Müslümanın Şahsiyeti Tahlil

Fiyat:
230,00 TL
İndirimli Fiyat (%39,1) :
140,00 TL
Kazancınız 90,00 TL
Geçici olarak temin edilememektedir. Temin edildiginde

Bu ürünün yerine tercih edebileceğiniz ürünler


Kitap              Müslümanın Şahsiyeti
Yazar              Hanifi Akın
Yayınevi         Tahlil Yayınları
Kağıt  Cilt       2.Hamur - Karton kapak cilt
Sayfa  Ebat    546 Sayfa - 15x23 cm




Hanifi Akın Müslümanın Şahsiyeti adlı kitabı incelemektesiniz.
Tahlil Yayınları Müslümanın Şahsiyeti kitabı hakkında yorumları oku yup kitabın konusu, özeti, fiyatı, satış şartları bilgiyi geniş bir şekilde edinebilirsiniz.

Yaratan Rabbinin adıyla oku . O, insanı " alak " dan yarattı. Oku, Senin Rabbin en cömert olandır.  Alak 1-2


GİRİŞ

Din, tarihin bütün devirlerinde ve bütün toplumlarda daima mevcut olan evrensel ve köklü bir olgudur. İnsana hitap eden ve insan için söz konusu olan din, insanla beraber var olmuş ve tarih boyunca varlığını sürdürmüştür. Din insanlığın vazgeçilmez bir gerçeği olması sebebiyle bundan böyle de varlığını devam ettire­cektir; tarihin hangi devresine bakılırsa bakılsın dinsiz bir toplum görülmemektedir. İnsanlık tarihinin her döneminde din, canlılığı­nı korumuş ve insan hayatının ayrılmaz bir vasfı olma karakteri­ni sürdürmüştür. Bunun da temel sebebi, insanın dinî bir varlık olması, başka bir ifadeyle dinî duygunun fıtrî (doğuştan gelen) bir özellik olarak insanın kendi öz varlığı hakkındaki şuur ile birlikte ortaya çıkması, bu şuur ile birlikte gelişmesidir.

'Din duygusu' insanın doğuştan beraberinde getirdiği bir duygudur. İnsan her zaman ve her yerde yüce, kudretli ve ulu bir varlığa sığınma, ona güvenme ve ondan yardım dileme ihtiyacını hissetmiştir. Bu sığınma ve güvenme duygusu din ile karşılan­maktadır.

Dinin fıtrî oluşu Kur'an'da şu şekilde belirtilmektedir:

"Sen yüzünü bir hanif olarak dine, Allah'ın fıtratına çevir ki O, insanları bu fıtrat üzere yaratmıştır. Allah'ın yaratması değiştirilemez. "[1]

İnsan, yapısı itibariyle dine muhtaçtır çünkü ruh ve beden­den ibarettir. Bedenî ihtiyaçları karşılamak nasıl hayatın bir gere­ği ise manevî varlığın devamı da ruhî ihtiyaçların karşılanmasına bağlıdır. Onun bu ihtiyaçlarını karşılayan en köklü müessese de dindir. İnsanın yüce bir kudretin mevcudiyetini kabul edip ona yönelmesi, dua ve niyaz ile ona sığınması doğuştan getirdiği sı­ğınma, güvenme ve bağlanma duygularının en güzel karşılığıdır. Bu güvenme, sığınma ve bağlanma duyguları insanda öylesine köklüdür ki tarih boyunca bütün insanlar şu veya bu şekilde bir kişi, nesne veya varlığa kutsallık ve yücelik nispet edip bağlan­mışlardır.

Kendisine yönelinecek, sığınılacak en mükemmel varlık ise şüphesiz ki kâinatın yaratıcısı olan Allah'tır. Çeşitli dinlerde farklı isimlerle anılan, çeşitli şekillerle tasvir edilen yüce kudret veya kutsal varlıkların özünde bu inanç yatmaktadır.

Her şeyi var eden bir yüce kudretin mevcudiyetini kabul edip ona bağlanmak insanı kuvvetlendirdiği gibi dua, niyaz ve Allah'a sığınma da onu yüceltir.

Din fertleri mukaddes duygu ve alışkanlıklarda birleştiren, toplumları yücelten ve geliştiren bir kurumdur. Din insanlara yön verip onları iyi ve faydalı şeyler yapmaya yönelten bir hayat ni­zamıdır.
Din aynı zamanda ahlakî bir müessese olarak insanlara yön veren, en mükemmel kanunlar ve en sıkı nizamlardan daha kuv­vetli bir şekilde kişiyi içten kuşatan, kucaklayan ve yönlendiren bir disiplindir.

İnsanın psikolojik yapı ve yaşayışında karşılaştığı yalnızlık, çaresizlik, korku, üzüntü, sarsıntı, hastalık, musibet ve felaketler karşısında ona ümit, teselli ve güven sağlayan en son sığınak din olmuştur. Ayrıca dinî yaşayışın insanı ruhî bunalımlardan koru­duğu, onu kendisine ve çevresine karşı daha duyarlı ve dengeli yaptığı bilinmektedir.

Dindeki ahiret inancının hem dünya hayatındaki davranış­larda etkili olduğu hem de insandaki ebediyet duygusuna cevap verdiği ortadadır.

İnsanlığın manevî ve zihnî gelişmesinde dinin önemli payı vardır.
Kur'an-ı Kerim'e göre ilk insan ilkel, mantıkî düşünce ve yo­rumdan yoksun bir vahşi değil, Allah'ın emirlerine muhatap olup sorumluluğunun bilincinde ve en güzel biçimde yaratılmış seçkin bir varlıktır. İlk insan aynı zamanda diğer bütün varlıklar arasında Allah'ın halife olarak niteleyip seçtiği bir peygamberdir.
İslam'a göre ilk peygamberin tebliğ ettiği ile daha sonra ge­len peygamberlerin ve son peygamberin tebliğ ettiği din, temel nitelikleriyle aynıdır. Allah'a iman, peygamberlik müessesesi ve ahiret inancı hepsinde vardır. Sadece yaşanılan bölgeye ve dö­neme göre değişen bazı kurallar dışında temel inanç esaslarında ve genel prensiplerde değişme yoktur. Çünkü dinin hitap ettiği insan, temel nitelikleri bakımından her dönemde aynıdır.

Bütün peygamberler hak dini tebliğ etmiş, yaşanmasını teşvik etmiş, kendileri de örnek olmuşlardır. Hz. Musa'nın getirdiği dine Yahudilik, Hz. İsa'nın getirdiğine de Hıristiyanlık adı sonradan verilmiştir. Ne Hz. Musa ne de Hz. İsa bu adları kullanmışlardır.
İslam âlimlerinin din tasnifi "hak din-bâtıl din" şeklindedir ve bu ayrım Kur'an-ı Kerim'e dayanmaktadır.
Kur'an-ı Kerim'de İslam için "Allah katındaki din",[2] "dos­doğru din",[3] "hak din"[4] tabirleri yer almaktadır. Yine Kur'an-ı Kerim'de İslam dışındaki inanç sistemlerine de din denilmektedir.[5]

Buna göre kaynağının ilahî olması ve orijinal şeklini koruma­sı sebebiyle İslam hak dindir. İlahî vahye dayanmakla birlikte aslî şeklini koruyamamış dinlere de (Yahudilik, Hıristiyanlık) değişti­rilmiş, tahrif edilmiş anlamında muharref dinler denilmektedir. İlahî vahye dayanmayan dinler ise batıl dinlerdir.

İslamî kaynaklarda vahye dayanan dinler için genellikle "mi­le!", batıl dinler için "nihai" kelimeleri de kullanılır. Nihle (çoğulu nihai) kelimesi, din içinde oluşan fırka anlamında da kullanılır.
Kur'an-ı Kerim, peygamberlerin getirdikleri dinlerin aynı hak din olduğunu kaynak ve temel esaslar açısından belirtmiş ama 'İs­lam' adını son peygamberin tebliğ ettiği dine ad olarak vermiştir. "Bugün size dininizi ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamam­ladım ve sizin için din olarak islam'ı seçtim"[6] mealindeki ayet de bunu ifade eder.

Kur'an'daki "Allah katındaki din İslam'dır"[7] ifadesi Al­lah'ın itibar ettiği, geçerli saydığı ve dikkate aldığı tek dinin, özel anlamıyla son ilahî din sayılan İslam anlamını ifade etmesinin
----------------------------
14. Buhârî, "Cenâiz", 92.
 yanı sıra -seçilen "İslam" kelimesinin sözlük anlamına da uygun şekilde- Allah'a boyun eğme, O'na bağlanma ve teslim olma ol­duğunu ayrıca vurgulamaktadır.

İslam'ın öngördüğü toplum yapısında kişinin derisine, rengi­ne, cinsine ve mensubiyetine bakılmaz. İslam nazarında insanlar eşittirler ve tüm insanlık tek ailedir. Çünkü tek çift olan Adem ile Havva'dan türetilmişlerdir. Buna göre yaratıcının insana doğuş­tan bahşettiği üstün değer çerçevesinde hakları ve sorumlulukları vardır. Eğer insanlar varlık olarak birbirinden farklı olsalardı, ila­hın/yaratıcının da birden fazla olması gerekirdi. İnsanların kabi­leler ve kavimler ayrımıyla yaratılmış olmaları, birbirlerini tanıma gerekçesine bağlıdır.
İslam dini çeşitli dinlerin barış içinde yaşadığı ortamı geçmiş­te hazırlamış, bunu gerçekleştirmiştir.

Farklı inanç mensupları ile ilişkileri düzenleyen İslam dini, en başta inanç özgürlüğü esasını getirmiştir. Kur'an, "Dinde zorla­ma yoktur"[8] der, yine "Dileyen inansın, dileyen de inkâr et­sin"[9] der, yine "Sen, onların üzerinde bir zorba değilsin"[10] der.
İslam dini, hâkim olduğu sınırlar içerisindeki kilise ve havra­ları her devirde korumuştur.

Yahudiler'in ve Hıristiyanlar'ın, İbrahimî gelenekten kaynak­lanan bir inancı taşımalan dolayısıyla "ümmeti davet" içerisinde yer almaları ayrı bir önem arz etmektedir. Resûlullah aleyhisselama iman edip tâbi olan kitleler ise "ümmet-i Muhammed" şek­linde ifade edilir ve kelimenin yaygın kullanılışı da bu yöndedir; ayrıca buna "ümmet-i icabet" denilmiştir. Kur'an'da yer alan "mutedil ümmet"[11] ve "en hayırlı ümmet"[12] ifadeleri, ayrıca çok sayıdaki hadis rivayetinde tekrarlanan "ümmet" kelimesi Muhammed ümmetini belirtmektedir.
Gerek ümmet-i Muhammed ve gerekse ümmet-i davet için­de yer alan insanlar İslam nazarında eşittirler. Çünkü bunlar, Hz. Âdem ile Hz. Havva'dan türetilmişlerdir. Buna göre de yaratıcı­nın insana doğuştan bahşettiği üstün değer çerçevesinde hak ve sorumlulukları vardır.

Ümmet-i Muhammed içerisinde yaşayan hiçbir ırkın veya rengin diğerine üstünlüğü de düşünülemez. Üstünlüğün tek öl­çüsü takvadır; yani Allah'ın emirlerine ve yasaklarına uygun ha­reket etmektir. Son peygamber olan Efendimiz ^'in Araplar içinde ve onlardan biri olarak gelmesi, Araplara ümmet içinde bir ayrıcalık getirmemiştir. Onlar da diğer ırklar gibidirler. Resû­lullah (asm) Veda Hutbesi'nde 'Arap' kelimesini özellikle kullanmış, Arap'ın Arap olmayana ve Arap olmayanın da Arap'a karşı üs­tünlüğü gibi bir bakışı reddetmiştir. İslam'a göre, ırkları Allah yaratmıştır. Bu ırklar kaynaşmaya ve yardımlaşmaya bir yoldur. İnsanların hepsi bir babadandır. O baba da toprak asıllıdır. Üs­tünlük beşerî ölçülerle değildir. Yukarıda ifade edildiği gibi, üs­tünlük takva iledir.

İslam dini, toplumda Müslüman olan/olmayan kimse için içi-dışı bir, sağlam, dürüst ve kişilikli insan olmayı öngörür. İnanç ve ifade özgürlüğü, insan şahsiyetinin oluşumu ve gelişiminde son derece etkilidir. İnanç ve düşüncesi baskı altına alınan insan ya düşüncelerini ve inancını ifade etmek suretiyle birçok olum­suzlukla karşılaşıp zulme uğrar ya da ikilem içinde kalmış farklı bir kişilik sergiler. İkilem içinde oluşmuş karakter onun benliğine yerleşir, her davranışında tezahür eder. Özgür insan ise onurlu ve mert bir şahsiyet yapısına kavuşur.

İslam ahlakı her bireyi 'insan' olarak bir değer kabul eder. Kur'an-ı Kerim'de çeşitli vesilelerle insan "yeryüzünün halifesi" olarak takdim edilmiş,[13] Hz. Peygamber de "Her doğan çocuk temiz yaratılış (fıtrat) üzere doğar"19 buyurarak insanı yaratılış­tan suçlu sayan telakkiyi temelden reddetmiş; bu noktadan hare­ketle İslam düşünce geleneğinde insan "eşref-i mahlûkat" diye tanımlanmıştır.

Kur'an-ı Kerim'in değişik yerlerinde Allah'ın buyruğu uyarın­ca Hz. Âdem karşısında meleklerin secdeye kapandığını bildiren ayetler de İslam düşüncesinde oluşan bu yargının isabetli olduğu­nu kanıtlamaktadır.

Bu sebeple, aslında insanlık için ahlak düzenini kuran yüce kudret, hayatın hangi alanına ilişkin olursa olsun bütün erdem­lerin, bir bakıma onlara sahip olan bireyi yüceltmeyi ve gerçek anlamda insan yapmayı amaçlamasını dilemiştir.

Bu bakımdan Allah, kişinin yaptığı iyilikler veya kötülükleri -kime karşı yapılmış olursa olsun- öncelikle kişinin kendisine ya­pılmış saymaktadır. Kur'an-ı Kerim'de, "Kim iyi bir iş yaparsa kendi lehine yapmış olur; kim de kötü bir iş yaparsa kendi aleyhine yapmış olur"[14] buyrulmaktadır.
Efendimiz aleyhisselamın yirmi üç yıllık peygamberliği döne­minde tamamlanan vahiy (Kuran) ve onun açıklaması mahiyetin­deki sünnet, İslam dininin inanç, ibadet ve ahlak yanında hukukî, bireysel ve sosyal hayatla ilgili temel ilkelerini ve amaçlarını belir­lemiş, dinin ana çatısını kurmuştur.

Bu bağlamda peyderpey olarak yirmi üç yıl boyunca indirilen Kur'an ve nebevî sünnet; Müslüman kişinin Rabbiyle, Kur'an'la, Peygamber'iyle, fert olarak nefsiyle, anne-babasıyla, eşiyle, ço­cuklarıyla, yakınlarıyla ve akrabalarıyla, komşularıyla, arkadaşla­rıyla ve dostlarıyla, yaşadığı toplumla, tabiatla, diğer varlıklarla ilişkisini ve ayrıca Müslüman olmayanlara tavırlarını konu edin­miş olup bu çerçevede düşünce ve davranışlarını düzenlemiştir.

Bir Müslüman'ın şahsiyetinin oluşmasında bu hususlar önemli etkenlerdir. Müslüman'ın şahsiyeti bu etkenlerle değer kazanmakta ve anlam oluşturmaktadır.
Bu çalışmamız hadisler ışığında nebevî sünnette Müslü­man'ın şahsiyetinin nasıl oluştuğuna ve günümüzde nasıl oluş­ması gerektiğine dikkat çekmektedir.

İslam'ın ortaya çıkardığı şahsiyet ve kimlik, en yakından en uzağa doğru uzanan bir sorumluluk bilincini ifade eder.
Bu doğrultuda 'şahıs' ve 'şahsiyet' kelimeleri olumlu anlam içermektedir. "Şa-ha-sa" fiili yüksek olmak, ("ok yükseğe gitti"), iri gibi anlamlara gelmektedir. Arapça'da "şahıs", "yüksekliği ve görünüşü olan şey" diye tanımlanmaktadır.

'Şahsiyet'in Türkçe'deki karşılığı ise 'kişilik'tir. Kişilik, bir kimsenin kendisine özgü belirgin özellikleri, manevî ve ruhî hu­susiyetlerinin bütünü demektir. Teşhis sözcüğü, daha çok tıpta ve adliyede kullanıldığı biçimiyle, tanınması zor bir kişiyi ona ait şahsî bilgilerden hareketle tanıma, bilme işidir. İnsanın bedensel özellikleri gibi, kişiliğini başkalarından ayırt eden ruhî-fıtrî özellik­lerine de kişilik/şahsiyet denmektedir.

Her insanın bir kişiliği vardır. Kişilik insanın gerçek kimliği­dir. Kişiliğimiz bizi başkalarından ayırır.
Kişiliği, bir kimsenin kendine özgü, manevî ve ruhî özellikle­rinin bütünüdür. 'şahsiyet sahibi olmak 'la kastedilen, kişilik sa­hibi olmaktır. Şahsiyet sahibi, artık bebeklikten çıkmış, çocukluk çağını geçmiş, insan olma sürecinde en önemli aşamaları aşmış, kendi ayakları üzerinde durabilen, kendini 'ben' diye ifade ede­bilen ve 'ben' dediğinde, içini kendine özgü niteliklerle dolduran, kendini savunabilen, hayata bakışı olan, iddialara ve tezlere sahip bir insan varlığı demektir.

Kuşkusuz 'Müslüman şahsiyeti' deyince durum biraz fark­lılaşmaktadır. Çünkü artık şahsiyet, İslam gibi, dinlerden bir din değil, inançlardan bir inanç değil, yegâne hak din, yegâne hak inanç olanla hayata şekil vermek, anlam katmaktır.

"Müslüman şahsiyeti "nin oluşumu, en başta Kur'an ve sün­net temelinde ortaya çıkar, şekil bulur, değişir, bütünleşir. Çün­kü doğru olmayan, yalan, yanlış ve hatalı yerlerden beslenmek sağlıksız bir şahsiyet oluşumuna yol açar. Allah'ın kitabı Kur'an'a ve Resûlü'nün uygulamalarına bağlılık burada büyük önem arz etmektedir.

Allah'ın, Müslümanlar'dan "şahitler" olmalarını isteyen buy­ruğu;[15] muhatabı silkelemeye, uyanık ve dikkatli olmaya, aynı za­manda da çevreye, yakınlara ve topluma karşı sorumlu olmaya yönlendirmektedir. Uyuşukluk, pasiflik ve tembellik ikaza uğrama sebeplerindendir.

Kur'an, Müslümanlar'ı tanımlarken, "siz insanlar için çı­karılmış hayırlı bir ümmetsiniz"[16] buyurarak kişiden istenenin "hayırlılık" olduğunu beyan eder. Bu hayır olgusunun aynı za­manda vasatlık olduğunu, doğru yol ve yön üzere olmayı kapsa­dığını da öğretir. Bütün bunların tezahürü ile şekillenen kişinin olgun olabileceği ifade edilir.

Müslüman olmak; saklanma, sıkılma sebebi değil, tersine "Müslümansanız en üstünsünüz"18 ilahî hitabının temsili manasındadır. Bu açıdan Müslüman kişi, her şeyden önce kimliğini katışıksız ve karışımsız olarak 'Müslüman' diye betimlemek, be­nimsemek zorundadır.
Müslüman olmak; muhatabın esas, asıl kimliğidir. Formali­te bir mana ifade etmez. Çünkü İslam dini değil hayatın, bütün dünyanın ve kâinatın anlamının hem kaynağı hem kurtuluşudur.

İslam'ın şahısların ahlakını doğrudan etkilemesi, geliştirme­si, olgunlaştırması bir hakikattir. Lakin bu hakikat birey kalma­yı, 'yalnız takılmayı' öngörmez. Dinin en belirgin özelliği; bera­ber olmayı, birlikte hareket etmeyi, bir araya gelmeyi, cemaat ve toplum olmayı gerektirir. İbadetlerden başlayıp diğer bütün sorumluluklara doğru 'cemaat' olmak farziyete dönüşür. Bunun mahiyeti de Kur'an'ın tanımıyla "kurşunla kaynatılmış binalar gibi"19 olmak anlamını ihtiva eder. Kimsenin kimseyi tanımadığı ve takmadığı, herkesin başına buyruk hareket ettiği bir anlayış Kur'an'dan çıkartılamaz.

Bu durumda "Müslüman şahsiyeti" nasıl olmalıdır, nasıl ka­zanılır?
"Müslüman şahsiyeti" ya da "İslamî şahsiyet" deyince önce­likle sağlam bir kişilik canlanmaktadır. Sağlam bir kişilik, çelikten bir iradeyi oluşturmaktadır. Çünkü kişinin iradesi çelikten değil de tenekedense kısa sürede paslanıp çöpe atılacaktır.
Kur'an ve nebevî sünnet Müslüman şahsiyetinin oluşmasını sağlar, ona derin anlam kazandırır.

Âl-i İmrân, 3/139.
es-Saf, 61/4.
Buhârî, el-Edebü'l-Müfred, (308).

Hz. Âişe, "Resûlullah'in ahlakı ne idi?" diye sorul­duğunda Hz. Âişe r.a  ın, "Resûlullah asm nin ahlakı Kur'an idi"20 diye cevap vermesi, Kur'an'ın ve bu bağlamda nebevî sünnetin, Müslüman şahsiyetinin oluşumundaki önemi ortaya koyması ba­kımından dikkat çekicidir. Çünkü Kur'an'ın ve nebevî sünnetin temel hedefi, kulluk bağlamında Müslüman kişiye "şahsiyet kazandırmak"tır. İslam'ın temel hedefi de tüm zamanların şahsiyet­lerini yetiştirmektir.

Bu anlamda bir Müslüman'da İslamî şahsiyet, İslamî zihniyet ve İslamî nefsiyetten oluşur. Zihniyet, düşünce yapısıdır. Nefsiyet ise yaratılırken kendisine verilen içgüdü ve uzvî ihtiyaçların dışa yansıması olan duygu ve arzuların doyumu gerçekleştirilirken yapılan eylemlerdir. İşte bir Müslüman, düşünce yapısını oluştu­rurken düşüncelerini İslamî düşünce sistemine göre şekillendirip iyi-kötü, doğru-yanlış, güzel-çirkin değerlendirmelerini buna göre yapmalıdır.

Buna göre bir Müslüman'da İslamî şahsiyetin oluşması, onun zihniyetinin kulluk bağlamında şahsiyet kazandırılması ve şekillenmesiyle mümkün olur.
Mümin kul, İslam'ın öngördüğü inancıyla, değerleriyle ve yaşam tarzıyla bir şahsiyet oluşturmaktadır. Müminin, kulluk gö­revini sürdürebilmesi ve Allah'ın verdiği vazifeyi yerine getirebilmesindeki bu şahsiyet oluşumu hayatî önem arz etmektedir.

İslam dininin inananlara ve farklı inanç mensuplarına bakışı böyle olduğuna göre dünyada evrensel barışın gerçekleştirilebil­mesi, terör ve şiddetin yerine sevginin, kardeşliğin, uzlaşma ve birlikte yaşama idealinin yerleştirilebilmesi İslam'ın doğru anlaşıl­masına bağlıdır.

Bu kitabın basımında önemli katkı sağlayan değerli Nureddin Yıldız hocamız başta olmak üzere, ana başlıklarının oluşmasına katkı sağlayan Prof. Dr. Kasım Şulul'a ve içeriğinin değerlen­dirilip şekil almasında büyük emeği geçen Dilek Uslu hanıma, her zaman yakın ilgi ve desteklerini gördüğümüz değerli dostla­rımız Prof. Dr. Bilgehan Pamuk'a, Hasan Şengün'e, Uzm. Dr. Selahattin Kınacı'ya, Mustafa Derdin'e, Mehmet Çelik'e, Habeş Çelik'e, Halil Çelik'e, Melih Mustafa Haban'a, Mustafa Cesur'a, İsmet Zor'a, Dr. Ertuğrul İlker Gülşen'e, Aysun Tekin'e, ayrıca kitabı başından sonuna kadar okuyarak çok değerli yorumlar ve değerlendirmelerde bulunan Tahlil Yayınevi'nin değerli editörü Sadullah Yıldız'a şükranlarımı arz ederim.


İslam'ın neşrine büyük önem veren Nureddin Yıldız hocamı­zın bu çalışmanın ilk nüshasını yetiştirdiği değerli hoca hanımlara okutarak çok güzel değerlendirmelerle katkı sağlaması, hem İs­lam'ın neşrine verdiği önem bakımından hem yetiştirdiği hoca hanımların bilgi düzeyini göstermesi açısından büyük bir önem arz etmektedir.

Din hayattır, hayatımızın hayatıdır. Dünyamızı mamur kılan ve anlamlandıran şey, dinimizdir. Öyleyse dinimizi iyi bilmeliyiz ki, dünyadan istenen neticeyi tahsil edelim ve böylece ahiretimizi hazırlama ve ona hazırlanma imkânı bulabilelim. Elinizdeki çalış­manın bu konuda faydalı bir eser olmasını Rabbimizden temenni ederiz.

Bu kitabın hazırlanmasına lütf-i inayet eden yüce Rabbime hamd ve senalar olsun.
Çaba bizden, başarı Allah'tandır. O ne güzel mevla ve ne güzel yardımcıdır.
İslam'ın yeryüzünü kuşatacak kadar büyük eksene sahip olduğu bu dünyada, İslam'a dair her ince ayrıntının yeryüzüne hâkim olması Müslümanlar'ın birinci dereceden hedefi durumun­dadır. Ya da böyle olmak zorundadır.

Ufukları büyütmek, engelleri aşmak ve yeryüzüne ses seda olmak adına...

Hanifi AKIN
Şehitkâmil/Gaziantep
19 Nisan 2017
 
[1]er-Rûm, 30/30.
[2]Âl-i İmrân, 3/19.
[3]er-Rûm, 30/30.
[4]et-Tevbe, 9/33; el-Feth, 48/28; es-Saf, 61/9.
[5]et-Tevbe, 9/33; el-Fetih, 48/28; es-Saf, 61/9; el-Kâfirûn, 109/6.
[6]el-Mâide, 5/3.
[7]Âl-i İmrân, 3/19.
[8]el-Bakara, 2/256
[9]el-Kehf, 18/29
[10]el-Gâşiye, 88/22
 
Diğer Özellikler
Stok Kodu9786059494533
MarkaTahlil Yayınları
Stok DurumuBu ürün geçici olarak temin edilememektedir.
9786059494533
En yeni ürünler
Güvenli teslimat
Kampanyalı ürünler
Piyasadaki en iyi fiyat

PlatinMarket® E-Ticaret Sistemi İle Hazırlanmıştır.