Kitap Osmanlıca Mealli Kuranı Kerim, Rahle boy
Yazar Ahmet Hüsrev Altınbaşak
Yayınevi Hayrat Neşriyat
Kağıt - Cilt Şamua, 6 Renk - Lüks bez cilt
Sayfa - Ebat 1.310 sayfa - 19x28 - Rahle boy
Yayın Renkli sade
Kısa Kodu 314
Hayrat Neşriyat, Tevafuklu, Ahmet Hüsrev Altınbaşak hattı, Osmanlıca Kuran ve Meali adlı kuranı kerim kitabı nı incelemektesiniz.
Rahle boy Osmanlıca Kuran ve Meali hakkında yorumları oku yup kitabın konusu, özeti, fiyatı, satış şartları bilgiyi geniş bir şekilde edinebilirsiniz.
Yaratan Rabbinin adıyla oku . O, insanı " alak " dan yarattı. Oku, Senin Rabbin en cömert olandır. Alak 1-2
Osmanlıca Kuranı Kerim ve Meali
Ebedî hakikatler hazinesi, kelam-ı İlahî olan Kur'ân-ı Azimü'ş-şan'ın oku nması ve anlaşılabilmesi çerçevesinde hazırlanan Kur'ân-ı Kerîm'in Muhtasar Meal-i Şerifi'ni hizmetinize sunmaktan dolayı Rabbimize hamd ve şükrediyoruz.
Binaenaleyh Meal-i Şerifin hazırlanan Osmanlıca nüshası, bir Kur'ân ve kültür hizmeti açısından alanında ilk olma özelliğini taşımaktadır. Kuran ın harflerinin kudsiyeti, Hayrat Neşriyat ailesi olarak bizi, Kuran 'ın mealinin hattını onun hattına yakışır kılmak ve aynı zamanda ilgililerinin de bu hizmetten mahrum kalmamasını temin etmek gayesiyle çalışmaya sevk etmiştir. Titiz bir çalışmanın ve tevfik-i İlahinin bir ürünü olan elinizdeki bu çalışma, Kur'ân'ı Kur'ân'ın harflerinin manevi atmosferinde yaşamak isteyenleri, yani bizleri bekliyor.
TAKDİM
Hakikatler ve hikmeder menbaı olan Kur'ân-ı Azîmüşşân ni'metini, bizlere ihsan eden ve bizi Kur'ân hizmeti ile şerefyâb eden Mütekellim-i Ezelî, Rabbimiz, Halikımız, Cenâb-ı Vahibü'l Atâyâ Hazrederine, nazil oluşundan kıyamete kadar okunacak ve yazılacak olan Kur'ân kelimelerinden ve harflerinden hâsıl olan sevablar adedince hamd ü senalar olsun.
Bütün hâlleri, sözleri ve tavırları ile Kur'ân-ı Hakîm'in en büyük mu'cizesi ve o hutbe-i ezeliyenin en parlak mazhan olan, peygamberler reisi, evliyalar seyyidi Hazret-i Fahr-ı Alem Muhammed Mustafâ (asm)'a, hem şâir enbiyâ ve mürselîn ihvanına, hem âl ve ashâbına ve umum sâlih kullara salât ü selâmlar olsun.
Peygamberimizin da'vâyı nübüvvetinin en büyük delili olan Kur'ân-ı Azîmüşşân, bütün mevcudatın İlâhı ünvânıyla Allah'ın kelâmı olmakla, ezelden geldiğinden ebede gidecektir. Hem o semavî kitap, belagat, i'câz ve îcâzıyla, herbir âyeti arasında kuvvetli irtibâdar bulunan ve âyederi birbirini tefsir eden, böylece bölünmesi mümkün olmayan bir "kelime-i vahide" hükmünde mukaddes bir kütübhânedir.
Bu hususiyeti i'tibâriyledir ki, Kur'ân-ı Kerîm'in en iyi müfessiri, yine Kur'ân'dır. Onun gaye ve maksadlarını, ondan sonra bize en iyi öğretecek olan, pek çok âyâtın sarâhatiyle ifâde edildiği gibi, tebliğ ile birlikte tebyîn vazifesiyle de muvazzaf olan ve vahyi bizzat telakki eden Resûl-ü Ekrem (asm)'dır. O zat (asm)' ın beyânı, bütün tefsirlerin aslı ve esâsıdır ki Kur'ân'ın ma'nâ ve hakîkaderini, ümmetine hâl ve kal lisanıyla tebliğ etmiştir.
Fahr-ı Âlem (asm)'in dâr-ı bekaya irtihâllerinden sonra, gerek sahâbe-i kiram ve selef-i sâlihîn (radıyallâhu anhüm ecmaîn), gerekse arkalarından gelen nice güzide insanlar, Kur'ân-ı Azîmüşşân'm ve sünnet-i seniyenin ruhuna muvafık bir hassasiyetle Allah kelâmındaki marzıyât-ı İlâhiyeyi anlamak ve başkalarına da anlatmak gayesiyle, tefsir faaliyetlerinde bulundular.
Bütün bu nûrânî ve samimî gayretler, Kur'ân hakikatlerinin daha kolay anlaşılmasına hizmet etti. İslâmiyet'in cihanşümul hüviyetiyle, Arab olmayan ve Arabça da bilmeyen insanların fevc fevc bu Hak Dîne dehaletleri neticesinde, onların da Kur'ân'dan istifâde etmeleri ihtiyâcı ve böylece bu tefsirlerin sâir dillere çevrilmesi zarureti hâsıl oldu. Binlerce cildlik eserler, bu maslahatla muhtelif lisânlara tercüme edildi ve istifâde umûmîleşti.
Bu tercüme zaruretine ve bu hizmetin güzelliğine rağmen, üzerinde hemfikir olunan hakikat şudur: Bir eserin başka bir dile çevrilmesi esnasında, o kelâmın, o metnin ma'nâsının diğer bir lisânda aynı hacimde kalarak dengi bir ta'bir ile aynen ifâde etmek zordur. Bu hâl bilhassa, ilmî ve edebî metinlerde iyice müşkillik arz eder.
Hattâ öyle metinler vardır ki, onun ifâdesindeki inceliğin, nüktelerin, vurguların kendi lisânındaki zenginliğiyle tercüme edilmesi pek mümkün değildir. O metin o hâliyle, sanki sâdece o lisâna hâs gibidir. Böyle ibarelerin diğer lisânlara çevrilmesi, artık birebir kelimelerle değil, daha uzun ve geniş veya daha farklı ifâdelerle tahlîl edilerek ancak yapılabilir ki, buna da uzunluğuna ve mâhiyetine göre artık tercüme değil, tefsir veya meal denilmektedir.
Bilhassa îcâz ta'bîr edilen, az sözle çok ma'nâlan ifâde eden; ve i'câz denilen, beyânı ile dinleyenleri mest ederek taklidinde âciz bırakan; ve herbir âyetinde, herbir kelimesinde, hattâ herbir harfinde ve sükûnunda nihayetsiz hikmetler bulunan; ve mübarek müdakkik nazarların içtihâdlarına hüccet olacak incelikler taşıyan; ve en mükemmel dinin esâsâtını vaz' eden Kur'ân'ın birebir hakîkî tercümesinin yapılmasının mümkün olmadığı ve olamayacağı ise aşikârdır.
Bununla beraber, dînî hükümlerin mukaddes mahfazaları olan lâfızlarının yerine hiçbir şey ikâme edilemez, yerlerini tutamaz, vazifelerini göremez. Kur'ân-ı Azîmüşşân'ın cihandeğer üslûb-u âlîsinin yerini, kâinattaki hiçbir ta'bîrât dolduramaz.
Hakikatte tercüme denilen şeyler ise, her ne kadar tercüme hassasiyetiyle, olabildiğince metne bağlı kalarak yapılmaya çalışılsa da, bu noktada artık gayet "muhtasar, nakıs birer meal" hükmündedir. Çünki, âyetlerin ma'nâlarını biraz noksanı ile ifâde etmek ve tefsirlerde beyân olunan nice hârika nazarların serd edildiği ihtimâllerden zarûreten sâdece bir ihtimâli tercih etmek, o metnin aynen tercümesi demek değildir.
Zîrâ Kelâmullah'ın ma'nâsını ifâde ederken, beşer sun'unun ve dahlinin olduğu her yerde, velev ki bu ifâde, yüzlerce cildlik bir tefsir ile olsun, neticede orada 'bize göre' kaydıyla bir hasr, bir tahsis ve o âyetin pek çok vücutlundan tek bir vechini tercih var demektir.
Bu böyle olduğu hâlde, nisbî bir istifâdenin ötesinde, mealin Kur'ân ile denk olduğu fikrine kapılarak, o hakikatleri geniş olarak açıklayan tefsirleri ihmâl etmek, hem münhasıran meal ta'lîm etmenin, "Kur'ân'ı ve dolayısıyla murâd-ı İlâhîyi gerçek veçhiyle anlamak ve ondan şer'î hüküm çıkarmak için kâfi olduğu" iddiasında bulunmak, doğru bir düşünce değildir.
Hem ecdadımızdan böyle bir hizmeti, hakkını vererek yapabilecek olan dirayet sahibi nice ehl-i ilim, bu mevzu'da asırlardır sırf bu endişe ile hassasiyet göstermişlerdir.
İşte mezkûr fâsid telakki netîcesindedir ki Kur'ân, lâfzı ve ma'nâsı ile mu'cize olduğu hâlde, " Türkçe Kuran " veya " Kur'an'ın Türkçesi " gibi yanlış ta'bîrâtı ehl-i îman bilmeyerek kullanıyorlar.
Hâlbuki meal metni, sû'-i niyet ve menfî bir kasıd ile yahut gaflet ile mütâlâa edildiği vakit mahzurlu iken, Kur'ân metninin aslını ve onun tefsirlerinin yerini tutamayacağı bilindiği ve böyle kabul edildiği takdirde, faydasının pek ziyâde olacağı ise muhakkaktır. Zîrâ o ezelî kelâmın mukaddes ma'nâlarını insanların anlayışına bir derece yaklaştırmak, ulvî hakikatlerinin anlaşılmasını kolaylaştırmak, hergün okunan ve dinlenen Kur'ân âyetlerinin ma'nâlannı, çok muhtasar, çok kısa da olsa anlamaya çalışmak elbette güzeldir.
İnsanlık, Kur'ân'ın feyiz ve bereketine her asırda muhtaçtır. Ancak, Kur'ân'ın etrafındaki sûrların yıkılıp artık icazının kendisine çelik bir zırh olarak kaldığı ve âhir zaman fimelerinin sağanak hâlinde ehl-i îmâna hücum ettiği, hem imâm muhafaza etmenin kor ateşi elde tutmak gibi zor ve müşkil bir hâle geldiği, bid'a ve dalâletlerin şahsî ve içtimaî hayâtı istilâ ettiği felâket ve helâket asrının bîçâre ve mütehayyir insanlan, onun sönmez nuruna daha ziyâde muhtaçtırlar.
İşte böyle bir zamanda, her cihetten ve görülmemiş müfsid vâsıtalarla Kur'ân'a ve îmâna hücum edildiği bir hengâmede; "Kur'ân'ın sönmez ve söndürülmez ma'nevî bir güneş olduğunu bütün dünyaya isbât edeceğim!" deyip Kur'ân'ı müdâfaa nâmına cihâna meydan okuyan, maddî ma'nevî her türlü zorluklara göğüs gererek, Kur'ân ve îman hakikatlerinin muhafazası ve gönüllere nakşolunması, hem sünnet-i seniyenin ihyâsı için cansiperane nûrânî bir hizmetle küfrün temel taşlarını zîr ü zeber eden, en mütemerrid ve muannid Kur'ân düşmanlarım ilzam edip susturan ve Kur'ân'ın kırk vecihle mu'cize olduğunu kat'î bir surette isbât edip hak Kelâmullâh olduğunu kör gözlere dahi gösteren, çilekeş Kur'ân dellâlı Üstâd Bedîüzzaman Saîd Nûrsî Hazretleri'nin beyân ettiği şekilde; asır marîzdir, ümmet ma'nen hastadır ve millet de dehşetli rahnelerden mutazarrır ve illetlidir; reçete ise, İttibâ-ı Kur'ân'dan başka bir şey değildir.
İşte bu hâlis ve nûrânî gayeye ma'tuf olmak üzere, Bedîüzzaman Hazretleri, hem Kur'ân hattının muhafazasına hizmet etmek; hem Kur'ân-ı Hakîm'in ma'nâlarında, hakîkatlerinde ve işaretlerinde olduğu gibi, lâfızlarında ve harflerinde dahi çok sırlar ve meziyetler bulunduğuna bir zemin ihzar etmek ve nazar-ı dikkati Kur'ân'ın hattına çevirip, hakîkaderine ehemmiyetle baktırmak; hem de, Kur'ân-ı Hakîm'in dersiyle, irşâdıyla, ilhâmıyla, feyziyle ve yalnız onun ta'lîmiyle ve imlâsıyla yazılan Risâle-i Nûr'u, asıl menbaı olan Kur'ân'a rabtedip; ve onlar kimin malı olduğunu ve neye hizmet ettiklerini ve neyin burhanları olduklarını, onların meziyetleri nereden geldiklerini göstermek için yeni bir tarz ile Mushaf-ı Şerifi yazdırıp haşiyelerinde, âyetlerin hakikatlerinin hangi risalelerde beyân edildiğini şifre nev'inden rakamlarla işaret etmek, adetâ haşiyesinde dilsiz bir tefsir, şifreli bir şerh, rakamlı bir haşiye, sükût ile bir beyânı yazmak ve o Sözler katrelerini (Risâle-i Nûr'u) o denize dökmek azminde ve niyetinde olduğunu yaklaşık yetmiş sene önce ifâde ediyor. (Rumûzât-ı Semâniye, 8)
Selef-i Sâlihîn'in, âyetlerin asıllarına herhangi bir şey karışmasın diye Kur'ân sahîfelerine haşiyelerle izahlar düşülmesindeki içtinâbından korktuğunu, fakat daha sonra gelen müteahhirîn ulemâsının buna fetva verdiğini yine Rumûzât-ı Semâniye adındaki eserinde beyân eden Bedîüzzaman Hazretleri bu niyetlerini: "Eğer re'yiniz inzimam ederse, Kur'ân'ın i'câz-ı zahir ve ma'nevîsine medar bazı işârederle, haşiyesinde hangi risalede îzah ve isbât edildiğine işaret olunacaktır" diyerek, bu hizmeti bir nevi' zımnî muvafakatle, içlerinde mühim âlimler de bulunan talebelerinin meşveretine havale etmiştir.
İşte, " Kuran-ı Kerim ve Muhtasar Meali " nâmıyla takdîm ettiğimiz bu çalışma, milletimizin îmânının selâmeti için yegâne yol olan Kur'ân'la merbûtiyetin te'sîsi gayesiyle, yirminci asırda her cihetten Kur'ân'a hizmeti müsellem, nâdire-i zaman bir şahsiyetin, yetmiş sene önce niyet ettiği, fakat ömrü vefa etmediği bu hizmeti, onun vasiyeti telakki edip, ifâsını kendilerine gaye edinen ve onun bu asra damgasını vuran rahle-i tedrisinde yetişen talebelerinin, üstâdları gibi sırf Allah rızâsını esas tutmaya çalışarak, yine ondan aldıkları ders ile, feyiz ile yapmaya himmet ettikleri mütevâzi' bir gayrettir.
Neşriyatımızın bünyesinde bulunan İlmî Araştırma Merkezi nezâretinde on yıla yakın süren bu çalışma, gerek yurt içindeki muhtelif İlahiyat Fakültelerinden ve şark medreselerinden, gerekse yurt dışındaki Câmi'ü'l-Ezher gibi dînî eğitim veren üniversitelerden ve medreselerden me'zûn olan on kişilik bir hey'et tarafından yapıldı.
İstişare esas tutularak, hey'et hâlinde hazırlanan bu nihâî metin, son olarak ilahiyat, edebiyat, târih, psikoloji, pedagoji, eğitim, mühendislik, teknik eğitim, tıb, iktisad, hukuk, siyasal, güzel san'atlar gibi çok farklı meslek ve ihtisaslara sâhib, ricâlen nisâen oldukça kalabalık bir hey'etin baştan sona ciddî tedkik ve iştirakiyle, görüşlerinden istifâde edilerek bir yıla yakın bir süre içinde redakte edildi.
Bu samimî çalışmamızın her safhasında her ne kadar Kur'ân-ı Azîmüşşân'ın izzetine ve kudsiyetine yakışır bir tavr-ı hürmet ile a'zamî bir ihtimam ve hassasiyet gösterilmişse de, taksirattan ve noksanlıklardan hâlî olmadığımızdan, sehivlerimiz olmuşsa, bunların hüsn-ü niyetimize hamledilerek tashih ve ikmâl edilmesine vesîle olmak üzere tarafımıza bildirilmesini bütün mü'min kardeşlerimizden rica ederken; tevbeleri kabul eden, hatâları affeden, hem hîbe ve atiyyesi vâsi' olan, dilediği kullarının seyyiâtlarını dahi hasenata çeviren Rabbimizden, tazarru' ve niyazımız odur ki; hatâlarımızı affedip bizleri rızâsına mazhar eylesin! Hem kendisine sonsuz hürmet ve meveddede bağlandığımız Habîb-i Rabbü'l-Alemîn, Fahr-ı Âlem ve Resûl-ü Kibriya Aleyhissalâtü Vesselam Efendimiz Hazrederi bu hizmetimizden ruhen hoşnûd olsun!
Bizler bugün, "Elde Kur'ân gibi bir mu'cize-i bakî varken, başka burhan aramak aklıma zâid görünür" deyip, âlem-i ma'nâda aldığı irşada binâen tevhîd-i kıble eden ve kendisine ilk üstâd olarak Kur'ân'ı bilen, hem hayâtının lisân-ı haliyle Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî gibi, "Ben hayatta olduğum müddetçe Kur'ân'ın bendesi ve Hazret-i Peygamber'in (asm) yolunun toprağıyım" ahdinde bulunan ve bütün sergüzeşt-i hayâtı ile bu kararlılığını isbât etmiş bir zât olan Bedîüzzaman Hazretleri'nin, gayet halisane ve nûrânî bir arzusunu îfâ etmenin, Kur'ân hesabına bir nebze olsun hizmet etmenin sürür ve saadetini yaşıyoruz.
Böyle bir hizmeti bizlere nasîb eylediği ve şu mihnet ve kürbet asrında bizleri kendi hâlimizde başıboş bırakmayıp, Kur'ân'ının nurundan mahrum etmediği için Rahmanü'r-Rahîm olan Hakk Teâlâ Hazrederine namütenahi medyun u müteşekkiriz ve hâmidiz.
Kelâmullâh'ın anlaşılmasına müteveccih hizmetlerdeki şerâfet ve muvaffakiyet, ancak o mâide-i semâviyenin misilsiz feyzindendir, hem o Furkân'a hizmetkâr kabul edilip, hak bir da'vâda istihdam edilmenin alâmeti ise, ancak ihsân-ı İlâhî, kabûl-ü Rabbânî mazharı olarak o hizmette muvaffak kılınmak olabilir, diye telakki ediyoruz.
Rabbimiz, Halikımız olan Cenâb-ı Hakk'dan niyazımız odur ki; aklımızı, kalbimizi ve ruhumuzu Kur'ân'ın nuruyla nûrlandırsın! Nefsimizi Kur'ân'ın nuruyla irşâd ve onun nuruyla terbiye eylesin! Hem bizleri o nûr ile yaşatsın, o nûr ile huzuruna alsın! Amîn.
Biz, Hakk Teâlâ'nın Mecîd Kur'ân'ına hizmetkârlık ihsânını ve lütfunu, münhasıran onun ikram, ihsan ve inayeti bildik, öyle kabul ettik ve yine O'nun kudretine istinâd ederek gayret ettik. Te'sir, tergib ve tevfîk ise ancak Müfettihü'l-Ebvâb olan Cenâb-ı Vâhibü'l-Atâyâ Hazretleri' ndendir. ( Osmanlıca Mealli, Osmanlıca kuranı kerim, hayrat neşriyat Osmanlıca meal, Ahmed Husrev Hattı, Kuran-ı Kerim, Kuran, Osmanlıca meal fiyat, cuz osmanlıca kuran, Osmanlıca kuran meali, rahle boy )
Hayrat Neşriyat
27 Ramazan 1430
Hayrat Neşriyat, Tevafuklu, Ahmet Hüsrev Altınbaşak hattı, Osmanlıca Kuran ve Meali adlı kuranı kerim kitabını incele diniz.