Kitap Sünneti Reddeden Kuran Müslümanlığı
Yazar İhsan Şenocak
Yayınevi Hüküm Kitap
Kağıt Cilt 2.Hamur, Karton kapak cilt
Sayfa Ebat 244 sayfa, 13,5x21 cm
İhsan Şenocak Sünneti Reddeden Kuran Müslümanlığı kitabını incelemektesiniz.
Hüküm Yayınları Sünneti Reddeden Kur'an Müslümanlığı kitabı hakkında yorumları oku yup kitabın konusu, özeti, fiyatı, satış şartları hakkında bilgiyi geniş bir şekilde edinebilirsiniz.
Yaratan Rabbinin adıyla oku . O, insanı " alak " dan yarattı. Oku, Senin Rabbin en cömert olandır. Alak 1-2
Sünneti Reddeden Kuran Müslümanlığı
İhsan Şenocak
Çekrâlevî Sünnet'i reddeden Kur'an Müslümanlığının/Mealciliğin amentüsünü, İngilizler'den hem talimat, hem de nişan alan Seyyid Ahmed Han'dan aldı.
Buna göre Sünnet'i reddedenlerin bir kısmı doğrudan, bir kısmı da dolaylı yoldan Kiliseye hizmet etmektedir. Bizdeki Mealcilerin her ne iddiaları varsa tamamı Hindistan'da zuhur eden Kur'aniyyûn hareketine aittir. Bu yüzden hadiseyi mukallitler üzerinden değil, ingilizlerin AR-GE'sinde çalışan Çekrâlevî gibi "mucitler" bağlamında tahlil ettik.
MUKADDİME
İslâm'la savaşanlar; Kur'an-ı Kerim'in küreselNgüçleri tehdit eden, dirilten, hükmeden özelligini fasid tevillerle yok etmek için, açıklayıcısı/mübeyyini olan Allah Rasûlü'nün Sünneti etrafında kapsamlı bir algı operasyonu yürütüyor. Bu ameliyelerine "Kuran Müslümanlığı" adını vererek, Müslümanları da bu savaşa katmayı, dışardan olduğu gibi, içerden de İslâm'ı vurmayı hedefliyorlar.
Farklı zaviyelerden Sünnete yöneltilen tenkitlerle Kur'an-ı Kerim'in Sünnet'le irtibatı koparılmakta, böylece herkesin Kur'an-ı Kerim'i arzusuna göre anlamasının yolu açılmaktadır.
Oryantalizma İslâm'la doğrudan savaşarak ilerleyemediğini görünce Sünnet'i reddeden Kur'an Müslümanlığı'yla "ihyacı" görünerek, "imhaya" çalışıyor. Doğrudan Allah
n-net'in, "Beyân münasebeti" bağlamında zikredilmesi, biri gibi diğerinin de ilâhî koruma altında olduğunu gösterir.[1] Âyette geçen "zikir" kelimesi umumi anlamda ele alındığında Allah'ın korunmasını vaat ettiği risâlet ya da İslâm Şeriatı olarak anlaşılır. Nitekim Allah Teâlâ'nın kâfirler istemese de tamamlayacağını vaad ettiği "nurullah" terkibi[2] "İslâm Şeriatı" anlamındadır. Her ne kadar bazı müfessirler âyette geçen "zikir" kelimesinden Kur'an-ı Kerim'i anlasa da, bu durum Allah Azze ve Celle'nin Sünnet'i korumayı tekeffül etmediği anlamına gelmez. Zira Kur'an-ı Ke-rim'le amel edilebilmesi anlaşılmasına, anlaşılması
da Sünnet'in varlığına bağlı olduğuna göre Kuranın "mübeyyini" olan Sünnet'in de Kur'an bağlamında korunması gerekir. Çünkü beyân edilenin korunması beyân edenin doğru bir şekilde muhafaza edilmesine bağlıdır.
Kur'an-ı Kerim'in anlaşılabilmesinin Sünnete olan ihtiyacını yakın planda müşahede eden Sahâbe, Ki-tab'ın Sünnet tarafından açıklanan hiç bir yönünün kapalı kalmaması için, Allah Rasûlü'nün (sav) yemeden içmeye, uyanıklık hâlinden uykuya, oturmadan kalkmaya kadar hayatının bütün detaylarını rivayet etti. Nitekim hadis mecmuâları Sahâbe'nin hiçbir detayı atlamadan Allah Rasûlü'nden (sav) sadır olan her şeyi rivayet ettiği hadislerle doludur.[3]
Kur'an-ı Kerim'in ravileri olan Sahâbe aynı zamanda Sünnet'in de ravisi olma vazifesini üstlenmiş, birbirlerini de sorgulayarak, Sahâbe'nin adaletiyle alakalı bütün şüpheleri izale etmişlerdir. Zira başta Hz. Ömer (r.a.) olmak üzere Sahâbe'nin hadis sorgulaması hep beraatle sonuçlanmış, böylece sonraki dönemlerde yapılacak ithamlar iftira kapsamında değerlendirilmiştir.
Allah Rasûlü'nün (sav) hadislerine hiç bakmadan Sünnete rağmen hüküm verenler, "Niçin böyle yapıyorsunuz?" sorusuna muhatap olduklarında hevala-rına uymayan hadisler mütevatir derecesinde de olsa mevzu olduklarını iddia edebiliyorlar. Bu durumda akla şöyle bir soru gelmektedir: Kuran Müslümanları "Neden Sahâbe'nin rivayet ettiği Sünnet'i inkâr ediyor da, onların naklettiği Kuranı alıyor? Onlar Kur'an-ı Kerim'i rivayet ederken güvenilir de, hadisleri naklederken mi -hâşâ- ihanet içerisindedirler?! Onların her bir nassı muhafaza yöntemi aynı değil midir? Kur'an-ı muhafaza ederken başarılı olanlar, niçin O'nun mübeyyini olan ve korunması kendisinin muhafazasına bağlı olan Sünnet'i hıfzetme noktasında aciz kalsınlar?!
Sahâbe'nin Sünnet Hassasiyeti
Allah Rasûlü'nün (sav) hadislerini himaye edebilmek için ilk rıhleleri Sahâbe başlatmıştı. Bu çerçevede Cabir b. Abdullah tek bir hadisi almak için Medine'ye bir aylık mesafede olan Şam'a Abdullah b. Üneys'e gitti. İbn Hacer, Sahâbe'nin hadis muhafazasının kanıtlarından olan Cabir'in bu rıhlesini kıymetlendirirken şöyle der: "Cabir b. Abdullah'ın, Abdullah b. Üneys'ten kendisine rivayet edilen hadisle iktifa etmeyip, onu bizzat Abdullah b. Üneys'ten dinlemek için kalkıp Şam'a gitmesi, Sahâbe'nin âlî isnada verdiği önemi gösterir." Bu noktada Ebu'l-Âliye de şöyle der: "Biz Allah Rasûlü'nün (sav) Ashâbından nakledilen hadisleri dinler, buna razı olmayıp kalkar onlara gider, bizzat hadisi kendilerinden alırdık. Münferit olarak ya da cemaat hâlinde hadisleri müzakere eder; bu şekilde unutmaya engel olurduk."[4] Ebû Hureyre de (r.a) geceyi üçe böler; üçte birinde namaz kılar, üçte birinde uyur, üçte birinde de Allah Rasûlü'nün (sav) hadislerini okurdu.[5] Sahâbe, tabiûna da, hadisleri muhafaza noktasında kendi aralarında "müzakere" yapmayı önermiştir. Bu noktada Enes b. Malik öğrencilerine şöyle derdi: "Biz Allah Rasûlü'nün (sav) huzurunda hadisi dinler, kalktığımızda da hıfz edene kadar onu tekrar ederdik." Nitekim Atâ b. Ebî Rebah da İbn Abbas'ın konuyla alakalı şöyle dediğini rivayet etmektedir: "Benden bir hadis duyduğunuzda onu aranızda müzakere ediniz."[6] Sahâbe'nin hadis müzakeresi ve bu noktadaki telkinleri, tabiûn döneminde hadis halkalarının yaygınlaşmasına zemin hazırladı. Daha sonra ise, hadisin sahihini zayıf ya da mevzusundan ayıran, sened-metin tahlili yapan muhaddisler geldi. Allah Teâlâ bir şevki ilahîyle Kur'an-ı Kerim gibi Sünnet'i de muhafaza edecek bir neslin yetişmesi için vesileler halketti.
Al-i İmrân, 3/31.
Rivayet Sistemi
İnsan hayatının tecessüsü haram olmasına[7] rağmen muhaddisler, "sahih" hadisi "zayıf" ya da "mevzu'sundan ayırabilmek için rivayet sistemi içerisinde yer alan her bir râvînin hayatını detaylı bir şekilde incelemiş ve bu bağlamda on binlerce insan kayda geçmiştir. Bir halkada hadis rivayet edilirken, alana vâkıf olanlar rivayet zinciri içerisinde yer alan râvîleri tanır; hemen hepsi hakkında hükmünü verebilirdi. Mücte-hid imamların içtihat halkalarında da muhaddisler yer alırdı.
Bazı sahâbilerin bir rivayeti naklederken " Sanki şimdi Allah Rasûlü'ne (sav) bakıyorum." şeklinde ifadeler kullanması, hem hâdiseye verdikleri önemi hem de hadis ilmine ayrıntısıyla vâkıf olduklarını gösterir.
Peki, Sahâbe neden Sünnet'i koruma noktasında olağanüstü bir gayret içerisinde olmuş, her gittiği yerde Allah Rasûlü'nden (sav) bahsetmiştir? Çünkü Kur'an-ı Kerim pek çok âyet-i kerîmede Allah Rasûlü'ne (sav) ittibâ etmeyi emretmektedir. Allah Teâlâ'nın korunmayacak bir Sünnet'e ittibâ etmeye çağırması, sonra da hurafelerle amel edenlerden bunun hesabını sorması adalet-i ilâhîye sığmaz. Hangi Müslüman Allah Teâlâ'ya böyle bir isnatta bulunabilir? Bu durumda Allah Rasûlü'ne (sav) itaat etmeyi emreden her âyet Sünnet'in korunmuş olduğunu da ilan eder.
Kur'an-ı Kerimde en fazla vurgulanan talimatlardan biri de Allah Rasûlu ne (sav) itaattir. Pek çok sûrede bu hususu ihtiva eden âyetler vardır. Bir grup insan, "Ey Muhammed! Biz rabbimizi seviyoruz" deyince;[8] Allah Teâlâ temelinde "peygambere ittibâ" olmayan mücerred bir sevginin hükümsüz olduğunu beyân noktasında şöyle buyurmuştur: "(Rasûlüm ) De ki: 'Allah'ı seviyorsanız bana uyun ki karşılığında Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı affetsin'!19 Allah Rasûlune (sav) ittibâ, ilâhî sevgiye nâiliyete; muhalefet ise azaba sebep olur. İnsanların ilâhî merhamete nail olmaları gibi, Cennete girmeleri de Allah Azze ve Celle'ye itaatin yanında Allah Rasûlü'ne (sav) itaate bağlanmıştır.[9] Allah Rasûlü'ne (sav) itaati emreden her âyetten sonra şu hakikati tekrar etmeli: "Mademki Sünnet'in ilâhî koruma bağlamında olmadığını savunuyorlar, bu durumda bugün aramızda Sünnet-i Seniyyesi ile yaşayan Peygamber'e nasıl itaat edileceği sorusuna da fasid tevillere gitmeden cevap versinler."
Kur'an-ı Kerim'in, Allah Rasûlü'ne (sav) itaati, Allah'a itaatle aynı cümlede ve birini diğerine atfederek vermesinden, ikisinin de farklı şeyler olduğu, dolayısıyla Peygamber'in tebliğ ettiği Kur'an gibi, Sünneti'nin de esas alınması gerektiği anlaşılır. Mademki Allah Rasûlü (sav) Rabbinden aldıklarını tebliğ ediyor,
o halde getirdiği de, bildirdiği de Rabbi'ni razı edecek hakikatler bağlamında değerlendirilir. Bu durum, Allah Rasûlü'ne (sav) itaat etmeyi, Allah'a itaat etme seviyesine çıkarır. Zira "Kim Rasûle itaat ederse muhakkak ki Allah'a itaat etmiş olur."[10] buyrulmaktadır.
Şeriat, Allah Rasûlü'nün (sav) Sünnetiyle kâmil olduğundan, Müslümanlar aralarında hükmetmek için Allah'a ve Rasûlü'ne çağrıldıklarında "İşittik ve itaat ettik." derler.[11] Allah Teâlâ, Sünnete ittibânın kaçınılmaz olduğunu Müslümanlara öğretme bağlamında, gerçekte hüküm kendisine ait olduğu halde, " "[12] kelimesindeki zamiri "tesniye" yerine "müfred" olarak zikrederek Allah Rasûlü'nün (sav) yalnız başına hükmedeceğine işaret etmiştir. Nitekim ulemâ Sünnet'in; Kur'an'ın mücmelini açıklayan, mutlakını tak-yid eden, umumiyet ifade eden, nazmını tahsis eden yönü yanında, hükmü Kur'an-ı Kerimde beyân edilmeyen mevzularda müstakil olarak hüküm koyan bir kaynak olduğunu belirtmiştir.
Namazların hangi vakitlerde, kaçar rekat ve nasıl kılınacağı, hangi rükünlerde nelerin okunacağı, orucun nasıl tutulacağı, zekâtın hangi mallardan ve ne kadar verileceği, haccın nasıl yapılacağı gibi hususlar Kuranda olmadığından Allah Rasûlü'nün (sav) Sünnetiyle beyân edilmiştir. Fıkıh kitaplarında yer alan hükümlerin önemli bir bölümünün çözümüne hadisler üzerinden ulaşılmıştır. Sünnet aynı zamanda Kur'an-ı Kerimde yer almayan pek çok meselenin hükmünü de belirtmiştir. Bir kadının âdet hâlinde namaz kalamayacağı ve oruç tutamayacağı, buna mukabil sadece tutamadığı oruçları kaza edeceği, şuf'a hakkı ile ilgili hükümler, ninenin mirastan alacağı pay gibi hususlar Sünnet tarafından belirtilmiştir.14 Pek çok hadisin doğrudan; özürlü on kadının da Allah Rasûlü'ne (sav) gelip, "Bu halde namaz kılalım mı Ya Rasûlallah?" diye sormaları dolaylı olarak göstermektedir ki bu kadınlar âdet kanı gördüklerinde namaz kılmıyorlardı ki, özrü de âdet bağlamında değerlendirip, Allah Rasûlü'ne (sav) sorma ihtiyacı hissetmişlerdi. Kadınların âdet hallerinde ibadet etmeleri gerektiğini savunanların neredeyse tamamının "Kur'an Müslümanı" olması aslında niçin Sünnet'i inkâr ettiklerinin de cevabıdır. Allah Rasûlü'ne (sav) rağmen hüküm koyanların, masum bir Peygamber'in Sünnetinin önemli bir kısmını Kurana aykırı bulup reddetmeleri, kendilerine masumiyet isnat etmeleri anlamana gelir. Günahkârların hüküm koyduğu bir zamanda, masum bir Peygamber'in müstakil olarak hüküm vermesinden niçin rahatsızlık duyulur?
MNisâ Sûresi'nin 23. âyet-i kerîmesinde karâbet, radâ' ve sıhriyet yoluyla evlenilmesi haram olan kadınlar zikredilmiş, bir sonraki âyette ise bu kadınlardan başkalan ile evlenmenin helal olduğu beyân edilmiştir. Fakat bir erkeğin hanımı üzerine onun teyzesi ile evlenemeyeceği hususu ise Sünnet tarafından tayin edilmiştir.
Allah Rasûlü'ne (sav) muhalefet etmeyi yasaklayan âyetler de, Peygambere rağmen bir İslâm'dan bahsetmenin dünyada sapıklığa, Ahirette ise Cehenneme girmeye sebep olduğunu belirtmektedir: "Allah ve Rasûlü bir meselede hüküm verdiğinde, inanmış bir erkek ve kadın için o meseleyi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Rasûlü'ne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur."[13] Kur'an-ı Kerim'i, Allah'ın muradı yerine, insanın hevası çerçevesinde anlamanın yolu Sünnet'in sistem dışına itilmesiyle açılacağından, Efendimizin Sünnetine isyan, "sapıklık" bağlamında zikredildi ve Allah Rasûlü'ne (sav) başkaldırı aynısıyla Allah'a başkaldırı olarak tavsif edildi. İhtilaf edilen bir hususta Allah Rasûlü'nü (sav) hakem yapmayanların Müslüman olarak kabul edilemeyeceği belirtildi.[14] Allah'a, Rasûlü'ne ve Müslüman idarecilere itaat etmeyi, ihtilaf durumunda ise mevzuyu Allah'a ve Rasûlü'ne arz ederek ilâhî ya da nebevî talimatlara göre çözmeyi emreden âyeti kerîme de[15] geçen dıı jj ifadesinden Allah'ın Kitab'ı; 's ifadesinden de Allah Rasûlü'nün (sav) Sünneti anlaşılmaktadır.[16] Ayrıca …… âyetinde zikredilen … şeklindeki emir fiilinin "Allah" ve "Rasûl" kelimelerinden önce zikredilmesi, buna mukabil "ulu'l-emr"den evvel zikredilmemesi, Allah Rasûlü'nün (sav) Kur'an-ı Kerim'i tebliğ bağlamı dışında, beyân ettiği hususlarda da müstakil olarak itaat mercii olduğunu bildirir. Nitekim "ulu'l-emr"den önce ……. fiilinin hazfedilmesi ve "Rasûl" kelimesi üzerine atfedilmesi, idarecilerin müstakil olarak itaat mercii olmadıklarını ve bu yüzden de onlara itaatin ancak Paygamber'e ittibâ etmeleri şartıyla doğru olacağı, aksi takdirde ise hiçbir şekilde idareciler için itaatin söz konusu olmayacağını ispat eder.[17]
Allah Rasûlü'nün (sav) Sünnetinin "vahiy" olduğunu beyân eden Kur'an-ı Kerim O'na itaatten yüz çevirmeyi de küfür olarak nitelemektedir.[18] Nitekim Âl-i İmrân Süresindeki âyet-i kerîmede Allah'a ve Rasûlü'ne itaat emredildikten sonra, ikisinin arası ayrılmadan, yüz çevirenlerin kâfir olduğu belirtilmektedir.
Kur'an-ı Kerim çok sayıda âyette Allah Rasûlü'ne (sav) ittibâyı emretmekte, ona muhalefeti "küfür" olarak nitelemekte ve kulların ilâhî muhabbete muhatap olabilmelerinin yolunun da Efendimiz'e ittibâ olduğunu beyân etmektedir. Bugün Allah Rasûlü (sav) aramızda olmadığına, Kur'an'ın âyetleri de bütün zaman ve mekânı kuşattığına göre insanlar Allah Rasûlü'ne (sav) itaat emrini, O'nun Sünnetiyle amel ederek yerine getirecektir. Kur'an-ı Kerim'in, Sünnet-i Seniyye ışığında anlaşılmasını "uydurulan din" olarak gören ve Sünnet'in Kur'an-ı Kerim gibi korunduğu hakikatini reddedenler bu halleriyle "Allah'ın, Rasûlü'ne itaati emreden âyetlerinin, Müslümanları sahihi mevzu-ukkkdan ayrılamayan hurafeler mecmuası olan Sünnete uymayı emrettiğini" savunmaktadırlar.
İbnul-Kayyım el-Cevziyye, Ebû Abdillah Muhammed b. Ebi Bekr b Eyyyub, İ'lâmul-Muvakkıîn, Dâru'l-Kitâb el-Arabî, Beyrût, 1996,1, s.48.
Kur'an tarihsel olmadığına ve her bir âyet zaman ve mekân üstü hakikatleri içerdiğine, Allah Rasûlü (sav) aramızda olmadığı hâlde şu kadar âyet-i kerîme ümmeti Peygamber'e itaat etmeye çağırdığına, aksi bir hâlin "küfür" olduğu icmaya medâr olduğuna göre, "Rasûle itaat ediniz." şeklindeki âyet-i kerîmelerin tek bir izahı olur ki; o da, Sünnet-i Seniyye'nin vahiy kabul edilmesidir.
Allah Teâlâ, Kitabının murad-ı ilâhî çerçevesinde anlaşılmasını temin için O'nun mübeyyini olan Rasûlü'nün (sav) Sünnetini de muhafaza etti. Aksi bir durum Kur anın -hâşâ- uydurulmuş hadislere ittibâyı emrettiğini iddia etmek olur ki bu da söyleyen için felakettir.
Haziran 2017
İhsan ŞENOCAK
[1] Bkz: Hicr, 15/9; Sabri, Mustafa, Mevkıful-Akl vel İîm vel-Âlem min Rabbil-Âlemîn ve İbâdihil-Murseltn, Dâru't-Terbiyye, Dimeşk, 2007, IV, s.74.
[2] Tevbe, 9/32.
[3] İbn Salâh, Ebu Amr Osman b. Salahaddin, Ulûmul-Hadîs, (thk. Nureddin Itr), yy., 1981, s.12.
[4] İbn Hacer, Şihâbuddin Ebu'1-Fazl Ahmed b. Ali b. el-Askalânî, Fethul-Bârî, Dâru'l-Fikr, Beyrut, 2000,1, s.210.
[5] Hatib el-Bağdâdî, Ebu Bekir Ahmed b. Abdülmecid, el-Câmi' li-Ahlâki'r-Râvî ve Âdâbi's-Sâmi', Mektebetul-Me'ârif, Riyad, 1989, II, s.399.
[6] el-Hâkim, Ebu Abdillah Muhammed b. Abdillah, el-Müstedrek, İlim, H. No: 324, Dâru'l-Kütübi'l-İlmiyye, Beyrût,1990.
[7] Hucurât, 49/12.
[8] Abdulmehdî b. Abdulkadir, el-Medhal ile's-Sünne, Dârul-İ'tisâm, Kahire, 1998, s.79.
[9] Âl-i İmrân, 3/132; Nisâ, 4/13.
[10] Nisâ, 4/80.
[11] Nûr, 24/51.
[12] Nûr, 24/51.
[13] Ahzâb, 33/36.
[14] Nisâ, 4/65.
[15] Nisâ, 4/59.
[16] İbn Abdilberr, Ebu Ömer Yusuf b. Abdillah, Câmiu Beyânil-İlm,
Dâr-u İbnil-Cevzî, 1994,1, s.765.
[18] Âl-i îmran, 3/32.