Kitap Müslümanların Gerilemesiyle Dünya Neler Kaybetti
Yazar Ebul Hasen Ali En Nedvi
Yayınevi Kayıhan Yayınları
Tercüme Ali Şafak
Kağıt Cilt 2.Hamur, Karton İnce Cilt
Sayfa Ebat 416 Sayfa - 14x20 cm
Ebul Hasen Ali En Nedvi Müslümanların Gerilemesiyle Dünya Neler Kaybetti kitabı nı incelemektesiniz.
Kayıhan Yayınları Nedvi Müslümanların Gerilemesiyle Dünya Neler Kaybetti kitabı hakkında yorumları oku yup kitabın konusu, özeti, fiyatı, satış şartları hakkında bilgiyi geniş bir şekilde edinebilirsiniz.
Yaratan Rabbinin adıyla oku . O, insanı " alak " dan yarattı. Oku, Senin Rabbin en cömert olandır. Alak 1-2
TEŞEKKÜR
Yanında iki yıl kalarak ilminden faydalandığım, Üstadım, feyiz kaynağım, engin terbiyesinden geçtiğim, "manevi evladım" diyerek övgüsüne mazhar olduğum, Nedvetü'l-Ulemâ'nın reisi değerli hocam, merhum Ebû'l-Hasen Ali en-Nedvî'nin sayısız eserleri vardır. Dünya Müslümanlarının durumunu çok güzel bir şekilde özetlediği "Müslümanların Gerilemesiyle Dünya Neler Kaybetti" adlı kıymetli eseri de bunların içinde en çok rağbet gören eserlerindendir. Mezkûr eserin günümüzde maalesef baskısı bulunmamakta idi. Bu değerli eseri okumak isteyenler ya sahafları dolaşacak ya da büyük kütüphanelerde araştıracaktı... Tâ ki Kayıhan Yayınları onu neşredene kadar... Evet, ilmî eserler neşretmesiyle meşhur Kayıhan Yayınları bugün bu görevi lâyıkıyla yerine getirmiş bulunuyor. Eserin tercümesinde katkıları olan Yrd. Doç. Dr. Abdullah Tırabzon'a, nezih ve titiz tercümesinden dolayı şükranlarımı sunuyor, ayrıca tercümede pay sahibi olan merhum Mustafa Acıoğlu'nu rahmetle anıyorum.
Yusuf Karaca
en-Nedvî 27Mayıs 2014
Erenköy/İstanbul
EDİTÖR'DEN
"Müslümanların Gerilemesiyle Dünya Neler Kaybetti" bir kitap adı için oldukça merak uyandırıcı, bir gayr-i Müslim için araştırılacak bir konu ve bir Müslüman için ise, acı mânâlar içeren bir ifade...
Kuşkusuz İslâm dünyasını bu duruma getiren en büyük sebep atalet ve Batı özentisidir. Öz değerlerin bozulmasına sessiz kalmak yetmiyormuş gibi bir de modernizm adı altında her türlü ahlâkî değeri hiçe sayarak değişikliklere gidilmesi, durumun daha da vahamete dönüşmesine müsebbibdir. Yenilik elbette olacak fakat İslâmî kaideleri bozmadan... Zira İslâm'da reform olmaz! Öncelikle İslâm dünyasının bunun bilincinde olarak hareket etmesi gerekmektedir. Bu bilinç kazanıldıktan sonra atılacak adımların daha hassas olacağı ve hataların asgarî düzeyde kalacağı da muhakkaktır. Üstad Nedvî'nin bu kıymetli eseri de işte bu ana tema üzerine binâ edilmiştir.
Nedvî, Müslümanların gerilemesine sebep olarak, önemli mevkilere liyakatsiz, ehliyetsiz ve hazırlıksız kimselerin gelmesini ve bunların vazifelerinin mesuliyetini idrakten âciz olmalarının yanında; hem dinî hem de ahlâkî terbiyelerinin olmamasını sebep olarak göstermektedir. Nedvî bunu şu enfes tespitiyle dile getirmektedir: "...Önemli mevkie, ehliyetsiz, liyâkatsiz, hazırlıksız, deruhte ettiği vazifenin mesuliyetini idrakten âciz, daha öncekilerin ve hattâ içinde bulundukları asrın ve neslin birçokları kadar dinî ve ahlâkî terbiyesi olmayan, İslâmın tâlimât ve tevcihatını Müslüman milletin kumanda mevkiine ve liderlik makamına lâyık olacak şekilde kavrayamayan, kafaları ve kalpleri daha önceki terbiyenin tortularından temizlenmeyen, İslâm yolunda cihad rûhundan yoksun, din ve dünya meselelerinde İslâm halîfesinin varlığını hissettirecek bir içtihad gücünden mahrum kimselerin geçmesi, üzülerek kaydedelim ki, insanlık için büyük bir talihsizliktir. Bu hüküm, ileri görüşlü büyük halîfe Ömer İbn Abdülaziz hariç, Emevî ve Abbasî halîfelerini içine alacak kadar şümûllü ve geniştir."
Nedvî hilâfetin liyakatsiz ellere geçmesiyle İslâm'da derin yaralar açıldığını ve bu yaraların halen daha şartlamadığını belirtir. İşte bu sebepten İslâmî hayatta yer yer çöküntüler meydana gelmiştir. Ahlâk mefhumunun târumâr oluşu, Batı özen-tisiyle birlikte öz değerler de bir bir değişmeye ve en korkuncu da yok olmaya başlamıştır.
Evet, din ile siyasetin birbirinden ayrılmasıyla birlikte idareyi ellerinde bulunduranlar, din adamları ve fakihleri işlerine geldiği zamanlarda kendi menfaatlerine kullanıyorlardı. Nedvî, idare şeklinin böylelikle dinin murâkabesinden çıkarak Kisra ve Kayzerlerin hegemonyasına döndüğünden esefle bahseder. İşte böylelikle ilim ve din adamlarıyla idarecilerin yolları ayrılmış ve hatta aralarında düşmanlıklar bile baş göstermiştir.
Devlet adamlarının yaptığı en büyük hata ise kuşkusuz İslâm'dan önce kendi nefslerini ve kendi politikalarını temsil etmeleridir. Nedvî'ye göre bu devlet adamları İslâm'ın idare sistemini, harp kanununu, medenî nizamını ve ahlâkî temellerini çok nâdir olarak temsil ediyorlardı. İşte bu sebepten İslâm inancı gayr-i Müslimlerin kalplerindeki tesirini kaybetti, aralarındaki bağlar zayıfladı. Ve böylelikle insanlık, yeni din İslâm'ı temsil edenlerin doğruluğundan şüphe etmeye başladı...
Elinizdeki eser ilk basıldığı yıllarda okuyucular ve otoriteler tarafından ciddi bir alâka görmüştür. Günümüzde baskısı tükenmiş olan bu kıymetli eseri, zamanımızın ilim aşkıyla yanıp tutuşan çok değerli ilim tâliplerine ulaştırmak bizim için bir vecibe idi. Bugün bunu Kayıhan Yayınları olarak yerine getirdiğimiz için de oldukça mesuduz...
Eserimizi yayına hazırlarken gerekli tashihi -titiz bir biçimde- yaparak sizlere en iyi şekilde sunmaya çalıştık... Bu kıymetli eserin başta İslâm âlemine ve tüm okuyuculara hayırlar getirmesini Cenâb-ı Hak'tan temenni ediyoruz...
Nurgül DERE Sultanahmet-2014
BU KİTABI NEDEN YAZDIM?
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla,
Hamd Âlemlerin Rabbi olan Allah'adır. Salât ve Selâm Allah'ın emin olan elçisine, ailesine, ashâbına ve Kıyâmet gününe kadar onun en güzel takipçilerine olsun.
Eser vermeye başladığım yıllardı. Kıymetli okurlarımın çoğu herhalde bu kitabın ilk telif eserlerimden biri olduğunu bilmezler. Bu eseri yazdığım tarihlerde daha henüz otuzundaydım.[1] Hindistan'da doğup yetişmiş biriydim, henüz yurt dışına çıkmak nasip olmamıştı. Zira elinizdeki eser, benim gibi Arap edebiyatının ve kültürünün merkezinden uzakta olan, benim gibi toy biri için bu kadar erken yaşlarda yazılamayacak kadar büyük bir kitaptı.
Öyle ki bu kitabın yazımından ancak üç yıl sonra mübarek hac ibâdetini eda etmek maksadıyla o beldelere gidebilmek nasip oldu. Aslında bu kitabı yazmak için herhangi birinden teklif almadığım gibi hazır da değildim.
Böylesine çok önemli bir konuyu yazmak, benim kalemimden daha usta, düşünce ufkumdan daha geniş, sahip olduğum tecrübeden daha büyük bir tecrübeyi gerektirmesine rağmen "Takdir-i İlâhî" benim yazmamı nasip etti. Bu, benim adıma gerçekten bu büyük bir cesaretti. "Allah dilediğini yapmaya elbette kadirdir."
Engel olamadığım derin bir arzu ve istek sanki beni bu konu hakkında yazmaya ısrarla yönlendiriyordu. Şayet akla itimat edip yazarların tecrübesine ve ilmî birikimlerine müracaat etseydim mutlaka engellenir ve fikrimden döndürülürdüm.
Yazma hususunu kıymetli yazarlardan veya âkil âlimlerden birisine danışsaydım, bu aklî ve ilmî bir mücadeleye girmekten vazgeçirip bu fikrimden dönmemi tavsiye edeceklerdi. Doktor Muhammed İkbal'in "Her zaman aklına danışman hayırlı değildir. Bazı işlerde aklına danışma, çünkü akıl bazı tehlikeli işlerde korkuyu tasavvur ederek bu tür zor tecrübelerden geri durmayı salık verir." veciz sözünde ifade edildiği gibi, bahsi geçenlerden herhangi birine danışmamam, şimdi anlıyorum ki daha hayırlı olmuş.
Eserimi hazırlarken, bu konuda mutlaka faydalanmam gereken kaynaklar olmalıydı. Arapça kaynaklar çok azdı. Çünkü bu dönem ikinci dünya savaşının hemen akabindeydi. Arap dünyası ile Hint bölgesinin bağlantısı neredeyse yok gibiydi. Özellikle Mısır ve Arap dünyasını zenginleştiren Arapça tarih ve kültürle ilgili kaynaklar Hindistan'a o dönemde çok az gelmekteydi.
Bununla beraber ulaşabileceğim İngilizce ve Urduca ilmî kaynaklar pek çoktu. İlim ve kültür şehri olan Luknow, en son çıkan İngilizce kaynaklar ve ilmî ansiklopedilerin de bulunduğu kütüphaneleri ile meşhurdu. Özel bazı kütüphanelerle birlikte bu şehirdeki mevcut kütüphanelerden ödünç kitaplar alıp kaynaklarından istifade ediyordum. Bu kitabın yazılımı Allah'ın kolaylaştırması ile harikulade bir şekilde gerçekleşti. Şöyle ki yakın bir geçmişte Avrupa'nın tarihî, siyasî, içtimaî, dinî, ahlâkî, kültür ve medeniyetini derinlemesine inceleme fırsatını bulduğum için, din, ilim ve kilise kültürünü dikkatli bir şekilde inceledim. Doğu ve Batı toplumlarını etkileyen ve Materyalizme yönlendiren Avrupa'daki ahlâkın tarihini, gelişimini ve oluşum faktörlerini derinlemesine araştırdım.
Bunun dışında Doğu İslâm dünyasının felsefesini, fikir hareketlerini ve dinlerini inceledim. Ayrıca İslâm dini ve tarihini, İslâm öncesi Câhiliye Arap toplumunu ilgili kaynaklarından araştırdım. Arap edebiyatı ve şiirine ilgimden, tarihî, dinî ve edebî birikimimden dolayı bu konuları incelemem benim için kolay oldu. Çünkü bu bilgilere kaynaklık eden kitaplar, Büyük Âlimler Birliği kütüphanesinde ve özel kütüphanelerde mevcuttu. Konuyla ilgili yayınlanan kaliteli ilmî araştırma, gazete, dergi ve neşriyatlarla birlikte Hint Yarımadası'ndaki tercüme ve yayınları sürekli takip etmem sayesinde bu bilgilere ulaşmakta zorluk çekmedim.
İslâm'ın mesajının ebedîliğine, Peygamberimizin asırlar boyu devam eden liderliğine, hali hazırdaki Batı toplumu ve medeniyetinin yetersizliğine inanmış, mükemmel aklî ve kişisel donanımımı da ekleyiniz. Zira benim bu birikime sahip oluşumda günümüz İslâm ve Batı medeniyetlerini derinlemesine ve objektif olarak kavrama konusunda herkesin örnek aldığı Âlimler Birliği Başkanı olan büyük kardeşim Dr. Abdulali el-Hüsnî'nin eğitiminin katkısı büyüktür. Çünkü büyük kardeşimin İslâm ve Batı medeniyetini her türlü ifrat ve tefritten uzak sahih bir algıyla biliyor olmasının bana sağladığı bu bakış açısı, farklı ve karşıt fikrî alanlarda yapılan araştırmaların arasında "fışkı ile kan arasından (süzülen) içenlere halis ve içenler için içimi kolay süt... " âyetinde olduğu gibi henüz bu denli ağır meseleleri çözümleyecek seviyede olmayışıma rağmen bütün bunlardan birtakım olumlu sonuçlar çıkarabiliyordum. Böylece İslâm'ın, her dönem için hâkimiyete ve yönetime uygun olduğu ve Hz. Muhammed'in (s.a.v.) de yolu aydınlatan herkesin lideri ve son Peygamberi olduğuna inancım artmaktadır.
Bu konu çok önemli olmakla birlikte, tehlikeli ve zor bir konu olmasından korkuyordum. Zira malzememin azlığı, henüz çok küçük oluşum ve yeterince destekçilerimin olmayışının yanında kitabın konusunun ciddiyet ve önemine rağmen sanki birileri iç âlemimde "...yazmalısın! mutlaka bu kitabı yazmalısın" der gibi bir şeyler fısıldıyordu. Bu kararlılıkla şaşmadan yoluma devam ediyordum.
Birçok insanı dehşete düşürüp dikkatini çekmesine sebep olan şey, çok zarif ve önemli bir buluş olan bu kitabın "Müslümanların Gerilemesiyle Dünya Neler Kaybetti" başlığı idi. Dünya ölçeğinde insanlığın sonucu ile ilgili güçlü bir bağı var mıdır ki, Müslümanların çökmesi / gerilemesi sonucu dünya ne kaybetti denilmesi câiz olsun. Ya da Müslümanların yükselmesinden ve insanlığın hâkimiyetini elde etmesiyle dünya ne elde edecektir?
Dünya tarihinde insanlar, Müslümanlara bu kitabın yazıldığı devirde ve öncesinde sıradan toplumlardan bir toplum olarak bakmaya alışmışlardı. Ancak bu kitabın müellifi Arap ve diğer yabancı müelliflerden / yazarlardan farklı olarak empoze edilen çerçevenin dışına çıkma cesaretini göstermiştir. Yazar dünyaya Müslüman bakış açısıyla bakmaktadır. İki bakış arasında dağlar kadar fark vardır. Dünyada meydana gelen gelişmeler ve olaylar çerçevesinde Müslümanlara bakıldığında onların makro planda her şeye boyun eğen, genel anlamda sıradan bir toplum olduğu görülecektir. Süregelen genel araştırmaların üslup ve fikri şöyledir... Müslümanlar falanca hâdise ile ne kaybetti? Filan hükümetin tükenmesi ve modern batının gelişmesi ile ne kaybetti? Batıdaki büyük sanayi devrimi ile ne kaybetti? Osmanlı devletinin kaybolması ile ne kaybetti? Batının birçok İslâm devletini işgal etmesi ile ne kaybetti? Ve askerî, siyasî ve ekonomik alanda geri kalmakla Müslümanlar ne kaybetti?
Maalesef yukarıda çizilen tablo, insanların zihninde genel olarak bu şekilde idi. Ancak Allah Teâlâ gönlümü açarak bana Müslümanların çökmesi sonucu dünya ne kaybetti konusunda yazmayı ilham etti. Sanki bir siyasî bölge ve devletle sınırlı olmaksızın dünyanın her yerinde cereyan eden olayların ana sebebi ve muharriki Müslümanlardır noktasından hareketle, gerçekten Müslümanların çöküşüyle, dünya çok şeyler kaybetmiştir denilebilir mi? Ya da Müslümanların dünya liderliğinden geri kalması ve çöküntü yaşaması ile dünya bir şey kaybetti denilebilir mi? Korkarım ve endişe ederim ki, İslâmî yazarların birçoğunun önemli tavır ve tutumu olmasına rağmen böyle bir fikri akletmemişlerdir. Aşağılık kompleksine kapılmış kültürlü yeni nesil, İslâm tarihine karmaşık ve dar bir zaviyeden baktıklarından, çoğu araştırmacılar dünya meselesi ile Müslümanların arasındaki bağı kurmakta zorlanmaktadırlar. Müslümanlar fakir, zayıf, batılıların esiri ve yeni devrimlere boyun eğdikleri için yönetimle birlikte düşünülemezler. Müslümanların âkıbetinin insanların ve dünyanın bugünkü ve gelecekteki durumuyla bağlantısının düşünülmesi doğru olur mu? Hayır! Birçok araştırmacı Müslümanların böylesi önemli bir konuya yeterli ve etkili bir konumunun olacağını düşünmezler. Herhangi bir yazarın böyle bir kitabı yazarak Müslümanların çökmesi ile insanlık âleminin ve günümüz insanının ne kaybettiğini yazması mümkün olamaz. Bu konu bütün bu sebeplerden ötürü, gerçekten tehlikeli ve çok önemliydi. Bu sebeple bu alana girmek iddialı bir hayalperestlikti. Ancak bu konuda Allah Teâlâ bana yardım etti.
Özellikle Arapça yazma ve telif hususunda yeni olduğum için bu kitabı korkarak ve endişelenerek yazdım. Zira Arapça kaynaklarla bağım zayıftı. İslâm merkezleri, Arapça kültür ve medeniyetinden, doğum yeri ve yetişme tarzı bakımından çok uzaktaydım. Bu sebeplerden dolayı sürekli endişeye kapılıyor ve acaba yazacağım bu kitap, İslâmî ve Arap kültürünün olduğu çevrelerde ilgi uyandırır ve beğenilerini kazanır mı diye kaygılanıyordum. Bunun için Arap Biriliği Yönetim
ve Kültür Başkanı ile Mısır Telif ve Tercüme Başkanı Dr. Ahmet Emin Bey'e kitabın içindekiler kısmını ve muhtevasını gönderdim. Çünkü Ahmet Emin Bey, "Fecrü'l-İslâm" ve "Duha'l-İslâm" kitaplarının yazarı ve Arap entelektüellerinin beğenisini kazanmıştı. Ayrıca benim de özenle okuyup üslubunun normal fıtrata uygun, merkez okuruna hitap ettiği için beğendiğim, çoğu düşüncelerine katıldığım ve bazı fikirlerini de eleştirdiğim çalışmaya imza atmış birisinin onayından geçmesini çok önemsiyordum.
Kitabın, Arap entelektüellerinin beğenisini kazanmış, konuları ve araştırmaları ile kültür dünyamıza hitap eden eserler neşreden aynı yayınevi tarafından yayımlanmasını önemsedim. Bunun da aynı okuyucu kitlesine hitap eden bir kitap için, iyi bir referans olacağını düşünüyorum. Çünkü alınacak bu referans, kitabı ve yazarını, Arap havzasında adı ve eserleri bilinmeyen birisinin yazmış olduğu yazar ve kitap olmaktan kurtaracaktı.
Dr. Ahmet Emin Bey'in kitabımdan bir örnek isteyen mektubunu alınca şaşkınlığım daha da arttı. Bunun üzerine kitabın bir bölümünü ona gönderdim.
Kitabın içeriğine ve konusuna işaret eden koymuş olduğum ana ve alt başlıklar, Dr. Emin Bey tarafından beğenilmekle beraber... Batı dünyasından ve kültüründen uzak, eski dinî kültür merkezlerinde ve Ezher ulemâsında görüldüğü gibi, dinî yönü ön plana çıkmış bir din âliminin kaleminden çıkmış olması onu endişeye sevk etmiştir. Bu endişesinden dolayı, acaba yazar, batı kaynaklarından faydalanmış mıdır? demekten kendisini alamamıştır. Benim bu kaynaklardan istifade ederek araştırma yaptığımı görüp, kaynakları bizzat tespit ettiğim için, bu duruma gönlü kani olmuş ve kitabı beğenerek, heyetin bu kitabı basmaya karar verdiğini müellife/ bana bildirmiştir. Hatta kitabın müellifi/ben, Dr. Eminden eserindeki edebî ve mânevî üslubunu beğendiğini bildiren mektubu aldığı günü, bugün dahi unutamadığı hayatının en sevinçli ve neşeli günü olduğunu ifade etmiştir.
Bu mektubun üzerinden aylar geçmesine rağmen kitabın sonucu hakkında bir bilgi sahibi olamadım. Hatta bu esnada 1369 h (1959) yılında ikinci defa Hicaz'a gittim.
Bu yolculuğumda kitabımın bir nüshasını, Kahire'yi ziyareti esnasında temin eden Suriye akademi üyesi Prof. Cevad'ın bu kitabı göstererek, Hint ulemâsının ilmî birikiminden ve asaletinden övgü ile bahsedince, ben hayretler içinde kaldım. Bu arada Prof. Cevad bu durumu kitabın yazarı ile paylaştığının farkında değildi. Bu durumda müellifin hangi sevinç ve gurur içinde olduğunu takdir etmek güç olmasa gerektir. Zira böylesi önemli bir yayınevi tarafından yayımlanmış olması da ayrı bir övünme sebebi olsa gerektir. Müellif bu kitabı büyükelçiden okuyup iade etmek için ödünç aldığı esnada, Dr. Ahmet Emiriin takriz yazdığını fark edince, hayranlığı bir kat daha arttı; zira böylesi önemli ilmî birikimi ve standardı yüksek üstün nitelikli birisinin övgüsünü ve beğenisini kazanmak kolay olmasa gerektir.
Bu durum her ne kadar müellif için ağır bir şey olsa da aslında gayet tabii bir durumdu. Çünkü her kitap yazan yazdığı konuya bu kadar hamasetli bağlanamaz. Bu ancak yazarının hedeflediği konu ile hemhal olduğu zaman mümkün olabilir. Müellif olarak ben kendimi böyle görüyorum. Dr. Ahmet Emin Bey olmasa da, her akademik büyük yazar, Müslümanların gerilemesiyle dünyanın insaniyetten yoksun kalıp, yüzüstü yerlere serildiğine, dünya liderliği ve öncülüğünden ve kamuoyundan çekildiğine inanmamaktadırlar. Bu aslında müellifin tarihi yorumlamaya has özel bir yöntemidir. Ahmet Emin Bey'e bağlı bir durum değildir. Bu kitabın yayınlanmasında onun ve değerli jüri üyelerinin önemli katkısı asla göz ardı edilemez.
Hayalleri, müellifi kendisini henüz hazır olmadığı fikrî ve ilmî düzleme taşımıştır. Ne yazık ki bu düzeye erişmesine ne eğitim imkânları ne de yetişme tarzı elvermiştir. Yeni neslin büyük âlim, edip ve üstatlarından olan Dr. Ahmet Emin Bey, şahsî olarak tanımadığı ve yetiştiği ülke imkânlarından dolayı ilmî düzeyini bilemediği birisine hak ettiğinden fazla değer vermekten korkmuştu, bu korkusunda da haklı idi. Ama buna rağmen dinî bir yayınevinden çıkmasına rağmen bu kitabın münevver ilim dünyasına ulaşmasındaki tercihi sanki kitabın müellifine- bedenini ve şahsî değerini aşan değerli kumaştan yapılmış bir kaftan giydirilmiş bir kimse gibi- öyle bir değer verdi ki bunu ifadeden aciz kaldım. Bana vermiş olduğu değer için Allah ondan razı olsun.
Müellifin Ocak 1951'de Mısıra gitmesi, kitabın yayınlanmasından iki ay kadar sonraya denk gelmişti. Bir de ne görsün kitap kendisinin hayal bile edemeyeceği kadar dinî ve ilmî camia arasında yayılmış ve hüsn-ü kabule mazhar olmuştu. Öyle ki geniş Müslüman entelektüeller ve Müslümanların uyanışı ve kalkınması ile ilgilenen kesim tarafından okunmuştu. Bu tarihte, İhvan-ı Müslimîn (Müslüman Kardeşler Örgütü)'e bir kısım baskıların azaltıldığından, birtakım faaliyetlerine başladığı bir döneme rastlamıştı. İmam Hasan el-Benna yeni şehid edildiği için bunun kanlı acısının devam ettiği bir süreç içinde, tam da ideallerine ve hayallerine tercüman olan bu kitabın neşredilmesi, sanki bu acıyı az da olsa hafifletip unutturan bir teselli taziyesi gibi oldu. Bu kitap gözaltında iken okuyup beslendikleri, kimi zaman mahkeme salonlarında savunma esnasında referans gösterdikleri, fikir ve ideolojilerini destekleyen ilmi kozlarının malzemeleri gibi imdatlarına yetişti. Tabiatıyla böylesi bir kitabı yazan müellife karşı, sevgi iştiyaklarının da zirvede olduğu bir döneme rast gelmişti bu ziyaretim. Yayın dünyasında henüz tanınmasa da okuyucuların tam da aç olduğu konuları ihtiva eden kitap, yazar için okuyucular nezdinde en hayırlı ve güvenilir referansı olmuştur.
Büyük İslâm yazarı olan Prof. Seyyid Kutup bir konuşmasında[2] bu kitaptan övgüyle bahsetmiş ve öğrencilerine hararetle okumalarını tavsiye etmiştir. Seyyid Kutub'un her Cuma Hulvan'daki evinde tertip ettiği -ya İslâmî bir konuda bilgi vermek ya da yazarlarından bir kitabının mütalaa edildiği- toplantıya katılması için Nedvî'yi dâvet etti. O günün konusu da L Fuad Üniversitesi mezunlarından olan bir öğrencisinin özet sunumunu yaptığı "Dünya neyi kaybetti" kitabıydı. Çünkü bu kendisi adına ilmî gayretlerinin takdir edilip onur-landırıldığı bir ortamdı. Müellif bu sevimli özel dâvete icabet etti. Konuyu açıklamada yardımcı oldu, kitabın yazarı olarak sorulan sorulara cevap verdi.
Bu toplantı vesilesi ile inanmış bir Müslüman ve ilmî üslubuyla Seyyid Kutup'tan bu kitabına bir takriz yazmasını talep etti. Kitabını da zenginleştiren ve kıymetini artıran bu takriz yazmayı Seyyid Kutup severek ve arzulayarak kabul etti.
Müellif in Seyyid Kutup'tan giriş yazma talebi esnasında, Ezher Üniversitesi Yazma ve Tercüme bölüm başkanı olan Dr. Muhammed Yusuf Musa ile karşılaştı. Dr. Muhammed Yusuf Musa takdirle okuyup okunmasını da tavsiye ettiği bu kitabın Ezher Üniversitesi Yayınevinden[3] gözden geçirilmiş ve yenilenmiş 2. baskısını yapmak için izin istedi. Müellif ilk yayın hakkım verdiği Dr. Ahmet'ten izin ve onay alması şartıyla, severek ve teşekkür ederek talebi kabul edeceğini bildirdi. Dr. Muhammed Musa Dr. Ahmet Eminden izni aldı.
Dr. Ahmet Emin bu teklife samimiyetini ve sevgisini de ifade eden bir takriz yazarak, kitabın basım hakkını da vermekle katkı sağlamış oldu. Hatta bir ziyareti esnasında Müellifin -Ezher âlimlerinden biri olan- arkadaşı Dr. Ahmet Şerbâsî'den, Nedvî'nin ailesi, yetiştiği çevresi, ilmî birikimi ve eğitim hayatı hakkında birtakım özel bilgileri fark ettirmeden aldı. Çünkü Dr. Ahmet Emin girişe müellif hakkında ne yazacağını bilmiyordu. Ancak almış oldu bilgiler ışığında müellif hakkında "Kardeşim Ebu'l-Hasen" adlı bir makaleyi kitabın içine resimli bir şekilde ekledi. Müellifin bu durumdan ancak 1953'te 2. baskısının çıkması ile haberi oldu. Bu 2. baskıdan sonra Doğu ve Batı dillerinde daha birçok baskılar ve hayat hikâyeleri geldi, işte bu elinizdeki kitap izinsiz olmayan 13. baskıdır.
İşte bu açık ve samimi özet, kitabın yazılış hikâyesidir.
Başında ve sonunda İyilik Allah'tandır.
Ebu'l-Hasen Ali el-Hüseyin en-Nedvî
20 Recep 1401 Nedvetü'l-Ulemâ- Luknow 25 Mayıs 1981
SEKİZİNCİ BASKIYA ÖNSÖZ
Âlemlerin Rabbi olan Allah'a hamd, Nebilerin sonuncusu ve efendisi olan Muhammed'e ailesine ve ashabına ve en doğru şekilde onlara tâbi olanlara salât ve selâm olsun.
Herhangi bir yazar, kâtip, bir fikre dâvetçi ve belirli bir hedef için çalışan birisi olarak sekizinci baskısına giriş yazmaktan mutluluk duyarım. Bu kitabın ilk baskısı çıktığında bu kadar ilgi ve beğeni toplayarak Arap ve İslâm âleminde yayılacağını, basımı için İslâmî kitapevlerinin yarışacağını, bu kadar farklı dillerde bu kadar baskı[4] yapacağını tahmin etmemiştim. Bu ancak Allah'ın yardımı ile desteği ile olmuştur. Bu da kitabın yazılışı esnasında müellifin, hedeflediği mânevî duyguların kitaba yansıyarak okuyucular tarafından kabul gördüğünün göstergesidir.
Dikkat çeken önemli bir husus var ki diğer kitapları gibi, bu kitap müellifin ilk Arapça telifi olmasına rağmen, az bir ilave yapılan 3. Baskı dışında yenilenme veya düzeltme olmaksızın baskıları[5] kısa sürede tüketilmektedir. Hatta müellifi fırsat bulup bazı ilaveler yapma imkânı bulmadan yeni baskıları yapılmaktadır. Öyle ki yayınevleri birbiri arkasına baskıları hızlıca tükettikleri için müellifin ekleyeceği ve düzelteceği bir fırsat dahi bulmadan her baskı 3. baskısının aynısı olmasına
rağmen basımı sürekli yenilenmektedir. Neyse ki Kuveyt'te bulunan Dâr'ul-kalem bu kitabı Mart-Nisan 1969 yılına denk gelen ve Allah'ın ayı olan 1389 Muharreminde basmak istediğinde, müellif basımı durdurarak kaynakları karşılaştırıp bazı hatalarını da düzeltme imkânı bulabildi. Ayrıca hadislerin tahricini yaparak Kur an âyetlerine de işaret etti. Birtakım boşlukları dolduran, bir takım eklemelerde bulundu. Ancak bu ilave kitabın güvenilirliğini ve kıymetini artırdı.
Böylece bütün bu ilave ve düzeltmelerle en düzgün, doğru, kaynak bakımından zengin ve mizanpaj olarak da en iyisi olarak bu baskı oldu. Her işin başı ve sonu O'na ait olan Allah'a evvelinde ve sonunda da hamd olsun.
Ebu'l-Hasen Ali el-Hüseyin en-Nedvî
28 Muharrem 1389 Nedvetü'l-Ulemâ- Luknow 16.04.1969 Çarşamba
ÖNSÖZ
İlk baskısı 1950 yılında yapılan, "Müslümanların Gerilemesiyle Dünya Neler Kaybetti" isimli bu eserim, beklediğimden ve umduğundan çok daha fazla talep gördü. Çünkü eser, ilgi çekici konuları itibariyle maddî ve manevî değerleri kapsayarak okuyucunun dikkatini çekmişti. Bu ilginin karşısında benim ne şanım, ne de şöhretim vardı. Arap dünyasında benim bu kitaptan önce yayınlanmış başka bir eserim de yoktu. Üstelik bu ülkelerde beni doğru dürüst tanıyan da yoktu. Bu kitaba gösterilen büyük ilgi sadece eserin mahiyetinden ve konularının ilgi çekmesinden kaynaklanıyordu.
Eserime gösterilen bu muhteşem arzu ve alakayı, Allah Teâlâ'nın (c.c.) lütuf ve inayetinden başka bir şeyle izah edemem. Aslında bu eserim, tam zamanında neşredilerek, Müslümanların kalplerinde sakladığı arzu ve istekleriyle karşılaşmıştır. Çünkü bu eser, Arap âlemindeki birçok ilim ve fikir adamının zihinlerini kurcalayan problemlere cevap vererek onların görüşleri ve düşünceleriyle birleşmiştir.
- Merhum Nedvî; bu önsözünü 4. baskı için yazmıştır.
Bir başka noktayı da ifade etmeden geçemeyeceğim. Bu eser çok kısa zamanda Arap âleminin büyük merkezlerinde ve ilim çevrelerinde hızlıca bir yayılma gösterdi. İlmî araştırma yapan bazı ilim adamları ve halkın büyük çoğunluğu, bu eseri ele alıp incelediler. Allah Teâlâ'ya hamd ve senalar olsun ki, eğitimciler ve akademisyenler bu eseri, talebelerinin şiddetle okumalarını tavsiye ettiler. İhlâsla ve samimiyetle yapılan amellerin karşılığını izzet ve celâl sahibi tamamlar.
Bu eserin ilk baskısı[6] Kahire'de yapıldı. Şüphesiz ki, eserin lâyık olduğu şekilde, basılıp yayınlanmasında, ilim ve edebiyat çevrelerine ulaştırılmasında, 'Telif ve Tercüme Kurulunun payı büyüktür. Eserin yeniden bastırılması için Ezher Üniversitesinin 'Neşir ve Telif Kurulu' ısrar ve teşvikte bulundular. Aralarında dost ve arkadaşlarım da vardır Durumu 'Telif ve Tercüme Kuruluna' bildirdim. Kurul başkanı merhum Prof. Ahmed Emin Bey, memnuniyetle kabul ettiler. Eser, Prof Dr. Muhammed Yusuf Mûsa, İslâm'ın büyük mücahidi Prof. Dr. Seyyid Kutub ve dostum Ahmed Şerhasının emsalsiz takdimle-riyle, değerini bir kat daha artırarak 1951 yılında tekrar basıldı. Sonraki baskı yapıldığı zaman ben Ortadoğu'ya seyahate çıkmıştım. O yüzden düşündüğüm ve gerekli gördüğüm bazı ilâveleri kitaba ekleme imkânı bulamadım. Allah Teâlâ (c.c.) eserin üçüncü baskısını yapma fırsatını verdi. Bu arada elime yeni kaynaklar geçti. Bazı görüşlerimi değiştirmek zorunda kaldım. Kalbime yeni ışıklar doğdu. Düşüncelerimin hepsini kitaba koydum. Bu sefer de kitabın bu baskısı bazı sebepler yüzünden 1959 yılına kadar yapılamadı. Sizlere şimdi, yeniden gözden geçilmiş ilâveli dördüncü baskısını sunuyorum.
Bundan sonraki baskılarının ilk baskıda[7] olduğu gibi faydalı olmasını, bu eserin İslâm âleminin hararetle ihtiyaç duyduğu yeni bir imanın, yeni bir şuurun filizlenmesine vesile olmasını Aziz ve Celil olan Allah'tan niyaz ederim. Çünkü O, her şeye kadirdir.
Ebu'l-Hasen en-NEDVÎ
Lucknov
[1] Eserin yazımı 1363-1364h (1944-1945) yılları arasındaydı.
2. Bu tarih 19/08/1370h (25 Nisan 1951), Doğu Arap Seyyahının hatıratından.
[3] 3 Haziran 1951 yılında.
[4]Bu satırlar yazılana kadar İngilizce üç baskı, Kum-İran'da iki baskı Farsça, en az bir baskı da Türkçe olarak basılmıştır. 1986 da Urduca olarak bir baskısı çıkmıştır.
[5]Müellif adına üzücü bir durum olarak birçok yayınevi müelliften haber ve izin almaksızın basmışlardır. Bu baskılarda konular ve sayfalar birbirine kanşmıştır.
[6]Bizim tercümeye esas aldığımız baskı, eserin Şam'da yapılmış dördüncü baskısıdır.
[7]Eser; İslam ülkeleri ve dünyanın diğer farklı dillerine de çevrildiği için bu güne kadar kaç baskı yaptığı tespit edilememiştir. Türkiyede ise 70'li yıllarda iki farklı yayınevi tarafından iki kez tercüme edilmiştir.