Kitap İyileşen Çocukluğum, İyileşen Anneliğim...
Yazar Hatice Kübra Tongar
Yayınevi Hayy Kitap
Kağıt Cilt 2.Hamur - Karton kapak cilt
Sayfa Ebat 192 sayfa - 15,5x23 cm.
Yayın Yılı 2020
Hatice Kübra Tongar İyileşen Çocukluğum, İyileşen Anneliğim...kitabını incelemektesiniz.
Hayy Kitap İyileşen Çocukluğum, İyileşen Anneliğim kitabı hakkında yorumları oku yup kitabın konusu, özeti, fiyatı, satış şartları hakkında bilgiyi geniş bir şekilde edinebilirsiniz.
Yaratan Rabbinin adıyla oku . O, insanı " alak " dan yarattı. Oku, Senin Rabbin en cömert olandır. Alak 1-2
İyileşen Çocukluğum, İyileşen Anneliğim...
"Çocuğuma bağırmak istemiyorum ama kendimi bir türlü tutamıyorum."
"O kadar basit şeylere öfkeleniyorum ki, sonra günlerce vicdan azabı çekiyorum."
"Genç kızken 'anneme benzemek istemiyorum' diye ağlardım.
Şimdi bakıyorum, aynı annem olmuşum!"
"Çocuğum ağladığında çok öfkeleniyorum."
"İçimde nedenini bilemediğim bir öfke var."
"Ne yaparsam yapayım anne olarak kendimi hep yetersiz
hissediyorum."
Hayatımıza zehir gibi sızan bu cümlelerin nedenini keşfetmeye hazır mısınız?
O halde toparlanın, çocukluğumuza gidiyoruz!
Neden öfkeliyiz, neden yetersiz hissediyoruz, çocuğumuzun ufacık yaramazlıklarına neden kocaman tepkiler gösteriyoruz, içimizde bir türlü dolmayan bu boşluk hissinin kaynağı ne? Bağırmayan Anneler kitabının yazarı Uzman Aile Danışmanı Hatice Kübra Tongar hepimizi iç çocuğumuzu bugüne doğurmaya davet ediyor.
Hatice Kübra Tongar
Ey insan, sen kendini basit bir şey mi zannedersin. Sende âlemler gizlidir.' Hz. Ali (ra)
İnsan, içine doğduğu ailede birçok deneyim yaşıyor. Sevmeyi, sevilmeyi, hayata bakmayı, olayları okumayı, kızmayı, üzülmeyi hep ebeveynlerinden, en çok da annesinden öğreniyor. Eğer kişi annesiyle güven içinde bir bağ kurabilmişse, onun yanında kendini emniyette hissediyorsa, en önemlisi annesinin yanında rol yapmaya ihtiyaç duymadan olduğu haliyle kabul görüyorsa, tüm bunları yaşayamayan kişilere göre hayata değil 1-0, 1000-0 önde başlıyor. Bu yüzden sağlıklı bir anne-kız ilişkisi bir annenin kızına verebileceği en değerli hediye, en kıymetli miras bana göre.
Bizim çocukluğumuzda (Ben 80 li yıllarda doğdum) aileler genellikle 'Kızını dövmeyen dizini döver', 'Dayak cennetten çıkmadır', 'Eti senin kemiği benim' algısının hâkim olduğu ebeveynlik tutumlarına sahiptiler. Pek çoğumuz dayak yiyerek büyüdük. Çocukluğumuzda sadece s fiziksel değil, cinsel, duygusal, psikolojik pek çok şiddet türü de vardı. O yıllarda bunların olması olağan ve normal, olmaması abartılı ve ütopik bulunuyordu. Hatırlıyorum, benim çocukluğumda ebeveynler çocuklarına attıkları dayağı bir övünç meselesi gibi anlatabiliyordu. 'O şöyle yapınca ben de bi dövdüm!' cümlesi, 'Ben o kadar iyi bir ebeveynim ki, çocuğumun hatalarını şiddetle cezalandırıyorum. Bu kadar disiplinliyim' anlamına geliyordu. Ama tabii işin doğrusu bu değildi. Bunu büyüyünce fark ettik.
Ben de -aynı dönemde çocukluk yaşamış pek çoğunuz gibi- çocukluğumda şiddete maruz kaldım. Bugün 36 yaşındaki halimle görüyorum ki, çocukluk hatıralarımdaki en acı verici anlar içinde şiddet olanlar. Büyüdükçe gördüm ki, şiddetin acısı sadece yanakta kalmıyor. Yüreğe kadar işliyor.
Peki sadece dayak mı canımızı yakıyor? Elbette hayır. En az onun kadar can acıtan deneyimler var. Duygusal istismar, ihmal, cinsel istismar, psikolojik şiddet... Her biri çocukluğumuzun temiz sayfalarında kara lekelere sebep olan etkiler ortaya koyuyorlar. Ve işin asıl önemli kısmı çocukluğumuzda kalmıyor, yetişkinlik yıllarımızda birer karakter örüntüsü, birer mizaç özelliği ve dahi tekrar edip duran birer annelik aktarımı olarak karşımıza çıkıyorlar.
Bu olayları yaşarken belki çoğu zaman etkilerini fark etmiyoruz. Bunun normal olduğunu, belki tüm annelerin böyle olduğunu (bağırdığını, hakaret ettiğini, eleştirdiğini, dövdüğünü vs) düşünüyoruz. Oysa büyüdüğümüzde bunun böyle olmadığını görmek içimizi çok acıtıyor. Anlıyoruz ki anneliğin doğası böyle değil, böyle davranmayı seçen bizim kendi annemizmiş. Bu gerçek canımızı yakıyor.
Bu acıyla baş etmek kolay olmadığı için geçmişimizdeki olumsuzlukları ya bastırarak, görmezden gelerek, 'Mutlu bir çocukluk geçirdik canım, insanlar neler yaşıyor' deyip mantığa bürüyerek ya da ebeveynlerimizin yaptığı yanlış davranışlara mantıklı gerekçeler üretmeye çalışıp (Annemin zamanı mı vardı ki bize baksın, yazık kadına, hem koca hem kaynana uğraşıp duruyordu), onları idealleştirerek (iyi ki beni dövmüşler, bak ne iyi bir insan oldum) kurtulmaya çalışıyoruz. İyileşen Çocukluğum İyileşen Anneliğim
Sanıyorum 27 yaşındaydım. Bir dostumun evine bebek mevlidi için gitmiştim. Mutfağa gidip yardım edeceğim bir şey olup olmadığını sordum. Arkadaşım çay servisini yapmamı rica etti. Tamam deyip çayları doldurdum. Tepside 30-35 bardak çay vardı. Alıp içeri doğru yürümeye başladığımda ellerimin titrediğini, bacaklarımın yandığını hissettim. 27 yaşında, iki çocuk annesi koca kadındım ama çayı dökerim diye deli gibi endişeleniyordum. O akşam eve dönünce düşündüm. Kendime 'Neden böyle hissediyorum' diye sordum. Çay dökülse ne olur, diye düşündüm. İçimdeki çocuğa tam da bunu sordum:
'Çayı döksen ne olacağından korkuyor ya da endişeleniyorsun?'
Kendinize canınızı acıtan, yetişkinlik yıllarınıza bahsettiğim olaydaki gibi sızan bilinçdışı kayıtlarınızı sorduğunuzda pek çok anıya ulaşıyorsunuz. Varlığını bile bilmediğiniz kayıtlar bazen bilincinizde, bazen rüyanızda, bazen de duygu dünyanızda belirmeye başlıyor.
O çay tepsisi, çocukluğumda var olan ve sıklıkla kulağıma yapamayacağımı, beceremeyeceğimi fısıldayan 'eleştirel anne dilini' tetiklemiş-ti. Bilinçdışıma sızmış eleştirel cümleler yıllar içinde bir 'yetememe/ becerememe' şeması inşa etmiş, ne iş yaparsam yapayım kendinde hep bir eksik ve kusur arayan, kolay tatmin olamayan, hata kabul etmeyen bir iç sese dönüşmüştü. Bu öyle bir yapılanmaydı ki, yıllar boyu kendimi hem eş, hem anne olarak 'eksik' hissetmeme neden olmuştu.
Bilinçdışıma sorduğum 'Çayı döksen ne olacağından korkuyor ya da endişeleniyorsun?' sorusunun ardından, yine cevap bilinçdışımdan geldi. Bir şeyi bana söylendiği gibi yapamazsam eleştirileceğimden, azarlanacağımdan, aslında işin özünde anneme yaranamayıp sevgisini kaybedeceğimden korkuyordum. Bu bir çocuk için olduğu kadar bir yetişkin için de çok yorucu bir şemaydı.
Yıllar içinde bunun gibi pek çok çocukluk şemamla yüzleştim. Kimilerini değiştirdim, kimilerini geliştirdim, kimilerini ise olduğu gibi kabul ettim.
Bu noktada şunu söylemekte fayda görüyorum. Bu cümleler 'kötü bir çocukluk geçirdik' anlamına gelmiyor çünkü bence kötü çocukluk ya da iyi çocukluk diye kesin tanımlar yapmak çok doğru değil. Her birimizin çocukluğuna dair güzel anıları ve kötü anıları var. Her birimiz bazen doğru, bazen yanlış davranışlar sergileyen ebeveynlere sahibiz. Dolayısıyla hepimizin çocukluğunda aynı olumlu hatıralar gibi, olumsuz ve travmatik yaşantılar da mevcut.
Sonra şunu sorguladım. Geçmiş neden geçmiyor? Çocukluk yılları temcit pilavı gibi neden defalarca ısıtılıp karşımıza çıkıyor? İşte bu sorular beni bilinçdışımın karanlık sularına doğru bir yolculuğa çıkardı. Gördüm ki, insan bu suları aydınlatmadıkça feraha çıkamıyor.
Etrafımızda gördüğümüz huzursuz, mutsuz, tatminsiz pek çok insan aslında bugün yaşadıkları olumsuz olaylardan ziyade çocukluk yıllarında yaşadıkları çözülememiş travmalarının iç huzursuzluğunu, keyifsizliğini ve tatminsizliğini yaşıyorlar. Kimisi iç sesini duymamak için kendini temizliğe veriyor, kimisi kariyer peşine düşüp çalışarak kendine sağır kalıyor, kimisi alışveriş, sigara, teknoloji gibi bağımlılıklarla çocukluğunu susturmaya uğraşıyor, kimisi de suçu kadere, hayata, kaynanaya, eltiye atıp hayatının sorumluluğunu almaktan kurtulmaya çalışıyor. Ama ne olursa olsun, içimizde ağlayıp duran o küçük çocuk susmuyor ve kendi olumsuz hatıralarını hatırlatacak her fırsatta geçmişi bugüne getirmeye devam ediyor.
işte bu kitapta hepimizi -bana göre en değerli hazine olan- kendimizi bulmaya davet ediyorum. Annemizden bize miras kalan olumlu ve güçlü yönleri kendi annelik yolculuğumuza yoldaş kılıp, çocukluğumuzda maruz kaldığımız olumsuz hatıraların yıkıcı enerjisinden özgürleşmeyi öneriyorum. Elbette bu dediğim tek bir kitap okuyarak gerçekleşecek kadar basit bir şey değil. Ama umuyorum ki bu satırlar hepimiz için iyileşmenin umudu, güçlenmenin yoldaşı, yaralarımıza merhem sürebilmenin yol haritası olsun.
İçimizdeki çocuk gülsün ki, kendi çocuklarımız da huzur bulsun.
Gayret bizden, iyilik Rabbimizden. Haydi bismillah.
Hatice Kübra Tongar
İstanbul, 2020