%43

İlamül Muvakkıin, 2 Cilt Takım

  • 3.8 / 5
3.8 / 5
680,00 TL
1.200,00 TL
Kazancınız 520,00 TL
Şamua , 2 Cilt, 1.765 Sayfa, 17x24 cm
Geçici olarak temin edilememektedir. Temin edildiginde

Bu ürünün yerine tercih edebileceğiniz ürünler

STOKTA VAR
2.400,00 TL
1.240,00 TL
STOKTA VAR
150,00 TL
77,00 TL
Aynı Gün Kargo

Ürününüz 1-2 gün içerisinde kargoya verilir.

Güvenli Alışveriş

Ürününüzü 14 gün içerisinde kolayca iade edebilirsiniz.


Kitap            İlamül Muvakkıin
Yazar           İbni Kayyım El Cevziyye   
Yayınevi       Pınar Yayınları, 375 TL
Tercüme       Dr. Pehlül Düzenli
Kağıt Cilt      Şamua kağıt, 2 Cilt takım, Ciltli    
Sayfa Ebat   1.765 sayfa - 17x24 cm



Not: Bir önceki baskısı 4 cilt olarak yayınlanmıştı. 2017 baskısı 4 cilt birleştirilerek 2 cilt olarak çıktı. Yani tıpkı basım yapıldı yeni baskıda.       
 

Pınar Yayınları İ’lamü’l Muvakkı’in kitabını incelemektesiniz.    
2 Cilt İlamül Muvakkıin kitabı hakkında yorumları oku yup kitabın konusu, özeti, fiyatı, satış şartları hakkında bilgiyi geniş bir şekilde edinebilirsiniz.

Yaratan Rabbinin adıyla oku . O, insanı " alak " dan yarattı. Oku, Senin Rabbin en cömert olandır. Alak 1-2



MÜTERCİMİN ÖNSÖZÜ


Allah Teâlâ'ya hamd; Resûl-i Ekrem'e, onun âl va ashabına salât ve selam; İslâm'ın temel kaynakları olan Kur'ân-ı Kerim ve Sünnet-i Nebeviyye'nin bizlere kadar in­tikal etmesinde, yorumlanıp anlaşılmasında emeği geçmiş olan tâbiîn, tebe-i tâbiîn ve bütün ulemâya rahmet niyaz ederiz.

İbn Kayyım el-Cevziyye özellikle on dokuz ve yirminci yüzyılda önce Hicâz'da Vehhâbîlik hareketi, sonra da dinde yemlik taraftarları tarafından sıklıkla gündemde tutulan, lehinde ve aleyhinde birçok eser telif edilmiş Hanbelî bir âlimidir. Adından da anlaşılacağı üzere fetvâ ehline yönelik olarak telif edilmiş olan İ'lâmü'l-muvakki'în adlı eserin ise o, İslam fıkhının çeşidi konulan derinliğine tahlil edimiş, mezhepler arası mukayeseler yapılmış, kimi fetvâların hukukî, sosyal ve hatta siyasal sonuçlan üzerinde durulmuş ve bu hususlarda tenkit ve teklifler yapılmıştır. Eser, İslâm fıkıh ve fetvâ tarihi yanında kültür tarihi açısından da ayn bir öneme sahiptir.

Böylesi bir yoğunluk, derinlik ve çeşitliliğe sahip ilmî ve tarihî bir eserin tercü­mesi elbette birçok zorluğu da beraberinde getirmektedir. Bu da sağlıklı ve verimli bir tercümenin ilgili alanlarda ihtisas sahibi bir ekip tarafından yapılmasını gerekli kılmaktadır. Böyle bir imkanın olmaması halinde yapılan tercümeler tek kişinin, kişisel gayret ve başarısı ile sınırlı kalmaktadır. Elimizdeki tercüme böyle bir çalış­manın ürünüdür.

İbn Kayyım'ın İ'lâmü'l-muvakki'îni çeşidli tahkik ve tahriç çalışmalarına konu olmuştur. Bizim tercümemizde Beşîr Muhammed Uyûn tarafından yapılan (Dımaşk, 2000) tahkik esas alınmış, bununla birlikte ihtiyaç duyulduğu durumlarda Ebû Ubeyde Meşhur b. Hasan Âl-i Selmân (Riyad, 1423) neşrine de başvurulmuş­tur. Öteden beri tartışma konusu olan, kısmen de İbn Kayyım'ın adı ile özdeşleş­miş konularda, farklı değerlendirme ve çalışmalara dipnotlarda işaret edildi. Böylece okuyucunun konu hakkındaki farklı görüşlere vakıf olmasına yardımcı olunmaya çalışıldı.

Yapılan tercümeyi Muhammed Enes Topgül redakte etti. Özellikle metin tashihi, hadis tahriçlerinde görülen kimi eksiklikler ile metin içerisinde geçen kavramların dipnotta tanıtımım yaparak çalışmaya önemli bir katkıda bulunmuş ve böylece ter­cüme esnasında meydana gelen eksiklikler asgariye indirilmiş oldu.

İ'lâmü'l-muvakki'în şeklinde meşhur olan eserin tam adı İlâmül-muvakıt 'an Rabbi'l-âlemin'dir. Adından anlaşılacağı üzere eser temelde müftülere yönelik ola­rak hazırlanmıştır. Fetvâ ve fetvâ usûlü, müftü ve müftüler hakkında detaylı bil­giler verildikten sonra, uygulama ya da fakihler arasında problemli olan muhtelif konular hakkında etraflıca bilgiler verilmiş, tenkit ve değerlendirmelerde bulunul­muştur. Kıyas, hikmetler, üç talâk, hülle ve hac konulan üzerinde hassasiyetle du­rulan diğer önemli konulardandır. Eserinin sonunda Resûl-i Ekrem'in fetvalarına yer verilmiştir.

Eserinde genel olarak müftüleri mezhep imamlarına bağımlı olmaktan kurtulup Kitap ve Sünnet'e tabi olmaya çağıran İbn Kayyım, eserinde genelde Hanbelî mez­hebi, özelde ise İbn Teymiyye'ye bağımlılık derecesinde ilgi göstermekte ve onun görüşlerini savunmaktadır.

Etkili üslubu, heyecanlı anlatımları, sert tenkitleri ve yoğun rivayetleri ile üze­rinde önemle çalışılması gereken bir eser olarak İ'lâmü'l-muvakki'în 'in tercüme ve yayınını sağlayan Pınar Yayınları'na, esere tashih, tahrîç ve tanıtımları ile önemli katkıda bulunan Muhammed Enes Topgül kardeşime en kalbî şükranlarımı sunu­yor; eksik ve kusurlarımızı tespit ederek bizlere bildirecek olan okurlarımıza şim­diden sonsuz teşekkürlerimi arz ediyorum.

Dr. Pehlul DÜZENLİ
Laleli / 2012


MUHAKKİKİN ÖNSÖZÜ

Hamd Allah'a mahsustur. O'na hamdeder, O'ndan yardım ve bağışlanma di­leriz. Nefislerimizin ve kötü işlerimizin şerrinden O'na sığınırız. O'nun hidâyete erdirdiğini kimse saptıramaz, O'nun saptadığını da kimse hidâyete erdiremez. Allah'tan başka ilâh olmadığına, O'nun tek olduğuna ve ortağının bulunmadığına, Hz. Muhammed'in O'nun kulu ve elçisi olduğuna şahitlik ederim.

"Ey inananlar! Allah'tan, sakınılması gerektiği gibi sakının ve ancak Müslüman olarak can verin."[1]

"Ey İnsanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan, ondan eşini var eden ve ikisinden pek çok erkek ve kadın meydana getiren Rabbinize hürmetsizlikten sakının. Ken­disi adına birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah'ın ve akrabanın haklarına riayetsizlikten de sakının. Allah şüphesiz hepinizi görüp gözetmektedir."[2]

"Ey inananlar! Allah'tan sakının, dürüst söz söyleyin de Allah işlerinizi kendi­nize yararlı kılsın ve günahlarınızı size bağışlasın. Kim Allah'a ve Peygamberine itaat ederse, şüphesiz büyük bir kurtuluşa ermiş olur."[3]

Şimdi, bu zor zamanda Müslümanların en fazla muhtaç oldukları şey, dinlerine, öz benliklerine, kültürel miraslarına dönmeleri, dedelerinin ve de selef-i sâlihlerin izinden yürümeyi başarmalarıdır. Böylece onların prensipleri ile süslenmiş, metotlarına uymuş, Allah'ın emir ve yasaklarına da tutunmuş olurlar. Ülkelerini savunmak için cihâd ettikleri gibi, din ve mukaddesatlarına saldıranlara, başlarına sürekli iş­ler açmaya çalışan düşmanlarına karşı cihâd etmeyi de başarırlar. Böylece din ve vatanlarını savunmak için az-çok, kıymetli kıymetsiz demeden her şeylerini feda ederler.

Sonunda Müslümanlar kaybettikleri şanlarına ve eskiden sahip oldukları onurlarına yeniden dönerler, kalpleri şaşkına çeviren güçlerine, bir aylık mesafeden dahi hissedilen heybetlerine yeniden kavuşmuş olurlar.

Müslümanlar, arzu ettikleri dünya ve âhiret mutluluğunu faydalı ilim ve sâlih amelden başka hiçbir şeyle elde edemezler. Bu ikisini başaran gerçekten büyük bir başarı ve kazanç elde etmiş, bunlardan mahrum olanlar da hayır namına her şey­den mahrum kalmış sayılırlar. Bu iki nur ve bu iki ilim ancak masumiyeti kesin de­lillerle sâbit olmuş, itaat edilmesi ve tâbi olunması semâvî kitaplarda açıkça belirtil­miş olan pınardan elde edilebilir. O (s.a.s.), doğrulanmış ve doğrulayıcıdır. Kendi arzusundan konuşmayıp, yalnız vahye göre konuşur.

O pınardan ilim elde etmek, ashâb-ı kirâm'da olduğu gibi doğrudan veya tâbiûn, tebe-i tâbiûn ve kıyamete kadar onların izinden gidenlerde olduğu gibi dolaylı ol­mak üzere iki çeşittir.

Bizler ikinci grupta yer almaktayız. Dolayısıyla, dünya ve âhiret mutluluğunu elde etme ve cehennem azâbından korunma hususunda bize yakışan, Kur'ân-ı Kerîm ve Sünnet-i Nebevî'nin gösterdiği yolda yürümek, sahâbe, tâbiûn gibi selef-i sâlihîn ile nebilerin vârisleri olan diğer âlimlerin ve sıddîklerin izinden gitmektir. Onların yeryüzündeki konumu, yıldızların gökyüzündeki konumu gibidir. Onlara itaat, ana ve babalara itaatten daha önemlidir.

Her zaman ve çağda yoldan çıkanları hidâyete çağıran, onların eziyedlerine kat­lanan ilim ehlini var etmesi Allah Teâlâ'nın bir lütfudur. Onlar iblis tarafından kat­ledilmiş nice nefisleri yeniden dirilttiler, yolunu şaşırmış nice insanların hidâyete ermelerine vesile oldular. Aşırılığa kaçanların tahrifleri, bâtıl taraftarlarının sahte yorumları ve câhillerin câhilce te'vîllerine karşı Allah'ın Kitâbını savundular. O tahrifçiler, bâtıl taraftarları ve câhiller, bid'atlere bağlı kalmaya adeta yemin etmişler, fitnenin yularını salıvermişler, Allah adına, Allah hakkında, O'nun kitabı hakkında bilgisizce sözler sarfetmişler, ilâhî kelâmın müteşâbihatı hakkında anlamadan yo­rumlar yapmışlardır. Sapan ve saptıranların fitnelerinden Allah'a sığınırız.

     ESERİN TELİF YÖNTEMİ

İbn Kayyım'ın bu eseri İslâm Hukuk Metodolojisi (Fıkıh Usûlü) ilminin te­mel kaynaklarındandır. Müellif bu eserinde mütekellimîn ve fukahâ metodunu birleştirmiştir. Mütekellimîn metodu, aklî yorumlara dayanan, teoriyi fıkhî rea­liteye takdim eden, usûl ilmini müstakil bir ilim dalı olarak ele alan ve onu her­hangi bir mezhebe bağımlı kılmayan bir anlayışa dayanır. Fukahâ yöntemi ise, fı­kıh usûlünün kurallarını hkhî meselelere dayandıran bir yöntemdir ki meselelerin ve müctehide yardımcı olacak fıkıh ve usûl ilmini birbirine yaklaştıran fıkkhî de­tayların çokluğu ile bilinir.

İbn Kayyım bu eserinde her iki metodu birleştiren bir yöntem uygulamıştır. Çünkü o, şâriin belirlediği maslahatlar ve maksadarın ışığında usûl kurallarını or­taya koymakta, prensiplerini belirlemekte, bunu yaparken de Arap dili ile vahyin indiği ortamın bilgisine ayrı bir önem vermektedir.

Şeyh Seyyid Sâbık, İbn Kayyım'ın bu yöntemini şu şekilde özedlemektedir: "O, önce nasları ele alır, onlardan hüküm çıkarır. Tek mesele için birçok delil ortaya koyar. Önceki âlimlerin görüşlerini tek tek zikreder, sonra da bunlardan delillere en uygun olanını tercih eder. Âlimlerin görüşlerini ele alarak, yorumlarındaki bakış açılarını açıklar ve muhâlif görüşleri ortaya koyarak onları çürütür. Âyetlerin yo­rumunda hadislerden yararlanır. O, bütün bunları yaparken herhangi bir mezhebe bağındı kalmaz, okuyucularını içtihât etmeye, fikirler üretmeye davet eder. Bu ko­nuda elinden geleni arkasına bırakmaz. Nerede olursa olsun hakkı haykırır."

ESERİN MUHTEVASI

Müellif, eserini kapsamlı bölümlere ve çeşitli alt başlıklara ayırmamıştır. Aksine tek bir düşünce ve tek bir konuyu işleyen dağınık fasıllar şeklinde telif etmiştir. Ni­tekim eserin başında çeşitli fasıllar oluşturmuş, burada sahâbe, tâbiûn ve onların ardından gelen âlimler ve fakîhlerden söz etmiştir. Eserlerini, sözleri ve davranış­ları doğrultusunda değerlendirmeye tâbi tutmuş, ardından helâlleri helâl, haram­ları haram kılan fetvâlarına yer vermiştir. Fetvâların zayıf yönlerini ortaya koymuş, bâtıllıklarını açıklamışta Fetvâ sahiplerinin görüşlerindeki bu zayıflık ve bâtıl yönleri açık ve net deliller ile ortaya koymuş, yol gösterici ilmî metotlarla da tartışmıştır.

Diğer bahislerde müellif, Hz. Peygamber'in sünnetine tâbi olmaya teşvik etmiş ve bilgisizce Allah adına söz söylemenin Allah'a şirk koşma, hatta ondan daha kötü bir davranış olduğunu açıkça beyân etmiştir. Ardından âlimler nezdinde kerâhet kavramını açıklamış ve bunun haram kavramı ile aynı manaya geldiğini belirtmiş, sonra da delile dayanmadan yalnızca akla dayanarak fetvâ vermenin haramlığı üze­rinde durmuştur. Müellif eserinin büyük bölümünü Hz. Ömer'in Ebû Mûsâ el-Eş'arî'ye gönderdiği, âlimlerin de yargı hukukunda temel ölçü kabul ettikleri mek­tubunun açıklamasına ayırmışta.

İbn Kayyım'ın eserinde üzerinde durduğu konuların başlıcalarını, fâiz, hülle, sedd-i zerîa, hiyel, rey ve kıyâs ile hüküm verme, te'vîl, müftülerde bulunması ge­reken şartlar, fetvânın önemi ve yüceliği oluşturmaktadır, bunun yanında üç talâk meselesi ve diğer fıkhı konulara yer vermiştir. Müellifin konulan ele alış tarzı, akıcı ve kolay anlaşılır kelimeler, sağlam ve açık cümleler şeklinde olup açıklama ve yo­rumlar ise detaylıdır. Müellif aynı zamanda konulan işlerken parlak, ikna edici ve karşı delilleri çürütücü delil kullanma hususunda ayrı bir maharete sahiptir.

Eser, Hz. Peygamber'in fetvâlarından uzun alıntılarla son bulmuştur ki, bu kı­sım IV. cildin 259-424. sayfaları arasındadır. Bu da Allah kelâmından sonra sözle­rin en güzeli ile bitirme şeklinde "hitâmuhu misk" kabilinden olmuştur.

  
    ESERDE TAKİP ETTİĞİMİZ YÖNTEM

Bu eser ilk olarak Ferecullâh Zekî el-Kürdî el-Ezherî tarafından Nil matbaa­sında (Mısır) yayınlanmıştır. Ardından Mısır'da Saâdet matbaasında (1374/1954) Muhammed Muhyiddin Abdülhamîd tarafından, yine Mısır Medenî matbaasında (1389/1969) Abdurrahman el-Vekîl'in tahkik ve harekelemesi, Seyyid Sâbık'ın ön­sözü ve İbn Kayyım'ı tanıtan bir yazısı ile yayınlanmıştır. Daha sonra eser çeşidi matbaalarda ofset olarak yayınlanmış, ancak baskıların hemen hiçbirinde hadisler tahriç edilmemişti. Bunları takiben Lübnan ve Mısır'da yapılan sonraki yayınlarda hadislerin birçoğu tahriç edildi.

Biz de İbn Kayyım'ın külliyatını tahkik ve yayınlama projemizi tamamlama ama­cıyla temiz görüntüsüyle, eski baskılardan yararlanıp onların eksiklerini tamamla­yarak, eseri okuyucuya takdim ediyoruz. Allah Teâlâ'dan bizden ve bizden önce bu esere emek verenlerden, emeklerimizi kabul etmesini, bizden sonra gelenlerin elin­den tutarak bizim elimizde olmayan eksiklerimizi tamamlatmasını niyâz ederiz.

Biz bu çalışmada müellifin lafızlarıyla ve de "hıyâru'l-meclis, hadîsü's-savm ani'l-meyyit, hadîsü'l-hükm bi'l-kâfe, hadîsü'l-müzâraa..." şeklinde mana olarak naklettiği hadislerin metinlerini bütün olarak vererek tahrîc ettik. Tahrîc çalışmasında ise ge­nelde Muhammed Nâsıruddîn el-Elbânî'nin eserlerinden, Abdulkâdir el-Amaûd'un tahkik ettiği Câmiu'l-usûl ile Edîb Hüseyin Selîm Esed ed-Dârânî'nin Tahticü Müs-nedi Ebî Ya'Id'sından yararlandık.

Bazı okuyucular için kapalı sayılacak yabancı kelimelere açıklama getirdik.
Âyetleri sûre ve âyet numarası ile göstermenin yanında, Kur'ân-ı Kerîm'deki şekliyle aynen alıntıladık.

Eserdeki her bölüm ve parçaya, okuyucuya kolaylık olsun diye bir başlık koy­duk.
Burada, eseri baskı esnasında okuma lutfunda bulunan Prof. Şair Subhî Nedim el-Mardînî en samimi teşekkürlerimi sunmak istiyorum. Yine eserin bu güzel ve harika baskı ve dizgisinde ellerinden gelen gayreti esirgemeyen Prof. Zeyyâd Dîb es-Surûcî ve beraberinde çalışan elemanlarına teşekkür etmeyi unutmuyorum.

Son olarak, Allah Teâlâ'dan bu eseri ve İbn Kayyım'ın diğer bütün eserlerini bu dünyada ve öteki dünyada bana ve bütün Müslümanlara faydalı kılmasını diliyo­rum. O, çok cömert ve çok bağışlayıcıdır.

Her işin başında da sonunda da hamd Allah'a mahsustur. O'na güvenir ve O'ndan muvaffakiyet dilerim. Kendisinden yardım istenen ve isteyene yardım eden yal­nızca O'dur.

Dımaşk 2 Cumâdâ'l-âhire
1421/01 Eylül 2000.
Beşîr Muhammed Uyûn

     MÜELLİFİN ÖNSÖZÜ

Bismillahirrahmanirrahim

Mahlûkâtını aşamalarla yaratıp, onlara yaratılış aşamalarında dilediği gibi izzet ve iktidar veren Allah'a hamd olsun. O, peygamberlerim, mükellef kullarına uyarı ve mazeret gösterilmemesi için gönderdi. Onlara tâbi olanlara nimetinin bütün çeşitlerini tamamladı. Onlarla, yöntemlerine muhalefet edenleri susturdu, delillerini ortaya koydu, yolunu aydınlattı, isyan gerekçelerim ortadan kaldırdı, mazeredlerinin kökünü kesti, haklılığını ortaya koydu ve en açık biçimde savundu ve şöyle buyurdu: "Bu benim dosdoğru yolumdur, öyleyse ona tâbi olun, ondan başka yol­lara tâbi olmayın, onlar, iyilik yapanlara mutlu akibeti müjdeleyen, kötülük yapan­lara da kötü akibeti haber veren elçilerimdir." Ta ki, insanlar, elçilerden sonra Allah Teâlâ'yı suçlayıcı savunma yapmasınlar. Onların hepsine, kendi elçilerinin diliyle toptan çağrıda bulunarak, kullarına karşı görevini yaptığını ve adâlet ile davrandı­ğım ispat etmiştir. Onlardan dilediğini sırf bir nimet ve lütuf olarak hidâyete erdir­miştir. Kaderinde mutluluk yazanlar O'ndan gelen hidâyet nimetini kabul etmiş, onu sağ eliyle kabul etmiş ve "Rabbim! Bana ve ana babama verdiğin nimete şü­kürde, hoşnut olacağın işi yapmakta beni muvaffak kıl. Rahmetinle, beni iyi kul­larının arasına koy"[4] demiştir. Şekâvet yönü ağır basanlar ise âlemler içerisinde o hidâyete dönüp bakmamıştır. Bu Allah Teâlâ'nın bir lütfü ve ikramıdır: "Rabbinin bağışını kimse engelleyemez" [5], O'nun lütfunun sonu da yoktur. Bu da adli ve ka­zasıdır: "O yaptığından hesaba çekilemez, onlar ise çekilirler."[6]

Nimetlerini kullarının üzerine yağdıran, merhameti kendisine bir görev olarak kabul eden ve rahmetinin gazabına galip geldiği[7] hükmünü kitabına koyan Al­lah noksan sıfadlardan münezzehtir. Her şeyde rububiyet, vahdaniyet, ilim ve hik­metine en âdil şâhitler bulunan Allah ne mübarektir! Kulları arasında, bir kişinin binlerce kişiye denk olabileceği şeklinde kullarını sahip oldukları kemâl mertebe­lerine göre değerlendirmesi olmasaydı bile bu özellikleri onun mübarekliğine de­lil olarak yeterdi. Bunun sebebi de kullan bilsin ki Allah her başarıyı olması gere­ken yere vermiş, her lütfü yerli yerinde kullanmış, rahmetini de dilediğine tahsis etmiştir. O en iyi bilen ve en iyi hükmedendir. Lütuf O'nun elindedir, dilediğine verir. Allah büyük lütuf sahibidir.

O'na hamd ederim. O'na hamd etmeyi başarmak da O'nun büyük nimetlerindendir. O'na şükrederim. Şükür lütfunun, kereminin ve taksiminin artmasına ke­fildir. O'ndan bağışlanma diler, nimetinin gidip, azâbının gelmesini gerektiren gü­nahlarımdan dolayı pişmanlığımı arz ederim.

Şâhitlik ederim ki Allah'dan başka ilâh yoktur, o tektir, ortağı yoktur. Yerler ve gökler bu hakikat ile ortaya çıkmış, bütün mahlûkât bu inanç üzerine yaratılmış, dinler bu itikat üzerine kurulmuş, kıble bunun için konulmuştur. Cihat kılıçları bunun için çekilmiş, bütün kullarına Allah bunu emretmiştir. Bu inanç, insanların üzerine yaratıldığı özel bir fıtrattır. Bütün peygamberlerin ümmetlerini davet ettiği kulluğun anahtarıdır. Bu inanç İslâm kelimesi, dârusselamın anahtarı, farz ve sün­netin temelidir. Kimin son sözü "lâ ilâhe illallâh" olursa o cennete girer."[8]

Muhammed (s.a.s.)'in O'nun kulu ve elçisi, yaratıkları içinden seçtiği, kullarına varlığını ve birliğini ispat ettiği delili, vahyi için güvendiği, âlemlere rahmet olarak gönderdiği, çalışanlara örnek, yolunda gidenlere rehber, karşı gelen inatçılara haklı­lığını ispat ettiği bir delili, kâfirler için bir pişmanlık sebebidir. Onu, kıyâmet önce­sinde hidâyet ve hak din ile, doğru yolda gidenleri müjdeleyici, yanlış yolda giden­leri uyarıcı, izni ile Allah'a çağıran, aydınlatıcı bir kandil olarak gönderdi.

Onunla, yeryüzündekilere, şükrünü edâ etmekten acze düşeceklere büyük bir nimeti lüt­fetti. Ona mukarrabûn melekler ile imdad edip, özel yardımı ve müminleri ile de yardım etti. Açıklayıcı, hak ile bâtılın, doğru ile yanlışın, şüphe ile kesin bilginin arasını ayırıcı kitabını ona indirdi. Göğsünü o kitaba açtı. Ağır yükünü ondan kal­dırdı. Şanını yüceltti. Ona karşı gelenleri küçültüp, zillete mahkum etti. Apaçık kitâbında onun hayatına yemin etti. İsmini ismi ile yan yana zikretti. Hutbelerde, teşehhüdlerde ve ezanlarda Allah anıldığında hemen o da anılır oldu. Ona itaati, onu sevmeyi, haklarını yerine getirmeyi insanlara farz kıldı. O olmadan, kendisine ve cennetine giden bütün yollan kapattı. O bir terazidir, bütün ahlak, söz ve dav­ranışlar onun ahlak, söz ve davranışları ile tartılır ve seçilir. O bir ayıraçtır; ona tâbi olmakla şaşkınlar ile hidâyete erenler birbirinden ayırt edilir.

Ömrünü kelle koltukla Allah yolunda harcadı. Kimse onu bundan geri çevire­medi. Onun emrini, insanların başlarını çatlatırcasına söyledi, kimse onu bundan engelleyemedi. Nihayet kendisine verilen elçilik görevini tam olarak yerine getirdi, emâneti teslim edildiği gibi ehline teslim etti. Ümmete nasihat etti, Allah yolunda hakkıyla cihâd etti. Risâleti ile karanlık yeryüzü yeniden aydınlandı. Parçalanan gö­nüller onunla yeniden birleşti. Yeryüzü nura ve güzelliğe garkoldu. İnsanlar onun getirdiği dine yığınlar halinde girdi.

Allah Teâlâ onunla dinini ikmal edip mümin kullarına nimetini tamamlayınca, onu kendi tarafına tercih etti ve "En Yüce Dost"a ve en yüce makama götürdü. Bu dünyadan giderken ümmetine apaydınlık bir yol, apaçık bir yol bıraktı. Allah, me­lekler, peygamberler ve Allah'ın Sâlih kulları ona ve onun ailesine; onun Allah'ı bir­leyip insanlara tanıttığı ve davet ettiği gibi salat ve selam etsin.

Şimdi, kendisi için yarışmaya en değer ve yarış meydanında peşinde koşulmaya en layık olan şey, kulun dünya ve âhiretde saadetini temin edecek ve de bu saadete götürecek olan şeydir. O şey de faydalı ilim ve sâlih ameldir ki, bir kulun mutluğunun bunlarsız gerçekleşmesi mümkün değildir. Bu sebeplere sarılmadan kurtu­luş da mümkün değildir. Bunlara sahip olan gerçekten kazanmış ve kurtulmuştur. Bunlardan mahrum olanlar ise her türlü hayırdan mahrum olmuştur. İnsanların rahmete nâil olması (merhum) ile rahmetten yoksun olması (mahrum) bu iki­sine göredir. Bunlarla ancak iyi kötüden, müttakî günahkârdan, zâlim mazlumdan ayırt edilir. İlim amelin değişmez arkadaşı ve ayrılmaz çiftidir. Bilginin şerefi de bi­linenin şerefine göredir. İlimlerin tartışmasız en şereflisi tevhit ilmidir. En faydalısı kulların davranışları ile ilgili ilimdir. Bu iki nur ve iki ilim ise ancak, kesin delille­rin masum olduğuna delâlet ettiği, semâvî kitapların itaatını vâcib kıldığı, vahiy­den başka hiçbir şey konuşmayan o pınardan elde edilip alınabilir. "O ancak ken­disine vahyedileni (konuşur)."[9]

 
 
[1]-Âl-i İmıân, 3/102.
[2]-Nisâ, 4/1.
[3]-Ahzâb, 33/70-71.
[4]-Neml, 27/19.
[5]-İsıâ, 17/20.
[6]-Enbiyâ, 21/23.
[7]-Buhârî, Bed'u'l-halk 1; Müslim, Tevbe 15. Ebû Hureyre'den rivâyet edildiğine göre Resûlüllah (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: "Allah Teâlâ mahlûkâtını yaratuğı zaman, arşın üzerinde kendisine ait bir kitaba 'şüphesiz benim rahmetim gazabıma galip gelir' yazdı."
[8]-Ebû Dâvûd, Cenâiz 20; Ahmed b. Hanbel, Müsned, Y 233; Hâkim, d-Müstedrek, I, 351. Muâz b. Cebel'in rivâyet ettiği hadise göre Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Kimin son sözü 'La ilâhe ilallah' olursa o, cennete girer." Hadis sahihtir (geniş bilgi için bk. Elbânî, İrvâ, I, 149 vd).
[9] -Necm, 53/4.

 
Diğer Özellikler
Stok Kodu9789753523653
MarkaPınar Yayınları
Stok DurumuBu ürün geçici olarak temin edilememektedir.
9789753523653
En yeni ürünler
Güvenli teslimat
Kampanyalı ürünler
Piyasadaki en iyi fiyat