Kitap Nakşibendi Şeyhlerininin Hikmetli Sözleri
Yazar Heyet
Yayınevi Huzur Yayınları
Tercüme Salih Uçan
Kağıt - Cilt 2.Hamur Kağıt - Ciltli
Sayfa - Ebat 592 Sayfa, 17x24 cm büyük boy
Nakşibendi Şeyhlerininin Hikmetli Sözleri kitabını incelemektesiniz.
Huzur Yayınevi Nakşibendi Şeyhlerininin Mukaddes Sözleri kitabı hakkında yorumları oku yup kitabın konusu, özeti, fiyatı, satış şartları hakkında bilgiyi geniş bir şekilde edinebilirsiniz.
Yaratan Rabbinin adıyla oku . O, insanı " alak " dan yarattı. Oku, Senin Rabbin en cömert olandır. Alak 1-2
Nakşibendi Şeyhlerinin Hikmetli Sözleri
Bu kitap, birkaç risalenin bir araya gelmesiyle meydana gelmiş derleme bir eserdir. Eserde geçen risalelerin konusu tasavvufî menkıbeler ve vecizelerdir. Bu menkıbe ve vecizeler, irşadlarının aydınlığı yaşadığımız yıllara sarkan, yakın yıllarda yaşamış ve bu bakımdan zamanımızı etkilemiş, hatıraları henüz tüm canlılığı ile yaşayan şeyhlere aittir. Özellikle Doğu Anadolu yöremizde yaşamış ve irşad nurunu saçmış olan, Gavs-ül Azam Seyyid Sıbğatullah Ervasî, Seyda Şeyh Abdurrahman Tağî ve Şeyh Fethullah Verkansî Bitlisî gibi gönül sultanları bunlardandır. İnsan, bu büyük gönül sultanlarının menkıbe ve vecizelerini okurken onların gönüllerde nasıl taht kurabildiklerini, kalabalıkları nasıl büyüleyip eşiklerine bağlayabildiklerini kolayca anlayabilir. Kalplerindeki engin insan sevgisi, sözlerinin şaşırtıcı sadeliği, yalınlığı yanındaki derinliği ve düşündürücülüğü, muhteşem heybetleri ile ters orantılı alçakgönüllülükleri, hayatlarının gecesini-gündüzünü insanlara hem manen ve hem de maddeten iyilik edebilme hedefine adamış yoğun ve asla çıkar gözetmeyen tükenmez gayretleri hemen göze çarpmaktadır.
ÖNSÖZ
Bismillahirrahmanirrahim
Hamel âlemlerin Rabbi olan Allah'a, salât ve selâm doğru yolun rehberi Peygamberimiz ile başta O'nun sahabileri olmak üzere kıyamet gününe kadar O'nun yolundan ayrılmayanlar üzerine olsun.
Sayın okuyucu! Elinizdeki kitap, bir kaç risalenin bir araya gelmesi İle meydana gelmiş, arapça asıllı derleme bir eserdir. Kitabın ön sayfasında ilmî bir heyet tarafından derlenip baskıya verildiği belirtilmekle birlikte eserin elinizdeki hale gelmesinde başlıca emeği geçen zatın Ahmed Hilmi KUĞI olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim kitabın son sayfasında adı geçen zat tarafından 20 Aralık 1979 milâdî tarihinde derlenip tamamlandığı belirtilmektedir.
Kitabı meydana getiren risalelerin ortak konusu tasavvufî menkıbeler ve vecizelerdir. Bu menkıbeler ve vecizeler hicrî «1287 (milâdî 1866) yılında vefat eden Gavsül Azam Seyyid Sıbğatullah Ervasî, hicrî 1304 (milâdi 1883) yılında vefat eden Şeyda Şeyh Abdurrahman Tağî, hicrî 1317 (milâdî 1897) yılında vefat eden Şeyh Fethullah Verkansi Bitlisi, hicri 1342 (milâdî 1922) yılında vefat eden Şeyh Muhammed Ziyauddin Nurşini ve Şeyh Seyyid Muhammed Şerif Erbekendî —Kuddise sırruhum— hazretlerinin hayat hikâyeleri ile söz ve yazılarından derlenmiştir.
Okuyucunun hemen farkedebileceği gibi kitaptaki menkıbe ve vecizeler İrşadlarının aydınlığı yaşadığımız yıllara sarkan, yakın yıllarda yaşamış ve bu bakımdan zamanımızı etkilemiş, hatıraları henüz tüm canlılığı ile yaşayan şeyhlere aittir. Bu yüzden eserin bazı okuyucuları, kitabın sayfaları boyunca gezinirken, doğu Anadolu yöremizde yaşamış ve irşad nuru saçmış olan bu büyük gönül sultanları ile ilgili bir çok tanıdık yer ve şahıs isimlerine rastlayabileceklerdir.
Kitab üzerine ağırlığını koyan, bütünlüğüne damgasını basan gönül sultanları, yukarda adları sayılanlar arasında, özellikle, Gavsül Azam Seyyid Sıbğatullah Ervasî, Şeyda Şeyh Abdurrahman Tağî ve Şeyh Fethullah Verkansî Bit'isî -Kuddise sırruhum- hazretleridir.
İnsan bu büyük gönü! sultanlarının menkıbe ve vecizelerini okurken onların gönüllerde nasıl taht kurabildiklerini, kalabalıkları nasıl büyüleyip eşiklerine bağlayabildiklerini kolayca anlayabilir. Kalblerindeki engin insan sevgisi, sözlerinin şaşırtıcı sadeliği, yalınlığı yanındaki derinliği ve düşündürücülüğü, muhteşem heybetleri ile ters orantılı alçakgönüllülükleri, hayatlarının gece-gündüzünü insanlara hem manen ve hem de maddeten iyilik edebilme hedefine adamış yoğun ve asla çıkar gözetmeyen tükenmez gayretleri derhal göze çarpmaktadır.
Dikkatlerini daha derinlere daldırabilen okuyucunun farkedebileceği kanaatinde olduğumuz bir özellik de şudur. Maddeci batı düşünce tarzı ile şartlanmış kafa, uygarlığı sadece asfalt caddeli, otomobilli şehirlerde, göz kamaştırıcı tüketim maddeleri ile süslenmiş vitrinlerde, yüksek katlı binaların avizeli, televizyonlu, kütüphanen salonlarında arar. İlmin de ancak böyle yerlerde doğup gelişebilecek olan gösterişli üniversiteler ile bu üniversitece beslenen kültür ve araştırma çevrelerinde bulunabileceğini farzeder.
Bu kafa yapısının tasnifine göre elinizdeki eserde menkıbe ve seçilmiş sözlerini okuduğumuz gönül fatihlerinin yaşadıkları yerler, kuş uçmaz, kervan geçmez, yolsuz, susuz, elektriksiz ve bu itibarla görgüsüz, bilgisiz, medeniyetsiz birer «mahrumiyet» yöresidir. Öyleyken bu yüce gönül sultanları ile çevrelerinde nasıl oldu da kitabı okurken gördüğümüz, hatta hayranlıkla müşahede ettiğimiz o yüksek düşünce seviyesi, o sağlam mantık yapısı, o karşı durulmaz gerçek aşkı, o kıvrak ve esprili zekâ, ve bunlar yanında o ince nezaket, o yapmacıksız sevgi ve saygı, o ahenkli kaynaşma ve o sıkı dayanışma doğup gelişebilmiştîr? Maddeci batı uygarlığı ila şartlanmış kafaların bu soruya inandırıcı bir cevap verebileceklerini sanmıyorum.
Sözlerimin burasından Tasavvuf konusuna geçilebilir. Fakat benim buna hiç niyetim yok. Çünkü o iş benim harcım değil. Zaten tasavvuf ve tarikat lâf alanı değil, erbabının deyimi ile hâl ve zevk (bizzat yaşayarak tatma) alanıdır. Benim gibilerin bu elanda yapabileceği şey, bu canlı ve zevke dayalı hayatın uzak mesafeli olmakla birlikte hayran bir seyircisi olabilmektir. Bundan daha ötesine geçebilmek İçin bizzat içinde yaşamak ve kâmil bir mürşidin rehberliğine teslim olmak gerekir. Bunun böyle olduğunu insan cami köşelerinde, köy odalarında, bazı köylülerin misafirhanelerinde, yolculuklar sırasında mola verilen su başlarında, dere boylarında, dağ eteklerinde ve hatta ölüm döşeklerinde yapılan sohbetleri düşüne düşüne yudumlarken çok iyi anlıyor. Anlıyor ama, bu saygıdeğer gönül sultanlarının nefeslerinin feyzi İle büyülenip coşmak, tasarruflarının potasında eriyip «yeniden doğmak» meraklı bir seyircilikle ele geçecek mazhariyetlerden değildir.
Yalnız birkaç sözle de olsa, okuyucuya, bu kitapta menkıbe ve sohbetlerini okuyacağımız büyük gönül sultanlarının bağlıları arasında bulundukları Nakşibendi tarikatının birkaç önemli özelliğini hatırlatmak istiyorum :
— Bu tarikat, adını, Hicrî 718 (milâdî 1318) yılında Buhara yakınlarında doğan Şah-ı Nakşıbend — Kaddesellah Tealâ Sırrehu— hazretlerinden almakla birlikte İleri gelen temsilcileri tarafından Hz, Ebu Bekir —Allah ondan razı olsun— yolu ile Peygamber Efendimize —salât ve selâm üzerine olsun— dayandırılmaktadır.
— Bu tarikat, müridin belli bir süre boyunca yalnız başına bir yere kapanmasını öngören ve bazı tarikatlerde halvet ve çile adını alan uygulamalara yer vermemekte, bunlar yerine «kalabalık içinde halvet» farca deyimi İle «Halvet der Encümen» prensibini benimsemektedir. Yani murid, yalnız başına bir yere kapanmayacak, fakat şeyhi ile kuracağı sağlıklı rabıta sayesinde kalabalıklar İçindeyken Rabbı ile başbaşa kalabilecek bir ruh saflığına erecektir.
— Bu tarikatte zikir sessizce yapılır. Bu o kadar önemli bir prensiptir ki, sesli zikir tarikatten çıkmayı gerektirecek ağır bir kabahat sayılır. Zikrin muhatabı olan Ulu Allah'ın kula pek yakın oluşu, sesli zikrin huzur hail ile bağdaşmayışı ve riyakârlığa (gösterişe) elverişli oluşu, bu prensibin başlıca gerekçeleri olarak sayılır.
— Bu tarikat gayet titiz bir şekilde şeriata bağlılığı telkin ettiği gibi bidatin her türlüsüne karşı çıkmakta, ayrıca sıradan halkın yararlanabileceği bazı zararsız kolaylıklar olan ruhsatlardan da uzak durmaktadır. Yani şeyhinin önünde istiğfar edip bu tarikatın bağlıları arasına katılan her müridin şeriat yolunun kenarından yürümeye göz yummak ve dolayısı ile her an için yoldan aşağı düşme tehlikesi İçinde bulunmak demek olan ruhsat kolaylıklarından kaçınarak yolun ortasından yürümesi istenmektedir.
Bu saydığımız prensipler yanında Nakşibendî tarikatının diğer bir önemli özelliği de tasavvufun çok önemli bir mertebesi olan «Fena Fillâh» konusundaki telâkkisidir. Bu telâkki, «Hicrî ikinci bin yılının yenileyicisi» olarak anılan Imam-ı Rebbanî —Kuddise sırruhu— tarafından açıklığa kavuşturulmuştur. Kısaca söylersek, bu telâkkiye göre «Fena Fillâh» demek, Allah'ın —hâşâ— zatında yok olmak demek değil, O'nun mukaddes sıfatlarını huy edinerek yeryüzünde onların canlı bir örneği haline gelebilmek demektir.
Allah cümlemizi hidayetine erenlerden eylesin, âmin! ( Nakşibendi Şeyhlerininin Hikmetli Sözleri kitap , Nakşibendi Şeyhlerininin Mübarek Sözleri huzur yayınları , tasavvuf kitapları , nakşibendi tarikatı kitap, Nakşibendi Şeyhlerininin Mukaddes Sözleri )
Fatih, 27 Eylül 1983
Salih UÇAN
İçindekiler
Önsöz
Gavsül A'zam Ervasi'den Hikmetler
Ervasî'nin Vefatı Hakkındaki İşaretleri
Menkıbeler
Sufi Yusuf'dan Dinlediklerim
Gavs-ul A'zam'dan Dinlediklerim
Abdülhadi Cürcanî'den Dinlediklerim
Abdurrahman Tağî'den Dinlediklerim
Gavs-ul A'zam'ın Bazı Adaletleri
Abdurrahman Taği'den Dinlediklerim
Babamdan Dinlediklerim
Şeyh Bahauddin'den Dinlediğim
Tarikatımızın Şartları ve Adabı
Müritler Arasında Gözetilecek Edep Kuralları
Beyaz İnci
Farzlara Ve Sünnetlere Uymak
Ramazan Ayının Faziletleri
Bid'atler ve Bid'atçiler
Gizli Zikir — Açık Zikir
Üstad'ın Gavs'dan Dinledikleri
Üstad'dan Dinlediklerim
Sohbetin Fazileti
Zikir ve Vird
Teveccüh, Hatme ve Sohbet
Mutlak Fani Şeyh
Şeyhî Teslimiyet ve Edeb
Niyet, Muhabet ve İrade
Varlık Duygusundan Sıyrılmak
Ders Vermek
Latifelerin Eğitimi
Öfkeyi Yenmek
Varlıktan Sıyrılmak
Talep ve Yükselme
Şizerat — Birinci Bölüm
Şizerat II
Hastalığı Sırasında Neler Oldu
Abdurrahman Tahî Diyor Ki
Fethullah Verkansi'nin Vefatı
Vefatına İşaret Eden Sözleri
Hastalığı Sırasında Neler Söyledi
Nakşibendî Tarikatının Âdabı
Seyh Ziyauddin'in Vefatı
A. Hıznevî Hazretlerinin Birkaç Menkıbesi
Nakşibendî Risalesi
Silsilemizin Büyüklerinin İsimleri
Kitaptan Kısa Bir Bölüm
NAKŞİBENDÎ ŞEYHLERİNİN MUKADDES SÖZLERİ
GAVSÜL A'ZAM ERVASİ'DEN HİKMETLER (*)
Bismillâhirrahmanirrahîm.
Ulu Allah'ın adı ile başlar ve yalnız O'ndan yardım dileriz. Salât ve selâm efendimiz Hz. Muhammed'in, sahabîlerinin, ehl-i beytinin, soyundan gelenlerin, bağlılarının, dostlarının ve taraftarlarının üzerine olsun.
Cenab-ı Allah şeyhimiz ve efendimiz Ervasî hazretlerinden ve onun yüzü suyu hürmetine de bizlerden razı olsun. Bizden yana kendisini en hayırlı mükâfat ve ihsanlarla mükâfatlandırsın ve bizi ondan ayırmasın-, ayrıca oğluna da babasının gözbebeği olmayı nasip buyursun.
Birinci Hikmet: Ervasî hazretleri —Kaddesellahu te-âlâ ruhehu— neseb zincirinin halkalarını sayarken şöyle buyururdu:
— Ben efendimiz Lütfullah'ın oğluyum. Babam efendimiz Abdurrahman'm oğludur. Abdurrahman efendimiz Abdullah'ın; Abdullah, efendimiz Muhammed'in; Muhammed, efendimiz Muhammed'in; Muhammed, efendimiz Muhammed'in; Muhammed, Şeyh İbrahim'in; Şeyh İbrahim, efendimiz Cemaleddin'in; Cemaleddin, efendimiz Şeyh İbrahim'in; Şeyh ibrahim efendimiz Cemaleddin'in oğludur.»
(*) Burada «Hikmet» kelimesi «Menehet» karşılığında kullanılmıştır. «Menehet» kelimesinin sözlük mânâsı «Hediye», «Bağış», «İhsan» ve «Devamlı Gözyaşı».dır. Arvasî hazretlerinin müridlerine sunmuş bulunduğu ilmî ve fikri hediyeler kasdedildiği İçin «Hikmet» kelimesini kullanmayı uygun gördük. —Mütercim—
Neseb halkasını Cemaleddin hazretlerinde durdurduktan sonra şeyhinden naklederek; «anlaşılan nesebimizin son halkası olarak saydığımız Cemaleddin hazretleri Molla Muhammed Ervasî unvanı ile meşhur olan efendimiz Muhammed-i Kebir'in oğludur» buyururdu. Bunu ba-zan hafif şüpheli bir şekilde, bazan da kesin olarak söylerdi.
İkinci Hikmet: Buyuruyor ki:
Taylesan" iki türlüdür. Biri herkesçe bilinen maddi taylesan, öbürü de manevî taylesan. Manevî taylesan, müridin kendisine ders veren şeyhini, tıpkı bir taylesan gibi, yenleri yüzüne doğru sarkmış ve tepesi üzerinde oturmuş olarak hayalinde canlandırın asıdır. Bu tasavvur, hedefe varma konusunda maddî taylesandan daha faydalıdır.
Üçüncü Hikmet: Ervasî hazretleri —Kaddesellahu teâlâ ruhehu— Ğacdevanî hazretlerinin —Kaddesellahu teâlâ ruhehu— «ayak ucuna bakmak» şeklindeki emri üzerinde sık sık durarak buyururdu ki; «Bu emrin maksadı, müridin bakışlarının tıpkı namaz kılan kimsenin bakışları gibi olmasıdır.»
Dördüncü Hikmet: Ervasî hazretleri —Kaddesellahu teâlâ ruhehu— Bir müridin Hace-i Ahrar hazretlerinin —Kaddesellahu tealâ ruhehu— sohbet meclisine geç kalınca îhlâs ve Fatiha okuyup Şah-ı Nakşibendî'nin —Kaddesellahu tealâ ruhehu— ruhuna bağışlayarak O'ndan şefaat dilediğini anlattıktan sonra müridin bu hareketini şöyle izah etti:
Çünkü Şah-ı Nakşibend, söz konusu müridin şeyhinden daha büyüktür. Bilindiği gibi büyük şahsiyetler, derecelerinin yüceliği oranında bağlarının kusurlarını küçük görürler. Nitekim dünya büyüklerinin tebalarına karşı da aynen böyle davrandıkları görülür.
Beşinci Hikmet: Buyuruyor ki:
«Murid, kanatlarının güzelliğine ve teleklerinin alımlı renklerine iltifat etmeksizin gözlerini daima topuğundaki siyah benekten ayırmayan tavus kuşu gibi olmalıdır. Çünkü söz konusu güzellik tavus kuşunun kendi eseri olmadığı halde gurur duymaya ve böbürlenmeye sebep olarak fitneye yol açabilir.»
**) Taylesan. daha çok seçkin alimler ile şeyhler tarafından giyilen acem ipeklisinden yapılmış yeşil cûbhe, —Mütercim—
Fikrini şu beyitle teyid etti:
Tavus kuşu, harikulade güzelliğine rağmen
Topuğundaki siyah benekten dolayı utanç duyar.
Sözlerini şöyle sona erdiriyor:
Sıradan kimseler gibi, insanın kendisini üstün tkâ-mil) sayması, ilâhî kemale ters düşer ve bundan daha büyük bir kusur düşünülemez.
Altıncı Hikmet: Buyuruyor ki:
«İnsan nefsini alabildiğine küçük, yetersiz ve her hali ile kusurlu görmedikçe şeriatın emri olan istikamet (dosdoğru olmak) hali gerçekleşemez.»
Bu sırada kendisine sorulan bir soruyu sohbet meclisinde bulunan herkesin anlayabileceği şekilde şöyle cevaplandırmıştır : «İnsanın nefsini anlattığım gibi görmemesi büyük bir günahtır.» Arkasından sözlerine delil olarak Simnanî hazretlerinin —Kaddesellahu tealâ ruhehu— «Nefehat» adlı eserde geçen şu sözünü zikretmiştir:
İstikamet (dosdoğru olmak) hali ile büyük günahlar bir arada olamaz.
Yedinci Hikmet: Buyuruyor ki:
Peygamber efendimiz —salât ve selâm üzerine olsun— «Hud sûresi saçlarımı ağarttı, beni ihtiyarlattı» buyurmuştur. Böyle buyurmasının sebebi Hud sûresinde bulunan «Tıpkı emrolunduğun gibi dosdoğru ol» şeklindeki ilâhî emirdir. Nitekim daha sonra
Yasin sûresinin-,
«Hiç şüphesiz sen dosdoğru yoldasın.» (Yasin sûresi, 1-4) mealindeki âyete baş tarafı nazil olunca Peygamberimiz derin endişesinden sıyrılarak huzura kavuşabilmiştir.
Sekizinci Hikmet: Buyuruyor ki:
— Eğer almış olduğum emrin gereği olarak mecbur olmasam hiç kimseyi irşad etmeye kalkışmaz ve tarikat hakkında tek söz bile söylemezdim. O kadar nefsimi kusurlu, eksik ve yetersiz görüyorum.
Sözlerinin burasında şeyhinin kendisine «eğer kendini apaçık bir kâfirden bile daha alçak görmüyorsan yazık haline!» dediğini nakletti. Ayrıca başka bir sefer şeyhine «yolculuk maksadı ile bile olsa insanların arasına çıkmaktan utanıyorum. Çünkü herkesin gözü önünde kusurlarım meydana çıkıyor» deyince kendilerinden şu cevabı aldığını nakletti; «bahsettiğin şahitler her zaman yanıbaşımızdadır.»
Dokuzuncu Hikmet:
Hayvan yavruları insan yavrularına nazaran, ana bakımına ve baba gözetimine daha erken ihtiyaç duymaz hale gelebilmekte, daha kısa bir zamanda kendilerine bakacak duruma gelebilmekte, kendilerine neyin faydalı ve neyin zararlı olduğunu erken ayırdedebilmektedirler. Fakat hayvan yavrularının kendilerinden daha geç büyüyen insan yavrularına göre yırtıcı oldukları da şüphesizdir.
İşte ikinci ve manevî doğumlarını yaşayan muridler de tıpkı böyledir. Ana sütünden daha erken kesilen muridlerin derecesi daha düşük olurken terbiye hücresinde daha uzun süre kalan, çocukluk ve gözetim dönemi daha uzun süren muridler daha uzun boylu, daha sağlam istikametli ve kemal bakımından daha yüksek dereceli olmaktadır. Uzun süre sohbetlere katılmaksızın ve nefisle mücadele uğrunda çile çekmeksizin sadece şeyhlerinin bir bakışı ile kemale ererek irşada yetkili kılman bazı mu-ridlere baksanıza. Çoğu kere böylelerinin eserleri kendileri ile birlikte ortadan kalkmakta, silsileleri kesilmekte, geride tarikatlerinin sancağını taşıyacak kimseleri kalmamakta ve tüttürmüş oldukları ocak arkalarından sönüvermektedir.
Onuncu Hikmet: Buyuruyor ki:
İnsanın elinde olmaksızın içine doğan vesveseler, kuruntular, her ne kadar zararsız şeyler iseler de, murid bunlardan dolayı istiğfar etmelidir.
Onbirinci Hikmet: Buyuruyor ki:
Kalbe doğan vesveseleri giderecek rabıtanın şekli, müridin şeyhinin suretini basma konmuş olarak tasavvur etmesi ve "Bana öyle geliyor ki, şeytanın sızma yolu başım tarafındandır" demesidir.
Onikinci Hikmet:
Namaz kılarken rabıtanın şekli, namaz kılanın kendisini şeyhinin suretine girmiş bir elbiseye tepeden tırnağa bürünmüş olarak tasavvur etmesidir. Kalbe doğan vesveseleri giderecek rabıtanın şekli, müridin şeyhini başı üzerinde oturur vaziyette hayalinde canlandırmasıdır. Başka zamanlarda rabıta kurmak için şeyhin suretini ya-nıbaşmda veya karşısında oturmuş vaziyette hayal etmelidir.
Onüçüncü Hikmet:
Ervasî Hazretleri —Kaddesellahu tealâ ruhehu— şeyhinden naklederek buyuruyor ki:
Zikretmeksizin, sırf rabıta sayesinde hedefe varmak (vusul) mümkündür. Fakat bunun tersine, rabıtasız zikirle hedefe varılamaz.
Ervasi Hazretleri şeyhinin bu sözlerini naklederken, aynı zamanda gayet ender olarak müridin şeyhinin huzurunda sadece zikir vasıtası ile hedefe ulaşabileceği görüşüne meyyaldi.
Ondördüncü Hikmet:
Ervasî Hazretleri —Kaddesellahu tealâ ruhehu— bir şeyhin muridlerini eğitirken onlara sadece rabıta konusunu öğretmekle yetindiğini anlatır ve o şeyhin bu hareketini beğendiğini söylerdi.
Onbeşinci Hikmet: Ervasî Hazretlerinin —Kaddesellahu teâlâ ruhehu— meyline (eğilimine, tercihine) göre müridin rabıta halinde şeyhinden sağladığı faydalar, sohbetler yolu ile sağlayabileceği faydalardan daha çok ve etkilidir.
Yukardaki kasidede isimleri geçen silsilemizin büyüklerinin açık kimlikleri:
— Peygamber Efendimiz Muhammed Mustafa —salât ve selâm üzerine olsun—
— Ebu Bekir Sıddık —Allah ondan razı olsun—
— Selman-ı Farisi —Allah ondan razı olsun—
— Ebu Bekir hazretlerinin torunu Kasım Muhammed
—Allah ondan razı olsun—
— Kasım hazretlerinin oğlu Cafer-1 Sadık —Allah ondan razı olsun—
— Şeyh Ebu Yezid Bestami (Bayezid-i Bestami) —Kaddesellahu Tealâ Sırrehu—
— Ebul Hasan Herkanî—Kaddesellahu Tealâ Sırrehu—
— Ebu Ali Faremidî —Kaddesellahu Tealâ Sırrehu—
— Ebu Yakub Yusuf-i Hemedanî —Kaddesellahu Tealâ Sırrehu—
— Şeyh Abdülhahk Gecdevani —Kaddesellahu Tealâ Sırrehu—
— Şeyh Arif Rivegeri—Kaddesellahu Tealâ Sırrehu—
— Şeyh Mahmud Encir Feğnevî —Kaddesellahu Tealâ Sırrehu—
— Hace Azizan, Ali Rametna —Kaddesellahu Tealâ Sırrehu—
— Şeyh Muhammed Baba Semmasî —Kaddesellahu Tealâ Sırrehu
— Şeyh Emir Kelâl —Kaddesellahu Tealâ Sırrehu
— Şah-ı Nakşbend, Muhammed Buharî —Kaddesellahu Tealâ Sırrehu
— Alâuddin Attar —Kaddesellahu Tealâ Sırrehu—
— Yakub Çerhî —Kaddesellahu Teâlâ Sırrehu—
— Hace Ubeydullah Ehrar —Kaddesellahu Tealâ Sırrehu
— Muhammed Zahid Kaddesellahu Tealâ Sırrehu—
— Derviş Muhammed Semerkandî —Kaddesellahu Tealâ Sırrehu—
— Muhammed Hacegi Emkengî —Kaddesellahu Tealâ Sırrehu—
— Muhammed Bakıbillah —Kaddesellahu Tealâ Sırrehu—
— İmam-ı Rabbani, Ahmed Serhendî —Kaddesellahu Tealâ Sırrehu—
— Muhammed Ma'sum, Urvet-ül Vuska —Kaddesellahu Tealâ Sırrehu—
— Muhammed Seyfuddin —Kaddesellahu Tealâ Sırrehu—
— Seyyid Nur Muhammed Bedvanî —Kaddesellahu Tealâ Sırrehu—
— Habibullah Mirzacan —Kaddesellahu Tealâ Sırrehu—
— Şeyh Abdullah Dehlevî —Kaddesellahu Tealâ Sırrehu—
— Mevlâna Ziyauddin, Zülcenaheyn —Kaddesellahu Tealâ Sırrehu—
— Seyyid Taha Nehri Hekarî —Kaddesellahu Tealâ Sırrehu—
— Gavs-ül Azam, Seyyid Sibgatullah Ervasî, Hızanî Kaddesellahu Tealâ Sırrehu—
— Şeyda Şeyh Abdurrahman Tağî —Kaddesellahu Tealâ Sırrehu—
— Şeyh Fethullah Verkansî, Bitlisi —Kaddesellahu Tealâ Sırrehu—
— Şeyh Muhammed Ziyauddin Nurşinî —Kaddesellahu Tealâ Sırrehu—
— Şeyh Ahmed Hıznevî —Kaddesellahu Tealâ Sırrehu—
— Şeyh Muhammed Masum-i Sanî —Kaddesellahu Tealâ Sırrehu—
— Seyyid Muhammed Erbekendî —Kaddesellahu Tealâ Sırrehu—
Ahmed Hilmi KUĞI
1 Sefer 1400 h. 20 Aralık 1979 m.
7 Kanun-ı Evvel 1395 r.
Huzur Yayınları Nakşibendi Şeyhlerininin Mukaddes Sözleri kitabı nı incele diniz.
Diğer Özellikler |
Stok Kodu | 9789944301992 |
Marka | Huzur Yayınları |
Stok Durumu | Var |
9789944301992