Kitap Sabır ve Vefa Timsali Hz. Zeyneb
Yazar Nurdan Damla
Yayınevi Hayat Yayınları
Kağıt Cilt 2.Hamur, Karton kapak cilt
Sayfa Ebat 344 Sayfa - 13.5x21 cm
Nurdan Damla Sabır ve Vefa Timsali Hz. Zeyneb kitabı nı incelemektesiniz.
Hayat Yayınları Sabır ve Vefa Timsali Hz. Zeyneb kitabı hakkında yorumları oku yup kitabın konusu, özeti, fiyatı, satış şartları hakkında bilgiyi geniş bir şekilde edinebilirsiniz.
Yaratan Rabbinin adıyla oku . O, insanı " alak " dan yarattı. Oku, Senin Rabbin en cömert olandır. Alak 1-2
Sabır ve Vefa Timsali Hz. Zeyneb
"Resul duygulandı. Işıltılı gözleri yaşla dolmuştu. Ashabına döndü: 'Bu Hatice'nin gerdanlığıdır.' dedi. 'Onun kiledası, onun hatırasıdır. Rica etsem, bu fidyeyi Zeyneb'e geri gönderip, eşini de salıverseniz!' dedi"
"Vahiyle aşkı arasında kalan kadın sonunda tercihini yapmıştı. Aşkı
erteleyecekti."
"Vahyin ışıklı semasından damlalar aktıkça, hayatına farklı anlamlar yükleyenlerin hikâyesi hiç bitmeyecek. Zeyneb ezelden ebede sürecek olan o yürüyüşün yakın halkalarından biri. Gönül onu anlayıp, onu tarif etmek istedi. Kalp onu sevdi. Akıl onunla hemhâl oldu. Ve kalem... Tezyin olmak için bu kez onu seçti... "
"Birbirini çok seven iki güzel insan! Birisi Allah'ın Son Elçisinin kızı Hz. Zeyneb, diğeri Hz. Hatice'nin yeğeni Ebu'l As. Aşk, inanç, vahiy, ayrılık, hasret, dua ve kavlileyyinle açılan kilitli kapılar. Sevgilinin tedrisinde kör düğümler çözülürken, ilahi tecelli iki âşık yüreği ikramıyla sevindirecekti."
"Zeyneb, kızlarımın en hayırlısıdır. Benim için pek çok musibetlere maruz kaldı."
Hz. Muhammed" (sav)
Cibril o gönül hikâyesinde gökler ötesi âlemden haber getirdiği vakit, aşkın sitemsiz destanına boyun eğdiler. Bu kalp yolculuğunda bir sözdü istenilen. As, aşkı pahasına ahde vefa göstererek 'Sözün Eri' seçilmişti."
"Ey iman edenler! Mümin kadınlar hicret ederek size geldiği zaman, onları imtihan edin. Allah onların imanlarını daha iyi bilir. Eğer siz de onların inanmış kadınlar olduklarını öğrenirseniz onları kâfirlere geri göndermeyin. Bunlar onlara helal değildir. Onlar da bunlara helal olmazlar." Mümtehine 10
------------
Mekke ana kucağı gibi sıcak, sımsıcaktı.
Sarı konağın sundurmasına vardığında soluklanıverdi ilk kez.
Açık duran bahçe kapısından heyecanla içeriye geçti Ebu'l As.
Vakit kuşluk olsa da öğlen sıcağının puslu buğusunu hissetmemişti.
Sıcağa, toza, uykusuzluğa aldırmadan heyecanla yürüdü. Uzak, çok uzaklardan gelmişti. Gül renkli ufukları dörtnala tüketirken o anı düşünmüştü hep.
Uzak çöl seyyahlarının hâli üzerindeyken hiçbirini umursamadı. Ne açık tenini kavurmuş kum yanıkları, ne uzun saçlarım kızartmış güneş kavruğu, ne de üzerine sinmiş toprak kokusu. Hiçbir şey yüreğindeki hasretin önüne geçemedi. Ne açlık... Ne susuzluk... Ne yorgunluk... Hiç ama hiçbiri umurunda değildi genç tacirin. Güçlü bir heyecan dalgasıydı hissettiği. Nefes nefese ilerledi.
Avluya vardığında çocukluktan aşinası olduğu o kokuyla esinleniverdi. Gül ve amber kokusunun hoş rayihasıydı bu. Öteden beri bu kokunun kaynağını çözememişti. Gezip gördüğü hiçbir koku dükkânında, uğradığı hiçbir aktarda, mal alıp sattığı hiçbir tüccarda o nefesi bulamıyordu. İrem'de, Çin'de, Hind'de, Yemende, Şam'da; hiçbir yerde bu kokunun benzerine rastlayamadı. Neydi o insanın başını döndüren, alıp bambaşka âlemlere götüren lahuti his? İnsana aldığı nefesi geri verdirmeyen, dünya denen zeminden ayaklarını kesip başka âlemlere götürürken serinleten, ferahlatan, esinleten koku neydi?
Her evin kendine has bir kokusu olsa da bu koku dünya ötesinden esinlenen bir nefesti. Ve teyzesinin evinden başka hiçbir yerde yoktu. Kaynağını bilemediği o hayat ıtırını yeniden ve derin derin solurken, evin evlatlığı Zeyd onları karşılamıştı. Halleşip kucaklaştılar. Cariye Rim içeri koştu:
"Hanımım müjde!" dedi. "Ebu'l As seferden döndü."
Teyze yeğenini sevinçle karşıladı. Hâlini hatrını sordu:
"Hoş safa geldin yeğenim. Sefer nasıl geçti?"
"Her şey yolunda." dedi As. "Yol çilesi olsa da kervan selametliydi. Bol kârla döndük. Bu seferki mübadele her zamankinden daha bereketliydi."
Teyze-yeğen ticari hayatın cazibeli akışına dalmadan içeri geçtiler. Cariyeler dört döndüler. Serin kuyu sularıyla hazırlanmış hurma nebizi ikram ettiler. Onlar genç tacirin yol yorgunluğunu dindirmeye çalışırken Ebu'l As onu arıyordu. Aylardır görmemişti ve en uzak mesafeleri onun hayaliyle katetmişti. Zeyneb'in sesi, görüntüsü bir kez kulağına ya da gözüne gelse rahatlayacaktı. Ama olmadı. Tuhaf duygular içindeydi ve hâlini kimseye arz edemiyordu. Kaçamak bakışlarla kapıyı, sofayı ve dışarıyı dolaştıysa da gönül ufkunun gül duvaklısını göremedi. İnce bir sızı incitti yüreğini. Bakışları kapıya takılı kalınca, hâli ev halkına da ayan olmuş gibi geldi ona. Teyzesi bunu fark ettiyse de, soylu kadınlara has vakur duruşuyla görmezden geldi.
Onu çok severdi Ebu'l As. O çok bilip az konuşanlara has olgun duruşuyla teyzeden öte gelmişti hep. Her sefer dönüşünde, annesinden sonra uğradığı ikinci kişi olurdu ama nedense bu kez uğradığı ilk durak oydu. İnceliği, anlayışı, cömertliği ve şefkatiyle ne kadar farklıydı! Ticari statünün dilini iyi bilen bu kadın onca bilgiyi, görgüyü ve önseziyi nasıl donatıp beslediğine şaşardı çoğu kez Ebu'l As. Uzak memleketlerin hâlini, yörelerin dilini gidip görmemiş olsa da çok iyi bilmesi, kervancıları yönlendirmesi, tavsiyeleri, prensipleri ve öngörüleri ne kadar da güçlüydü! Kervan ticaretinin can damarı olan ihtiyaç malların tahminini onun kadar iyi bilen bir tacireye daha rastlamamıştı. Buhur yolunun kıvrımlarından haberdardı. Kervan yola çıkarken tavsiyeleri ile her zaman yolunu açar, aydınlatırdı.
"Eşkıya çeteleri harem bölgesi kervanlarına hürmet duyarlar, pek ilişmezler. İlişirlerse başlarına bir iş geleceğinden korkarlar. Sen yine de her yola çıkışında Rabbinin adım an. Kavim ve kabilen soylu ve şereflidir senin. Harem bölgesi halkına her millet saygı duyar."
"Onca uzak mesafelere gitmiş de görmüş gibi konuşursun teyze." derdi As. "Bu kadar çok şeyi nereden biliyorsun?"
"Hind'in, Fars'ın, Yemenin, Çin'in ve dahi Buhur yolunun piyasasını iyi biliriz biz." derdi teyzesi. "O yollara çok kervan göndermiş, çok tecrübe edinmişim."
Sohbet konuları genellikle ticaret üzerine sürüp giderdi. Başka coğrafyalarda görüp yaşadıklarım, giriştiği işleri, aldığı kararlan ilk önce teyzesiyle paylaşırdı. Yine öyle yaptılar. Kervan yolunu, su kuyularım, sahra eşkıyalarını, paragöz cambazların hilelerini, yolda verilen telefleri, sıtmayı, kum fırtınalarını, çekirge sürülerini, deve inatlarım, yeni talepleri, gerekli arzları ve daha bir sürü birikmiş konuyu tek tek ele aldılar.
"Çöl çorak, mevsim kuraktı yine. Dönüş yolunda ufak bir sıkıntı yaşadık. Kum fırtınaları Cirane'deki su kuyularını kapatmış. Gri kumulun altında göz gözü görmezken Şuaybe yönünden gelen kervanlarla su ihtiyacımızı giderdik. Bereket ki bu kez fırtına kısa sürdü. Dingin bir akışla yolumuza devam ettik." dedi. Gençliğin verdiği tükenmez enerjiyle devam etti.
"Biliyor musun teyzem?" dedi Ebu'l As. "Mekke topraklarının çakıl tanesini dünyaya değişmem. Ne Şam'ın kızıl sarayları ne Kisra'nın köşkleri ve ne de Hadramut'un yeşil vahaları bu şehirden aldığım hazzı bana veriyor. Safa tepesinin taşını, Ebu Kubeyş'in duruşunu, Nur dağının haşmetini, Sevr'in yalçın kayalıklarını hiçbir yere değişmem. Şehrime, kavmime ve milliyetime ne kadar düşkün olduğumu her seferden sonra daha iyi anlıyorum."
"Doğru söylersin." dedi teyzesi anne samimiyetinde. "Sen Kutsal Kitabın ve gelip geçmiş kavimlerin yürek darbesinin attığı şehirdesin. Dünyalık saltanatların bir avuç toz olup savrulduğu beldedir bu topraklar. Mal, mülk, ihtişamın bedel getiremediği bir kadim şehirdesin.
Harem bölgesinin hanelerinden birinde doğup büyüdün, Kâbe kokusuyla soluklandın sen. Bu ne büyük bahtiyarlık!"
"Haklısın." dedi genç tacir. "Kavmime ve kabileme bu kadar düşkün olmam da bundan olsa gerek."
Sözün tükendiği noktada heybesini açıverdi Ebu'l As. Renk renk inci keleplerini, Yemenin kızıl yakutlarını, İran'ın yeşil zümrütlerini, Şam'ın ipek taftalarını döktü önüne.
"Bunlar sizin için teyzeciğim." dedi. "Ufak bir gönül hediyesi!"
Duygulanmıştı Hatice. Her sefer dönüşünde kendine ve hane halkına hediyelerle dönen vefalı yeğenine teşekkür etti. İpek üzerine işli entariler, göz görmedik kadifeler, çeyize konabilecek el işi, göz nuru keten örtüler, ipek şallar göz alıcıydı. Evin büyük kızı Zeyneb için Yemen incileri ve pahalı kokular... Rukiye'ye sedef işlemeli aynalar, fildişi taraklar, Ümmü Gülsüm'e nakışlı takunyalar, kehribar kolyeler... Şam çerezleri, Busra ipekleri ve daha neler neler...
Teyze yeğenine sevgiyle baktı. İnsanı memnun etmek onun için çok önemliydi. Sade kendi hanesine değil, yakın akrabanın çoğuna böyle lütufkârdı Ebu'l As. Dünya malını kalbine değil de cebine koymuş olması ne hoş, ne güzeldi!
"Her zaman böyle zarif ve ince düşüncelisin As." dedi. "Hor, kaba ve haşin bir dünyada bu kadar ince ve zarif oluşun beni korkutuyor. İnsanlara dikkat et. Bu yönünü kullandırtma. Kâbe'nin Rabbi seni korusun!"
Önlerinde farklı diyarların nahif kokuları ile zarif dokuları seriliyken, kapıdan bir gül dah uzanıverdi içeriye. Çöl gecelerini esinleyen karanfil kokusu gibi hoş ve ılık esintiler sardı her yeri. Zeyneb'di içeri giren. Utangaç bakışlarıyla çevrili güzel yüzü tebessüm ediyordu. Selam verdi pespembe yanaklarla.
"Hoş geldin teyzem oğlu." dedi çekingen. "Yolculuğun nasıl geçti?"
Kadife gibiydi sesi. Hâlinde edep ve hayâ vardı. Soylu bakışlarını çöl buğusu yemiş kuzeninin üzerine düşürdüğünde, güneşin tüm ışıkları altında kalakalmış hissetti kendini Ebu'l As.
Dili tutuldu genç tacirin. Renkler, kokular silindi. Yanık teni altında kızarıverdi kat kat. Kalbine deli sancılar girdi. Hislerini dışa vurmaktan hayâ eder bir tavırla önüne baktı. Kaçamak cevaplar verdi:
"Hoş bulduk Zeyneb." dedi. "Her şey yolunda çok şükür."
Birlikte büyümüşlerdi. Hayata atıldığı yıllarda bile yoğun iş koşuşmasında onları ihmal etmemiş, sık sık ziyaretine gidip gelmişti. Bu gidiş gelişlerde gitgide, parlak bir ay gibi ortaya çıkan Zeyneb'in güzelliği dikkatini çekmişti. Hâli ve edebi ve inceliği ve terbiyesiyle onu can evinden vurmuş olsa da bunu kendine dahi itiraf edemiyordu As. Onu gördükçe girdiği ruh hâlini çözemiyordu. Bu heyecan dalgası da neyin nesiydi? Bu saklı sevdadan neden kurtulamıyordu? Onu her gördükçe artan bu suçluluk hissi, bu tuhaf mahcubiyet de neydi? Kalbinin kıyılarına çarparak büyüyen dalgalar ne kadar güçlü ne kadar da heybetliydi! Her seferinde daha güçlü bir akımla o kıyılardan içeriye çekiliyordu. Kaçmak, kurtulmak istiyor ama olmuyor, yapamıyordu. Çölün uçsuz bucaksız yolunu o anın hayaliyle aşmışken bunu yapamazdı. Her şey yolunda giderken alnının terlemesi, dilinin dolanması, başının öne eğilmesi de teyzesinin dikkatini çekmişti hani. Önsezisi güçlü kadın onu bu mahcubiyetten kurtarmak istedi.
"Rim... Hadra! Nerdesiniz? Nerede kaldı sofranız?"
"Hazır hanımım." dedi Hadra. "Yemek hazır, avluya geçebilirsiniz." Teyzesi buyur etti. Ebu'l As kaçıyor gibi çıktı odadan. Gönlü teyze kızının yüreğine akmıştı bir kere. İhtiyarı olmadan seyreden bu gizemli akışı durduramazdı. Ne yapsa, nereye gitse kendiyle giden bu gizli derdi kime diyebilirdi ki?
Zeyneb bir kırmızı gelincik. Yaban çiçeği kuru çöllerin. Abıhayatı susuz yurtların. As'ın mahcup duruşu karşısında o da utandı. Gül yanaklarında nazlı pembeler yanıp söndü. Siyah gecelerin yıldızları gibi ışıltılı gözlerini önüne çevirdi. Ebu'l As'ın gönül darbesi işte Zeyneb'in bu hâli idi. Her varlığın üzerinde hayali mühür gibi dolaşan Zeyneb'in göz izleri. Çöl ahularının nazlı bakışı gibi sürmeli, utangaç ve derin. Nereye baksa Ebu'l As o darbeyle irkilirken, hediyeleri aceleyle sahiplerine verdi. Ev halkı bu ilgiden memnunken, Zeyneb'in hâlindeki tedirginlik de neyin nesiydi? Zeyneb hayatın ilkbaharında terütaze bir Kureyş kızı iken, apansız kuzen Ebu'l As'ın sevda rüzgârına mı tutulmuştu?
Henüz on dördündeydi. Arap coğrafyasında genç kızlığın en âlâ yaşıydı bu yaş. En berrak, en safı, en duru, en gözde. Bu Mekke kızının yüreğindeki ırmaklar, kuzen Ebu'l As bin Rebi'ye doğru akıyordu. Annesi kızının kalp ritmini hissettiğinde yeni istifhamlar belirdi düşüncelerinde.
Zeyneb...
Ebu'l As'ın uzattığı hediyeleri alırken neden kıpkırmızı kesiliyor?
Neden bu kadar utamyor?
Neden o gelince kaçacak yer arıyor?
Neden odadaysa dışarı çıkıyor?
Neden kızarıyor?
Neden susuyor?
Bütün bu ipuçları onu ele verirken, onların bile kendilerinin farkına varmadığı zamanlardan hissetmişti bu sevgiyi Hatice. Buna rağmen, vakur duruşunu hiç bozmamıştı. Bazı gerçekleri biliyor ve seziyor iken görmezden gelmek, insanı utandırmamak, mahcup etmemek, yüzüne vurmamaktı gayesi. Hayâ perdesini yırtmadan yine her zamanki gibi saygı ve sevgi zemininde yürümek meziyetken, bunu pek az insan yapabilirdi. Hatice, kızı ile yeğeninin arasında yeşillenmiş gönül vahasında hem anne hem de teyze rolündeyken, bu farkın-dahktan kimseye söz etmedi. İki mahcup yürek kendi gönül mecralarına doğru hızla akarken, sevdanın yaman çölüne düştüklerinden habersizlerdi. Sevdayla örtülü bakışlarını gizlemeye çalıştı ikisi de. Bunu sezdiği için de kuzeni geldiğinde genelde üç beş kelamdan sonra odadan dışarı atardı hep kendini. Hoş beş faslından sonra bir bahane bulup dışarı çıkması, o anda her ikisi için en selametli yoldu.