Kitap Reşahat Hayat Pınarından Damlalar
Yayınevi Muallim Neşriyat
Yazar Mevlana Ali b. Hüseyin es-Safi
Sadelştiren Enver Yaşarbaş
Kağıt Cilt Şamua Ivory kağıt - Ciltli, Kalın Sıvama Cilt
Sayfa Ebat 607 sayfa - 17x24 cm.
Muallim Neşriyat Reşahat Hayat Pınarından Damlalar kitabı nı incelemektesiniz.
Reşahat, Hayat Pınarından Damlalar kitabı hakkında yorumları oku yup kitabın konusu, özeti, fiyatı, satış şartları hakkında bilgiyi geniş bir şekilde edinebilirsiniz.
Yaratan Rabbinin adıyla oku . O, insanı " alak " dan yarattı.Oku, Senin Rabbin en cömert olandır. Alak 1-2
Mütercimin Önsözü
Esirgeyen, Bağışlayan Allâh'ın Adıyla.
Eğer eski rahmet denizinin (nur saçan ve dağıtan) damlaları olmasaydı, cömertlik denizi ile kerem ihsân eden bulutlar bulunmasaydı, yokluk çöllerinden bizi kim kurtarabilirdi. O rahmet damlaları oluşup da su haline gelip yağmasaydı bize kim su verebilirdi.
Ey gözlerinden gizlilik ve sır perdelerini kaldıran Ulu ve Yüce Allâh'ım! Başka güzel ve büyüklüklerini görmemizi engelleyen perdelerini de gözümüzün önünden kaldır!
Ey Rabbim! Oyun ve eğlence ile meşgul olup, oyalanmaktan bizi kurtar! Bize görebildiğimiz eşyanın hakikatlerim göster.
Yarab! Bu gönül gözünü gerçekleri görenlerden eyle!
Gönül aynamızı temiz ve parlak zikrinle cila eyle!
Zikrinle senin şükrünü yapıp, bunu dilimize dolamayı nasip eyle!
Gönül bülbülünü, hamdini söyleyenlerden eyle...!
Ey imân ehli ve insâf sahibi olan kişi! Bereketli olan bir meyve ağacının fidanını düşün! Düşün ki; Bizleri isteklerimize kavuşturan Yüce Yaradan'ın şükrünün eseri, anber ve misk kokan esintilerle tazeliğini koruyan bu nimetler olmasa ve kendini koruyamazsa, bizim halimiz ne olur? Bunları anlatmaya bile imkân yoktur. Bunlar öyle bir güzelliğe sahip gül bahçelerinden gelir ve getirilir ki; Celâl sahibi, iyilik ve ihsânı bol olan Allâhu Teâlâ Hazretlerinin celle celâlüh eseridir ki;
Feyiz saçan yağmurlarının damlalarıyla büyür, yetişir, olgunlaşır, tazelik ve yeşilliğini de korur. Eğer bunlar olmazsa ve varlığını sürdüremezse, netice itibariyle o meyve fidanları hayat bulamaz, kurur ve ölür. Hatta sert esen rüzgârların tesiriyle, çiçek açmış ve meyve vermiş dahi olsa, bazen kırılır, bazen dökülür ve tehlikeye maruz kalır. Öyle değil mi?
"... O'nu hamd ile anmayan hiç bir şey yoktur."1
Lakin her ne kadar bir bahçıvan bağışlanma ümidiyle, dilek bahçesinde sözü bir su gibi akıtarak şükür ve övgü meyvesini geliştirip, olgunlaştırmaya başlasa da, (o Rabbin) Himmet atlısı hiç durmadan fesâhat ve güzel söz söyleme meclisinde dilini bir oyun sopası gibi ustaca ve akıllı kullanıp, duada bulunarak, bereketli damarları hareketlendirmeye çaba sarfetse ve (Rabbine) "Seni ey Rabbim! Övmekle bitiremem" ibaresinde ki ibret dolu mana gereğince bu nimetin büyüklüğünü açıklasa ve peşi sıra "Ey Rabbim! Senin o yüce şahsın çok uludur. Bizler ise sana hakkıyla şükretmekten ve taat’ tan çok aciziz" sözüyle bu güzelliğin yüksek derecesini ve bu ulvi dereceye kavuşabilmenin zorluğunu itiraf etmiş olsa bile, gönül bülbülü coşarak dilinin gücünün yettiğince şu söylenen beyti, okumaktan kendini bir türlü geri alamaz.
Bizim elimizden ve dilimizden bir şey gelmez.
Her türlü övgü, sana ve yalnız sana aittir.
Şirin sözlü, taklitçi gönül kuşu konuşur.
Ve der ki; Dosta yaraşır bir ağız ile güzel
Konuş, dinleyenler sana dost oluversinler.
Bir zaman içine sığmayan gönlün dili
Şimdi nerede Yüce dostun cemâlini seyredip, bazı şeyleri görüp, seyreden o mübarek göze konuş.
1 İsra Suresi: 17/44
Onun için, halinden ve hayatından memnun olan bir kişi;
Ben insanları ve cinleri ancak bana kulluk etmeleri için yarattım..."17
Ayet-i celilesine tabi olarak hayatını düzenleyip, kendine bir yön vermelidir. Başlangıç ve ahiret sun bilgisine sahip olarak emanet yükünün mesûliyetini üstlenmeli ve hilâfet makamının hakkını vermeye gayret göstermelidir. Bu şuurla hareket eden insan ebedi olan ahiret hayatını kazanma mutluluğuna erişir. Akıl ve zekâ sahibi olan bir insan şurasını gayet iyi bilmelidir ki, irfan sarayının yüce divanına kabul edilme şerefine kavuşmak ve zevk sarayının şeref salonunda ağırlanmak derecesine kavuşmak için kitap ve sünnete tabi olan, kopması mümkün olmayan sağlam bir ipe veya kulpa tutunması gerektiğini anlar ve bilir. Ayrıca bunların İslam'ın sağlam ipine sarılmaya ve bu iki esasa göre hareket etmeye bağlı olduğunu idrak eder. Bunun Allâh celle celâiüh dostlarının müridlik veya muhabbet halkasına kuvvetlice sarılmak ile gerçekleşebileceğini pekala bilir.
Eğer gönlü aydın olan bir merde bağlanırsan,
Peşi sıra cahillerden ayrılırsın, rahat olursun hemen.
Sen yontulmamış bir mermersen eğer,
Git, var, bir gönül sahibine hemen orda ol cevher.
Ama "Bugün sizin için dininizi kemâle erdirdim ve size nimetimi tamamladım..."18
Ayet-i celilesinin mealine göre, sadece kitap ve sünnetin görüşüne göre amel etmek, kurtuluşa ermek için yeterli ve kâfidir. Fakat sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa'nın sallallâhu 'aleyhi ve sellem miras bıraktığı ilim hazinesinden vera (doğruluk) ve takva ilmini öğrenmeden, onu uygulamadan hakikat sırlarına ve ilmine ulaşmak imkânsızdır.
Sır sevgililer arasında kaldı ey dost! O henüz daha açıklanmadı. Onu anlatıp, tanımaya söz yeterli gelmedi, kalem ise henüz yazmadı.
17 Zariyat Suresi: 51/56
18 Maide Suresi: 5/3
Onun için arzu edileni ele geçirmek, gönül ehline samimi sadık olarak içten bağlanmak, onları çok sevmek ve saadet saçıp, insana huzur veren bakışlarına mazhar olmak lazımdır.
Bundan dolayı ufuklarının kutbu ve âşıkların sultanı olan Hz. Mevlâna (Celalüddin Rûmî) manevi bir şifa kaynağı olarak bildireceklerini, kalem alıp, yazdığı mesnevisinde şöyle söyler;
Peygamber dedi ki Ali'ye: Ey Ali!
Hakkın arslanı cesur yürekli.
Lakin arslanım diye güvenme nefsine,
Sığın ümit ağacının gövdesine.
Ne hoştur gölgesine sığınmak, akıl sahibinin,
Onu yoldan ayıramaz hiç bir sözü, nakil ehlinin.
Yeryüzünde onun gölgesi kafdağı gibidir,
Ruhu yükseklerde uçan simurg gibidir.
Kıyamete kadar onu vasfetsem, bitiremem,
Arama hiç ne bir ara, ne bir son, getiremem.
Hakkın zuhuru insan suretine gizlenmiştir.
Artık anlayıver, Allah doğrusunu en iyi bilir.
Çok açık delil ve bilgilerle ortaya konulan nasihatler ve kabullenilen bu bilge, ileri görüşlü başı çekenlere dayanıp, inanarak bu günahkâr, hakir, aciz kul olan ben derim ki;
Allâhu Teâlâ O'na esenlik bahşetsin.
Ne verirse, hayırlısını versin.
Çocukluğumda ve aklım kesip, yaşadığımdan beri doğru yolu gösteren
ermişlerin ve kerâmet dünyasının merkezi (ekseni) bulunan Allâh celle celâiüh
dostu olan veli kullan çok severdim.
işte bunlar Allâb'ın doğru yola eriştirdikleridir."19 Ayet-i Celilesinin meali gereğince onların hidayet saçan,
dağıtan harmanlarından bir başak ve zengin çeşitli sofralarından bir parça azık almak için, önlerinde dilenirdim.
19 Enam Suresi: 6/90
Bir Hadis-i Şerif de Efendimiz sallallâhu 'aleyhi ve sellem "...Kişi sevdiği ile ahiret de birliktedir..." buyurur. Kişi olarak buna uyup sevdiklerimin dostluklarını ve güvenlerini kazanmak ümidiyle kendilerine canımı verecek ve yollarına kurban edecek derecede çok seviyordum. Sadık, samimi olarak, büyük fazilet örneği insanlara bağlanmayı aşırı istiyordum ve bunu ele geçirilecek hazine misali görüyor, kalbimin en derin köşelerinde saklıyordum.
Şiir:
Senin güzel, mübarek sevginle yoğruldum,
Senin (berrak, leziz) sütünle emzirildim.
Bana (yüreğimde) başka şey gerekmez,
zira Aşkın yüreğimde ölmek isterdim.
Çok arzulardım muhabbet balından tatmayı
Ve [berrak, leziz, doyurucu) sütünüzden içerek hayat bulmayı.
Zaman zaman hikmetlerle dolu olan menkıbelerini anlatan yazılmış eserleri okur, hidayeti aşılayan ve onların izlerini taşıyan güzel ahlâk ve amellerini tetkik edip, inceleyerek nefis ve harika sözlerini toplayıp, gücüm oranında onları anlamaya emek verir, çalışırdım.
Şurası iyi anlaşılmalıdır ki; Allâh dostlarının paha biçilmeyen değerde olan hâl ve kemâl cevherleri bu alemin bilinen madenlerinden çıkmıştır. Onun için akıl ve beş duyu organları seziler ile bunları ele geçirmek neredeyse mümkün değildir.
İnsan aklı bazı ince ve keskin şeyleri kavrayabilir ama asıl gerçekleri idrak etmede, acze düşüp şaşırıp, kalabilir.
Bu öyle bir nimet ve cevherdir ki, imân ehli olup ahiret sultanı olmaya layık olanların sedef misâli olan mübarek sinelerinde, sanki bir perde ile aralanmış gibidir. Bu çok kıymetli olan şey göğüs sandığında can gibi saklanmıştır. Herkes bu inciyi alıp ona kavuşup satın alamaz. Tabiri caizse fakir olan biriside, çalışıp, kazanmadan, emek vermeden, karşılığını ödemeden hiçbir şeye sahip olamaz.
Şiir:
Tasavvuf ilmi tarif edilebilinir mi hiç?
O sadece hakkı tanımakla elde edilebilir.
Hakkı müşahade etmeyen bilebilir mi hiç?
Güneş doğup, parlamaya başlasada, köre hep gecedir.
Sevgilisinden uzakta kalan bir âşık, yalnız onun hayaliyle yetinir. O'nun konuştukları ve hareketleri ile hatırlar ve de öyle anar, teselli bulur, ama hatırından çıkaramaz, o yanında olmasa da, yaşama azmini kaybetmez, sevincini sürdürür, (Geleceğin getirebileceği hayal ettikleri ile yaşar) hayatta kalmayı ve yaşamayı başarır.
Mesnevi:
Eğer; Çeşitli şekerlerden bir parça tatmamışsam,
Meğer; Benim için artık zehir içmek daha hayırlıdır.
Her ne kadar arşa göre daha altda kalırsa da
Lakin senin eşiğindeki toprak daha yücedir.
İşte ben bu gerçeği hep nazârı dikkatim altında bulundurarak, tasavvufa dair bol miktar hikmet ve ibretlerle dolu kitaplar okumaya başladım. Oların bana verdikleri zevk ve rahatlık ile huzur sayesinde üzüntü ve yeis içinde yüzen kalbim gonca bir çiçek gibi açılmaya, saçılmaya başlıyordu. Sanki kaybolmuş neşem, bunlarla yeniden yerine geliyordu.
Bana hayat veren bir su pınarı niteliğinde olan kitapların, su gibi olan bilgilerinden içip, öğrenip, bir hakkın serinliyor, yeni çiçek açan güller gibi oluyordum. Onlarda bulduğum ve aldığım lezzet damağımdan gitmiyor. Tabir caizse miski andıran kokulan damağımdan eksilmiyordu.
Bir gün mana âlemi ülkesinin valisi hükmünde olan, Hak yolunun hakiki yolcusu, duruluk, temizlik, saflık makamına erenlerin işâretlerinin açıklayıcısı, Allâhu Teâlâ'nın dostluk makamına erişmiş "Safiyüddün/Safi" lakaplı Hz. Mevlânâ Ali bin Hüseyin'nin yazmış olduğu; "Reşahat Ayn-ül Hayat/ Hayat Pınarından Damlalar" isimli bu mübarek esere rastlayıp vakıf oldum. Güzel söyleme ve fesâhat bakımından son derece güzel hazırlanmış bu kıymetli eseri telakki ettiğim adı ile musemma bu eseri okuduğum zaman, beni bir huzur sarıp-sarmaladı.
Zaman geldi güzel söz söyleme görüşü ve akıcı üslubu eserin güzelliği gereği, şiirlerin güzel manalarını müteala ettiğim zaman, kendimi susamış canlılar gibi, suya koşan biri gibi gördüm. Ruhuma güzellikler bahşediyor, beni çok ferahlatıyor, işaret olunan güzel sözlerin çekiciliği, safa bulmuş iskenderin kendi suretini aynada gören gibi oldum.
Lafzı hoş ve manası çok amaçlı görülen sözler,
Sanki içindekiler, ölümsüzlük suyu saçar cevher gibi.
Hakikaten hikmet dolu bu kitap bir bahçedir ki; Sanki Kevser-Havzı'ndan içip mest olan gibi; “ Orada zencefil karışık bir tasla içirilirler."20 sefasını verir. Selsebil pınarları gibi aşk ve sevgi istidadını "... Şüphesiz iyiler kâfur katılmış bir köseden içerler..."21 doyumsuzluğunu gösterir.
Her nüktesi gül bahçelerinden mana taşır,
Her noktası diri bir tohum özelliği taşır,
Her fıkrası sebze bahçelerinden güzellik taşır,
Her sözleri güzelliklerle bezenmiş çiçek özelliği taşır.
Çekici sözleri, güzel sevgililer misali aşkı arttırır. Garip manalar yüklü yazısı mahbubun (sevgili) yüzü gibi insana sefa ve zevk verir. Her harfinde kalbin ferahladığı görülür. Her lafzı sevgilinin gözünden nişanedir.
Velhâsıl her hikâyesi gönlümün halini anlatıyor. Her rivayeti hikmetli kalem ile hasbihalimi (sohbetimi ve benim halimi) yazıyor. Kelimeler arasında gizlenmiş olan şaşırtıcı, garip manaları hayret denizi ile sanki birbirine aşina, ibarelerin altında dercedilmiş olan ince nükteler can doktoru gibi göğsümde olan yaralara sürmüş gibi deva bulmuş oluyordum. Eski derdim tazelendi. Ben yeniden bir aşka geldim. Yaptığı hizmeti ve verdiği faydalı bilgilerini tamamlayarak bütün insanların faydalanmasını istedim.
Cenab-ı Allâh'ın celle celâiüh yardım ve ihsanı ile farsça olan bu eseri, pehlevi şivesinin kabalığından kurtarıp, baştan sona kadar Türkçeye çevirmeye (Osmanlıca'ya) karar verdim. Bu hizmeti yapmakta Osmanlı-Devleti'nin bütün tebaasının bu eserden faydalanıp, zevk alacak olmalarını temine uğraştım.
20 İnsan Suresi: 76/17
21 İnsan Suresi: 76/5
Zira bu eserin hayat saçan can daman pınarlarından içenler gerçek bir manevi şifa bulacaklardı. Onun için düşünce ve duygularını beni harekete geçirerek işe başladım.
Bundan sonra benim yapacağım şey, Allâhu Teâlâ celle celâlüh Hazretlerine tevekkül, Peygamber ve velilere sarılıp, sığınma olacaktı. Hemen kalemimi elime aldım ve büyük bir gayret ve itina göstererek eseri tercüme etmeye başladım.
İlim, irfan sahibi olanlar zamanla yaptığım tercümenin savuşturma ve yapmacık olmadığını, yazarken zorluk çekmediğimi fakat tercümenin kolayca anlaşılması için çok çalışıp, işimi ehemmiyetle sürdürdüğümü, okudukça pekâlâ anlayacaklardır. Eserde, anlaşılması kolay olan yerleri çevirirken kelimenin söylenişine ve yapısına göre tercüme metodunu, güç yerlerinde ise kelimelerden çıkan mana yolunu tercih ettim. Açıklanması gerekli olan (muğlâk) yerleri, gücüm yettiği ölçüde açıklamaya çalıştım. Böyle kısımların metinde, metinle karışmaması için başlarına "açıklama" ikazını koydum.
Bu kısımların sonuna, yine metinden ayrı tutmak için, "bitirildi" veya "bitti" ifadesini koyup, kullanmayı uygun gördüm.
Bu eseri tercüme ederken, aciz kul olarak ben de bir takım hatalar yapmış olabilirim.
Hatadan beri olan Allâhu Teâlâ'dır celle celâlüh Hatalarımı anlayıp görenlerden şimdilik özür dilerim. Niyetim halis olarak bu işe girdim. İnşaallâh saldırılara ve oklarına maruz kalmam. Ama kalırsam; Her nişancıya bir hedef tahtası lazımdır, diyerek, bunu hatırlatır, affimı talep ederim.
İlim fazilet erbaplarının yaptığım bu tercümeyi iyi inceleyerek, keremli elleriyle tuttukları kalemleriyle, düzeltmelerini, daha mükemmel bir eser olması için rehber olmalarını beklerim.
Bu tercüme (belki) baştanbaşa hatalarla dolu olabilir. Onun için siz okuyucuların merhametine sığınır, bağışlanmayı umudederim.
Ben gözümdeki cehalet perdesini gözüm önünden kaldırdım. Sen de gayret de bulun, bu perdeyi kaldır gözünden.
Bu (mübarek) eseri tercüme eden günahkâr bir kul ve aciz olarak, okuyup da faydalandığınız güzel vakitlerinizde beni de hayır dualarla hatırlamanızı ve güzel (razılık) sözleriyle (hakkınızı helal ederek) ruhumu şâd etmenizi dilerim.
Gönül ehlinden istediğim budur,
Adımı hayır ile analar
Bu yaptığım tercümeye bakınca
Beni bir dua ile şâd edeler.
Kitabın tercümesinde buyurulduğu üzere kötü sözler söylemeyen ve çirkin görünmekten beri olsun. Güzel tekliflere açık bulunsun. Güzelliklere kavuşmaya ve yaşamaya layık olsun ve sonu görülüp söyledikleri iyi anlaşılsın. İmkânlar neticesinde kolaylıkla anlaşılabilsin. Buna da çalışsın. "Madem ki olmuş olan ihtilafların, tekrar edilmesi uygun değildir." muktezasınca konuşmalarında boş sözlere bağlı olmaya.
Lafeen, lafız ile yaptığımız tercümelerde şu yerdeki anlaşılma manasında güçlük çekilmesin diye lafız ile tercümeden mefhum kelamı sapma olmasın diye çıkarılmıştır. Bazı tezyib ve keşife muhtaç olan konulmuş müşkilleri güç yettikçe izâh edip açıklamaya çalıştık.
Tercüme yapan, kelam ile beyti açıklamaya çalışıp ve her bulduğunun sonuna bitiş sözleriyle işâret konulmuştur. Her ne kadar bu konuda bu fakir bir miktar kusurlu bidatları söyleyip, dedikodu yaptıysa da, taata itirafla, itiraz eyleye. İnsanı da hayırla yad edeler. Bu tercümeye baktıkça da bir dua ile onu şad edeler. Gizli kalmasın ki; Bu şerefli kitapta hasseten Silsile-i Nakşibendi ulularının ahvali beyân olunmuştur.
Hocaların büyüklerinden olan kuddise sirruh ervahehum (ruhları aziz olsun) tarikleri (yollan, tarikâtleri) açıklanıp beyan edilmiştir. Lâkin açıklandığı üzere kavuşulan tarafların usûlüne işâret ve isteyene yaklaşmak yoluyla irşâd müjdesi vardır.
Kâşi Mehmed el-Ma'ruf b. Mehmed Şerif el-Abbâsî
Müellifin Önsözü
"Hayat Pınarından Damlalar"
Bizden önce yaşamış şerefli İslam büyüklerinin eserlerini, menkıbelerini, makamlarını içine alan, araştırılmış, seçilmiş ve yazılmış olan bu eser ki; "Hayat Pınarından Damlalar" Mevlânâ Ali bin Hüseyin Es-Safiyüddin'e aittir. Müellif yazmış olduğu bu mübarek eserinde şöyle der;
Allâhu Teâlâ'nın celle celâlüh lütfü ile (şanı yüce ve her şeyi gizlemeye kadir olan Hakk) ikrâm ve lütûflarının bereketi ile sınırsız ihsânları ile Hicri: 889 yılı Zilkade Ayının sonlarında velâyet menzili, hidâyete geçti. Hakikate eren büyüklerin kutbu, iyi bir araştırmacı, alim ve Gavsü'l-Azamü'l muvahhidin, Hakkın yardım ettiği dünya ve dinin ileri geleni, temsilcisi Hâce Ubeydullâh kuddise sirruh Hazretlerinin yüce makamlarına katılmakla, şereflenmek nasib oldu. Bir kerede Hicri: 893 yılı, Rebf ül-ahir Ayının başlarında bu mübarek zâtın dergâhında hizmet veren adamlarıyla tanışma imkânına kavuştum. Bana el verdi. O saadet sahibi Hâce Hazretlerinin büyük meclislerinde daima Silsile-i Nakşibendiyye ulularının, «hasletleri, «şemailleri ve «faziletli menkıbeleri zikrolunup, bu hakir (zelil kul; ben) onları dinlemek lütfuna eriştim. Birbiri ardınca o zâtın anlatılan halini, muciz beyânlarından gelen ve cari olan marifet ve hakikat kokan yüksek sözlerini ve zarif, şerefli hallerinin bazılarından istifade etmeyi anlayıp, idrak ile uğurlu sayıp, öğrenmek benim için bir ganimet oluyordu.
O şerefli faydalar ve nefis cevherleri Hakkın lütfü ile celle celâlüh öğrendikten sonra, onları hafıza sedefimin içinde saklı inci gibi besleyip olgunlaştırıyor, her sohbetin bitiminde, beynimden çıkmasına ve herhangi bir değişikliğe uğramasına fırsat vermeden aynen yazıya geçiriyordum. Çünkü başımdan geçen çeşitli olaylar sebebiyle yaşadığım ve gördüğüm güzellikler, değişikliklerden duyduğum mutluluk, saadet beni (şaşırtıyor) bazen de uzak kaldığım zamanında kendisini hakkıyla tanıyıp, faydalanamadığım için üzülüyordum. O zaman sevinç ve saadet içinde olduğum günlerde dönen başım ve kulağa küpe saydığım inci taneleri gibi olan değerli ve faydalı sözleri, eşi ve benzeri olmayan yaşadığım hatıralarım beni çok etkiliyordu. Adeta bunlar beni uzaklık ve ayrılık cehennemi, sarhoşu ve arkadaşı yapmıştı. Üzüntü ve ümitsizlik içinde, bana dayanak olacak bir dayanma köşesi arıyordum. Kendime bir dert ortağı bulabilmek için, duyduklarımı ve öğrendiklerimi hazır ve her zaman el altında bulundurabilir bir kitaba toplayıp, gönlümden geçiriyordum. Şayet böyle yaparsam mahzun gönlüm manevi mütealasından şifa bulur ve kan ağlayan gözlerim, bu yazdığım bilgileri görüp, bilmekle teselli olur, diye düşünüyordum.
Gül geçip gitti, gülistan harab oldu
Gülsuyu onun kokusunu vermez
Gözden tamamen yar kaybola
Güneş batıp, gidince çerağ yakmak lazım.
MEALİ:
Gül gelip, büyüyüp, yaşayıp gülistan oldu
(Lakin gül solup gidince), gülistan harab oldu
Geriye gülün suları kaldı, ama gülün kokusunu vermiyor
Ulaşmak istediğim yar, tamamen gözlerden kaybolsada
Onun naibi bize yadigâr olarak kalmalıydı
Güneş tamamiyle gidip, yerinde dağ kalırsada,
Yerine yakmak gerekir aydınlık için bir mum.
Lakin rüzgârın verdiği rahatsızlıklar, gece ve gündüzün peşimi bırakmayan belaları dolayısıyla bir türlü içine düştüğüm gevşeklik düğümü açılmıyor. Bu işi sonraya da bırakmak işime gelmiyordu. Onun için benim hemen telif işine başlamam gerekiyordu. Benim bu düşüncem ve halim tam on altı yıl sürdü. Hicri 909 tarihine erişildi. Aynı yılın beşinci ayında o eski düşünce ve iddialarım yeniden ruhumda canlanmaya başlayıp, beni yazım için harekete geçirdi. Bende hemen yazım için tertibe ve çalışmaya başladım.
Bu silsile-i şerife ulularının halifeleri ve ashabının hayatlarını tabaka tabaka araştırdım. Hallerinden haberdar oldum. Her neyse ki; Bu taifenin büyüklüklerinin değişik müteber kitaplarından faydalandım.
Hâce Hazretlerinden ve diğer bu silsilenin azizlerinden vasıtasız duyduklarımın tertibe layık bir kısmını, biriktirip bir araya getirmeye muvaffak oldum. Onların hepsi bu eserde topladım. Bunları, Hâce Hazretlerinin şemâili ve menkıbelerini zikreder hale getirdim. Bu teliften asıl maksadım, yaptığım bu tasnifden arızalı olanları çıkarmaktı. Buna tamamıyla eriştim.
O Hazreti pirin hallerini, makamlarım, tavırlarını, kerametlerini açıklamak ve bildirmek istiyordum. Fakat eksiklerimle meram son buldu.
Bu kitapta, her yerdeki alışılmış usûl üzere Hz. âlişanı dinlemekden muradım, Hâce Ubeydullâh kuddise sirruh Hazretleri idi. Her yerdeki bu büyük ve ulû taife Hz. İsa 'aleyhi's-selâm'ın bilgi ve sözlerinden bir nükte verilmesi özelliğini taşıyordu. Fasıla için onun ünvanına Reşahat Damlalar kelimesi yazılmıştır. Mevzularda dahi her yerdeki fasılaya ihtiyaç duyulmuştur. Onlar ise küçük bir daire içine konulmuştur.
Bütün bu nur saçan feyizli birer cana can katan bereketli damlalar oluştu, oluşturuldu ve (hayat pınarları) meydana geldi. Hayat pınarlarında olan damlalar gönül erbâbı, ilim ve irfân sahipleri ile ashâbının vicdanından çıkıp olgunluğa ve kemâle erişmiş olanların göğüs bahçelerini cennete çevirmiştir. Onun için bu esere "Reşahat-ı Aynül Hayat / Hayat Pınarından Damlalar" adı ile anıldı.
Bu isim ve kitap acaib bir mütenasiplik gösterdi. Harf sayısı itibariyle "Reşahat" kelimesi yazılan bu eserin tamamlandığı tarih H: 909 yılını verdi. Sonuç olarak bu kitabın sonunda yazılan kıta rübailerden de bu tarih çok iyi anlaşılmaktadır. Cenab-ı Allâh inananları doğru yola eriştirsin. (Amin)
Tarikat talebinde bulunanların ve hakikatleri öğrenmek isteyenlerden benim ricam odur ki; umulan ve beklenilenin adı geçen azizlerin ahvallerini ve tavırları ile bilinen sırlan mütealasından hoşlanacaklarından bu toplam bilgiye ve yapılan tertibe hizmet veren biz aciz kulu gönül köşelerinden uzak tutmamaları isteğimiz, hayır dualar ile anma şuuru ile hareket etmeleri ricamızdır.
Ayrıca, bu kitabı yazanın, söyleyen sözlerle hakikat ve fazilet ehlinin güzel ahlâk ve marifetlerini aktarmaktan başka bir niyeti olmadığının bilinmesini isterim.
Parlayan ve görünen bu azizlerin ibret ve işaretlerini, sözlerini saldırı ve inkar oklarının hedefi yaparak, horluk ve hakirlik cehennemine ve helak çölüne atmamalarını dilerim. Hidayet yolunda yürüyenlere selâm olsun.
Bu eserin toplamı bir makale, üç maksad ve bir bitiş üzere yazıldı.
Maksad: İlk başından sonuna kadar Nakşibendî silsilenin hocalarının tabakalarının (K. S.) beyânı ile ilgilidir.
Birinci maksad Hâce Ubeydullâh Hazretlerinin e'ba ve ecdadı ile akrabaları, doğum tarihleri, çocuklarında vaki olan halleri, şemâili, ahlâkı, tavırları, ilk hicret edişleri, seferleri, zamanın şeyhleri ile olan görüşmeleri hakkında ki beyânı içerir.
İkinci maksad: Bazı hakikatleri, bilgileri, incelikleri, sözlerini, hikâyelerini ve emsâlleri ile rivâyetleri ve hallerini beyâna havidir.
Üçüncüsü maksad: ise meclisler içinde Hâce Hazretlerinden vasıtasız duyulmuş sözleridir. Ayrıca Hâce Hazretlerinden bazı görülen şahsına ait halleri ve kerametlerine dairdir. Her biri sağlam, emin, güvenilir ve adil insanlardan nakledilmiştir. Sıhhat derecesinden onlar mesuldürler.
Her üç maksadın her birisi dahi üçer fasıldan oluşur.
Hatime:
Hâce Hazretlerinin kuddise sirruh Ahiret âlemine intikâl ve irtihâllarini beyân eder.
Mevlânâ Ali b. Hüseyin es- Safî
İçindekiler
Mütercimin Önsözü
Müellifin Önsözü "Hayat Pınarından Damlalar"
Hâce Ubeydullâh Taşkendî
Hâce Yusuf Hemedanî
Hâce Abdullah Berki
Hâce Hasan Endakî
Hâce Ahmed Yesevi
Mansur Ata
AbdülmelikAta
Hâce Tac
Said-Ata
Süleyman - Ata
Hakim-Ata
Zengi-Ata
Uzun Hasan - Ata
Seyyid-Ata
İsmail-Ata
İshak Hâce
Sadr ve Bedr Ata
Eymen Baba
Şeyh Ali
Mevdud Şeyh
MEVLÂNÂ SAFÎYÜDDİN RAHİMEHULLÂH »
Kemâl Şeyh
Hadim Şeyh
Şeyh Cemâleddin Buhâri
Hâce Abdülhâlik Gucdüvanî
Hâce Ahmed Sıddık.
Hâce Evliyâ-i Kebîr
HâceDihkân Kılletî
Hâce Zeki Hudâbâdî
Hâce Sökmânî
Hâce Garîb
Hâce Evliyâ-i Pârsâ
Hâce Hasan Sâverî
HâceÖgetmân
Hâce Evliyâ-i Garîb
Hâce Süleyman Kermînî
Hâce Muhammed Şah-ı Buhârî
Hâce Şeyh Sa'deddin Gucdüvanî
Hâce Ebû Saîd
Hâce Ârif-i Rîvgerî
Hâce Mahmud İncîr-i Fağnevî
Emîr Hurd Vâbkeni
Hâce Ali Ergandânî
Hâce Ali Râmîtenî
Hâce Azîzân'a ait olan Şiirler
Görülen Kerametleri
Hâce Hurd
Hâce İbrahim
Hâce Muhammed Külâhdûz
Hâce Muhammed Hallâc-ı Belhî
Hâce Muhammed Bâverdî
Hâce Muhammed Baba Semmâsî
HâceSûfî Sûhârî
Hâce Muhammed Semmâsî
Mevlânâ Dânişmend Ali
Seyyid Emîr Külâl
Emîr Burhan
Emîr Hamza
Emîr Hüsâmeddin Buhârî rahimehullah
Mevlânâ Kemâl Meydânî
Emîr Büzürg ve Emîr Hurd
Bâbâ Şeyh Mübarek Buhârî
Emîr Şâh
Emîr Ömer
Mevlânâ Arif Dîkgerânî
Mevlânâ Emîr Eşref Buhârî rahimehullah
Mevlânâ İhtiyarüddin Dikgerânî
Şeyh Yâdigâr-ı Künsürûnî
Hâce Cemâleddin Dihestânî
Şeyh Muhammed Halife
Emîr Kelân Vâşî
Şeyh Şemseddin Külâl
Mevlânâ Alâeddin Künsürûnî
Mevlânâ Bahâeddin Kışlâkî
Hâce Bahâeddin Nakşibend
Hâce Muhammed Pârsâ
Hâce Ebu Nasr Parsa
Mevlânâ Muhammed Figanzî
Hâce Müsâfir-i Harizmî
Mevlânâ Yakub-i Çerhî
Hâce Alâeddin Gucdüvanî
Şeyh Sirâceddin Külâl-i Peyremsî
Mevlânâ Seyfeddin Menârî
Hâce Alâeddin Attâr
Hâce Alâeddin'in Hastalığı ve Vefatı
Hâce Hasan Attâr
Şeyh Abdürrezzâk
Mevlânâ Hüsâmeddin Pârsâ-yı Belhî
Mevlânâ Ebû Saîd
Hâce Ubeydullâh İmâm-ı İsfâhânî
Şeyh Ömer Bayezidî
Mevlânâ Ahmed-i Meşke
Derviş Ahmed-i Semerkandî
MEVLÂNÂ SAFÎYÜDDİN RAHİMEHUUÂH
Seyyid Şerif Curcânî
Mevlânâ Nizâmeddin Hâmûş
Mevlânâ Sa*deddin-i Kâşgarî
Sa'deddin-i Kâşgarî Hazretierinin bazı kerametleri
Mevlânâ Abdurrahman-ı Câmî
İlim Yolunda ve Tasavvufa İntikalleri
Hâce Muhammed Parsa İle Görülmeleri
Fahreddin-i Luristânî
Ebû Nasr Pârsâ Hazretleri İle Görüşmeleri
Şeyh Bahâeddin Ömer Hazretleri İle Görüşmeleri
Muhammed Kûsevî Hazretieri İle Görüşmeleri
Mevlânâ Celaleddin Ebu Yezid-i Pûrânî İle Görüşmeleri
Molla Şemseddin Muhammed Esed İle Görüşmeleri
Mevlânâ Câmî'nin Hâce Ubeydullâh Taşkendî Hazretleri İle Görüşmeleri
Mevlânâ Câmî Hazretlerinin Semerkand Seyahatleri
Mevlânâ Câmî Hazretlerinin Hicaz Seferi ve Horasan'dan Dönüşü
Mevlana Cami'den Güzel Sunumlar
Mevlânâ Câmî'nin Kerametleri
Mevlânâ Câmî'nin Vefatı, Ahvali ve İhtisarı
Mevlânâ Câmî'nin Çocukları
Mevlânâ Abdülgafûr
Sözler
Mevlânâ Şehâbeddin Pîrçendî
Mevlânâ Alâeddin Âbîzî
Hâce Âbîzî'nin Yemeni Hazretleri İle Görüşmeleri
Şeyh Alâeddin Âbîzî'den Sözler
Mevlânâ Alâeddin Âbîzî Hazretierinin Kerametleri
Mevlânâ Şemseddin Muhammed Rûcî
Muhammed Rûcî Nin Abdülkebîr Yemenî İle Görüşmeleri
Muhammed Rûcî'den Güzel Sözler
Mevlânâ Muhammed Rûcî'nin Kerametleri
Muhammed Rûcî Hazretierinin Vefatı
BİRİNCİ BÖLÜM Hâce Ubeydullâh Taşkendî'nin Ailesi, Çocukluğu, Ahlâkı ve İlk Yolculukları
Birinci Kısım:
Hâce Ubeydullâh Taşkendî'nin Babası, Dedeleri ve Akrabaları
Hâce Muhammed En-Nâmî
Şeyh Ömer Bağıstânî
Şeyh Ömer Bağıstânî'den Güzel Sözler
Şeyh Hâvend-i Tahûr
HâceDavud
Baba-yıÂbrîz
Şeyh Burhâneddin Âbrîz
Şeyh Ebû Saîd Âbrîz
Şeyh Bahşiş
Mevlânâ Tâceddin Dergâmî
Mevlânâ Muhammed Beşâgarî
Hâce İbrahim Şâşî
Hâce İmâdülmülk
Hâce Şehâbeddin Şâşî
Hâce Muhammed Şâşî
Hâce Mahmud Şâşî
İkinci Kısım:
Hâce Ubeydullâh'ın Doğumu, Çocukuğu, Ahvâli, Şemaîli
ve Tavırları
Hâce Ubeydullâh Hazretlerinin Fakr ve Tecerrüdü Seçmesi
Zenginliği ve Mal Varlığı, Kemâli'nin Son Derecesi