları birbirinin ardısıra gelen halefler yapmış; bunu kıyamet gününe, hesap zamanına ve ilim-bilgelik sahibi olan yüce zatının huzuruna çıkarmcaya kadar da devam ettirecektir. Kullarına çeşitli memleketleri, ihtiyaca göre irili ufaklı şehir ve kasabalara bölen nehirleri emre amade kılmış, onlar için kuyular ve pınarlar fışkırtmış, bulutlar vasıtasıyla üzerlerine yağmurlar yağdırmış, böylece onlara çeşitli ekin ve ürünleri bitirmiştir. Lisan-ı hal ve sözleri ile diledikleri her şeyi onlara bahsetmiştir: «Allah'ın nimetini sayacak olsanız bitiremezsiniz. Doğrusu insan pek zalim ve çok nankördür.» (Ibrâhtm, 34.)
Allah, kerem sahibi, ulu, yüce ve yumuşak huylu olup noksanlıklardan münezzehtir. Kendilerini yaratıp rızıklandırdıktan, yollarını kolaylaştırdıktan ve onlara lisan bahşettikten sonra kullarına ihsan ettiği nimetlerinin en büyüğü, peygamberlerini göndermiş ve kitaplarım indirmiş olmasıdır. Bu kitaplar, onlara ilahî helal ve haramları, haber ve hükümleri açıklarlar. Dünya ve ahiretle ilgili her türlü detayı, kıyamete kadar onlara beyan ederler.
Mutlu kimse, haberleri tasdik ve teslimiyetle, emirlere boyun eğmekle, yasaklan da Rabbini tazim etmekle kabul eden ve ebedi nimeti elde eden kimsedir. Zakkum ve kaynamış su yedirilip içirilen, elem verici azaba maruz bırakılan Cehennem de, yalanlayıcılann makamında bulunmaktan uzak duran kimsedir.
Yüce zatına, kadim saltanatına ve mübarek zatına yaraşırcasma Allah'a, göklerle yeri dolduran mübarek, hoş ve çok hamd-ü senalarda bulunurum. Bu hamd-ü senalar, sonsuza dek, kıyamet gününe kadar devam edecektir. Her anda ve her saatte bu hamdimi devam ettireceğim, Kendisinden başka ilah bulunmayan, ortağı olmayan, çocuğu ve atası bulunmayan, eşsiz, benzersiz, vezirsiz, müşavirsiz, zevcesiz, denksiz olan Allah'ın varlığına ve birliğine şahadet ederim.
Muhammed'in de O'nun kulu, elçisi, sevgilisi ve dostu olduğuna şahadet ederim. Muhammed, Arab-ı Aribe'nin hülasasından seçilmiş olup peygamberlerin son halkasını teşkil etmektedir. İnsanın, kana kana su içebileceği büyük Kevser havuzunun ve kıyamet gününde en bü-
yük şefaat makamının sahibidir. Allah'ın Makam-ı Mahmud'a göndereceği livau'1-hamd sancağının taşiyıcısıdır. Muhammed (s.a.v.), İbrahim (a.s.) de dahil olmak üzere bütün peygamberler ve mürsellerin imreneceği bir makama sahip olacaktır. Ona, salat-ü selâmların en yükseği, en şereflisi, en temizi, en yücesi olsun. Allah, onun parlak yüzlü, âlicenâb, lider ve kutub şahsiyetler olan, peygamberlerden sonra âlemin hülasası olan ashabımn tamamından razı olsun. Bu ilahi rıza da; karanlığın ışığa karıştığı (gece ile gündüzün devam ettiği), ezanlar okunduğu ve gündüz aydınlığının gecenin zifiri karanlığını sildiği sürece devam etsin.
İmdi bu kitapta, Allah'ın yardımı ve başarısı ile mahlukatm yaratılışının başlangıcından; Arş'm, Kürsünün, semâvatm, yerlerin, bunlar içinde mevcud olan şeylerin, bunların arasındaki meleklerle cin ve şeytanların yaratılışından, Adem peygamberin yaratılış keyfiyetinden, peygamberlerin kıssalarından, peygamberliğin Efendimiz Muhammed (s.a.v.)'e ulaşmasına kadar ki İsrailoğulları zamanında ve cahiliye günlerinde cereyan eden hadiselerden bahsedeceğim. Hz. Peygamberin si-retini de, susamış gönüllere su serpecek ve hasta gönüllerdeki marazı giderecek şekilde anlatmaya çalışacağım.
Bundan sonra da zamanımıza kadar devam eden hadiselerden, fitnelerden, savaşlardan, kıyamet alametlerinden, ölüm sonrası dirilişten, mezarlardan çıkıştan, kıyametin korkunç hallerinden, kıyamet gününün evsafından, o günde meydana gelecek korkunç hadiselerden, Ce-hennem'in evsafından, Cennetlerin niteliklerinden, oralardaki güzel şeylerden ve diğer hususlardan bahsedeceğim.
Bu konularla ilgili kitab, sünnet, eser ve âlimler nezdinde menkul bulunan haberlerden nakiller yapacağım. O âlimler ki, peygamberlerin mirasçılarıdırlar. Muhammed Mustafa (s.a.v.)'nın nübüvvet kandilinden nur ve ışık almışlardır. Nübüvvet kandilini getiren Muhammed Mustafa'ya salat-ü selâmların en faziletlisi olsun.
Biz, israiliyat haberlerinden, ancak Allah'ın kitabına ve Rasûlü'nün sünnetine muhalif olmayıp, şeriat sahibi tarafından nakline izin verilenleri nakledeceğiz ki, bunlar da ne yalanlanan ne de doğrulanan israiliyat haberleridir. Bunlar da bizce muhtasar olan hususlar, ayrıntılı bir şekilde açıklanmaktadır. Ya da belirsiz hususlar, belirginlik kazanacaktır. Gerçi bunları belirlemede de fazla bir fayda yoktur, ancak biz ihtiyaç duyduğumuzdan veya delil saydığımızdan değil de konuyu süslemek bakımından bu haberlere başvuracağız. Aslında dayanılacak yer, Allah'ın kitabı ile Rasûlullahın sünnetidir. Sünnetten de nakli sahih veya hasen olanları nakledeceğiz. Zayıf olanlara da dikkat çekeceğiz. Yardımına başvurulacak ve kendisine dayanılacak olan yegâne zat, yüce Allah'tır. Güç ve kuvvet sahibi ancak yüce Allah'tır. O yücedir, güçlüdür, hikmet sahibidir, uludur.
Yüce Allah, kitabında şöyle buyurmuştur:
«Ey Muhammedi Geçmiş olayları sana böyle anlatırız. Katımızdan sana da bir kitab gönderdik.» (Tâ-hâ, 99.) Cenâb-ı Allah,peygamberine geçmişteki mahlukatm haberlerini, mazide kalan ümmetlerin durumları-nı,dostlarına ne yaptığım, düşmanlarının başına da neler getirdiğim anlatmıştır. Rasûlullah (s.a.v.) da bütün bunları, kendi ümmetine sadra şifa verecek şekilde açıklamıştır. Her bölümde, Rasûlullah (s.a.v.)'dan o bölümle ilgili olarak gelen hadisleri, konuyla ilgili ayetleri zikrettikten sonra nakledeceğiz. Ancak bunlardan da ihtiyaç duyduklarımızı nakledecek, öğrenilmesine lüzum olmayan şeyleri terkedeceğiz. İşi, kısa tuta-. cak ve bizce muvafık olan şeylerdeki gerçeği vuzuha kavuşturacağız. İnkar ile karşılanan ve bize muhalif olan şeyleri de beyan edeceğiz.
Şimdi Buharî'nin sahih adlı eserinde Amr b. As'tan yaptığı şu rivayete gelelim: Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki:
«Bir ayet de olsa onu benden nakledin. İsrailoğullanndan da haberler nakledin. Bunda bir sakınca yoktur. Benden hadis nakledin ancak bana yalan isnad etmeyin. Her kim kasıtlı olarak bana yalan isnad ederse, ateşteki yerini hazırlasın.»
Bu hadiste naklinde sakınca görülmeyen israiliyat haberleri; doğrulanmasına ya da yalanlanmasına bizim nezdimizde herhangi bir sebep bulunmayan israiliyat haberleridir ki, ibret almak maksadıyla bunların rivayeti caizdir. Kitabımızda kullandığımız israiliyat haberleri de bu türdendir. Şeriatımızın doğruluğuna şahitlik ettiği israiliyat haberlerine gelince, bizdeki deliller ve haberler, bunları kullanmamıza ihtiyaç bırakmamaktadır. Şeriatımızın, bâtıllığma şahidlik ettiği israiliyat haberlerine gelince bunlar, zaten reddedilmiştir. Hikaye edilmeleri caiz değildir. Ancak'inkar ve iptal maksadıyla nakledilebilirler. Hamdü senaya layık ve noksanlıklardan münezzeh bulunan yüce Allah, bizi Muhammed (s.a.v.) sayesinde diğer şeriatlere muhtaç olmaktan ve Kur'ân-ı Kerîm sayesinde de diğer kitaplara muhtaç olmaktan kurtardığına göre İsrailoğullannm yalan, yanlış, uyduruk, muharref, değiştirilmiş ve tağyir edilmiş haberlerine göz atacak ve bunları kullanacak değiliz. Kaldı ki israiliyat haberlerinin tamamı, neshedilmiş ve değiştirilmiştir. Kendisine ihtiyaç duyulan haberleri Peygamberimiz bize açıklamış, şerh etmiş, izah etmiştir. Bunu bilen bilmiş, bilmeyen bihne-miştir. Nitekim Ebu Talip oğlu Ali de şöyle demiştir:
"Allah'ın kitabı... onda sizden öncekilerin haberi, sizden sonrakilerin de haberi, aranızdaki ihtilafların kesin çözümü vardır. O bir hükümdür. Şaka götürür yanı yoktur. Allah, bir zorbadan korkarak onu terke-den kimseyi helak eder. O'ndan başka şeyde hidayeti arayan kimseyi de Allah sapıklığa sürükler."
Ebu Zer (r.a.) de şöyle demiştir: "Rasûlullah (s.a.v.) vefat ettiğinde, uçan kuş hakkında dahi bize bilgi vermiştir."
"Kitabu Bed'i'l-Halk" adlı bölümde Buharı, Tarık b. Şihab'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: Hattab oğlu Ömer'in şöyle dediğini işittim: Rasûlullah (s.a.v.) bir ara yanımızda iken kalktı ve bize yaratılışın başlangıcından bahsetti. Her şeyi anlattı. Öyle ki cennetlikler yerlerine, cehennemlikler de yerlerine girdiler. Ezberleyen ezberledi, unutan da unuttu.
İmam Ahmed b. Hanbel, Ebu Zeyd el-Ensârî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Rasûlullah (s.a.v.) bize sabah namazını kıldırdı, sonra minbere çıktı, bize hutbe irad etti, konuşmasını öğle vaktine kadar devam ettirdi. Minberden indi, öğle namazını kıldırdı. Sonra yine minbere çıktı, ikindiye kadar konuşmasım sürdürdü. Minberden indi. İkindi namazını kıldırdı, sonra yine minbere çıktı. Güneş batmcaya kadar konuşmasını sürdürdü. Olmuş ve olacak şeyleri bize anlattı, bize öğretti ve hafızamıza yerleştirdi.»
FASIL
Yüce Allah, kutsal kitabında şöyle buyurmuştur: «Allah, her şeyin yaratanıdır. O her şeye vekildir.» (ez-Zümcr, 62.) Kendisinden başka her şey, Allah'ın yaratığıdır. O, onların Rabbi-dir, onların işlerini yürütendir. O şeyler de, daha önce yok iken sonradan yaratıldılar. Ortada yokken meydana geldiler. Göklerden toprağa kadar bütün yaratıkların üzerinde örtü gibi duran Arş'm, onun altında bulunan canlı cansız herşeyin yaratıcısı Allah'tır. O şeyler de O'nun yaratıkları, mülkü ve kullarıdırlar. O'nun güç, satvet, tasarruf ve iradesinin altındadırlar.
«Gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra Arş'a hükmeden, yere gireni ve ondan çıkanı, gökten ineni ve oraya yükseleni bilen O'dur. Nerede olursanız olun O, sizinle beraberdir. Allah yaptıklarınızı görür.» (ei-
Hadîd, 4.)
Zaten hiç bir Müslümamn da bu hususta şüphesi bulunmadığı gibi bütün âlimler, Cenâb-ı Allah'ın göklerle yeri ve ikisi arasında bulunan şeyleri altı günde yaratmış olduğu hususunda ittifak etmişlerdir. Nitekim Kur'ân-ı Kerîm'de buna açıkça delâlet etmektedir. Ancak âlimler, Kur'ân-ı Kerîm'in bu ayetinde sözü edilen günlerin, yaşadığımız günler gibi mi yoksa bizim saydığımız zamana göre her biri 1000 senelik bir zaman mı olduğu hususunda ihtilaf etmişlerdir. Tefsirimizde de açıkladığımız gibi bu hususta, iki görüş ileri sürmüşlerdir. Yine âlimler, göklerle yerin yaratılmasından önce yaratılmış olan başka bir şeyin olup olmadığı hususunda ihtilafa düşmüşlerdir. Kelamcılardan bir grup, göklerden ve yerlerden önce hiç bir şeyin mevcut olmadığını ve göklerle yerin salt yokluktan yaratıldıklarım iddia etmişlerdir. Diğerleri ise, göklerle yerin yaratılmasından önce başka yaratıkların mevcut olduğunu ifade ederek görüşlerini teyit etmek için şu ayet-i kerimeyi ileri sürmüşlerdir:
«Arş'ı su üzerinde iken, hanginin daha güzel iş işleyeceğini ortaya koymak için gökleri ve yeri altı günde yaratan O'dur.» (Hûd, v.)
İleıiki sajrfalarda da nakledileceği gibi Ümran b. Husayn'ın rivayet ettiği bir hadiste şöyle denilmektedir:
«Allah vardır. O'ndan önce hiç bir şey yoktu. Arş'ı da su üzerinde idi. Zikirde her şeyi yazdı, sonra da gökleri ve yeri yarattı.»
İmam Ahmed b. Hanbel, Veki b. Huds'un şöyle dediğini rivayet etmiştir: Amcam Ebu Rezin Lakit b. Amir el-Ukaylî, RasûluUah (s.a.v.)'a şöyle bir soru sordu:
- Ya Rasûlallah, göklerle yer yaratılmadan önce Rabbimiz neredeydi?
RasûluUah buyurdu ki:
- Altında hava, üstünde hava bulunan bir bulutta idi. Sonra Arş'ını su üzerinde yarattı.
Âlimler, Cenâb-ı Allah'ın önce neyi yarattığı hususunda ihtilaf etmişlerdir. Bazıları önce kalemi, sonra diğer eşyayı yarattığım söylemişlerdir. İbn Cerir ile İbn Cevzî ve diğerleri bu görüşü benimsemişlerdir. İbn Cerir'e göre kalemi yarattıktan sonra ince bulut tabakalarını yaratmıştır. Bu görüşte olanlar, İmam Ahmed b. Hanbel ile Ebu Davud ve Tirmizî'nin Ubade b. Samit'ten naklettikleri şu hadisi delil olarak ileri sürmüşlerdir: RasûluUah (s.a.v.) buyurdu ki:
«Allah'ın yarattığı ilk şey kalemdir. Sonra kaleme dedi İd: «Yaz», işte o anda, kıyamet gününe kadar olacak şeyler kalemle yazıldı.» Hafız Ebu Ala el-Hemedânî'nin naklettiğine göre cumhur-u ulema şu görüştedir: «Arş'ı A'la, kalemden önce yaratılmıştır. İbn Cerir'in Dahhak tariki ile İbn Abbas'tan naklettiği rivayet budur. Nitekim Sahih adlı eserinde Müslim'in rivayet ettiği hadis de bu görüşü teyid etmektedir. Müslim, Abdullah b. Amr b. As'tan rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
«Allah, göklerle yeri yaratmadan 50.000 sene önce yaratıkların kaderini yazdı. Arş'ı da su üzerinde idi.» Bu hadis de kaderin yazılmasının, Arş'm yaratılmasından sonra olduğunu göstermektedir. Dolayısıyla kaderleri yazan kalemin yaratılmasından önce de Arş'm yaratılmış olduğu sabit olmaktadır ki cumhur-u ulema da bu görüştedir. Öyleyse hadisteki "kalemin ilk yaratık olduğu" şeklindeki ifadeyi, "kalemin bu âlemdeki ilk yaratık olduğu" tarzında anlamak gerekir. Buharî'nin İmran b. Hu-sayn'dan naklettiği şu rivayet de bu görüşü teyid etmektedir: Yemenliler, Rasûlullah (s.a.v.)'a dediler ki:
- Sana, dinimizi öğrenmek ve şu yaratılışın evvelini sormak için geldik.
Rasûlullah (s.a.v.) da onlara şöyle cevap verdi:
«Allah vardı, ondan önce hiç birşey yoktu.»
Başka bir rivayete göre ise, "O'nunla beraber birşey yoktu." denilmiştir. "O'ndan başka bir şey yoktu", şeklinde de bir rivayet vardır. Hz. Peygamber, yukarıdaki hadisin devamında da şöyle demiştir: «O zaman Allah'ın Arşı su üzerinde idi. Zikirde de her şeyi yazdı. Sonra gökleri ve yeri yarattı.»
Yemenliler, göklerle yerin yaratılışının başlangıcım Rasûlullah (s.a.v.)'a sordular, bu yüzden ona: «Bu işin evvelini sana sormaya geldik.» dediler. Rasûlullah da sadece sorularını cevapladı, Arşın yaratılışını onlara anlatmadı. İbn Ceririn ifadesine göre ise başkaları şöyle demişlerdir:
«Aksine Cenâb-ı Allah, Arş'tan önce suyu yarattı.»
Süddî, Rasülullah'ın ashabından bazılarının şöyle dediklerini rivayet etmiştir:
"Allah'ın Arş,'ı su üzerinde idi. Suyu yaratmadan önce başka bir şeyi yaratmış değildir."
İbn Cerir, Muhammed b. İshak'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Aziz ve Celil olan Allah'ın ilk yarattığı şey, aydınlık ve karanlıktır, sonra bunları birbirinden ayırdı. Karanlığı, zifiri karanlık bir gece haline getirdi, aydınlığı da gözle görülen ışıklı bir gündüz haline getirdi."
İbn Cerir, bazılarının şöyle dediklerini nakletmiştir: «Rabbimizin kalemden sonra yarattığı şey Kürsü'dür. Kürsü'yü yarattıktan sonra da Arş'ı yaratmıştır. Ondan sonra hava ve karanlığı, daha sonra da suyu yaratmış, Arş'ını da su üzerine koymuştur.» Doğruyu, noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah daha iyi bilir.
FASIL
Arş ve Kürsü'nün yaratılmasına dair nakillerdir.
Yüce Allah buyurdu ki: «Arş sahibi, varlıkların en yücesi olan Allah.» (el-O^fir, 15.)
«Gerçek hükümdar olan Allah yücedir. O'ndan başka tanrı yoktur. O, yüce Arş 'm Rabbi dir.» (el-Mu'minûn, 116.)
«O'ndan başka tanrı yoktur O, ulu Arş'm sahibidir.» (el-Mü'mimiıı, 86.)
«Yüce Arş'm sahibi, çok seven, bağışlayan O'dur.» (el-Eürûc, u-is.)
«Rahman, Arş'a hükmetmektedir.» (Tâ-hâ, 5.)
«Sonra Arş'a hükmetti.» (er-Ra'd, 2.)
«Arş'ı yüklenen ve çevresinde bulunanlar, Rablerini överek teşbih ederler, O'na inanırlar. Mü'minler için; «Rabbimiz! İlmin ve rahmetin
her şeyi içine almıştır. Tevbe edip senin yoluna uyanları bağışla, onları Cehennemin azabından koru.» diye bağışlanma dilerler.» (ei-Gâfir, 7.)
«O gün Rabbinin Arşını onlardan başka sekiz tanesi yüklenir.» (el-Hakka, 17.)
«Melekleri, Arş'm etrafım çevirmiş oldukları halde, Rablerini hamd ile överken görürsün. Artık insanların aralarında adaletle hükm olunmuştur: «Övgü, âlemlerin Rabbi olan Allah içindir.» denir.» (ez-Zümer, 75.)
Sıkıntıdan kurtulup genişliğe kavuşmak için sahih hadiste şöyle bir dua varid olmuştur:
«Kendisinden başka ilâh bulunmayan ulu ve bilim sahibi Allah'tır, kendisinden başka ilâh bulunmayan Arşin Rabbi olan Allah'tır. Kendisinden başka ilâh bulunmayan göklerle yerin sahibi Allah'tır. O, ulu Arşin Rabbidir.»
İmam Ahmed b. Hanbel, Abbas b. Abdülmuttalib'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
Bathâ'da Rasûlullah (s.a.v.)'la beraber oturmaktaydık. Üzerimizden bir bulut geçti. Rasûlullah (s.a.v.) bize dedi ki:
- Şunun ne olduğunu biliyor musunuz?
- Buluttur.
- Beyaz buluttur.
- Beyaz buluttur.
- Evet buluttur.
Biz sustuk. Sonra Rasûlullah (s.a.v.) bize şöyle bir soru sordu:
- Gök ile yer arasındaki mesafenin ne kadar olduğunu biliyor mu
sunuz?
- Allah ve Rasûlü daha iyi bilirler.
- İkisi arasındaki mesafe 500 senelik yoldur. Her sema tabakası arasındaki mesafe de 500 senelik yoldur. Her sema tabakasının kendi içindeki mesafesi de 500 senelik yoldur. Yedinci kat göğün üzerinde bir deniz vardır. Bu denizin altı ile üstü arasındaki mesafe, gök ile yer arasındaki mesafe kadardır. Onun da üstünde sekiz keçi vardır ki bunların sırtları ile tırnakları arasındaki mesafe, gök ile yer arasındaki mesafe kadardır. Onların da sırtlarının üzerinde Arş-ı Ala vardır. Arşin üstü ile altı arasındaki mesafe, gök ile yer arasındaki mesafe kadardır. Allah ta onun üzerindedir. Ademoğullannm işledikleri amellerden hiç biri, O'na gizli kalmaz.»
-
Ahmed b. Hanbel, Cübeyr b. Mut'imin şöyle dediğini rivayet etmiştir: Bedevinin biri, Rasûlullah (s.a.v.)'a gelip şöyle dedi:
-Ya Rasûlallah, canlar bitkin düştü, çoluk çocuk aç kaldı, mallar tükendi, davarlar helak oldu. Allah'tan bize yağmur yağdırmasını dile. Allah'a karşı senin şefaatim diliyoruz ve sana karşı da Allah'tan şefaat diliyoruz.
-Yazıklar olsun sana. Sen ne söylediğini biliyor musun?
Rasûlullah (s.a.v.) böyle dedikten sonra teşbih getirmeye başladı. Bir süre teşbih getirmeye devam etti. Ashabının yüzünden, bu duruma rabatsız olduklarını anladı. Sonra o adama şöyle dedi:
- Yazıklar olsun sana, yaratıklarından herhangi birine karşı Allah'ın şefaati istenilmez. Allah'ın şanı, bundan yücedir. Yazıklar olsun sana, sen Allah'ın Arşının semalar üstünde şu şekilde olduğunu biliyor musun?» Böyle derken Rasûlullah (s.a.v.) parmaklarını kubbe şeklinde bir araya getirdi ve binenin deve üzerindeki ağırlığından ötürü onun ıhlamasını andıran bir ses çıkardı.
İbn Bezzar, hadisinde şöyle demiştir: «Doğrusu Allah, Arş'inin üzerindedir. Arş'ı da semaların üstündedir.»
"Müsned" adlı eserinde Bezzar, "Muhtarat" adlı eserinde de Hafız Ziya el-Makdisî, Hz. Ömer'in şöyle dediğini rivayet etmişlerdir:
Kadının biri, Rasûlullah (s.a.v.)'a gelip: «Beni Cennete koyması için Allah'a dua et.» dedi. Rasûlullah (s.a.v.) da Rabbini tazim edip yücelterek şöyle dedi: «O'nun Kürsüsü, göklerle yeri kuşatmıştır ve yeni semerin, yükü altında gıcırdaması gibi Kursu sünden gıcırdama sesleri gelmektedir.»
Sahih-i Buharf de sabit olduğuna göre Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
«Allah'tan Cenneti dilediğinizde Pirdevs Cennetini dileyin, çünkü Firdevs, Cennetin en yüksek ve orta kısmıdır, onun üzerinde de Rahmanin Arş i vardır.»
Bazı rivayetlerde anlatıldığına göre Firdevs Cenneti'nde bulunan kimseler, Arşin ağırlık altında kalan bir binek gibi ses çıkardığını, yani teşbih ve tazimini işitirler, bu da onların Arş'a yakın olmaları sebebiyledir.
Sahih bir rivayette anlatıldığına göre Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: «Sa'd b. Muazin vefatı yüzünden Rahmanin Arşi titremiştir.»
«Arşin Sıfatı» adlı kitabında Hafız b. Muhammed b. Osman b. Ebi Şeybe, seleften birinin şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Arş, kızıl yakuttan yaratılmıştır. İki kutbu arasındaki mesafe, 50.000 senelik yoldur.»
«Melekler ve Cebrail miktarı 50.000 yıl olan o derecelere bir günde yükselirler.» (el-Meâric, 4.)
Bu ayetten bahsederken Arş-ı A'la'mn, yedinci kat yere olan uzaklığının 50.000 senelik yol olduğunu, genişliğinin de 50.000 senelik yol olduğunu söylemiştik.
Kelamcılardan bazıları, Arşin yuvarlak bir yörünge halinde olup her taraftan âlemi kuşattığını söylemişler ve bu sebeple ona dokuzuncu felek, atlas ve esir feleği adını vermişlerdir ki bu uygun değildir. Çünkü şer'an sabit olduğuna göre Arşın ayakları vardır ki onları melelder taşırlar. Oysa yörüngenin taşınacak ayakları olmaz. Ayrıca Arş, Cennetin üzerindedir. Cennet ise, göklerin üzerindedir. Arş'ta yüz derece
vardır ki her iki derece arasındaki mesafe, gök ile yer arasındaki mesafe kadardır. Arş ile Kürsü arasındaki uzaklık, bir felek ile diğer felek arasındaki uzaklık gibi değildir. Ayrıca lügata göre Arş, hükümdarın üzerinde oturduğu tahttır. Niteldm yüce Allah buyurmuş ki: «Onun büyük bir tahtı vardır.» (en-Neml, 23.)
Evet, Arş, yuvarlak bir yörünge değildir. Araplar, Arş kelimesinden bunu anlamazlar. Kur'ân-ı Kerîm de Arap lügati ile nazil olmuştur. Şu halde Arş, ayakları melekler tarafından taşman bir tahttır. Âlem üzerindeki bir kubbe gibidir. Mahlukatm üzerinde bir tavandır. Yüce Allah buyurdu ki:
«Arş'ı yüklenen ve çevresinde bulunanlar, Rablerini överek teşbih ederler, O'na inanırlar, mü'minler için bağışlanma dilerler.» (ei-Mü 'min, 7.)
Koçlarla ilgili hadiste de anlatıldığı gibi, Arş'ı taşıyan koçların sayısı sekizdir. Bu hususta yüce Allah şöyle buyurmuştur:
«O gün Rabbinin Arş'ım onlardan başka sekiz tanesi yüklenir.» (ei- Hâkka, 17.)
Şehr b. Havşeb dedi ki: «Arş'ı yüklenen meleklerin sayısı sekizdir. Bunlardan dördü şöyle derler: «Noksanlıklardan münezzeh olan Allah'ım! Seni hamd ile överiz. İlimden sonra lıilim sahibi olmandan ötürü de seni överiz.» Diğer dördü de şöyle derler: Ey noksanlıklardan münezzeh olan Allah'ım! Seni hamd ile överiz. Kudretinden sonra affından ötürü seni överiz.»
İmam Ahmed b, Hanbel, İbn Abbas'tan rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
«Ümeyye (b. Ebi Salt) şiirinin şu iki beytinde ne doğru söylemiştir:
"Bir adam ve onun sağ ayağının altında bir boğa,
Diğer ayağının altında ise, kartal ve aslan gözetmektedirler."
Rasûlullah (s.a.v.): "Ümeyye doğru söyledi." dedi.»
Ümeyye bir başka şiirinde de şöyle demiştir:
"Her gecenin sonunda Güneş kızarık bir renkle doğup gülü andırır. Ağır ağır seyrinde bize bu durumu pek fazla görünmez, ancak sabır ve dayanıklılığı ile bize zuhur eder."
Rasûlullah (s.a.v.) bu şiir için de; «Ümeyye doğru söyledi.» dedi.
Bu, senedi sahih bir hadis olup ravileri sıkadır. Bundan anlaşıldığına göre zamanımızda da Arş'ı yüklenen dört melek vardır. Ancak koçlarla ilgili hadis buna ters düşmektedir. Fakat denebilir ki Arş'ı yüklenmekte olan dört meleğin bu şekilde nitelenmeleri, onlardan başka meleğin bulunmadığım isbatlamaz, doğrusunu Allah bilir.
Ümeyye b. Ebi Sait'in, Arş'la ilgili başka bir şiirinde de şöyle demektedir:
"Allah'ı temcid edin, O temcide layıktır.
Rabbimiz semada uludur.
Gözleri kamaştıran yüksek bir binası vardır.
Semaların üzerinde de kendisi için yüksek bir taht yapmıştır, gözler ona ulaşamazlar.
O tahtın çevresinde boynunu uzatıp yükseklere bakan melekler görürsün."
Abdullah b. Re vaha da, kendisini, cariyesi ile ilişkiye girerek aldatan karısına şöyle bir şiir söyleyerek tarizde bulunmuştu:
"Allah'ın vadinin gerçek olduğuna,
Cehennem'inde kafirler için durak olduğuna,
Arş'm su üzerinde dolaştığına,
Arş'm üzerinde de âlemlerin Rabbinin bulunduğuna şahadet ederim.
O Arş'ı kıymetli melekler yüklenirler.
O melekler İd ilahın nişanlı melekleridirler."
Ebu Davud, Cabir b. Abdullah'tan rivayet etti İd, Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
«Aziz ve Celil olan Allah'ın Arş'ı yüklenen meleklerinden birini anlatmama izin verildi; o meleğin kulak yumuşağı ile omuzu arasındaki mesafe, 700 senelik yoldur.»
KÜRSÜ
İbn Cerir, Hasan-ı Basrî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Kürsü, Arş'm ta kendisidir.» Hasanın böyle demesi sahih değildir, aksine ondan ve diğer sahabilerle tabiilerden gelen sahih rivayetlerde anlatıldığına göre Kürsü, Arş'tan ayrı bir şeydir.
«Kürsü'sü, gökleri ve yeri kuşatmıştır.» (ei-Bakara, 255.)
ibn Abbas ile Said b. Cübeyr, bu ayet-i kerimede geçen Kürsü kelimesi ile Cenâb-ı Allah'ın ilminin kastedildiğini söylemişlerdir.
"Müstedrek" adlı eserinde Haldm de, İbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet ekmiştir: «Kürsü, iki ayağın bastığı yerdir. Arş'a gelince onu Aziz ve Celil olan Allah'tan başka kimse takdir edemez.»
Süddî, Ebu Malikin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Kürsü, Arş'm altındadır.»
Süddî dedi ki: «Göklerle yer, Kürsü'nün içindedir. Kürsü de Arş in önündedir.»
İbn Cerir ile İbn Ebi Hatim, İbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet etmişlerdir:
'Tedi kat gök ile yedi kat yer serilip biribirine bitiştirilseydi yine de
Kürsünün genişliği kadar bir yer tutmazlardı. Bunların Kürsüye nisbetle genişlikleri, ancak bir çöle atılan bir halka büyüklüğündedir.»
îbn Cerir, Rasûlullah (s.a.v.)'m şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
«Yedi kat göğün Kürsü içindeki büyüklüğü, bir kalkanın içine atılan yedi dirhem kadardır.»
Ebu Zer, Rasûlullah (s.a.v.)'m şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: «Arş'a nisbetle Kürsünün büyüklüğü, çöle atılan bir demir halka gibidir.»
Ebu İdris el-Holanî'den rivayet olunduğuna göre Ebu Zer el-Gıfarî, Rasûlullah (s.a.v.)'a Kürsünün durumunu sormuş, Rasûlullah (s.a.v.) da ona şu cevabı vermiştir:
«Nefsim kudret elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki, Kürsüye nisbetle yedi kat gökle yedi kat yerin büyüklüğü, ancak çöle atılan bir halka kadardır. Doğrusu, Kürsüye nisbetle Arş m üstünlüğü, o çölün içine atılan halkaya olan üstünlüğü kadardır.»
"Tarih" adlı eserinde İbn Cerir, Said b. Cübeyr'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: İbn Abbas'a, «Allah'ın Arşı su üzerinde idi.» ayet-i kerimesinden bahsedilerek suyun ne üzerinde olduğu sorulmuş, İbn Abbas ta şu cevabı vermiştir: «Su, rüzgarın üzerinde idi, göklerle yerleri ve bunların içinde bulunan her şeyi denizler kuşatmıştı. Bütün bunları da heykel kuşatmıştı. Heykeli de anlatıldığına göre Kürsü kuşatmıştı.»
Vehb, heykel kelimesini şöyle açıklamıştır: "Heykel, göklerin kenarındaki bir şeydir ki, yerleri ve denizleri çadır ipi gibi kuşatmıştır."
Astronomi ilmi ile ilgilenen bazılarının iddiasına göre Kürsü, sekizinci felektir ki, ona sabit yıldızların feleki adını verirler. Bunların bu iddiası, pek dikkate alınacak bir şey değildir. Çünkü Kürsünün, yedi kat gökten daha büyük olduğu sabittir. Önceki sayfalarda geçen hadislerde de anlatıldığına göre Kürsü'nün göklerle yere nisbetle büyüklüğü, bir çölün içine atılan bir demir halkasına nisbetle olan büyüklüğü kadardır. Bu da bir felekin başka bir feleke nisbet edilmesi değildir. Eğer bu iddiayı öne sürenlerin sözleri, «Biz bunu itiraf ediyoruz ama bununla beraber yine de Kürsüye felek adını veriyoruz.» ise, biz de ona cevaben şöyle deriz:
«Kürsü, lügata göre felekten ibaret bir şey değildir. Aksine o, bir çok selef ulemasının da ifade ettiği gibi Arşın önündeki bir merdiven gibidir. Böyle bir şey de felek olamaz. Sabit yıldızların, bu felek içinde murassa bir şekilde bulunduğuna dair iddiaları da delilsiz bir iddiadır. Kaldı ki onlar, bu iddialarını ileri sürerlerken de kendi aralarında ihtilafa düşmüşlerdir. Bu husus, onların kitaplarında da görülmektedir. Doğrusunu Allah bilir.
LEVH-İ MAHFUZ
Hafız Ebu'l-Kasım et-Taberanî, İbn Abbas'tan rivayet etti ki, Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
«Doğrusu, Cenâb-ı Allah Levh-i Mahfûz'u beyaz inciden yarattı. Levh-i Mahfûz'un sayfaları kırmızı yakuttandır, kalemi nurdur, yazısı nurdur, onda her bir gün, 360 lahzadır. O, yaratır, rızık verir, öldürür, diriltir, yüceltir, alçaltır, dilediğini yapar.»
İshak b. Bişr, İbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet etmiştir.
«Levh-i Mahfûz'un baş kısmında şu yazı vardır: Allah'tan başka ilâh yoktur. O birdir, dini İslâm'dır. Muhammed onun kulu ve elçisidir. Allah'a iman edip, vaadini doğrulayan, peygamberlerine tabi olan kimseyi Allah, Cennetine koyar.»
«Levh-i Mahfuz, beyaz inciden bir levhadır. Uzunluğu göklerle yer arasındaki uzunluk kadardır. Genişliği de doğu ile batı arasındaki genişlik kadardır. Sayfaları inci ve yakuttandır. Kapakları kırmızı yakuttandır. Kalemi nurdur. Yazısı Arş'a bağlıdır. Aslı da bir meleğin kuca-ğındadır.»
Enes b. Malik ve seleften bazıları dediler ki: «Levh-i Mahfuz, İsrafil'in cephesindedir.»
Mukatile göre ise Levh-i Mahfuz, Arş in sağındadır. ( İbn Kesir Büyük İslam Tarihi, İbn Kesir, Mehmet Keskin, Çağrı Yayınları, tercümesi, ibni kesir islam tarihi, el-Bidâye ve'n Nihâye, büyük islam tarihi, 15 cilt takım, el bidaye ven nihaye islam tarih )
Çağrı Yayınları İbn Kesir tarafından yazılan İbn Kesir Büyük İslam Tarihi adlı kitabı incele diniz.