Kitap İnsanlığın Umut Kıtası Alem-i İslam
Yazar İhsan Şenocak
Yayınevi Hüküm Kitap
Kağıt Cilt 2.Hamur, Karton kapak cilt
Sayfa Ebat 280 sayfa, 13,5x21 cm
İhsan Şenocak İnsanlığın Umut Kıtası Alem-i İslam kitabını incelemektesiniz.
Hüküm Yayınları İnsanlığın Umut Kıtası Alemi İslam kitabı hakkında yorumları oku yup kitabın konusu, özeti, fiyatı, satış şartları hakkında bilgiyi geniş bir şekilde edinebilirsiniz.
Yaratan Rabbinin adıyla oku . O, insanı " alak " dan yarattı. Oku, Senin Rabbin en cömert olandır. Alak 1-2
İhsan Şenocak
Neyi yitirince yüreklerimizi birbirine bağlayan ruhu kaybettiysek, onu kazanınca, Şam'ı Bağdat'tan, Bağdat'ı da istanbul'dan ayıran sınırları ortadan kaldırmış olacağız. Bunun için Alem-i islâm'ın farklı noktalarında mücadele eden, emperyalizma ile hesaplaşan milyonlarca Müslüman var. Onların cihadını yerinde görmek, muvaffak oldukları hususlarda kendilerinden istifade etmek, tarihî tecrübemiz ve ilmî mirasımız noktasında istişareler yapmak, islâmî tedrisât babında teâtî-i efkârda bulunmak, istanbul'da yazılan bir kitabı Lahor'da, Lahorda neşredilen bir mecmuayı da bütün bir Bilâd-ı islâm'da oku[t)mak; eserleri, yerinde tespit edilen yeni sorunları dikkate alarak telif etmek; ilim, fikir ve harekette yeni terkiplere gitmek, Ümmet olarak neye maliksek tamamını Kuran ve Sünnet mizanında öz-posa ayrımına tabi tutmak gibi ameliyeleri gerçekleştirebilmek adına farklı islâm beldelerine, farklı zamanlarda yapılan seyahatlerin bir hasılası hükmünde olan bu kitabı şâir seyahatnamelerden ayıran en temel hususiyet ise, hadiseyle iâşe, ibâte ve zevk u sefa boyutu yerine ilim, fikir ve hareket cihetiyle alakadar olması ve bu noktada teşhis ve tespitler ihtiva etmesidir.
Cava Adalan'ndan Cebel-i Tarık'a, Doğu Türkistan'dan Gana'ya kadar uzanan direniş hattında Ümmet'in yarınlarına dair güzel haberler var. Kur'an-ı Kerîm'in, Allah Teâlâ'nın eşya ve hadiseye tatbik edilmeyi bekleyen talimatlarından ibaret olduğuna inanan müminler, çöllere vahâvârî hayat verdi; Âlem-i islâm yeniden insanlığın umut kıtası hâline geldi.
Allah'ın selâmı üzerinize olsun.
TAKDİM
İstanbul, Kahire, Şam ve Bağdat; Medeniyet'in dört atlısıydı. İstanbul, zafer; Kahire ilim kürsüsü; Şam, Cennetü'l-Maşrık; Bağdat ise Medinetü's-Selâm'dı. Biri dara düşünce diğerleri onun imdadına koşar, biri acı çekince top-yekûn hepsi ızdırap duyardı. İstanbul Şamlılar'ın, Şam da İstanbullularındı.
İstanbullular babalarından kalan mülkten daha aziz görürdü Bağdat'ı. Diyarbakırlılar da Buhâra'ya öyle bakardı. Çünkü mülkleri gidince bir toprak parçasını; Bağdat'ı ya da Buhâra'yı yitirince ise İslâm yurdunu kaybedeceklerini bilirlerdi. Böyle öğrenmişlerdi atalarından. En az isimleri kadar kadimdi bu öğreti. Zira sâliha anneleri beşiklerini sallarken muhtevası ümmet olan ninniler söylemişti onlara; "Âmin Alayları" eşliğinde kaydoldukları mektepte de hocalarıyla birlikte Ümmet-i Muhammed'e dua ederlerdi.
Annelerinin okuduğu, ana fikrini ise "ittihâd-ı İslâm"ın teşkil ettiği ninniler, âyet-i kerîmeler, Allah Rasûlü'nün sav İbn Mes'ûd'a öğrettiği tahiyyât duası... Her biri diğerini şerh etti. Neticede her "Ah" gibi, her "Fâtıma" da içinde nokta kadar şüphe kalmayacak şekilde İslâm milleti saflarına katıldı.
Namazı ikame edenler, Kur'an-ı Kerîm'i Allah Teâlâ'nın tâlimatları olarak okuyanlar Âlem-i İslâm'ı durmak bilmeyen bir kasırga gibi vuran kavmiyet rüzgarı karşısında sarsılmadı; en zor zamanlarda dahi bütün bir İslâm milletinin selâmeti için çalıştı. Islâmâbâdlı kazanınca, İstanbullu; Diyarbakırlı muvaffak olunca da Asvanlı sevindi. İdealler aynı olduğundan medreseler ve ulu hocalar, farklı şehirlerde de olsa aynı muştuyu söyledi. Metinlerin; onlar üzerine yazılan şerh, haşiye, talik çalışmalarının ya da telif edilen eserlerin tek bir amacı vardı, o da Millet-i İslâm'a hizmetti.
Kahire'de telif, şâir şehirlere göre daha öndeydi. İstanbul, Şam ve Bağdat ulemâsı, kendilerini izmâr edip söyleneni (mâkale) izhar etmeye daha ziyade önem verirdi. Tevazuyu azık edinen ulu hocalar, gözlerden ırak olan ilim zaviyelerinde destanlar yazardı. Kitaplarının kenarlarına pek çok telif ve şerhten daha kıymetli notlar düşen nice âlim vardı. Ne var ki ameliyeleri tab' edilemediğinden onlara bir öğrencileri, bir de kitaplarının varisleri muttali olabildi.
Her dönemde, her şehirde Rabbânî âlimler olurdu. Kûfe'de Ebû Hanîfe, Mısır'da Izz b. Abdisselâm, Hint kıtasında İmam Rabbânî, Şam'da Bedruddîn Hasenî, Mısır'da Mustafa Sabri (rahimehumullah) yolların ayrıldığı noktalarda durup ümmete Allah Rasûlü'nün [1] yürüdüğü istikâmeti işaret etti; rotasını kaybeden bir siyasetin ilme hükümfermâ edemeyeceğini söyledi. Diyâr-ı İslâm'da ilmin rütbesi bütün makamlardan daha yüceydi. Molla Gürani Fatih'in İslâm nizamına
uymayan fermanını, onu getiren şahsın gözü önünde yırtıp yere atmıştı.
Has dairede dört îslâm şehri, umumî manada ise bütün bir Bilâd-ı İslâm yek vücuttu. Biri açken diğerlerinde yardım seferberliği başlar, Afrika'da bir İslâm Köyü uykusuz kaldığında Cava Adalarının gözüne uyku girmezdi. Silistre düştüğünde Kahire, Akra düştüğünde ise Buhâra ağlardı. İkbal'in Trablusgarp ağıtı, Âlem-i İslâm'ın bütün şehirlerinden duyulmuştu. Akif, Allah Teâlâ'dan Ümmet-i İslâm için nusret niyaz ettiğinde, Türk de, Kürt de, Arap da "Amin!" demişti. İstanbul işgal edildiğinde Hindistan Müslümanları seferber olmuş, evlerindeki iki tabaktan birini satıp parasını İstanbul'a göndermişti.
Küfür cephesi, bu yapıyı dağıtmak için uzun süre çalıştı; bu noktada kültür ve siyaset ajanları yetiştirdi. Onlar da eskileri karıştırarak iman, fikir ve harekette yeni ihtilaf alanları oluşturdu. Gazete ve dergilerle ümmeti bu alanlara çekip sorunlu bir gündeme mahkum etti. Kısa zamanda bâtıl her fikir taraftar buldu. Aynı safta namaz kılanlar, tali mevzuları esas kabul edip farklı oluşumlar içinde yer alınca, birbirlerine selâm vermekte zorlandılar. Pakistan'da Birelvî, Diyû-bendî'nin; Diyûbendî de Birelvî'nin arkasında namaz kılmadı. Oysa her ikisi de Ehl-i Sünnet ve Sûfiydi.
Kısa zamanda aynı hastalık bütün bir Bilâd-ı İslâm'ı sardı. Müslümanlar ihtilaflar üzerinden yeni düşmanlıklar üretti. Neticede kendi cemiyeti içinde yer alanı kardeş, başka bir çatı altında olanı ise rakip gördü.
İman, fikir ve harekette vurgun yiyen Müslümanlar beşikte öğrendiği, her namazda tekrarladığı "İslâm Millet Yapısı'na aidiyete sadakat gösteremedi; "Ümmet-i Muhammed'e dua etme" hassasiyetine fiili hayatta yer bulamadı. Ümmet, "ulus devlet" masalıyla uyutuldu, bölündü, parçalandı.
Hilafet'in ilgâsından bir asır sonra Ümmet aslına dönüyor. Gurbet bitiyor. Küresel güçlerin Müslümanlar arasına ördüğü sınırlarda kardeşlik kapıları açılıyor. Mağripli de, Maşrıklı da onu gurbete savuran modern cahiliyyeden nefret ediyor artık.
Yıllar sonra İstanbul, Gazze'nin; Gazze de İstanbul'un bayrağını taşıyor sokaklarda. Yetimhanelerdeki çocuklar, mülteci kamplarındaki kadınlar, yavrusunun tabutu ardından ağlayan anneler ve Bağdat, Kahire, Trablusgarp, Lahor hep bir ağızdan "Halifemiz geri gelsin, İstanbul başkent olsun!" diyor.
Neyi yitirince yüreklerimizi birbirine bağlayan ruhu kaybettiysek, onu kazanınca, Şam'ı Bağdat'tan, Bağdat'ı da İstanbul'dan ayıran sınırları ortadan kaldırmış olacağız. Bunun için Âlem-i İslâm'ın farklı noktalarında mücadele eden, emperyalizma ile hesaplaşan milyonlarca Müslüman var. Onların cihadını yerinde görmek, muvaffak oldukları hususlarda kendilerinden istifade etmek, tarihî tecrübemiz ve ilmî mirasımız noktasında istişareler yapmak, tslâmî tedrisât babında teâtî-i efkârda bulunmak, İstanbul'da yazılan bir kitabı Lahorda, Lahor'da neşredilen bir mecmuayı da bütün bir Bilâd-ı İslâm'da oku(t)mak; eserleri, yerinde tespit edilen yeni sorunları dikkate alarak telif etmek; ilim, fikir ve harekette yeni terkiplere gitmek, Ümmet olarak neye maliksek tamamını Kur'an ve Sünnet mizanında öz-posa ayrımına tabi tutmak gibi ameliyeleri gerçekleştirebilmek adına farklı İslâm beldelerine, farklı zamanlarda yapılan seyahatlerin bir hasılası hükmünde olan bu kitabı şâir seyahatnamelerden ayıran en temel hususiyet ise, hadiseyle iâşe, ibâte ve zevk u sefa boyutu yerine ilim, fikir ve hareket cihetiyle alakadar olması ve bu noktada teşhis ve tespitler ihtiva etmesidir.
Cava Adaları'ndan Cebel-i Tarık'a, Doğu Türkistan'dan Gana'ya kadar uzanan direniş hattında Üm-met'in yarınlarına dair güzel haberler var. Kur'an-ı Kerîm'in, Allah Teâlâ'nın eşya ve hadiseye tatbik edilmeyi bekleyen talimatlarından ibaret olduğuna inanan müminler, çöllere vahâvârî hayat verdi; Âlem-i
İslâm yeniden insanlığın umut kıtası hâline geldi. Allah'ın selâmı üzerinize olsun.
İhsan Şenocak
Ekim 2016