Kitap Mesnevi-i Şerif Şerhi
Yazar Mevlana Celaleddin Rumi
Tercüme Ahmed Avni Konuk
Hazırlayan Dr.Selçuk Eraydın, Prof.Dr. Mustafa Tahralı
Yayınevi Kitabevi Yayınları
Kağıt - Cilt 1.Hamur , Lüks Bez cilt, 13 cilt set
Sayfa - Ebat 7.948 sayfa, 17x24 cm
Yayın Yılı 2010
Temiz, yıpranmamış, sıfır derecesinde.
Not: Sadece bu ÇOK ÇOK UCUZ KELEPİR kategorisindeki kitaplar 2. El kitaptır. Diğer bölümlerdeki kitaplar sıfır ve yeni ürünlerdir.
Kitabevi yayınevi Mevlana Mesnevi Şerif Şerhi kitabını incelemektesiniz.
Ahmed Avni Konuk Mesnevi Şerif şerhi ve tercümesi kitabı hakkında yorumları oku yup kitabın konusu, özeti, fiyatı, satış şartları hakkında bilgiyi geniş bir şekilde edinebilirsiniz.
Yaratan Rabbinin adıyla
oku . O, insanı " alak " dan yarattı.
Oku, Senin Rabbin en cömert olandır. Alak 1-2
mesnevi şerif şerhi - mevlana celaleddin rumi, ahmet avni konuk tercümesi
Mutasavvıf, şair, bestekâr Ahmet Avni Konuk (1868-1938), Osmanlı Devleti'nin son dönemlerinde tasavvuf sahasında yetişen en verimli müelliflerdendir. Çeşitli devlet hizmetlerinde bulunan ve Mesnevîhân Es'ad Dede'den
Mesnevî okuyup icazet alan
Konuk ,
yazmış olduğu çok sayıda değerli esere, musiki ve edebiyattaki vukufiyetine rağmen, mahviyeti dolayısıyla zamanında çok az tanınabilmiştir.
Başta
Mesnevî Şerhi, Fîhi mâ fih, et-Tedbirâtu'l-ilahiyye, Lemeat, Risale-i Sipehsâlâr, İnsan-ı Kâmil tercümeleri gibi geride çok sayıda çalışma bırakmıştır. Elinizdeki
Mesnev-i Şerhi, Avni Konuk'un başyapıtıdır.
Mevlana Celaleddin Rumi'nin tüm çağlara ve bütün insanlığa hitap eden muazzam
kitabı Mesnevi üzerine yapılmış olan bu şerh, daha önce kaleme alınan Türk ve Hind şârihlerinin eserleri incelenerek ve Şeyhü'l Ekber İbn Arabî'nin görüşleri de dikkate alınarak yazıldığı için,en etraflı ve en yetkin
Mesnevî şerhi dir.
Takdim
Elinizdeki bu büyük
mesnevi şerhi nin müellifi merhum
Ahmet Avni Konuk Bey 1285/1868 de İstanbul'da doğdu, İbtidâî mektebini bitirdikten sonra Galata Rüşdiyesi'ne girdi, sonra Dârüşşafaka'ya geçti. On yaşlarında iken önce babasını, sonra da annesini kaybetti. Darüşşafaka'dan mezun olduktan sonra "cami dersleri"ne devam ederek icazet aldı. Hıfzını ikmal etti. Bu arada
Mevlevi tarikatine intisap etti.
Mürşidi Mesnevîhan Selânikli Mehmed Es'ad Dede'den (ö. 1329/1911)
Mesnevi okuyup icazet aldı. 1890 târihinde posta memurluğuna tâyin olundu. Bu sıralarda Mekteb-i Hukuk-ı Şâhâne'ye girdi. 1898 de birincilikle mezun oldu. Arapça, Farsça ve Fransızca öğrendi. Posta umum Müdür Muavinliği ve Hukuk Müşavirliği vazifesinde bulunup, Mayıs 1933'te emekliye ayrıldı.
Mesnevi Şerhinin birinci cildinin 218 ve 317 numaralı beyitlerinin altına Abdurrahman Âdil Doğru imzasıyla konulan nottan öğreniyoruz ki,
Ahmed Avni Bey şerhini tamamladıktan sonra, ilk defterini bâzı ilâveler yaparak gözden geçirirken 218. beytin "izâh"ını yazacağı sıralarda, "12 Muharrem 1357 ve 14 Mart 1938 ve 1 Mart 1354 pazartesi günü" rahatsızlanıp, "17 Muharrem 1357, 19 Mart 1938 ve 6 Mart 1354 cumartesi günü" dâr-ı bakaya irtihal etti ve 20 Mart 1938'de Merkez Efendi kabristanında, camiin kıble cihetindeki hazîresine defnedildi.
1
Ahmed Avni Bey mûsikîmizin büyük üstadlarından Zekâî Dede'den
2 mûsikî dersleri almış, birçok eser meşketmiştir. Nota bilmemekle beraber iyi bir hanende ve bestekâr idi. Eserleri bütün incelikleriyle hafızasında tutardı. "Dilkeşîde" ve "bend-i hisar" adını verdiği iki makam tertip etti. 119 makam ihtiva eden "kâr-ı nâtık"ı bu formun en geniş örneğidir. Buselik aşîran, dilkeşîde ve rûy-ı ırak makamlarında üç Mevlevî âyîni bestelemiştir. Klasik Türk mûsikîsi güftelerinden 2706 güfteyi içine alan Hanende adlı en geniş güfte mecmuasını 28 yaşında iken yayımlamıştır (istanbul 1317/1899).
Eserlerinden yayımlanmış olan diğerleri şunlardır:
- Muhyiddin ibn Arabi'den: Fusûsu'l-Hikem Tercüme ve Şerhi (Yayına haz. M. Tahralı, S. Eraydın, Marmara Üniv.llâhiyat Fak. Vakfı Yayınları, İstanbul 1987-1992, 4 Cilt).
- Muhyiddin ibn Arabi'den: Tedbirât-ı ilâhiyye Tercüme ve Şerhi (Yayına haz. M. Tahralı, İz Yayıncılık, İstanbul 1992).
- Mevlânâ'dan: Fihi Mâ Fîh Tercümesi, (Yayına haz. Selçuk Eraydın İz Yayıncılık, İstanbul 1992).
- İnsân-ı Kâmil (Aziz Nesefi Risaleleri) Tercümesi, (Yayına haz. Sezai Fırat, Gelenek Yayıncılık, İstanbul 2004).
- Hz.Meryem ve îsâ'ya Dâir Risale: Fusûsu'l Hikem Tercüme ve Şerhi'nin IlI.Cildi sonunda (s. 355-382) yayımlanmıştır.
- Menâkıb-ı Hazret-i Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî (Sipehsâlâr Tercümesi) Mevlânâ'nın talebelerinden Feridun b. Ahmed Sipehsâlâr'ın Farsça olarak yazdığı kitabın tercümesidir. 144 sayfalık bu eseri 1331 de basılmıştır.
1-
Ahmed Avni Konuk'un
hayâtı ve eserleri hakkında daha geniş bilgi için bkz. Selçuk Eraydın: "
Ahmed Avni Konuk, Hayâtı ve Eserleri", Fusûsu'l-Hikem
Tercüme ve Şerhi, 1. cilt içinde s. 15-28; Reşat öngören, "Konuk, Ahmed Avni" Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, C 26, s. 180-182; Sezai Fırat İnsân-ı Kâmil'in Mütercimi Ahmed Avni Konuk'un Ha-yâu ve Eserleri", İnsân-ı Kâmil (Azizüddin Neseh~ Risaleleri) Tercümesi, s.51-63.
2-Hocası Zekâî Dede'nin vefatı üzerine yazdığı: "Ey bülbül-i hoş-nevâ hamûş ol / Vey kalbi hazîn zehr nûş ol" beytiyle başlayan mersiyesini suzidil makamında "kâr" olarak bestelemiştir. Bu eserin Hamparsum notasıyla bir nüshası Neyzen Niyazi Sayın'da mevcuttur. Günümüz notasına çevirip bir kopyasını lütfettiği için kendisine teşekkür ederiz.
7.
Mesnevi Şerhi. Vasiyeti üzerine vefatından sonra 10. 5. 1940 târihinde Hâlid Eşkinoz tarafından Konya Mevlânâ Müzesine teslim edilmiştir.Yayına hazırladığımız 34 büyük boy defter hâlindeki müellif yazması bu eser Konya
Mevlânâ Müzesi
kitaplığında 4740 - 4773 numarada kayıtlıdır.
Kütüphanelerde henüz el yazması hâlinde duran, küçük hacimli,
tercüme ve telif 14-15 kadar daha eseri vardır.
Merhum
Ahmed Avni Bey Mesnevi Şerhi'nin "Mukaddimesinde belirttiği üzere, eserine 1348 (1929) başlamış ve 24 Ramazan 1356 (1937) târihinde bitirmiştir. Bu
şerhin hazırlanışında
Türkçe ve Farsça
şerhlerden istifâde etmiş, daha önceki sarihlerin görmediği, Hindistan'da basılan
Mesnevi şerhlerini de incelemiştir. Hem
Mesnevî'nin 6 cildinin tamâmını
şerhetmiş olması ve hem de birçok
şerhten istifâde etmiş olması eserin kıymetini artırmaktadır. Sarihin bu şerhten önce İbn Arabi'nin yukarıda adlarını zikrettiğimiz iki eserini
şerhetmiş olması da bu
şerhin önemini göstermektedir.
Ahmed Avni Bey şerhinde, Farsça beyitleri numaralayarak vermiştir. Biz bu numaraları
Türkçe tercümelerinin başına koyduk ve yararlı olacağı düşüncesiyle, M.E.Bakanlığı tarafından yayımlanan Veled Izbudak'ın
Mesnevi tercümesindeki beyit numaralarını, şerhin 80. beytinden itibaren her on beyitte bir olmak üzere, küçük puntolarla beyit numaralarının altına köşeli parantez [ ] içinde yazdık. Diğer ciltlerde de, metin farklılığının başladığı beyitten itibaren, aynı şekilde M.E. Bakanlığı
yayını tercümenin numaralarını koyacağız. Karşılaştırma yapmaya ihtiyaç duyulduğunda aranan beyitlerin kolayca bulunmasını sağlamak istedik. Şârih
Mesnevi beyitlerinin Farsça'larını numaralayıp yazdıktan sonra, "
tercüme" diyerek beytin
tercümesini ve daha sonra da "İzah" diyerek beytin açıklamasını yapmıştır. Biz bu "
tercüme" ve "îzâh" kelimelerini tekrardan kaçınmak ve okuyucuyu yormamak için yazmadık. Bunları satır başı yaparak, tırnak açarak, harf karakterlerinde değişiklik yaparak belirtmeye çalıştık. Müellif
şerhte lüzum gördüğü yerlerde, Farsça beyitteki kelime ve deyimler hakkında kısaca lügat açıklamaları yaptıktan sonra, beytin tasavvufi mânâsını açıklamaya geçmiştir. Bu açıklamalarda
Mesnevi Şerhinden önce telif ettiği İbn Arabi'nin Fusûsu'l-Hikem
Tercüme ve Şerhi ile Tedbîrât-ı ilâhiyye
Tercüme ve Şerhi'nden ve Mevlânâ'dan tercüme ettiği Fi-hi Mâ Fih ten alıntılar yapmakta veya bu eserlere atıfta bulunmaktadır.
Ahmed Avni Bey'in İbn Arabi'nin düşünce ve görüşleri ışığında ve ona paralel olarak
Mesnevi beyitlerini şerhetmiş olması,
Mevlânâ ve Mesnevi'si ile ilgilenen bâzı kimselerin tenkidine sebep olmuş ise de, kanâatimizce bu bir kusur ve hatâ değil, bilakis şerhin değerini arttıran bir niteliktir. Nitekim meşhur
Mesnevi şârihi İsmail Rusûhî Ankaravi (ö. 1041/1631) ve diğer Osmanlı ve Hint sarihlerinde de aynı tutum görülmektedir.
Çeşitli çevrelerce benzer tenkit ve görüşler
A. Avni Bey'in sağlığında da, hattâ daha önceki asırlarda da yapılmış ki, ingiliz müsteşrik R.A.Nicholson'un hazırladığı
Mesnevi'nin İngilizce
tercüme ve şerhi dolayısıyla sarihin. Feridun Nafiz Uzluk'a yazdığı mektupta:
[1] "Hazret-i Hudâvendigâr [Mevlânâ] ile Hazret-i Şeyh-i Ekber'i ve Ferîdüddîn-i Attar'ı ve Hakim Senâî ve Seyyid Burhâneddîn ve Sultânü'l-Ulemâ ve Sultan Veled Hazretlerini ayrı gördüğünüze zâhib oldum; bilmem yanlış mı anladım? Bu zevât-ı kiramın hiçbirisi maârif-i ilâhiyye ve hikemiyyât-ı rabbanice birbirlerinden ayrı değildir. Çünkü hepsinin menbaı asl-ı hakîkî olan Hak'tır ve hiçbirisi feylesof değildir, hepsi hakîm-i ilâhîdir. Binâenaleyh onların marifetleri lâ-şarkıyye ve lâ-garbiyyedir [Ne doğuya ve ne de batıya aittir].
Nurhâ-yı çarh bubrîde-peyest
Ân ki lâ şarkî ve lâ garbî keyest
[2]
Cümlesi Kur'ân-ı Kerîm'in ve ahadîs-i şerîfenin esrarını ve bevâtınını [bâtınlarını] keşif buyururlar" demekte ve şunlan ilâve etmektedir: "Şeyh-i Ek-ber'in Fusûsu'l-Hikem'ine ve Fütuhatına ve şâir âsâr-ı aliyyesine gelince, bunlar da öyledir. Hazret-i Şeyh'in âsânnın şerhi, ebyât-ı
Mesnevi ile ve ebyât-ı Mesneviyye dahi Hazret-i Şeyh'in beyânât-ı aliyyeleriyle tenevvür eder. Bu sultanların hepsi birbirlerini medhederler."
[3] Bu ifâdelerden şu anlaşılmaktadır ki, büyük sûfilerin eserlerindeki dil, üslûp ve terim farklılıkları inanç ve fikirlerinin birbirinden farklı olduğunu göstermez. Onların esas ve hakîkî kaynağı Cenâb-ı Hak'tır. Hangi dil, üslûp ve terim ile anlatırlarsa anlatsınlar hepsi aynı ilâhî hakîkati anlatırlar.
3-Yard.Doç. Dr, Yakup Şafak; "Son Mesnevi sarihlerinden
Ahmed Avni Konuk'un Mevlânâ'nın Eserlerine, Fikirlerine Dâir Bir Mektubu", Hm!Araştırmalar, sayı 16, İstanbul 2003, s.87-96.
4-"Gökyüzünün nurları izleri kesilmiş haldedir (sonlan yoktur):onlar doğuda ve batıda bulunmayan Hakk'ın nurlan gibi olabilir mi?" Mesnevi II. 1544, Veled lzbudak çevirisi. A.g.m., s.93 ten naklen. Ahmed Avni Bey Mesneviü. Cildin 1533 numaralı bu beytini şöyle tercüme ve şerhetmektedir: "Çarhın nurlannın arkası munkatı'dır; o ki lâ-şarkî ve lâ-garbidir, asıldır." lzâh:" ...Asıl olan nur Zât-ı mutlakın nurudur ki merâtib-i vücûda pertev salar. Bunu bilmeyen, nuru cisimden nebean ediyor zanneder. Halbuki cisimler fânîdir; vc ebdân-ı misâ-liyyc ve ervâh hep zât-ı Hak'ta müstehlektir."
5-A.g.m., s.93
Ahmed Avni Bey mektubun biraz daha ilerisinde: "Bu vahdet-i vücûd bahsinde muhakkiklerin hepsi müttehiddir; aralarında hiçbir ayrılık yoktur. Şu kadar ki garp feylesofları ve ulemâ-i zahire bunu vücûdîlik (panteizm)
[4] zannettikleri için mütâlâalarını ona göre yürütürler ve aldanırlar. Hükemâ-i ilâhiyye ma'rifette böyle müttehid olmakla beraber, meşrepte muhteliftirler. Hudâvendigârımızın meşreb-i âlîleri aşk üzerindedir"
[5] demekte, büyük sûfîlerin arasında öz ve mânâda birlik-berâberlik olduğunu, eğer bir farklılık var gibi görünüyorsa bu farklılığın sâdece meşreplerdeki farklılıktan ileri geldiğini söylemektedir.
Günümüz Mesnevi mütercim ve şârihi Şefik Can Bey de bu kanâatte olup şöyle demektedir: "Bâzılarının birbirinden uzak sandıkları Hazret-i Mevlânâ ile Hazret-i Muhyiddîn birbirlerine çok yakındırlar."
[6]
Ahmed Avni Bey Mesnevinin 1. cildindeki 3784 numaralı "Onu hatâ görmek, onun aklının za'fındandır; akl-ı kül içtir ve akl-ı cüz posttur" anlamındaki beytin şerhinde de, Allah dostlarının dile getirdikleri "hakikat" ve "ilâhî mârifet'ler hususunda aralarında ihtilâf olmadığını, onlar arasında herhangi bir fark veya ihtilâf olduğu zannının istidat ve kabiliyetten, akıl ve idrâk seviyelerinin farklı oluşundan ileri geldiğini şu şekilde açıklamaktadır:
"...Aklın akl-ı kül mertebesine kadar birçok merâtibi vardır-, ve her bir mertebe de is-ti'dâda göre mütefâvittir [farklıdır]. Mesela akl-ı maaş mertebesinde olan akıllar arasında, isti'dâdlarına göre tefâvüt [farklılık] olduğu gibi, akl-ı maâd mertebesinde bulunan akıllar arasında da isti'dâdlarına göre tefâvüt vardır; ve tefâvüt-i isti'dâdâtın her birisi birer mertebedir. Ulûm [ilimler] ve ezvâk [manevî zevkler] arasındaki tefâvüt de bundan neş'et eder; ve bu ulûm ve ezvâkın ittihadı ancak akl-ı kül mertebesine vusulde vâki' olur. Onun için ehassu'l-havâssın [seçkinlerin en seçkininin] zübdeleri olan evliyâullâhın beyân ettikleri hakâyık ve maârif-i ilâhiyyede asla ihtilâf vâki' olmaz. Nitekim Hazret-i Pîr efendimizin bu
Mesnevî-i Şerif'indeki maârif ve hakâyık ile, Cenâb-ı Şeyh-i Ekber Muhyiddîn Arabî efendimizin Fusûsu'l-Hikem ve Fütuhat-! Mekkiyye gibi âsâr-ı aliyyelerindeki maârif ve hakâyık yekdiğerinin nazîridir; ve hiçbirisi diğerinden me'hûz olmayıp, kendilerine akl-ı kül mertebesi olan hakîkat-i muhammediyyeden mevhubdur. Binâenaleyh akl-ı kül içtir ve ukal-i cüz'iyye ise akl-ı dimâğî olup kısır ve kabuk mesabesindedir."
[1] Vahdet-i vücûd ile panteizm arasındaki fark için şerhin "Mukaddime"sinin sonlanndaki "Vahdet-i vücûd ve vücûdîlik hakkında îzâhat" kısmına bakınız.
[1]A.g.m., s.94
[1]A.g.m., s.96
Bu sözlerden şu neticeyi çıkarabiliriz: Her konuda olduğu gibi, "ilâhi hikmet, marifet ve hakîkatler"i ifâde etme ve anlama hususunda da insanlann kabiliyet ve akılları birbirinden farklı olduğu için, muhtelif kişilerin bu iki büyük velînin sözlerini anlamak ve değerlendirmek hususunda aynı görüşte ol-malan beklenemez. Ancak kabiliyet, akıl, zevk ve ilimleri arasında benzerlik ve yakınlık bulunanlar, birbirine benzer, yakın ve hattâ birbirinin aynı görüş ve kanâati beyan edebilirler. Onun için herkesin, yâni akıl ve idrakleri birbirinden farklı birçok kimsenin, aynı anlayış ve görüşe sahip olmaları mümkün görünmemektedir. Her bir görüş ve akıl sahibi kendi fikrini ve değerlendirmesini beğenmekte ve diğer görüşün yanlış veya isabetsiz olduğunu iddia edebilmektedir. Şu halde
Mevlânâ'nın
Mesnevi ve Dîvân 'ında dile getirdiği hakikatler ile İbn Arabi'nin Fusûsu'l-Hikem, Fütûhât-ı Mekkiyye ve diğer eserlerinde ifâde ettiği "hakîkaf'ler arasında benzerlik, yakınlık veya ayniyet görenler olduğu gibi, aksini söyleyenler de bulunabilir. Geçmişte böyle olduğu gibi günümüzde de bu böyledir.
Ahmed Avni Bey'in neşrettiğimiz tercüme ve şerhlerini okuyanlar,
Mesnevi Şerhi'nin okuyunca öz ve mânâ itibariyle birbirine yakın, benzer ve hattâ aynı değerlendirmeleri yapabiliyor ve sarihin fikir ve yorumuna iştirak edebiliyorlarsa,
Ahmed Avni Bey'in yukarıda naklettiğimiz görüşlerine de katılacaklardır. Aksi halde elbette anlayış ve görüşleri farklı olacaktır.
Mesnevi Şerhi'nin birinci defterinin kapağı içine yapıştırılmış bir yaprak üzerinde şâirinin imzâsıyle şu başlık altında bir kaside bulunmaktadır. Askerî Ortaokul'da
Türkçe Öğretmeni olan Mehmed Sıdkı adındaki şâirin
Mesnevi, şerh ve şârih hakkında duygu ve düşüncelerini dile getirdiği bu şiirini aşağıda tam olarak naklediyoruz:
Ahmed Avni merhumun
Mesnevî-i Şerif Şerhi'ni ikmâli dolayısıyla
Aferin ey sâhib-i şerh-i kitâb-ı Mesnevi
Şems veş oldun serâpâ âb u tâb-ı Mesnevi
Ey enîs-i bezm-i sevdâ-yı nevâ-yı nây-ı aşk
Nefha-i feyz-i füyûzundur cenâb-ı Mesnevi
Aşkı ta'rîf eylemek mümkin değil amma şu var
Aşka düşmüştür yanar dâim sıhâb-ı Mesnevi
9
Mesnevi hem öğretir giryân u nâlân olmayı
Hasta-i dîdâra hem kimya türâb-ı Mesnevi
Seyr-i ruhsârın diler baş koymuş uşşak uğruna
Cân-ı cânâna fedadır intisâb-ı Mesnevi
Şerh u tafsil eylemiştir bahs-i aşkı çokları
Kimse sen tek
10 yapmamıştır inkılâb-ı
Mesnevi
Sen feragat ehlinin serdâr-ı müstesnâsısın
Aşk u şevk u zevk ile ettin şitâb-ı
Mesnevi
Ahz-i nûr-ı feyz edip bir mihrden, bir mâhdan
Kim Fusûs'tan sonra ettin intihâb-ı Mesnevi
Hep velayet şahının esrâr-ı bî-hemtâsıdır
Rûh-ı Haydar'dır serâpâ her hitâb-ı
Mesnevi
Mesnevi bir nâr-ı pür-nûr oldu gör aşk ehline
Yaktı Mevlânâ-yı Şems'i âfitâb-ı Mesnevi
Çün tutuşmuştur yanar diller sürûd-ı nây ile
Bir azâb-ı neş'e-bahşâdır azâb-ı
Mesnevi
Aks edip düşmüş hilâl âsâ gönül mir'âtına
Münkeşif olmuştur esrâr-ı nikab-ı Mesnevi
Zülf-i yâr altında tal'at nura gark olmuş sakar
11
Şems-i hüsnünden parıldar mâh-tâb-ı Mesnevi
9. Sıhâb-ı Mesnevi: Mesnevi dostları.
10. Tek: Gibi.
11.Sakar: Işıldar.
Iştiyâk-ı vaslı teşdîd eyliyor firkat günü
Dâima artar kesilmez ıztırâb-ı Mesnevi
Hasta-diller yalvarıp dâd ettiler, âh ettiler
Bir nidâ-yı hayret olmuştur cevâb-ı Mesnevi
Sıdkı'yâ cânân irin kıl sen de gel canın fedâ
Bir şereftir olmak istemen bevâb-ı Mesnevi
12
İmza
Mehmed Sıdkı
Askerî Ortaokul Türkçe öğretmeni
Mesnevi Şerhi'nin Yayımlanması Hakkında
Ahmed Avni Bey'in Mesnevi Şerhi de, hemen hemen bütün diğer eserleri gibi, müellifinin sağlığında yayımlanmak imkânına kavuşamamıştır. Onun 19 Mart 1938'de vefatından sonra, öyle anlaşılıyor ki, dost ve yakınları, 1937 yılında yazımı tamamlanan bu şerhin basılması için imkân ve fırsat aramışlardır. Ama 1925'de tekkelerin kapatılmış olmasının ve 1928'de yapılan alfabe değişikliğinin bu nevi eserlerin basımını fevkalâde zorlaştırmış olacağını tahmin etmek güç değildir. Binlerce sayfalık bir eserin içindeki
Farsça ve Arapça ibareleri bu dillerin alfabesi ile,
Türkçe olan esas metni ise yeni alfabe ile yazmanın da o günkü sivil
yayın hayâtımız bakımından kolayca üstesinden gelinecek bir iş olmadığını tahmin edebiliriz. Bu güçlüklere bir de beşerî zaaflardan ve fikir ihtilâflarından ileri gelen muhalefetler eklenince, eserin telifinin ve müellifinin vefatının üzerinden böylece uzun yılların geçmesi kaçınılmaz olmuş ve bu günlere gelinmiştir. Öyle anlaşılıyor ki,
kitapların da bir kaderi var!
Refi Cevat Ulunay'ın 23 Ocak 1959 tarihli Milliyet gazetesindeki "Takvimden Bir Yaprak" adlı köşesinde yazdığı fıkradan,
Ahmed Avni Bey'in Mesnevi Şerhi'nin "tab' u neşri için senelerden beri lâf ü güzâf ile vakit geçirildiğini", "Hükümetin bu işi 1955'te Diyanet İşleri Riyâseti'ne havale ettiğini", tıp târihi profesörü Feridun Nafiz Uzluk'un "komisyonda bulunduğunu"
12.Bevâb-ı Mesnevi: Mesnevî'nin kapıcısı.
ve F.N.Uzluk'un 19.12 1955'te Zafer gazetesinde bir makale yazarak şerhin yayımlanmasına engel olduğunu öğreniyoruz. Refi Cevat Ulunay bu şerhin niçin basılması gerektiği hususundaki görüşünü de şu cümlelerle anlatmaktadır: "Tam olarak
Mesnevi'nin tercüme ve şerhi mahduttur. Sarı Abdullah Efendi, Âbidin Paşa yalnız
birinci cildi şerhetmişler, Ankaravî hepsini tamamlayabilmiştir. Nahîfî'nin manzum tercümesi vezin ve kafiye dolayısıyle kelime be-kelime
tercüme değildir. Veled Çelebi'nin
tercümesi ise şive bakımından beni tatmin etmemiştir.
Ahmet Avni Bey'in şerhi bu ihtiyâcı giderecek mükemmel bir eserdi, onun bir kelimesine dokunmaklıgın eserin temelini sarsacağı" malûmdur.
Prof. Dr. Feridun Nâfız Uzluk (ö. 1974) Ankara'da
yayımlanan 19.12.1955 tarihli Zafer gazetesinde yazdığı makalede, o târihlerde kendisinin de içinde bulunduğu bir komisyon tarafından
Ahmed Avni Bey'in Mesnevi Şerhinin yayına hazırlanması ve resmî bir kurum adına basılması teşebbüsünün olduğundan ve fakat basılmamasına karar verildiğinden bahsetmektedir.
Yazıda şerhin "basılmamasını gerektiren iki sebep üzerinde durulmuştur: 1.
Şerhte kullanılan Mesnevi metni. Konya'da bulunan en eski nüshadan
15 yer yer farklılıklar göstermektedir.
14 2.
Ahmed Avni Bey de
şerhini, Ankaravî ve diğer
Mesnevi sarihleri gibi, "XVII. asırdan itibaren
Mesnevi şârihlerince benimsenmiş" olan İbn Arabi'nin görüşleri doğrultusunda yâni "yanlış yolda" yapmıştır.
Birinci itiraz için söylenecek söz şudur:
Ahmed Avni Bey Konya'daki en eski nüshayı, o günün şartlarında elde etme imkânına sahip olmadığı için, "Hazret-i Şârih" denilen, eseri birçok defalar basılan ve en çok beğenilip okunan İsmail Ankaravî'nin
Mesnevi metnini kullanmıştır. Bugün Kültür Bakanlığı tarafından tıpkı basımı yapıldığı için kolayca ulaşılabilen bu en eski nüshayı, o da kendi devrinde ele geçirebilse veya mikrofilm vb. bir yöntemle bir kopyasını kolayca yaptırabilseydi bittabi bu nüshayı esas alır ve şerhini ona göre yapardı. Onun için bu husus eserin basılmaması için bir sebep teşkil etmemeliydi. Çünkü burada istifâde edilecek olan şerhtir ve mesele
Mesnevi nin aslî nüshasını veya en sağlam nüshasını baskıya hazırlamak değildir.
13. Sözü edilen 677 hicri tarihli nüsha Kültür Bakanlığı taralından ancak 1993 yılında tıpkı basım olarak yayımlanmıştır.
14. Ahmed Avni Bey şerhinin "Mukaddime'sindc İsmail Rusûhî Ankaravî'nin şerhindcki Mesnevi metnini esas aldığını belirtmektedir.
İkinci hususa gelince: Biraz yukarıda
Ahmed Avni Bey 'in
Mevlana ile İbn Arabi ve benzeri sûfiler arasında "hakîkat”te, öz ve mânâda bir fark olmadığını ifâde eden fikirlerini nakletmiştik. Her okuyucu Atesnevî'yi elbette kendi akıl, idrâk, ilim ve "zevk" seviyesine göre anlayacaktır. Ancak bir kimsenin kendi zevk, anlayış, görüş ve yolunun doğru, diğerlerinin ise "yanlış yol" olduğunu iddia etmesi isabetli bir davranış olmayacaktır. Böyle bir iddianın ancak bir "zan"dan ibaret olduğu söylenebilir. İbn Arabi ve
Mevlânâ'nın yazmış olduğu eserlerin gereğince anlaşılması hâlinde, bu nevi itirazların varit olamayacağı kendiliğinden anlaşılacaktır.
Abdülbâki Gölpınarlı (ö. 1982) da birkaç teknik husus ile birlikte benzer İtirazları yapmaktadır: "Diğer sarihlerden daha iyi bir şerh meydana getirmekle beraber, o da diğer ana kaynakları okumadığından ve bir de bazen
Mevlânâ'nın sözlerini, fennî buluşlara tatbike uğraştığından şerhi, ilmî bir mâhiyet arzetmez. Basılmayan ve basılmasına da lüzum olmayan bu şerh...."'
5 diyerek daha 1953'lerde, belki de çok daha önce şerhin yayımlanmasına karşı çıkmış bulunmaktadır. 1972'de yayımladığı
Mevlânâ Müzesi Yazmalar Katalogu'nda da: "Şerhte âyetler indî tevillere tâbi tutulmuş, zaif ve mevzu hadisler alınmış, âyetlerin sûreleri ve âyet numaraları konmamış, anılan menkabelerin kaynaklan gösterilmemiştir. Birçok
şerhlerden faydalandığını söylediği halde bunların basımlarını, aldığı yerlerde sayfa numaralarını vermemiş, hatta adlarını dahi bildirmemiştir. Her hususta İbn-i Arabi ile istişhâd edilmektedir, indeks ve bibliyografya yoktur"
16 diyerek eserin basılmasını güya engelleyebilecek sebepler ileri sürmüştür. Halbuki bu tenkitlerin çoğu eserin basılmaması için bir sebep teşkil etmez. Şöyle ki bu
şerh günümüzdeki ilmî-akademik anlayışa göre hazırlanmış bir çalışma değildir. Osmanlı döneminden Cumhuriyet dönemine geçiş yıllarında klasik üslûp ile kaleme alınmış bir eserdir.
Müellif Ahmed Avni Bey o güne kadar tatbik edilen ilmî ve fikrî esaslara uyarak şerhini telif etmiştir. "Âyetleri indî tevillere tâbi" tutmamış, tasavvufi yorumlarla açıklamıştır. Zâten
Mesnevide de yerine göre âyet ve hadisler tasavvufi yâni "işârî" yorumlarıyla verilmiştir. "Zaif ve mevzu hadisler" alınmamış,
Mesnevi, Fini Mâ Fih, Fusûsu'l-Hikem, Fütûhât-ı Mekkiyye vb. tasavvuf
kitaplarında sık sık görülen hadisler aynen zikredilmiştir. Âyetlerin,
15. Yakup Şafak, a.g.m., s.95 (A. Gölpınarlı, Mevlânâ'dan Sonra Mevlevilik, İstanbul, 1953, s.145).
16. A.g.m, s, 95 (A. Gölpınarlı,
Mevlânâ Müzesi Yazmalar Katalogu, 111, 234-235. Ankara, 1972).
sûre ve âyet numaralarının verilmemiş olması eserin yazıldığı dönem için gayet tabiî idi. Aydınların çoğu bu âyetleri ya ezbere biliyorlar veya rahatça okuyabiliyorlardı. Günümüzde ise bunun bir ihtiyaç olduğu muhakkaktır. Onun için biz âyetlerin geçtiği sûre adını, numarasını ve âyet numarasını parantez içinde, meselâ (Bakara, 2/30) şeklinde verdik. Yâni bu, eseri yayına hazırlayanların yapabileceği basit bir iştir. Böyle bir eser için bunun müellif tarafından yapılmamış olması bir kusur teşkil etmez.
Mesnevi ve şerhte "anılan menkabelerin kaynaklarının gösterilmemiş" olması da kanâatimizce mühim bir noksan değildir. Bilgi edinmek isteyenler bu konularda yazılan eserlere başvurarak meraklarını izâle edebilirler.
Ahmed Avni Bey'in istifâde ettiği eserlerin adlarını, basım târihlerini, alıntı yaptığı sayfa numaralarını bildirmemiş olması ise eski usûlle yazılmış bir
şerhe yöneltilecek bir tenkit değildir. Çünkü bu eser günümüzde hazırlanan bir doktora veya akademili bir çalışma değildir.
Ahmed Avni Bey "Mukaddime"de faydalandığı eserlerin adlarını topluca vermiş, ayrıca kendi tercüme ve şerhlerine yeri geldikçe net bir şekilde atıfta bulunmuştur. Bu ise böyle bir eser için yeterlidir. "Her hususta İbn-i Arabî ile istişhad edilmektedir" denilerek yukarıda sözü edilen muarızların esas kanâati tekrar edilmiş olmaktadır. İsmail Rusûhî Ankaravî vb. diğer
Mesnevi sarihlerinin benimsediği bir yolu "yanlış" gibi göstermek veya eserin basılmasını engellemek için tenkit konusu yapmak, sâdece ipe un sermek kabilinden peşin bir muhalefet tavrının marazî görünüşleri olarak değerlendirilebilir. Ayrıca yokluğundan söz edilen indeks, pekâlâ eseri yayına hazırlayanlar tarafından yapılabilir. Nitekim indeksler tarafımızdan, mümkün olduğunca çeşitli ve geniş bir şekilde hazırlanmış olup topluca son
cilt içinde veya Lügatçe ile birlikte ayrı bir cilt hâlinde verilecektir.
Merhum Ahmed Avni Bey'in Fusûsu'l-Hikem Tercüme ve Şerhi'nin I. cildini 1987 yılında yayımladığımızda, Dr. Selçuk Eraydın
Mesnevi Şerhi'ni yayına hazırlamak için çalışmaya başladığını "
Ahmed Avni Konuk ve Eserleri" başlıklı makalesinde haber vermiş ve I. cildi daktilo ile yeni yazıya geçirmeye başlamıştı. Arapça ve Farsça ibareler yayın sırasında ele alınacaktı. Gerçi işin oldukça zor ve yorucu olduğu görünüyor ve neşrinin çok uzun bir zamana yayılacağı anlaşılıyordu. 1990'lı yılların başında bilgisayar yaygınlaşmaya başlayınca yayın için daha bir gayrete geldik. Selçuk Bey önce bilgisayarda
Ahmed Avni Bey'in Fihi Mâ Fih
tercümesini hazırladı. Bilgisayarın Türkçe ile Arapça ve Farsça'yı birlikte yazabilme imkânını vermesi
Mesnevi Şerhi'ni yayımlama konusunda cesaretimizi artırdı. Birlikte çalışmaya başladık. Yazım, tashih ve mukabele işleri, bir hayli zaman almakla beraber, eski matbaacılık usûlüne nispetle ziyadesiyle kolaylaşmıştı. İlahiyat fakültelerindeki tasavvuf anabilim dalındaki arkadaşlarla yardımlaşarak çalışmalarımızı daha da kısa zamanda tamamlayabilirdik. Bu düşünceyle
Mesnevî'nin II. cildine ait dört defterlik kısmı Erzurum'dan Dr. Osman Türer, III. cildin iki defterini de İzmir'den Dr. Mehmet Demirci daktiloya geçirmeyi kabul ettiler. Böylece dört koldan çalışacak ve daha kısa bir zamanda eseri hazırlamış olacaktık. 1992 yılından itibaren Selçuk Bey bütün vaktini şerhin bilgisayarda dizilmesine verdi. Mesnevi I. cildin bilgisayarda yazımı bitince birlikte mukabeleye başladık. Tashihler, bilinmeyen kelimeler, indeks vb. hususların araştırılması da benim üzerimde idi. Mesnevî l. cildine âit şerhin tashih ve mukabele işleri hemen hemen bitmiş, II. cildin şerhi de arkadaşımız Dr. Osman Türer tarafından Farsça kısımlar hâriç olmak üzere daktilo ve bilgisayarda yazılmış olduğundan III. cildin şerhine geçilip yazımı tamamlanmış ve bir yandan mukabele edilirken, Selçuk Bey de IV. cildin yazımına başlamıştı.
Selçuk Eraydın (doğumu 1937), 19 Aralık 1995 gecesi ve hicrî 1416 yılının 27 Recep mîraç gecesinde Fâtih'te bir camiye konuşma yapmak için gitmişti. Konuşmadan sonra kendisini camiden alıp evine götüren arabaya, Ümraniye civârında bir dönemeçte, soldan sür'atle gelen bir araba çarpmış, arabanın arka koltuğunda başı sol cama dayalı bir şekilde oturan arkadaşımız beyin kanamasından hayâtını kaybetmiş, rahmet-i Rahmân'a yürümüştü. İki arabada bulunan diğer kişilere bir şey olmamış, sağ salim kurtulmuşlardı. Daha sonra, Sahrâyıcedit kabristanındaki mezar taşına kazman, vefatıyla ilgili şu târih kıt'asını yazmıştım:
Feyz-i Nakşi meşkedip Selçuk can
Hizmet-i pirânı Sertâc eyledi
Leyle-i mi'râcı yazmış ki kaza
Sûre-i Isrâ'yı minhâc eyledi
"Hub" düşünce geldi târihi dile
"Mesnevi şevkiyle mi'râc eyledi"
Elbette bu da takdîr-i Hudâ idi, inanıyorduk. Ama üzüntümüz büyüktü. Ailesi, dostları, yakınları, arkadaşları ve talebeleri, sureti de sîreti de güzel bir insani, dostu anîden kaybettikleri için mahzundular. Allah'ın takdir ve kazası bu vakitte ve bu şekilde tecellî etmişti. Başlanılan bir büyük hizmet ise, aşağı yukarı daha ortalarında iken, yarım kalmış görünüyordu. İnşâallah geride kalan arkadaşlarımızın yardım ve katkılarıyla eser tamamlanır diyorduk. Ama bir türlü çalışmaların devamını getirecek bir hamle daha yapamıyorduk.
Nihayet dört-beş yıl önce Konya'dan Dr. Dilâver Gürer
Mesnevi VI. cildin yedi defter tutan
şerhinin tamâmını hazırlamayı üstüne aldı. İşin başından beri içinde olan Prof. Dr. Mehmet Demirci de
Mesnevi V. cildin tamâmını hazırlamayı kabul etti. Artık yayım faaliyetine geçebilirdik. Fakat bu sefer de karşımıza daha önce kullandığımız bilgisayar programı ile günümüzde kullanılanlar arasında uyumsuzluk problemi çıktı ve iki-üç yıl kadar da bu çeşit problemlerin çözülebilmesi için vakit ayırmak îcap etti.
Hâsılı, Allah'a şükürler olsun, henüz diğer ciltlerin bütün işleri bitmiş değilse de,
Mesnevi I. cildin şerhinin iki cilt hâlinde yayımlanması merhalesine gelindi. Az çok bâzı işleri kalan diğer ciltlerin baskısının da en kısa zamanda gerçekleşmesini niyaz ederiz.
Ahmed Avni Bey tarafından anlamı verilmemiş Arapça ve Farsça alfabe ile yazılmış âyet, hadis, beyit ve benzerlerinin anlamlarını köşeli parantez [ ] içinde ve tarafımızdan ilâve edilen herhangi bir hece vb.ni de yine aynı şekilde köşeli parantez [ ] içinde vermeye çalıştık. Âyetlerin sûre adını, sûre numarasını ve âyet numarasını parantez ( ) içinde verdik. Özel isimler,
kitap isimleri, terimler, açıklanan Arapça ve Farsça kelimeler, âyetler ve hadisler için ayrı ayrı indeksler düzenledik. Tedbirât-ı îlâhiyye
Tercüme ve Şerhi ile Fi-hi Mâ Fih'te tarafımdan hazırlanan lügatçeler birleştirilerek bâzı ilâvelerle mümkün olduğunca geniş bir lügatçe hazırladık. Böylece günümüz okuyucusunun önüne çıkacak olan şerhin dilini anlama güçlüğünü hafifletmek istedik. İndeksler ve
lügatçenin Mesnevi Şerhi'nin son cildine konulması veya ayrı bir cilt olarak verilmesi yayın evi tarafından kararlaştırıldı.
Mevlânâ'nın Mesnevisinin tamâmını şerhederek dilimize geniş ve çok seviyeli tam bir
Mesnevi şerhi kazandıran, geçmişteki tasavvuf kültürümüz ile günümüz arasında bir ilim ve irfan köprüsü kuran, İslâm tasavvufunun iki şahika ve şaheseri olan Fusûsu'l-Hikem ve
Mesneviyi şerhederek, bizler tarafından da gücümüz yettiğince anlaşılması hususunda çok büyük ölçüde yardımcı olan, bir öğretici, bir muallim ve bir kolaylaştırıcı rolü üstlenen merhum
Ahmed Avni Konuk Bey'e Allah'tan af, mağfiret ve rahmetler diler, Hazret-i Mevlânâ, Muhyiddîn İbn Arabî vb. Allah dostlannın şefaat kanatları altında âhir mekânının âlî olmasını niyaz ederiz.
Konya Mevlânâ Müzesi Kütüphanesinden gerekli izinleri alarak Fusûsu'l-Hikem
Tercüme ve Şerhi, Tedbirât-ı Îlâhiyye
Tercüme ve Şerhi vb. ile 34 büyük defterlik
Mesnevi Şerhi nin kopyalarını bize ulaştıran Muhterem Özkaya Duman Bey ve arkadaşlarına burada tekrar tekrar teşekkür etmeyi bir borç biliriz. Onların bu türlü çalışması olmasa ve temin ettikleri bu kopyalar bizim elimizde hazır bir halde bulunmasa idi, bütün bu eserlerin yayına hazırlanmasını göze alamaz idik.
Mesnevi Şerhinin yayımlanmasının bu kadar gecikmiş olmasından dolayı, kendilerinin ve bu eseri sabırsızlıkla bekleyenlerin bizleri mazur göreceklerine inanıyoruz.
Mesnevi Şerhi'ni yayımlamak için aşk ve şevk ile çalışan ve ikmâline ömrü vefa etmeyen mesâi arkadaşımız ve dostumuz merhum Dr. Selçuk Eraydın'ı da tekrar rahmetle anar, dâr-ı bakâda, yukarıda adı anılan büyüklerin himaye ve şefaatine mazhar olmasını Cenâb-ı Hak'tan dileriz.
Bu çalışmamızda birlikte olduğumuz arkadaşlarımız,
Mesnevi II. cildin şerhini daktilo ve bilgisayar ile günümüz alfabesine aktaran Prof. Dr. Osman Türer'e, III. ciltten iki defteri daktilo edip V. cildin şerhinin tamâmını bilgisayarda hazırlamakta olan Prof. Dr. Mehmet Demirci'ye, VI. cildin
şerhini Farsça ve Arapça metinleriyle bilgisayarda yazıp yakında tamamlamak üzere olan Doç. Dr. Dilâver Gürer'e, Mesnevi II. cildin bir defterini daktilodan bilgisayara aktaran Mustafa Hilmi Baş'a, bu ve diğer defterlerde yazılmamış veya yazılması yarım kalmış Farsça beyit ve Arapça metinleri yazan Dr. Safı Arpa-guş'a, bütün Farsça beyit ve Arapça metinlerin kontrol ve tashihini yapan Dr. Necdet Tosun'a teşekkürü bir borç bilirim. Onların bu yardım ve destekleri olmasaydı rahmetli Selçuk Eraydın'ın çalışmasını tamamlayıp yayımlamamız herhalde kısmet olmazdı.
Son olarak
Mesnevi Şerhi'nin yayınını, işin tâ başında üstlenip sayfalar dolusu çıkışları tashih için önümüze koyan, fakat Selçuk Bey'in vefatından sonra eldeki disketleri çözüp bir düzene koyamadıkları için
yayın haklarından vazgeçen iz Yayıncılık mensuplarına, bu eserin Gelenek Yayıncılık tarafından basılmasını tavsiye eden Prof.Dr.Mahmut Erol Kılıç'a ve bilgisayar disketlerini çözüp günümüzün programlarına uyumunu sağlayarak güzel bir şekilde basılmasını gerçekleştiren Gelenek Yayıncılık mensuplarına teşekkürlerimizi ifâde etmek istiyor, tekrar tekrar şârih
Ahmed Avni Bey ve arkadaşımız Dr. Selçuk Eraydın'a rahmetler diliyor ve mümkün olan en kısa zamanda eserin tamâmının yayımlanarak gün yüzünü görmesini Cenâb-ı Hak'tan niyaz ediyoruz. ( mesnevi şerif şerhi kitap, mevlana celaleddin rumi mesnevi, mesnevi tercümesi al oku, 13 cilt takım, ahmet avni konuk tercümesi, kitabevi yayınları , ucuz mesnevi kitap 13 cilt set )
Prof. Dr. Mustafa Tahralı
Ağustos 2004
Fatih-İstanbul
[1]Yard.Doç. Dr, Yakup Şafak; "Son Mesnevi sarihlerinden Ahmed Avni Konuk'un Mevlânâ'nın Eserlerine, Fikirlerine Dâir Bir Mektubu", Hm!Araştırmalar, sayı 16, İstanbul 2003, s.87-96.
[2]"Gökyüzünün nurları izleri kesilmiş haldedir (sonlan yoktur):onlar doğuda ve batıda bulunmayan Hakk'ın nurlan gibi olabilir mi?" Mesnevi II. 1544, Veled lzbudak çevirisi. A.g.m., s.93 ten naklen. Ahmed Avni Bey Mesneviü. Cildin 1533 numaralı bu beytini şöyle tercüme ve şerhetmektedir: "Çarhın nurlannın arkası munkatı'dır; o ki lâ-şarkî ve lâ-garbidir, asıldır." lzâh:" ...Asıl olan nur Zât-ı mutlakın nurudur ki merâtib-i vücûda pertev salar. Bunu bilmeyen, nuru cisimden nebean ediyor zanneder. Halbuki cisimler fânîdir; vc ebdân-ı misâ-liyyc ve ervâh hep zât-ı Hak'ta müstehlektir."
[4]Vahdet-i vücûd ile panteizm arasındaki fark için şerhin "Mukaddime"sinin sonlanndaki "Vahdet-i vücûd ve vücûdîlik hakkında îzâhat" kısmına bakınız.