Kitap Mektubat-ı Rabbani Kelime Anlamlı
Yazar İmamı Rabbani
Tercüme Talha Alp, Mustafa Alp, Orhan Ençakar,Ömer Faruk Tokat, Hamdi Kasımoğlu, Abdulkadir Yılmaz
Yayınevi Yasin Yayınevi
Kağıt Cilt Sarı şamua - Lüks Bez 8 cilt
Sayfa Ebat 5.673 sayfa - 17,5x24,5 cm
Yayın Yılı 2014
Yasin Yayınları, İmamı Rabbani tarafından yazılan Açıklamalı Mektubat-ı Rabbani adlı kitabı incelemektesiniz.
Kelime Anlamlı Mektubatı Rabbani Tercümesi kitabı hakkında yorumları okuyup kitabın konusu, özeti, fiyatı, satış şartları hakkında bilgiyi geniş bir şekilde edinebilirsiniz.
Yaratan Rabbinin adıyla oku . O, insanı " alak " dan yarattı. Oku, Senin Rabbin en cömert olandır. Alak 1-2
MEKTUBATI RABBANİ KELİME ANLAMLI VE AÇIKLAMALI TERCÜME
ÖNSÖZ
İmam-ı Rabbânî'nin yaşadığı döneme (1564-1624) bakıldığında Hint Altkıtası Müslümanlarının çok kritik ve çalkantılı bir süreci yaşadıkları.görülür; Moğol hükümdarı Ekber Şah İslâmî hayatı doğrudan etkileyen bir takım uygulamalar başlatmıştı. Ona göre Hz. Peygamberin getirmiş olduğu islâm dîni miadını doldurmuştu ve bu din başka bir din ile değiştirilmeliydi. Sonuçta da kendi ürettiği eklektik bir dini uygulamaya koydu. Diğer taraftan dönemin sûfileri, sûfilik adı altında farklı inançları yaygınlaştırıyorlar ve politeist (çok tanrılı) Hindu kültüründen zaten etkilenmiş olan halk arasında şirke kapı aralayan sözde dînî olduğunu sandıkları bir dizi uygulamalarda bulunuyorlardı.
Kendilerinden dîni korumaları beklenen âlimlerin büyük bir çoğunluğu da resmî ideolojinin yanında yer alarak birikimlerini, dindışı olan bu uygulamaları meşrulaştırmak için kullanmaktaydılar.
İşte İmam böyle bir ortamda devasa bir gayretle yürüttü çalışmalarını. Toplum içinde önemli mevkiler edinmiş olan müritlerinin de yardımıyla toplumdaki dejenere olmuş islâm anlayışını aslına döndürerek tecdidi yenileme çalışmalarına başladı. Aynı şekilde İslâmî kanunları ve müesseseleri de ihya ederek Hindistan Müslümanlarının toplum içinde aktif olmalarını amaçladı. Bunlardan daha önemlisi İmâm-ı Rabbânî'nin fikir ve düşünce sahasındaki çabalarıydı. Dönemin yüksek mahkemesinde görevli olan bir grup din adamı İslâm'ın temel prensiplerine karşı çıkıyordu. Peygamberin gerekliliğini inkar ediyorlardı. Şerî'atın gerekliliği konusunda halk arasında şüpheler uyandırmışlardı. Aklın yegane kriter olduğunu ve vahye gerek olmadığını ileri sürüyorlardı. İmam-ı Rabbani vaazlarıyla ve yazılarıyla/mektuplarıyla tüm bunlara karşı bir mücadele başlatmıştı. O, önde gelen şahsiyetlere yazdığı mektuplarında îman konusunda aklın sınırlarını belirlemiş, vahyin kaynaklığının altını çizmiş ve peygamberin gerekliliğini ispat etmiştir. Hatta bu isimde bir kitap bile yazmıştır (İsbâtu'n-Nubuvve).
O dönemin sûfîleri de tasavvufun aslından uzaklaşarak, dejenere olmuş ve şerî'atı yadsıyan yanlış bir sûfîlik anlayışı geliştirmişlerdi. Şerî'atın, hakikattan uzaklaştıran anlamsız bir şekil olduğuna inanmaktaydılar. Onlar "keşfi "vahy'in üstünde tutmaktan çekiniyorlardı. Vahdet-i vücûd felsefesini panteizmle karıştırmışlardı ve tamamıyla panteist bir tevhid anlayışını savunuyorlardı. İmam-ı Rabbânî bunlarla mücadele etmeyi kendine amaç edindi. O şöyle der: "Hakikati şerî'atın dışında arayan sûfî serabın peşinden koşmaktadır". O vahdet-i vücûd anlayışını da yeniden ele almış, Kur'ân ve Sünnet'e göre sınırlarını belirleyerek ona vahdet-i şuhûd adını vermiştir. Dolayısıyla bu tür konularla uğraşmak İmam-ı Rabbânî'yi tasavvufun tabiatı, seyr u sülük mertebeleri, tevhid anlayışı, bilgiye kaynaklık etme noktasında sûfî ilhamlarının ve keşfin yeri v.b. netameli konular üzerinde kafa yormaya götürmüştür. İmam-ı Rabbânî bu konuları incelerken tasavvuf tarihinde eşi görülmemiş bir netlikle konulara yaklaşmış ve önde gelen sûfî âlimler de olsa hatalı bulduğu yerlerde onları eleştirmekten çekinmemiştir.
İmam'ın yaşadığı ortama ve ele aldığı konulara biraz daha yakından bakıldığında o ortamın ve o dönemde tartışılan konuların yer yer içinde bulunduğumuz şartlarla benzeştiği görülür. Günümüzde olduğu gibi o zaman da bir takım insanlar sırtlarını hakim güçlere dayayarak Sünnet'in hatta Kur'ân'ın bağlayıcılığını sorgulamışlar ve dini dekonsakre etme çabası içine girmişlerdir. Modern zamanlara dönersek son yüz elli yıldır Müslümanlara sunulan kurtuluş reçetelerine baktığımızda bu reçetelerin iki ana mihraktan geldiğini görürüz. Birincisi dini reforme etmek gerektiğini ileri süren ve Tasavvufun/tarikatin buna engel olduğunu düşündüğü İçin tasavvufu yadsıyan tekdüze ve dayatmacı modernist İslamcılık ki hakim kültür ve güçler de bu anlayışı beslemektedir. İkincisi ise Müslümanların sorunlarını, içinde tasavvufun da bulunduğu 1400 yıllık ilmi ve kültürel birikimlerini anlayıp yorumlayarak çözebileceklerini savunan taraflar. Ancak gerek tarihte yaşanan tecrübeler ve gerekse akl-ı selim gösteriyor ki hangi bloktan olursa olsun genel anlamıyla tasavvufu, özelde ise İmam-ı Rabbânî'yi atlayarak geliştirilmiş olan bir kurtuluş reçetesi Ekber'in eklektik dini olan "Dîn-i İlâhi'den pek de farklı olmayacaktır.
İmam-ı Rabbânî'nin siyasî, fikrî ve tasavvuf! olmak üzere muhtelif zaviyelerden kişiliğini ve çizgisini ortaya koyabilecek en kapsamlı eseri bugün elimizde bulunan Mektûbât'ıdır. Bu yönüyle Mektubât; İmam-ı Rabbânî'nin, siyasî tarihçilerden düşünce tarihçilerine, tasavvuf ehlinden biyografi yazarlarına kadar pek çok araştırmacının başvurduğu en önemli eseridir.
İmam'ın elinizde tuttuğunuz bu kitapta toplanan mektupları İslâm düşüncesine yön veren, Müslümanların önünü açan ve onun müceddidliğini gösteren önemli metinlerdir. Ne var ki ülkemizde İmam-ı Rabbânî'nin bu eseri hak ettiği ölçüde incelenmemiştir. Müstakîmzâde Süleyman Sa'deddîn Efendı'nm 1162 / 1748 - 1165 / 1751 yılları arasında Farsça'dan yaptığı Osmanlıca çeviriyi ve Necip Fazıl Kısakürek tarafından hazırlanmış olan seçme mektuplar çevirisini hariç tutarsak Mektûbât'ın Türkçe çevirileri erbabınca da malum olduğu üzere yavan ve yanlışlarla dolu çeviriler olmuştur, dersek herhalde abartmış olmayız. Nitekim ülkemizde konuya duyarlı olan insanlar tarafından bu çevirilerin yetersiz olduğu ve bu alanda ciddi bir boşluk olduğu öteden beri dillendirilmekte ve araştırmacıların bu konuya el atmaları beklenmekteydi.
İmam-ı Rabbânî'nin Mektûbât'ına ilgi duyanlar olarak biz de bugüne kadar Mektûbât'ın, ciddi bir çeviriyle yeniden neşredilmesini umuyorduk. Uzun bir süre konuya duyarlı olduğu bilinen çevrelerden bir kısım araştırmacıların çıkıp bu ışı üstlenmesini bekledik. Doğrusu bazı yayıncılardan gelen ısrarlı talebe ve yakın çevremizden edindiğimiz intihalara bakınca kendimizin de bu işi üstlenmesi beklenen kimselerden olduğunu fark ettik. Fakat daha ehil kimselerin çıkıp bu çalışmayı gerçekleştirmesinin daha uygun olacağını düşünerek bu işten uzak durmaya çalıştık. Ne var ki geçen süre zarfında somut adımların atılmadığını, hatta uzun bir süre daha atılamayacağını görünce zamanla bu umudu bekleyişten vazgeçtik. "Biz yapmazsak kimse yapmaz" düşüncesinden hareket ederek, Allah'tan muvaffakiyet dileğiyle Mektûbât çevirisi için kolları sıvadık. İmam-ı Rabbânî ve Mektûbât ile ilgili Arapça, İngilizce, Farsça, Urduca kitap, makale ve dokümanlar toplayarak hatırı sayılır bir bilgi bankası oluşturduk. Konuyla ilgili en önemli çalışmaların İngilizce olduğunu ve bunların büyük bir bölümünün de müsteşrikler tarafından yapıldığını fark ettik.
Bir yandan kaynakları tedarik ederken diğer yandan taslak çalışması yaptık. Hazırladığımız taslağa göre Mektûbât'ı, Önce kelime kelime çeviri; sonra toplu çeviri olmak üzere iki ayrı tarzda tercüme etmeyi planladık. Taslak çalışmasından sonra Mektûbât'ı üçe bölerek birinci bölümden itibaren hem kelime anlamlı tercümeye hem de toplu tercümeye başladık. Tamamladığımız kısımları belirli periyodarla komisyon halinde değerlendirdik ve bu değerlendirmeler sonucu ortaya çıkan tenkitleri tercümeye yansıttık.
Kitabın ikinci baskısı hazırlanırken yakın çevremizdeki bazı dostlarımız bu tercüme çalışmasından Efendi Hazretlerinin haberinin ve rızasının olup olmadığını sordular. Hassasiyetlerini takdirle karşıladığımız bu kimselerin söz konusu merakını gidermek üzere şunu belirtmeliyiz ki; bu çalışma için Efendi Hazretlerine çıkılarak duası alınmış, hatta kendileri bu çalışmaya destek olunmasını istemişlerdir. Fakat yayın kurulu, istismar v.b. endişelerle bu hususu birinci baskıda açıkça belirtmemeyi uygun bulmuştu. Ne var ki çevremizdeki insanların merakı ve bazı hoca efendilerin tavsiyesi kitabın ikinci baskısında bu hususu belirtmemize sebep oldu.
Çalışmada Takip Ettiğimiz Metod
Kelime anlamı: Geleneksel medrese eğitiminin yaygın metin çözme yöntemi olan kelime anlamı medreselerde halen etkin bir okuma biçimidir. Mektûbât'ın çevirisini yaparken, okuyucunun metnin ruhuna yaklaşabilmesine ve gramatik örgüsünü çözebilmesine katla sağlayacağı düşüncesiyle kelime anlamlı tercüme yöntemini uyguladık.
• Çeviri: Adından da anlaşıldığı üzere mektuplardan oluşan ve mektup formatında yazılmış olan bu kitabı çevirirken metnin otantik yapısını bozmamaya çalıştık. İşin hem bu boyutu hem de sade ve duru bir dille çevirisi erbabınca da malum olduğu üzere oldukça zordur. Ancak biz yine de mektup üslubunda yazılmış olan bu metni akademik dilin kuruluğuna mahkum etmeden olabildiğince duru ve anlaşılır bir dil ile çevirmeye çalıştık.
• Hadis tahrici: Klasik metinlerde yer alan hadis rivayetlerinin kaynaklarına vâkıf olmak ve rivayederin kritiğini yapmak amacıyla geliştirilen tahriç yöntemi, müellifin referans ağını okuyucunun gözleri önüne sermektedir. Tasavvufî metinlerde yer alan hadislerin sıhhati öteden beri tartışma konusu olmuş, bazı İslâmî kesimler, tasavvuf öğretisini şer'i dayanakları açısından sert bir dille eleştirmiştir. Bu bakımdan hadis tahricinden mahrum bir Mektûbât çalışmasının eksik olacağını düşünerek İmam-ı Rabbânî'nin referans aldığı hadislerin kaynaklarına değindik.
• Biyografi ve bibliyografı çalışması: Gerek mektupların gönderildiği zatlar gerekse de mektupların içinde ismi geçen şahısların kimliği ve kişiliği hakkında okuyucuların merak yanında, bu kimselerin hal tercümesi mektupların daha iyi anlaşılabilmesi için de önem arz etmektedir. Mektupların gönderildiği şahıslar başta olmak üzere bu kimselerin tek tek hal tercümelerine ulaşmak mümkün olmamaktadır. Fakat biz ulaşabildiğimiz kadarıyla biyografi kitaplarını tarayarak mektuplarda adı geçen şahıs yer ve kitap isimleriyle ilgili bilgilen de toplamaya çalıştık ve bunları çalışmanın içine dipnotlar halinde yerleştirdik.
• Kavram açıklaması: Tasavvufi bir eser olan Mektûbât malum olduğu üzere tasavvuf kavramlarının çok yoğun olduğu bir metindir. Dipnotlarda bu kavramların açıklaması yapılmış, Özellikle de İmam-ı Rabbânî'nin bu kavramlara getirmiş olduğu açılımlar tespit edilmeye çalışılmıştır.
• Nüsha karşılaştırması: Bilindiği gibi İmam-ı Rabbânî Arapça yazdığı birkaç mektubun dışındaki bütün mektupları Farsça yazmıştır. Bu çalışma yapılırken Arapça nüsha yanında Farsça ve Osmanlıca nüshalar da göz önünde bulundurulmuştur. Ayrıca Farsça ve Osmanlıca nüshalardan yararlanılarak Arapça nüsha imkan nisbetinde tashih edilmeye çalışılmıştır.
Sonuç olarak çalışmamızın bundan sonraki Mektûbât araştırmalarına katkı sağlamasını ümit ediyoruz.
Çalışmamız esnasında elbette kastı aşan kusurlarımız olmuştur. Mektûbât'a ilgi duyanlardan bu hususta yapıcı tenkitlerini esirgememelerini istirham ediyoruz.
Çalışmak bizden tevfik Allah'tan..
Yayın Kurulu
TÜRKÇE ANLAMI
Giriş
Zât'ının özünü idrak konusunda akılların çaresiz kaldığı, sıfatlarını bilme konusunda ariflerin hayrete düştüğü Allah'a hamd olsun.
O Yüce Allah, bu alemi yoktan var etmiş, eşsiz sanatını yaratıklarında sergilemiştir. Varlıklar arasından insan türünü yaratmış, kainatın bütün özelliklerini ona yerleştirmiştir. O, insanoğlunu kendisine halife kılmakla şereflendirmiş, diğer yaratıklar üzerine onu üstün tutmuştur. Hilafet makamını, kurtuluşunun, ihtiyaçlarını karşılamasının ve derecelerini yükseltmesinin yegane yolu yapmış; kurbiyet zirvesine ve en öte gayelere yükselişinin biricik basamağı kılmıştır.
Salavat incileri, selam cevherleri ve tahiyyat1 mercanları yaratılmışların en şereflisi, varlıklarının en üstünü, zuhuratının en mükemmel mazharı2 olan efendimiz Muhammed üzerine olsun! O, her ilâ dünyanın yaratılış maksadı, ilahi feyiz ve bereketlerin yayılış sebebidir.
Yine salat, selam ve tahiyyat, peygamberimizle beraber olma nimetine erişen ve onun gölgesinde üstün meziyetlere sahip olan ailesinin ve arkadaşlarının da üzerine olsun. Peygamberimizin dinini ihya, sünnetini takip ve bütün hallerinde onun şahsiyetine benzemeye çalışmak için var gücünü harcayan ümmetin bütün velilerinin de üzerine salat, selam ve tahiyyat olsun. Nitekim mezkur gayretleri neticesinde Allah onlara nimet sofralarını açmış, değerli minnetlerini lütfetmiş, içlerini ve dışlarını peygamberimizin üstün ahlakı ile süslemiştir. Kalplerini nur haleleriyle aydınlatmış, sırlarını hikmet kaşları ve sır cevherleriyle doldurmuş, basiret gözlerine inayet ve istibsar3 sürmesi çekmiş, onlara marifet güllerini koklatmış,4 kalplerin gıdasını3 bahşetmiş ve kendilerini gizli ilimlere muttali kılmıştır.
* Giriş bölümü Mektubat'ı Farsça'dan Arapça'ya tercüme eden Muhammed Murad el-Menzilevî' ye aittir. Biz yer yer kendisine "Mütercim Murad Efendi" diye atıfta bulunduk.
1 Hayat ve afiyet temennisi için kullanılan bir deyim.
2 Cenab-ı Allah'ın yüce isim ve sıfatlarının zuhur ettiği noktaların en kapsamlısı.
3 İnayet, Allah'ın muhafazası. İstibsar, basiretini açmak.
4 Arapça metinde geçen "Avârifu'l-Meârif" terkibi Tasavvuf edebiyatına ait bir deyimdir. Mütercim efendi bu deyimi kullanmakla Şihabüddin Sühreverdi' nin (v. 632) aynı isimli eserine tarizde bulunarak "beraatı istihlal" sanatını gerçekleştirmiştir. Avârifu'l-Meârif deyiminin lügat manası "avârif" kelimesine verilecek manaya göre değişebilmektedir.
Besmele, hamdele, salât ve selamdan sonra sözlerime başlarım.
Elinizdeki bu kitap, gavs-ı samadâni,6 kutb-u sübhâni7, arif-i rahmani, irşad dairesinin merkez noktası, ebdal8 ve evtadın9 menzili, kamil efradın10 önden, ilahı sırlara aşina olan, müteşabih Kur'ân ayederinin esrarının kâşifi, velâyet-i Hassa-i Muhammediyye'nin'1 burhanı, İsa'nın (Allah'ın salat ve selamı onun üzerine olsun) peygamberimizi müjdelediği isimle isimlenmiş, efendimiz, senedimiz, tek, ebedi, ezeli ve kerim olan Allah'a vesilemiz; Şeyh Ahmed bin Şeyh Abdülehad aslı Serhendi, soyu Farukî, meşrebi Nakşibendî, mezhebi Hanefî, uzak-yakın herkesin ikinci binin miüceddidi olarak bildiği İmam-ı Rabbani'ye (Allab onun sırrını takdis etsin) ait olan değerli mektupların sedef misali sözlerinden tebarüz etmiş kıymetli ve saklı inciler derlemesidir.
Büyük lügatlar bu kelimeyi "sabreden, bilen" anlamına gelen "ârifetün" kelimesinden çoğul kabul etmektedir. Buna göre mana "marifetleri sabırla öğrenip bilenler" şeklinde olabilir. Fakat bazı lügadarda bu kelimenin anlamı "ihsan, bahşiş" olarak geçmektedir. Buna göre terkip sıfatın mevsufuna izafesi kabilinden "bahşedilen marifetler" şeklinde manalandırılabilir. Mütercim Murad efendi söz konusu cümlesinde, Allah'ın "Avârifül- Mearif'i veli kullara koklattığını ifade ettiğinden ikinci mana ibareye daha uygun düşmektedir. Buna göre "bahşedilen marifetler" birer güle benzetilerek "istiareyi mekniye" türünden mecazi anlatım yoluna gidilmiş ve her biri bir gül kabul edilen marifetlerin veli kullara koklatıldığı belirtilmiştir.
5 Mütercim Murad Efendi burada da "kûtül-kulûp" (kalplerin gıdası) deyimiyle EbuTalip el-Mekki'nin (v. 386) değerli tasavvuf kitabına imada bulunarak "beraatı istihlal" sanatının bir örneğini göstermiştir.
6 Gavs-ı samadâni, Allah'ın gavsı. Gavs, tasavvuf dilinde kendisine sığınılan biri olması bakımından kutba verilen isimdir. Fakat İmam-ı Rabbani gavsı kutbun yardımcısı olarak görmekle gavslık makamını kutbiyet makamından ayırır. Bkz., Mektubat, birinci cilt, 256. mektup.
7 Kutbu sübharnî, Allah'ın kutbu. Kutup, tasavvuf dilinde Allah'ın çok az sayıdaki seçkin velilerine mahsus bir makam adıdır. Kutup, alemin ruhu mesabesinde olup her şey onun çevresinde ve onun bereketiyle ayakta durur. Kutbun teferruatı ve İmamı Rabbani'nin bu makam hakkındaki farklı görüşleriyle ilgili malumat için bkz., Mektubat, bilinci cilt, 256. mektup.
8 Ebdal, sayılan yedi veya yetmiş olarak gösterilen bir evliya zümresi, erenler, dünyadan habersiz kalacak kadar kendini ahirete, gönlünü Hakk'a veren saf-derun insanlar. ''
9 Evtad, direkler, sütunlar. Biri doğuda, diğeri batıda, üçüncüsü kuzeyde, dördüncüsü güneyde bulunan dört büyük veli. "' Efrad, ferd kelimesinin çoğulu olup, kutbun kontrolü dışında bulunan bir sınıf seçkin veli için kullanılan bir lakaptır.
10 Hz. Peygamber'e mahsus velayet (velilik) makamı. Tasavvuf öğretisinde her bir peygamberin ayağı üzerinde kendine mahsus bir velilik makamı vardır. Bu velayet makamlarının en üstünü velayeti hassa-i muhammediyyedir. İsim, sıfat, şüûn ve itibarların eseri bulunmayan çıplak zat tecellisi de bu makama mahsustur. Tasavvuf öğretisine göre peygamberimize hassasiyetle tabi olan, ümmetinden kamil velilerin de bu makamdan yeterince paylan bulunmaktadır.
Arzumuz o ki; kullarının en şereflisi Muhammed (Sallallâhu Aleyhi Vesellem) ve değerli ailesi hatırına, Allah onun kabrini aydınlatsın, bereketlerinden üzerimize akıtsın, makamlarından bizi bolca nasiplendirsin.
İmam-ı Rabbani'nin işbu mektuplarında saklı bulunan cevherler, kendisine gayb aleminden zuhur eden bilgilere bağlı olarak muhatapların yeteneklerine göre, hayatının muhtelif dönemlerinde keşf ve irfan deryasının derinliklerinden parça parça gün yüzüne çıkmıştır. Bu mektupların bir kısmı değersiz dünyanın zemmi, bir kısmı ahiret hayatı ve onun yüksek mertebeleri için yarar sağlayacak işlere teşvik, bir kısmı takdire şayan nasihatler, diğer bir kısmı şeriat hükümlerini terviç/yüceltmeye yönelik teşviklerle ilgili ise de, mektupların geneli Şeriatı Muhammediyye'nin sırlarının beyanı, şer'i hakikatlerin ispatı, Nakşibendi tarikatına ait remizli ifadelerin ve ince nüktelerin şerhi hakkındadır.
Sözü geçen mektuplar, sünneti seniyyeye bağlılığın nurlarından İktibas olunmuş, Hz. Muhammed Mustafa'nın (Allah'ın salat ve selamı onun üzerine olsun) siretine iktifa12 ağaçlarından koparılmış, adabı peygamber adabıyla edeplenmenin fay dolarıyla dolu sofralardan akıtmıştır. Nitekim hadis-i şerifte "İlimler içerisinde gizli olanı vardır. Bunu ancak Allah'ı bilen(arif)ler13 bilebilir. Bu kimseler onu söylediklerinde14 onları ancak Allah'tan gafiller inkar eder" buyurulmuştur.ıs Sevgili peygamberimiz bir başka hadis-i şerifte "Kim bildiğiyle amel ederse Allah onu bilmediklerine varis kılar!"]i buyurmuştur. Yani hiçbir kimseden ve hiçbir kitaptan öğrenme ihtiyacı duymadan sonsuz hikmet ve bilgi sahibi olan Allah'ın ona kapıyı açması yoluyla bu bilgileri elde eder. İşte bu bilgi Muhammedi veraset ilmidir ki, bunu ancak Allah'ın veli kulları, içlerinin berraklığı ve Allah'la olan muamelelerinin doğruluğu sayesinde ilham ve keşf yoluyla sevgili peygamberimizin batınından alır. Nitekim el-Mevâhibü'l-Ledüniyye ve diğer hadis kitaplarında nakledilen bir rivayete göre Rasûlullah (Allah'ın salat ve selamı onun ürerine olsun) efendimiz şöyle buyurmuştur: " Rabbim benden sual etti, ben kendisine icabet edemedim. Şekil ve niteliklerden münezzeh olduğu halde Rabbim elini iki omzumun arasına koydu. O kadar ki, ellerinin serinliğini hissettim.
12İktifa, birine tabi olmak, izini talep etmek.
13Diğer bir rivayette "Allah'ı bilenler"deyimi, "eblü'l-marifeti billah"'yerine "el-ulemau billah" ifadesiyle gelmiştir. (Mütercim Mutad Efendi).
14Başka rivayette "dedikleri zaman" ifadesi yerine "tekelleme" (konuştukları zaman)
ifadesi, bir başka rivayette ise "natakû" (söyledikleri zaman) ifadesi gelmiştir.
(Mütercim Murad Efendi).
15Deylemi, Firdevs el-Ahbar, c.1, s.210, hadis no, 802.
16Bu söz Fudayl bin İyad'ın sözü olarak benzer bir ifadeyle nakledilmiştir. Bkz.,
Tehzibü'l-Kemal, c. 23, s. 291.
Beni öncekilerin ve sonrakilerin bilgisine varis kıldı ve bana çeşitli ilimler öğretti. Öğrettiği bir ilmi, benden başka hiçbir insanın onu taşıyamayacağını bildiği için, gizlememi istedi. Diğer bir ilmi insanlara açıklamam hususunda beni serbest bıraktı. Ve bana Kur'ân'ı öğretti. Cebrail (a.s.) de onu bana devamlı hatırlatıyordu.17 Bir de bana avamdan havassa herkese açıklamakla emrolunduğum bir ilim öğretti."
Bu hadisten anlaşılmaktadır ki, peygamberimizin avamdan havassa herkese açıklamakla emrolunduğu şeriat ve hüküm ilminin dışında iki, hatta daha fazla ilim vardır. Nitekim peygamber (Allah'ın salat ve selamı onun ürerine olsun) efendimizin " Bu ilimlerin hepsi haktır!" sözü de bununla uyuşmaktadır.
Peygamberimizin gizlemekle emrolunduğu ilim, peygamberlik ilmidir. Zira bu ilmi peygamber olmayan biri ne bilebilir, ne de taşıyabilir. Peygamberimizden sonra da peygamber gelmeyecektir. Peygamberimizin insanlara açma konusunda serbest bırakıldığı ilim ise velayet (velilik) ilmidir, ki bu, şeriatın hakikatinin ve iç yüzünün bilgisini teşkil eder. Bu ilim, peygamberimizin ashabından belirli kimselere açtığı şeriatın gizli sırlarını içerir. Nitekim peygamberimiz münafıkların isimlerini de ashabından sadece Huzeyfe'ye (Allah ondan razı olsun) bildirmiştir. Peygamberimizin bu ilmi kendilerine bildirdiği özel sahabe grubu da bu ilmi tabiinden özel kimselere açmış ve asırlar boyunca intikal edegelmiştir. Zira bu ilim ancak doğru hal, sağlam inanç, İhlaslı salih amel, halis niyet, zikre devam, sürekli fikir ve Allah'la devamlı beraber olma murakabesi/bilinci ile elde edilir. Nitekim muhakkiklerin sonuncusu Arif-i billah Şeyh Abdulgani en-Nablusi'nin ifadeleri de bu istikamettedir.
Buhari'nin19 "el-Camiu's-Sahih" adlı eserinde rivayet ettiği bir haberde Ebu Hureyre (Allah ondan razı olsun) şöyle demiştir: " Ben Rasûlullah (Allah'ın salat ve selamı onun ürerine olsun) efendimizden iki kap ilim aldım. Bunlardan birini size dağıttım. Diğerini size açacak olsam boğazım kesilir" 20 Ebu Hureyre (Allah ondan razı olsun)
17 Yani Cebrail (a.s.), her sene kendisiyle yaptığını "arz" vesilesiyle nazil olan ayetleri zihnimde iyice pekiştirmemi sağlıyordu. Bkz., Şerhul-Allame ez-Zürkani alel-Mevahibil-ledüniyye, c.8, s. 196.
18 Kastalâni (v. 923) "el-Mevahibül-ledüniyye" adlı eserinde mezkur hadisin Ebu'l-Hasan bin Galib'in ifadesiyle İbnis-Seb'e ait "Şifaü's-sudur" adlı kitapta kayıtlı olduğunu zikreder. Hadis hakkında geniş bilgi için bkz.., Şerhu'l- Allâme ez- Zurkânî Ale'l-Mevâhibi'l-Ledüniy'ye, c.8.
19 Mubammed Bin İsmail Ebi Abdillah el-Buhari, hicri 194 yılında Buhara'da dünyaya gelmiştir. Büyük hadis imamlarındandır. Kütiüb-i Sitte diye bilinen hadis mecmualarının başında yer alan Sabih-i Buhari onun en meşhur kitaplarındandır. Hicri 256 yılında vefat etmiştir.
20 Sahih-i Buhari, Kitabü'l-ilm, bab 42, hadis no, 120.
bu sözüyle, "Söylediğim sözün gerçek manasını ve pak şeriatın sırlarını kavrayamadıkları için insanlar küfrüme hükmederek beni öldürmeye kalkışırlardı!", demek istemektedir.21 Nitekim dinle muamelenin bazı esrarengiz taraflarını açıkladığı için Ebu Hamid el-Gazâlî'nin22 de başına benzer vakıalar gelmiş ve zındıklıkla itham edilmiştir. Bu sebeple söz konusu bilgileri Allah'ın izniyle açığa çıkma vakti gelinceye dek ehil olmayan kimselerden gizlemek gerekir. Zira işlerin anlaşılması takdir edildiği vakte bağlıdır.
Kişinin halleri vardır.
Hallerin de fırsatı vardır
Zamanın vakitleri vardır
Vakitlerin de hadiseleri. (Şiir)
Buhari ve Müslim'in rivayetine göre bu manada peygamberimiz (Allah'ın salat ve selamı onun ürerine olsun) Aişe validemize şöyle demiştir: "Kavmin şirkten yeni çıkmış olmasaydı Kabe'yi yıkar, yerle eşit seviyeye getirip doğu ve batı taraflarından birer kapı açardım. Ayrıca "Hicr" tarafından altı sıralık bir bölgeyi de Kabe'ye eklerdim. Zira Kureyş Kabe'yi inşa ederken bu kısmı dışarıda bırakarak mevcut haliyle yetinmiştir. Eğer kavminin benden sonra Kabe'yi tekrar inşa etme niyeti olursa, gel sana Kabe'nin ne kadarını dışarıda bıraktıklarını göstereyim. " 23
21Mütercimin bu tevcihi dönemin tarihi gelişmeleri göz önüne alındığında tartışmaya açıktır. Çünkü Ebu Hureyre'nin (Allah ondan razı olsun) ilgili sözünü nakleden hadisçiler bu sözün ümmetin karşılaşacağı fitnelerle alakalı olarak siyasi içerikli olduğunu vu bu sözüyle Ebu Hureyre'nin Emevi hükümdarlarına sitem ettiğini bildirmektedir. Nitekim Ebu Hureyre'den (Allah ondan razı olsun) nakledilen "Allah'ım! beni altmış yılının başından ve çocukların hükümetinden koru" mealindeki diğer bir sözü bu konuya ışık tutmaktadır. Allah (celle celaluhu) Ebu Hureyre'nin (Allah ondan razı olsun) duasını kabul etmiş ve kendisi Yezid' in devlet başkanı olduğu hicri altmış yılından bir sene önce vefat etmiştir, bkz., Fethu'l-Bâri, c. 1, s. 286. Kaldı ki, sûfilerin bir kısmından nakledilen ve zahiri itibariyle sorun içeren "şatahat" türü ifadeler henüz sahabe ve tabiin döneminde tecrübe edilmiş değildir. Bu bakımdan söz konusu rivayetin mütercimin yorumladığı şekliyle telakki edilmesi düşündürücüdür.
22Ebû Hamid el-Gazâli, hicri 450 yılında Tus şehrinde dünyaya gelmiş meşhur İslam alimidir. Kendisi Usul-i Fıkıh, Kelam ve Tasavvuf ilimlerinde zirveye varmıştır. Hicri 505 yılında vefat etmiştir.
23Sahih-i Buhari, kitabü'l-ilm, bab 48, hadis no,1260, kitabü'l hac, bab 41, 1583,1584; Sahih-i Müslim, kitabii'l-hac, bab no, 69 hadis no, 1333; Sahih-i ibni Hibban, hadis no, 3818; Sahih-i ibni Huzeyme, hadis no, 3020; Sünen-i Tirmizi, kitabül-hac, bab 47,'
Görüldüğü gibi peygamberimiz (Allah'ın salat ve selamı onun ürerine olsun) sırf fitne baş göstereceği endişesine binaen meşru olan bir işi terk etmiş; fakat fitne endişesinin olmayacağı başka bir zamanda yapılmasına müsaade etmiştir. Mütekaddim/öncekilerin gizlediği bu sırları müteahhir/sonrakilerin kitaplar yazarak açıklamasının hikmeti de böylece ortaya çıkmıştır. Üstelik sonrakiler bu tutumlarında sadece ehil olan kimselere hitap etmeyi hedeflemişlerdir. İleride mektuplarda da görüleceği üzere, velilerin bu tavırlarıyla başka bir takım iyi amaçları da gözettikleri vakidir.
Aman ne kıssaymış ki, şerhi uzun... (Mısra)
Bu mektuplar çoğalıp memleketlere yayılınca İmam-ı Rabbani'nin talebelerinden üç kişi kendilerine verilen emir ve işaret gereği bunları toplama işini üstlendi. Bu kimseler söz konusu mektupları üç cilt halinde toplayıp zaman nehrine salıverdiler. Mektuplar uzun bir müddet orijinal dili Farsça olarak beklediler. Farsça bilen kimseler bu mektupların bakire ellerinden selsebil şarabını içtiler. Onun incileriyle taçlarını süslediler. Mektupların ilaç gibi ifadeleriyle kalp hastalarını tedavi ettiler. Farsça bilmeyenler ise bu mektupları anlamaya yol bulamıyor, kendilerini onlara ulaştıracak bir rehber ve itimad edecekleri bir dayanak edinemiyorlardı. Müştakların boyunları ne kadar da onlara uzanmış ve mektupların mahrumiyeti aşıklara ne kadar da ağır gelmişti! Ne var ki, bu mektuplar adeta her biri birer savaşçı olan Farsça ibarelerin mızrakları arkasında gizli olup onlara ulaşmak Kadisiye savaşına katılmaktan daha zor ve çetin bilişti.
Bir taraftan bu mektuplara iştiyak duyan kimselerin yoğun isteklerini, onların çitleri etrafında sürekli dolaşmalarını ve onlara tutkun olanların önündeki tepeler üzerine takatsiz düştüklerini; diğer bir taraftan da bu işin kahramanlarından meydanın boş kaldığını ve zamanın da geçmiş olduğunu, insanların hâlâ mektuplara ulaşmadığını görünce; içimde arayı düzeltmek için mektupların Farisi denizlerinin kıyılarına demir atmak ve Arap yarımadasının çetin geçiterini ve yüksek dağlarını aşmak fikri doğdu. Nitekim benimle o mektuplar arasında küçük yaşlardan ömrümün üçte ikisinin dolduğu bu vakte kadar bir tanışıklık ve kaynaşma vardı. Fakat bu işe gücümün yetmeyeceğini ve Arapça ve edebi ilimlerde sermayemin yetersiz olduğunu düşünerek bu işten bir süre imtina ettim.
hadis no, 875; Sünen-i Nesâî, hadis no, 2901, 2902, 2903; Ahmed ibni Hanbel, Müsned c. 6 s. 179, hadis no, 25977; Taberani, el-Mücemü'l-Evsat, hadis no, 3260, 7379; Beyhaki, Sünen-i kübra, hadis no, 9100. Tayalisi, hadis no, 1382.
"Sen kim bu iş kim! Sen ne kervandan ne de cemaattensin. Farz et ki, seninle onun arasında her hangi bir tanışıklık var. Fakat sende ifade güzelliği ne gezer. Zira sen Ya'rup ve İyad24 kabilelerinde doğmadın. Küfe ve Bağdad'ta yetişmedin. Kaldı ki bu işin adamları bela ve musibet dolu kaderin elleriyle yoğrulmuş, gurbetin sırtına binmiş, ocaklarının üzerinden karga ve baykuşlar ötmüş, yokluk iklimine doğru yönelerek zillet, onların kalıntılarına eteklerini çekmişti. Onlar yüklerini gizlilik köşelerinde yüklenmişlerdi. Çadırlarına gelip bakan herkese manastırlarının rahibi kalkıp;
" Bugün gelip aradığın çadırlar dün buradaydı. Fakat şimdi onlar buradan göç ettiler!" diyordu.
Bunun üzerine (garip yolcu) pılını pırtısını omzuna bağlayıp göz yaşları içinde geri dönüyor ve şöyle mırıldanıyordu:
Hayır, Kureyşin, geniş vadiler tarafına yönelip evini ziyaret ettiği Allah'a yemin olsun ki,
Gözlerim, her gördüğü kabilenin çadırlarında yokluklarından ötürü sevdiklerine ağlamıştır.
Çadırlar onların çadırları gibiydi; Fakat yörenin kadınları başka kadınlardır diyerek kendimi alabildiğine kınadım.
Aradan bir müddet geçtikten sonra, işareti her çeşit lütuf ve müjdeyi içeren kimseden aldığım işaret üzerine zayıf kalbime doğan bu fikir pekişti. Bunun üzerine tekrar tekrar istihare yaptım. Neticede hedeflediğim bu işe karşı gönlümde bir ferahlık oluştu, Anladım ki, Allah bir şeyi murad ettiği zaman mutlaka o iş onun murad ettiği gibi olurmuş. Fakat zamanın geçmesi Allah'ın muradının açığa çıkma şartlarındandır. Bunun üzerine manevi tat ve meşreplerinde Allah dostlarına tabi olmakla "Dördüncüleri köpeklen Kıtmir'dir!'25 sırrına mahzar olmak umuduyla yaya halimle Medyen'e doğru yöneldim.
24 Ya'rub, Kahtan'ın oğlu olup Yemen Araplarının soyu kendisine dayanır. İyad, Kahtan oğullarına bağlı Ezd kabilesinden bir soyun adıdır, bkz., Mucemu Kabâili'l-Arab, c. 1, s. 52; c.3, s. 1266. Bu iki kabile, Arap milletinin aslını teşkil eden Yemen araplarından olmakla saf Arap dili sembolize edilirken sık sık kullanılırlar.
5 Mütercim Murad Efendi, mektupları Arapça'ya tercüme etmek suretiyle, şeyhleri İmam-ı Rabbani'nin talimatıyla mektupları ilk defa toplayan üç kimsenin ardına takılan bir dördüncü kimse olduğunu ima etmektedir.
Mektubat'ı Arapça'ya naklederken tercüme yollarından ikincisini takip ettim. Yani mektupların lafızdan çok mana yönünü daha fazla dikkate aldım. Zira bu metot daha güzeldi. Bununla birlikte birinci yola da itina gösterdim. Yani mümkün olduğu kadar lafız tarafını dikkate almayı ihmal etmedim. Zira bu metot da şüpheden uzak ve övgüye daha layıktı. Eğer zamiri çıkarmak, kapalı yerleri izah etmek, çoğul ifadeleri tekilleştirmek, tekil kelimeleri çoğullaştırmak, üçüncü şahıs kalıplan ikinci veya birinci şahsa çevirmek veya ikinci yada birinci şahıs kalıpları üçüncü şahsa çevirmek gibi mektupların orijinal ifadelerinde tam karşılığı bulunmayan bir kısım eklemeler yaparsam bunlar tercümede ikinci yolun gereklerindendir. Zira iki dil arasındaki farklılık bu kadar bir değişikliği zorunlu kılmaktadır. Kaldı ki, bunlara da çok fazla rastlanacağını zannetmiyorum. Bu gibi müdahaleleri ancak başka çare bulamadığım yerlerde yapmışımdır. Bununla beraber yaptığım müdahaleler yanlış anlamayı engellemek maksadıyla yine Mektubat'tan ilhamla yapılmıştır. Yoksa kişisel tahmin ve anlayışlara dayanarak bunları yapmış değilim. Daha sağlıklı ve faydalı bulduğum için ne kadar tekrarlanmış olsa bile mektupların bütün ifadelerini eksiksiz olarak tercümeye yansıttım. Tercümeme göz atan insaf sahibi, ileri geri konuşmaktan uzak duran kimselerden ricam, tercümede baş gösteren ufak tefek kusurlara göz yummaları ve karşılaştıkları hataları düzeltmeleri ve beni hemen kınamaya ve aleyhimde konuşmaya kalkışmamaları olacaktır. Nitekim Allah Teâlâ ancak kendi kitabının hatasız olmasına rıza göstermiştir.
'Bütün kaytan itibariyle beğenilen kim var ki!
Asıl kusurlarının sayılabilecek kadar olması kişiye şeref olarak yeter. (Şiir)
Zira başkasının ayıpları peşinde koşmak düşük karakterli kimselerin adetidir.
Nice doğru sözü ayıplayan insanlar vardır ki, 'Bunun sebebi kıt anlayıştandır. (Şiir)
Özellikle bu ileri geri konuşmalar büyükleri kötülemeye ve onlar hakkında kötü düşünmeye sebep olursa durum vahimdir. Bundan olabildiğince sakınmak gerekir. Zira onların okları isabet eder, etleri ise zehirlidir. Onlara karşı gelen kimse bahtsız, onların öldürdüğü bir daha dirilmez, yere çarptıkları tekrar ayağa kalkamaz.
Yılanlı ormana girdin, aklın başından gitti!
Farkında değilsin, orayı halâ ceylan korusu zannediyorsun. (Şiir)
Eğer Mektubat tercümesinde bulunanlarla kanaat getirir, ondan faydalanırsan bu sana mübarek olsun. Aksi takdirde sana sıkıntı vereni bırak, sıkıntı vermeyeni al. Ve işi ehline teslim et. Nitekim "Allah celle celaluhû emanetleri ehline teslim etmenizi emretmektedir." (Nisa, 58).
'Bir işi beceremediysen onu bırak ve Becerebildiğine yönel, (Mısra)
Zira her meydanın bir kahramanı vardır. Her kahramanın söz ve halleri vardır.
"Kılıç kuşananındır" sözü meşhurdur. Bu sözün sahibini takdir ediyorum..
Müziği gönülsüz dinleyip de neşelenmeyen kimse şarkıcıyı kınamasın (Şiir)
Şeyh Abdulğani en- Nablusi'nin (v. 1143) -Allah onun ruhunu ferahlatsın, kabrini aydınlatsın- şu sözlerinden ders almalısın:
" Sakın ehlullahdan birini kötülemeyesin! Bildiğin bir ayet veya hadise istinaden onlara muhalif olmayasın. Unutma ki, onlar ayet ve hadislerin manalarını senden ve senin gibilerden daha iyi bilir ve daha iyi anlar. Zira onlar, Allah'ı tanımaları, Rasûlullah'ın sünnetine fazlasıyla aşina olmaları ve yakın ve ihlas vasıflarını haiz olmalarının kendilerine kapandırdığı bir nur sayesinde akılları aydınlığa kavuşmuş kimselerdir.
Sen ey miskin fakih! Karnının ve uçkurunun arzularıyla uğraştığın sırada şer'î amellerin keyfiyetim dair bir parça bilgi sahibi oldun diye şımarıyor, bu sayede kendini büyük alimlerden görüyor ve basiret sahibi selefe eşit olduğunu zannediyorsun. Eğer nasihat istiyorsan aklının erdiği şeylerle uğraş, senden daha üstün olan iyi niyetli kimselerin işlerine karışma'. Serçe kimdir ki kartalların avından yiyebilsin. Serçenin küçük taneciklere alışmış kursağı büyük lokmalarla beslenen kartalın kursağı gibi olabilir mil "Herkes su içeceği pınarı bildi" (Bakara, 60) Yani suyundan içeceği pınarın suyunun tatlı mı tuzlu mu olduğunu bildi. "Sizin her biriniz için bir şeriat ve yol tayin ettik" (Maide, 48).
Bu büyük işe girişmemin arkasında yatan en büyük hedef; bol iyilik kolyelerini boynuma geçiren, güzel nimetlerin en değerlikliyle bana ihsanda bulunan, dervişlerin rehberi, müridlerin eğiticisi, Allah'a ulaşanların öncüsü, ariflerin özü, Haremeyn-i Şerifeyn'in üstadı, değerli iki makamın imamı, Nakşibendi silsilesinin bekçisi, Müceddidiye ve Ahmediyye tarikatının gözcüsü, efendimiz, sahibimiz, mürşidimiz, Allah'a vesilemiz, efendim değerli şeyh, asil seyyid Ebu Abdullah Muhammed Salih bin Abdurrahman ez- Zevâvi'nin -kendisine Cebrail inen şerefli dedesi hürmetine Allah ona geniş keremi ve kuşatıcı lütfuyla muamele etsin! Amin- değerli eşiklerinin bir parça hizmetini ifa etmektir.
Bunları, hayır ve bahşişi dağıtan Allah'tan yardım isteyerek maksadımıza giriş vakti kabul edip sözlerimize başlayalım.
Mektupları toplayan şahıs "Allah'ın adıyla başlarım. Rabbimizin razı olacağı şekilde, bütün yaratıklarının yaptığı hamdin kat kat fazlasıyla hamd alemlerin rabbi olan Allah'a mahsustur. Kendisini ananlar andıkça, gafiller kendisinden gafil kaldıkça şanına yaraşır biçimde salat ve selam Allah'ın alemlere rahmet olarak gönderdiği peygamberimizin ve onun iyi, temiz ve muttaki ailesi ve arkadaşlarının ürerine olsun!" sözleriyle bereketlendikten sonra sözlerini şu İfadelerle noktalamaktadır:
"Muhakkiklerin gavsı, ariflerin kutbu, velayeti Muhammediyenin burhanı, peygamberimizin şeriatının delili, İslam'ın ve Müslümanların şeyhi, Önderimiz Şeyh Ahmed el-Faruki en- Nakşibendi'ye - Allah ona selamet ve uzun ömür versin- ait olan mektupların birinci cildini, Hak taliplerine faydası ulaşır umuduyla sermayesi kıt, bu mukaddes çadırın eşiklerinde oturanların en küçüğü Yar Muhammed el-Cedid el- Bedahşi et-Talikani toplamış ve onları yazı ipine dizmiştir. Allah'tan isteğimi hatadan korunmak ve başarıya ulaşmaktır." ( Mektubatı Rabbani 8 cilt , kelime anlamlı mektubat , yasin yayınları açıklamalı mektubatı şerif tercümesi, mektubat tercümesi , imamı rabbani 8 cilt mektubat açıklamalı kelime anlamlı )
Yasin Yayınları, İmamı Rabbani tarafından yazılan Kelime anlamlı Açıklamalı Mektubat-ı Rabbani adlı kitabı incele diniz.