Kitap Minberden Gönüllere
Yazar Şaban Döğen
Y. Danışmanı Metin Karabaşoğlu
Yayınevi Nesil Yayınları
Kağıt Cilt 2.Hamur Kağıt, Karton Kapak Cilt
Sayfa Ebat 543 sayfa, 13.5x21.5 cm
Yayın Yılı 2011
Nesil Yayınevi Minberden Gönüllere kitabını incelemektesiniz. Şaban Döğen 2 Cilt
Minberden Gönüllere kitabı hakkında
yorumları oku yup
kitabın konusu,
özeti,
fiyatı, satış şartları hakkında bilgiyi geniş bir şekilde edinebilirsiniz.
Yaratan Rabbinin adıyla oku . O, insanı " alak " dan yarattı. Oku, Senin Rabbin en cömert olandır. Alak 1-2
Minberden Gönüllere Hutbeler Şaban Döğen
Minberler İslâm tarihinin en kadim hakikat kürsüsüdür. İlk olarak, "Ben ancak bir muallim olarak gönderildim" buyuran Peygamber Efendimizin (a.s.m.) çıkmış olduğu bir kürsüdür minber. Dolayısıyla hatipler, Peygamberin bu kudsî emanetinin emanetçileri olarak, onun mirası olan Kur'ân ve iman hakikatlerini onun anlattığı şekilde ve üslupta insanlara aktarmakla da yükümlüdürler.
Şaban Döğen Hocaefendi'nin çok sevilen eseri
Minberden Gönüllere, işte bu yolda bir çabanın eseri.
Bu
kitap, farklı konulardaki hutbelerden oluşan muhtevasıyla, ümmetin dinini ahir zamanda diri tutmak için gayret eden manevî mücahitler için, bir başucu
kitabı niteliğinde. Dinimizi insanlara nasıl anlatırım? sorusuna samimiyetle cevap arayan hatiplerimizin, bu kitapta bulacakları çok şey var.
Dinin hakikatlerini
minberden gönüllere aktarmak isteyenler için, bu
kitap, hem bir rehber, hem bir reçete sunuyor.
BU KİTAP NASIL YAZILDI?
TARİH BOYU İLMİN yaygınlaşmasında büyük emekleri geçen devlet ve hükümdarlar, ilim adamlarına gereken değeri verdikleri için, onlardan ihtiyaç duydukları herhangi bir eseri yazmayı rica eder ve büyük mükâfatlarla da ödüllendirirlerdi. Bunun yanında, hiçbir talep olmaksızın ihtiyaç duydukları konularda eser yazmayı hizmet telakki edenler de vardı.
Minberden Gönüllere adını verdiğimiz, elinizdeki
kitabın kaleme almışında da, ikinci husus bizi harekete geçirdi ve bu eser bir manada on yedi yılda, diğer bir manada da bir iki ayda ortaya çıktı.
Evet, bu
kitap ilk defa 1975'te yazıldı. Gerekli tetkik heyetlerine gönderildi; fakat biraz daha olgunlaştırılması maksadıyla iade edildi. "Demek ben bunun üstesinden gelemiyorum" diyerek ümitsizliğe kapılmadım. Yeni baştan yazmak için kolları sıvadım. Yazdıkça da basında neşrettiriyorduk. Beğeniliyordu da. Tamamlanışı 1980'i buldu ve yeniden tetkike gönderdim.
Bir ara "Sohbet" köşesi yazan muhterem Ahmet Şahin Hoca okuyucuların sorusu ve talebi üzerine eserin neşredileceği yolunda bilgi verdi. Aradan geçen zaman içerisinde dosyamız ne basıldı, ne de iade edildi. İstanbul'a geldiğimizde akıbetini sorduk. Maalesef kaybolmuştu. Yıllar süren emeklerimiz bir çırpıda yok mu olmuştu şimdi? Ama Allah'tan tedbirli davranıp çalışmamızı iki nüsha yapmıştık. Kopyası bizdeydi.
Aradan bir on iki yıl daha geçti.
Hutbe kitabına duyulan ihtiyaç beni yeniden heyecanlandırdı. Onca birikimin hebaen mensur gitmesine gönlüm razı olmuyordu. Dokümanlarımı, önceden yazdıklarımı yeniden gözden geçirdim. Fakat o haliyle yayımlanmasını da uygun bulmadım. "Bismillah" deyip daktilonun başına geçtim. Bütününü ilk defa yazıyormuşçasına yeniden kaleme aldım. Daktilom bile heyecanlanmış, tuşlar benimle yarışırcasına inmeye, adeta benden önce hareket etmeye başlamıştı ve derken bu
iki ciltlik eser —akşamları ve tatil günleri birkaç saat yazmak üzere— bir iki ay içerisinde vücut buldu.
Bu hususu şunun için yazma gereğini duydum: Hiçbir emek zayi olmaz. Yıllar süren gayretler bir gün gelir, meyvesini verir. Yalnız sabretmek, mükemmele ulaşma gayreti içinde olmak gerekir. Çünkü sabır muvaffakiyetin anahtarıdır. Ümitsizlik ise terakkinin ayak bağıdır. İnsanın en iyi münekkidi de kendisidir veya öyle olmalıdır. Tekâmül, yenilenme, ancak bu gerçeklere kulak kabartmakla mümkündür. Daima iyiyi, mükemmeli arama yolunda olan muhakkak bir gün onu yakalar. Böyle ideallerimiz olmalı değil mi? İdeal, insanları yaşatan bir iksirdir.
Eserin harika olduğu iddiasında değiliz. Ama günün ihtiyaçları çerçevesinde belli bir ihtiyaca cevap verebilecek özellikte olduğunu söyleyebiliriz.
Minberden Gönüllereyi "Hatiplerle Başbaşa" başlığı altında işlemeye çalıştığımız esas ve prensiplere mümkün mertebe sadık kalarak kaleme almaya çalıştık. Tabii bunda ne derece başarılı olabildiğimizin hükmünü her şeyden önce okuyucularımız verecek.
Eserin, sadece hatipler için değil, bu konuları merak eden herkes için faydalı olacağı ümidiyle sizi
kitapla başbaşa bırakıyoruz.
Çalışmak bizden, muvaffakiyet Allah'tandır. ( minberden gönüllere hutbe kitabı , mimberden hutbeler kitabı , 2 cilt minberden gönüllere hutbeler , nesil , şaban döğen hutbe kitabı , hutbeler şaban döğen
)
ŞABAN DÖĞEN
HATİPLERLE BAŞBAŞA
HATİPLİK BİR SANATTIR. Hatip; sözü yerinde, zamanında ve gereği kadarmca söyleyebilen kimsedir.
Hatiplik göze bakıp kalbe hitap edebilme; insanları iyiye, doğruya, güzele sevk edebilme sanatıdır.
Hatiplik bir çeşit mimarlıktır. Planlı ve düzgün konuşmayı, söz taşlarını yerli yerine koyabilmeyi gerektirir.
Hatiplik bir nevi doktorluk, psikiyatrlıktır; hassasiyet ister. Cemiyetin hastalığım iyi teşhis etme ve ona göre uygun ilaçlar sunmayı icap ettirir. Manevi hastalıklara yüzeyden bakılır, esasa, temele inilmezse sağlam tedavi de uygulanamaz.
Hatiplik sosyologluktur. Muhatabın durumu; öğrenim, akıl, idrak, kültür seviyesi, ihtiyaçları ve günün şartları dikkate alınmadan söylenen her söz, sergilenen her hareket fayda yerine zarar getirir.
Hatibin muhatabı toplumdur. Toplumda da cahilinden tahsillisine kadar her tabaka insan bulunur. Bu bakımdan onun işi zordur, "insanlara akılları seviyesince konuş"
1 sırrınca herkese faydalı olabilecek, anlayabilecekleri bir üslubu seçmekle başbaşadır.
Sözler ne bütün bütün basit, ne de anlaşılmaz olmalı; orta bir yol bulunup çoğunluğun istifade edebileceği bir yol takip edilmelidir.
1İhyâu Ulûmiddin, 1:82.
Hatip, muhataplarının psikolojilerini dikkate almak zorundadır. Cemiyete bu yönden bakıldığında manevi bir erozyonun varlığı hemen göze çarpacak, onanma ihtiyaç duyulacaktır.
Evet, erozyon maneviyat cephesinde vuku bulmuş; ruhlar sersemleşmiş, akıllar bulanıklaşmış, gönüller karışmıştır. Hastalığın temelinde iman zafiyeti vardır. Eğer bir kimsede dinin emrettiği güzel faziletler görünemiyor, aksine dinin yasakladığı davranışlar kendini gösteriyorsa, bunu imanın zayıflığından başka neyle izah edebiliriz? O halde yapılacak iş, Kur'an eczanesinden imanları kuvvetlendirici ilaçları alıp sunmak, insanları taklitten tahkike ulaştırmak, o iman sahiplerini iyi işlere yöneltmek ve bunda devamlılıklarını sağlayabilmektir.
Kur'an her asra baktığına göre hatip, bilhassa Kur'an'ın günümüze bakan yönlerini nazara vermelidir. Madem asrımız ilim ve fen asrıdır. Her söylenilenin akla, mantığa, ilme uygunluğuna önem vermeli, Kur'an ve hadise ters hikâye, örnek ve bilgiler vermekten şiddetle kaçınmalıdır.
Mademki Kur'an akla, mantığa, hak ve hakikate dayanmaktadır. O halde ikna hedef alınmalı; anlatılanlar aklı, mantığı doyurucu bir muhteva içinde arz edilmelidir. Hiçbir delile dayanmayan mücerret iddialar şüphe uyandırır, fayda yerine zarar getirir.
Aklın yanında kalbi de doyurmak ihmal edilmemelidir. İnsan sadece akıldan ibaret olsaydı, onu hedef almak yeterli olabilirdi. Hem aklı, hem kalbi, hatta hissiyatı tatmin etmeyi dahi gözden uzak tutmamalıdır.
Kur'an ve hadiste yer alan, hayale varıncaya kadar birçok his ve duyguyu harekete geçiren, merakı, heyecanı hayra, müspete yönlendiren nice örnek bizim için bir ölçüdür. Sadece his ve heyecanlara hitap etmek de yanlıştır. Bu yolla insanları coşturmak mümkündür. Ama bu tip heyecanlar geçici olur. Ancak akıl ve kalbin doyumuyla birlikte verildiğinde tesirleri süreklilik, ciddiyet ve ehemmiyet kazanır.
Hatibin en önemli vazifelerinden biri dinî atmosferin canlı tutulabilmesi için iman ve İslam'ın sonsuz ve tükenmez lezzetini tattırmak olmalıdır. Öğrendiklerinden mutluluk duyan her dinleyici, tekrar gelip dinlemeyi iştiyakla bekleyecektir.
Hatip, çeşitli ideoloji ve görüşlerin hâkimiyet kurmaya çalıştığı günümüzde, hiçbir şeye ihtiyaç duymayacak derecede mükemmel ve ideal bir sistem olan İslam'ın ter ü taze ve daima genç kalan esas ve görüşlerini vermeyi birinci vazife bilmelidir. Ayet, hadis, İslam büyüklerinin görüş ve yaşayışlarına ve ilme dayandırılan her bilgi hedefe ulaşmış demektir.
Dikkat edilecek hususlardan biri de şudur: Zaman ve şartlar İslam'a uydurulacakken, İslam'ı zamana uydurmaya kalkmak, onun ruh ve özüne ters düşen tavizlere girmek, "Hakkın hatırı âlîdir. Hiçbir hatıra feda edilmemelidir" hakikatini çiğnemek hizmet değil, hezimettir; İslam adına İslam'a işlenmiş en büyük bir cinayettir.
İslam'ı zamana, şartlara adapte etmek yerine, bu şartları dikkate alıp Resûlullah'ın tebliğ metotları içerisinde hitap etmek ise bundan tamamen farklı ve neticeye ulaştırıcıdır. Her şey, her yerde söylenmez. Her dediğimiz elbet doğru olmalı, ama her doğruyu her yerde söylemek doğru değildir. Bazen aksülamel yapar. Maksat netice almak, faydalı olmaksa, tebliğ metotları çok iyi öğrenilmeli ve bunlara titizlikle uyulmalıdır.
Mademki, Resûlullah hem beşir, hem nezirdir, yani yer yer müjdeleyici, yer yer de korkutarak sakındırıcıdır, o halde gerek teşvik etmede, gerekse sakındırmalarda zaman ve işleme tarzı iyi ayarlanmalı, Ölçü muhafaza edilmeli, ifrat ve tefritten kesinlikle kaçınmalıdır.
Cemaati herhangi bir kötülükten sakındırmak isteyen hatip, bazen öylesine mübalağaya girer ki, diğer bir haramı küçültmüş olur da farkında olmaz. "Ayakta bevletmek zina yapmak gibidir" örneğinde olduğu gibi. Bu sözleriyle hatip, güya ayakta bevletmeyi kötülemekte, ama zina gibi büyük bir günahı hafife almaktadır. Yine hatip nafile bir namaza teşvik ederken, "Falan yerde iki rekât namaz kılmak, insana hac sevabı kazandırır" der. Oysa nafileyi yükselteyim derken, hac gibi farz bir ibadetin değerini düşürmektedir de farkında değildir. Bunlar gibi mübalağalı, dengesiz ve ölçüsüz ifadeler genellikle kaçırıcı olur. Hâlbuki maksat ısındırma ve yaklaştırma olmalıdır.
Bunu yaparken de güzel öğüt ve tatlı sözler kullanmaya dikkat etmelidir. Kur'an, "İnsanları Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel Öğütlerle çağır ve onlarla olan mücadeleni en güzel şekilde yap"
2 buyururken bu önemli noktaya dikkatlerimizi çekmiştir. Sert, kaba, kinci, ürkütücü ifadeler ve yüksek perdeden söylenen sözler daima zararlı olur. Cezbedici üslup kullanılmalı, tatlı ve yumuşak ifadeler seçilmelidir. Sivri ve şahısları hedef alır ifadelerden kaçınılmalı, umuma hitap edilmelidir.
İslam'a ters düşen bir davranışın düzeltilmesi gibi hassas ve mühim bir vazifeyle baş başa kaldığımızda da tedriç metoduna uyulmalı, zararları çok iyi dile getirmelidir. Buna mukabil yapılması gereken iyi davranışın da sağladığı faydalar bir bir anlatılmalı ve ona özendirmelidir.
Anlatımlarda, "Şu haramdır" veya "Şu kötüdür" demek yeterli değildir. Haram oluşunun sebep ve hikmetleri, niçin kötü olduğunun önem ve incelikleri de izah edilmelidir. "Şu günahın şu kadar cezası var" şeklindeki ifadeler, cemaatin "Allah Gafûrü'r-Rahîm'dir" deyip vurdumduymazlığa gitmelerine sebep olabilir. Oysa kötülüklerdeki ızdırap, sıkıntı ve acılar gösterilebilse, bu daha bir caydırıcı unsur olur.
Hataları ıslah için, şefkat ve merhamet hissi esas olmalıdır. Öfkeli ve kızgın tavırlar, uygunsuz kınama ve ayıplamalar çoğu kere ürkütücü olur. Bazılarının hoşuna gitse de, arayış içerisinde olan insanlar kötü bir numuneyle karşı karşıya kalmış olurlar.
Aslında unutulmaması gereken husus, başkalarının ıslahından
önce kendimizin ıslaha muhtaç olduğudur. Kendini ıslah edemeyen başkalarını nasıl ıslah edebilir? Anlattıklarımızı herkesten önce nefsimize kabullendirmeli, sonra halka anlatmalıyız.
Halkın çoğunun ehl-i tahkik olmadığı, hakikate doğrudan nüfuz edemeyecekleri, hakikati hakikat bilip kabul edemeyecekleri, ancak hürmet, itimat ve hüsn-ü zan ettikleri, makbul gördükleri kimselerin sözlerine itibar edip onları taklit edecekleri hususu da bu noktadan önemlidir. Eğer hatip hal ve hareketleriyle hürmet ve itimat kazanamamışsa, ne kadar güzel şeyler de söylese tesirsiz kalır.
Tesirli olmada dikkate alınacak en önemli nokta ise ihlâs sırrıyla hareket edebilmektir. Yani Hakk'ın rızası esas alınmalıdır. Tesiri yaratacak, muvaffak kılacak ancak O'dur. Bize ise sebeplere sarılmak düşer.
Bu sebeplerden biri vazifemizin alabildiğine kutsi ve büyük olduğunu düşünmektir. İnsanlara hakkı, hakikati duyurmak, birçok şeyle karşılaştırılamayacak kadar büyük bir hizmettir. "İyiliğe sebep olmak onu işlemek gibidir"
3 hadisinde belirtildiği gibi iyilik işlemelerine sebep olduğumuz kimselerin iyiliklerinin bir misli de bizim defterimize yazılacaktır. Vazifenin büyüklüğü onu şevkle omuzlamaya yeter.
3 Müslim, İmare:133;
Ebû Dâvûd, Edeb:115.
Bu anlayış her şeyden önce bizde değişik bir atmosfer teşekkül ettirecektir. "Bu hizmeti daha iyi nasıl ulaştırabilirim? Bu hakikatleri daha iyi nasıl aktarabilirim?" arayışı içerisinde hareket etmek, daha iyi, daha güzel metotlar bulmamızı, geliştirmemizi sağlayacaktır.
Hutbeyi kitap okur gibi değil de, konuşur gibi okumamız ise dinleyicilerin ilgisini çekecektir. Bunun için
hutbeyi önceden birkaç defa okumamız gerekiyorsa niçin okumayalım?
Hitapta, bağırır gibi okumaktan sakındığımız gibi monoton ifadelerden uzak kalmak, sesi yer yer alçaltmak, yer yer yükseltmek de hitabetin gereğidir.
Kısa, özlü, vurucu ifadeler seçmek,
hutbeyi uzatmamak daima tercih sebebi olmalıdır. Çünkü Peygamberimiz,
hutbenin kısalığını hatibin ilim ve anlayışının delili
4 olarak göstermiştir.
Bu kısa sohbetten sonra sizleri kitapla başbaşa bırakmadan önce, biraz da cuma namazı ve hutbeyle ilgili bilgi verelim...
1 Feyzül-Kadir, 2:457 (H. 2294).
Nesil Yayınevi Şaban Döğen 2 Cilt
Minberden Gönüllere kitabını incele diniz.