Yazıcıoğlu Muhammed Bican, Muhammediye ÇELİK

Fiyat:
600,00 TL
İndirimli Fiyat (%39,5) :
363,00 TL
Kazancınız 237,00 TL
Havale / EFT:
352,11 TL
Aynı Gün Kargo

Kitap              Muhammediye
Yazar             Yazıcıoğlu Muhammed
Tercüme         Doç. Dr. Abdülvehhap Öztürk
Yayınevi         Çelik Yayınları
Kağıt - Cilt      2.Hamur  - Kalın Ciltli
Sayfa - Ebat   1.064 sayfa - 17x24 cm
Basım             2021 

 

Çelik yayınları, Yazıcıoğlu Muhammed tarafından yazılan Muhammediye adlı kitabı incelemektesiniz.
Muhammediye kitabı hakkında yorumları okuyup kitabın konusu, özeti, fiyatı, satış şartları bilgiyi aşağıda geniş bir şekilde edinebilirsiniz.

Yaratan Rabbinin adıyla  oku .  O, insanı " alak " dan yarattı. Oku, Senin Rabbin en cömert olandır.  Alak 1-2


                       MUHAMMEDİYE  

                Muhammediye
 

 Rahman ve Rahîm olan Allah'ın adıyla, 

Âlemlerin Rabbi Allah'a hamd ve âhir zaman Peygamberi Muhammed Mustafa'ya, âl ve ashabına sonsuz salât ve selâm ederiz.

Sayın okuyucular, şimdi size 855 H. / 1451 M. tarihinden itibaren Anado­lu'da ve Türkçe konuşan bütün illerde Kur'ân-ı Kerîm'den sonra en çok okunan ve Mevlânâ'nın Mesnevî'si ile denk tutulan bir kitabı, yâni Yazıcıoğlu Muhammed Efendi'nin " Muhammediye Kitabı “nın bugünkü dile sadeleştirilmesini ve şerhini sunuyo­rum.

Kitap halkımız ve insaflı ulemâ tarafından o kadar rağbet görmüş ki, ''Anlatıl­maya gerek yoktur" denmiştir. (Taşköprüzâde, eş-Şakâiku'n-Nu'mâniyye fî Ulemâi'd-Devleti'l Osmaniye, s. 67: Kâtib Çelebi, Keşfu'z-Zünûn, 2/1618). Daha buna benzer sayısız övgü ifadeleri görmek isterseniz, Amil Çelebi'nin Muhammediye üzerine yazılan ve Millî Eğitim Bakanlığı tarafından yayınlanan araştırma ese­rine bakmak kâfidir.

Kitap müellifin ölüm tarihinden de anlaşılacağı üzere Osmanlıların kuruluş yıl­larında Fâtih Sultan Mehmed Han'nın babası Sultan Murad ve kısmen de Fâtih zamanında ulemânın bol olduğu bir devirde yaşamıştır. Akranlarının Molla Fenârî (Ö. 834/ 1430); Akşemseddin (Ö. 863/ 1458) ve Molla Yegân (Ö.840/1436) gibi mütebahhir âlimler olduğunu öğrenmek sanırım bize bu hususta kısa bir fikir verir (Âmil Çelebi, Muhammediye 1, s.9).

Muhammediye kitabı manzum ve müellifinin ifadesiyle na't olarak yazılmıştır. Yâni Allah'ın ve Resûl'ünün güzel sıfatlarını anlatmak için yazılmıştır. Esas bu te­mayı işlerken İslâm dininin temas ettiği bütün konular verilmekle beraber Âdem'­den hâteme kadar ne varsa hepsine temas etmiştir. Bunu da öyle yanık düzgün bir dil ve öyle yanık bir yürekle yazmıştır ki, bir ara ağzından çıkan sıcak bir nefes elin­deki kâğıdı yakıp simsiyah etmiştir. Kitapta bu bölümü gayet kolay bulursunuz.

Müellif, daha doğrusu Şârih İsmâîl Hakkı Bursevî'nin ifadesiyle Nâzım Haz­retleri kitabını duygusal yazmakla beraber, büyük bir İslâm âlimi olması hasebiyle de başta Kur'ân-ı Kerîm olmak üzere, Keşşaf, Zemahşerî, Mukatil (150/767); Ebû Nuaym Hâfizu'l-İsfehânî (430/1038; Kadı İyaz, Şifâ (544/1149); Kurtûbî, Tezkiretü'l-Mevt (340/951); Şems-i Şirâzî, Mücâhid, Süddî (127/744); Ebû Bekr Nakkaş; İbn Abbâs, Ebû'l-Leys Semerkandî vd. gibi muteber tefsîr kitaplarına da­yandırmıştır. Bu itibarla kitabı hem hedef kitle olan halka hem de ulemâya uygun düşmüştür. Tıpkı Mesnevî gibi bu iki büyük zümre tarafından kesintisiz okunmuş­tur. İşte Muhammediye, halk kitabıdır denmesinin sebebi budur. Bir de dili, uzun bahirlerde kısmen ağır olmakla beraber "Mesnevî" başlığı altında yazılan kısımlar­da oldukça sade ve çok sürükleyicidir. Sanırım halkımızı daha çok bu kısmı cezbetmiştir. Ulemâ ise her tarafını rahatlıkla anlamıştır. Şunu da kaydetmek duru­mundayım ki, eser yoğun bir vecd duygusu içinde yazıldığından anlaşılması kolay olmamış, bu yüzden bazen itirazlara uğramıştır. Zâten İsmâîl Hakkı gibi hem ilim­de, hem de tasavvufta zirveye çıkan bir âlim tarafından şerh edilmesinin sebebi budur.

Ben bu çalışmayı yaparken İsmâîl Hakkı Hazretlerinin, kitabın bir harfine bi­le itiraz ettiğini görmedim. Böylesi bir âlimin bu tutumu karşısında bizlerin hiçbir şey demememiz daha doğru olacaktır.

Müellif Nâzım Hazretleri Ehl-i Sünnet ulemâsından ve o itikat üzeredir. Bazen derin tasavvufî konulara dalarak ifadelerinin Vahdet-i Vücûdu hatırlatacak olduğu yerlerde, hemen duraklar ve okuyucusuna; "Allah başka, bu yaratıklar başkadır. Bunları Allah yaratmıştır: O, Halik, bunlarsa mahlûktur," diyerek ihtarda bulunur. Bunu da kitabı okurken göreceksiniz.

 Kitap hem halk hem de ilim adamları tarafından sâhiplenildiği için zaman za­man ağır ve anlaşılması zor konulara girmiştir. İşte bunu gören büyük İslâm âlimi ve tasavvufta kutbiyet makamına çıkan (Bedia Dikel, İsmâîl Hakkı Bursevî, Celvetiye yolunda Silsilename, s. 9) yüzü aşkın eserinin yanı sıra Rûhu'l-Beyân gibi çok hacimli ve tasavvufa ağırlık veren eserin sahibi İsmâîl Hakkı Bursevî, "Ferâhû'r-Rûh" adında kitap üzerinde ikinci büyük cilt bir şerh yazmıştır. Şunu açıkça itiraf edeyim ki, eğer o eser olmasa idi, ben Muhammediye'yi asla doğru anlayamaz ve bu çalışmaya da girişmezdim. Bu eseri temin ettikten sonra Muhammediye'nin her harfi için bu şerhe müracaat ettim ve elimin altından hiç ayırmadım. Tek bir beytini atlatmadım. Buna rağmen yine de hakkını verdiğimi söyleyemem. Zira hem "Muhammediye" hem de şerhi " Ferahu'r-Ruh " birer dev eserdir. Biz ancak elimizden geleni sarf ettik. Şunu da itiraf edeyim ki, bunda da ihmal göstermedik. Allah'tan dilerim bu çalışmam siz sayın okuyucularım katında kabule şâyân olur. Muhammediye Tercümesi

İsmail Hakkı Hazretleri, Muhammediye'deki gerek gördüğü bütün kelimeler üzerinde durmuş, terimleri açıklamış, kaynaklarını göstermiş, toplu bir mânâ ver­miş ve sonunda da "İlâhî" başlığı altında şiirle açıklamıştır. Yâni, o da kendini Muhammediye'ye kaptırmış, elinden geleni esirgememiştir. Allah, O'nun da müelli­fin de ruhlarını şâd etsin.

Biz de âcizane olarak, önce İsmâîl Hakkı Hazretlerinin yardımı ile her beyti anlamaya çalıştıktan sonra oldukça düzgün ve kolay bir ifade ile anlamını verdik ve beytte bize göre açıklananacak bir şey varsa onu yapmaya çalıştık. Meselâ, ta­savvufa terimler, şahıs adları, Kur'ân âyetleri, temas edilen hadîsler, bütün bunla­rın yerini gösterdik. İnşâallah kitabı okuduğunuz zaman bunları yerinde görecek­siniz.

Sizi daha fazla meşgul etmeden orijinal "Muhammediye" kitaplarının baş ta­rafında Müellif kuddise sırruh Hazretlerinin Menkıbeleri başlığı altında müellif ve kitap hakkında tarihten süzülüp gelen bilgileri bugünkü dile aktardıktan sonra sizi heyecanla beklediğiniz kitabın günümüz versiyonu ile baş başa bırakıyorum.

Bizim çalışmamız kitabı anlamak için yeterli olabilirse de, aslındaki şi'riyet ve derin heyecanı duymak için orijinal Osmanlıcasını da yanınızda bulundurursanız, daha da derin zevk alacağınızı tahmin ediyorum. Eski metinleri bulmak biraz zor olursa da, merhum Âmil Çelebi'nin, yeni harflerle Muhammediye kitabı ve başka bu şekilde sadece metni verilen eserleri rahatlıkla bulabilirsiniz. Yazıcıoğlu Muhammed Muhammediyye kitabı

Şimdi Müellifin Menkıbelerini veriyor ve sözümü bitiriyorum:

Ariflerin önderi, âşıkların başı, Alemlerin Rabbi Allah Resûl'ünün sözlerinin mütercimi, ciğeri yanıkların ve âşıkların Efendisi, mahabbet ve şevk erbabının ön­cüsü Yazıcızâde demekle meşhur Muhammed Efendi Hazretleri -Allah kabrini pür-nûr etsin- Rumeli'nde Malkara kasabasına bağlı Kadıköyü'nde dünyâya gelip, da­ha sonra Gelibolu'da yerleşerek işbu "Muhammediye" adlı büyük ve değerli ese­rini orada (Gelibolu'da) yazmıştır.

 Eseri telif ettikten dört sene sonra Fâtih Sultan Muhammed Han asrında rûh-ı pür fütûhları illiyyîn sarayına uçup cesed-i şerifleri o şehirde misk kokulu topra­ğa verilmiştir.

Zamanın şeyhi Hacı Bayram Velî Ankaravî Hazretlerinin sohbetinde bulun­muş ve terbiyesinde yetişmiştir. "Envâru'l-Aşıkiyn" kitabının müellifi Ahmed Bicân'ın ağabeyisidir. Ehl-i tasavvufun en yüksek makama çıkan ve başını yükselten­lerdendir.

İlim tahsil etmek için İran ve Mâveraünnehr;e gitmiş, ma'rifet kazanmak ve hakikatleri idrâk etmek için dünyâyı dolaşmış, zamanın şeyhlerinden Haydar Hâfî, Zeynelarab ve benzerleri gibi evliyâullahın büyükleri ile bir mecliste bulunmuş, sohbet ederek arzusuna nâil olmuştur.

Gelibolu'da deniz kıyısında musalla yakınındaki çilehânesine riyâzât ve mücâhedede, insanlardan ayrılma ve uzlette ve Hakk'a teveccühte o kadar azm ve gay­ret göstermiştir ki, yedi yıl şüphelerden sakındığı için ateşte pişmiş yemek yeme­miş; hububat, bakliyat ve zikr-i Mevlâ ile gıdâlanıp kanaat etmiştir.

Bu kararlık ve yiğitlikle sıdk-ı sülük ve riyâzâtta İkinci Bâyezid-i (Bistâmî); nazm ve inşada Pîr-i Hakânî; karışık kelimeleri halletmede Muallim Sa'd-i Şirâzî; haki­kat ve ma'rifetleri çıkarmada bir Arif-i Rabbânî ve âlim-i hakkânî; zahir ve bâtın ilimlerde mütefennin ve mütebahhir; ince hakîkatlari izahta akranlarından üstün ve çeşitli ilimlere âşinâ bir bilgin idi.

"Mağaribü'z-Zemân" adlı latîf eserini on iki fen üzere tasnif edip "Muhammediye" adlı benzersiz kitabına kaynak ve me'haz etmiştir. Zahir ve bâtın tefsîr, te'lîf ve tahkîkte bu kitabını "Muhammediye"de özetlemiş ve hulâsa etmiştir.

Va'z u nasîhat, asâr-ı hikmet, ahbar-ı ibret ve esâs-ı ulûm-ı dîn, maarif ve hakâik-i yakînde gayet sağlam ve metin olması hasebiyle cumhûr-ı ulemâ ve zümre-i fudalâ tarafından kabul ve teslim edilip yanlışlık ve sehv-i kalemden salim bul­muşlardır (bu görüş şerhte görülecektir).

 

Zira âlemin başlangıcından ve sonundan, istenecek şeylerin en bidayet ve in­tihasından, sayısız dinî faydalar ve yakîne ait kazançları bu kitabına alıp ve nazm ederek ruha ferah veren konuşmasını görülmemiş bir uslûb ve alışılmamış bir tarz üzere ortaya koymuştur ki, bu ana kadar gönül ferahlatıcı beyanının Türk dilinde emsali ne görülmüş; hoş tertibinin ve şirin edasının naziri ne bulunmuş ve ne işitilmiştir.

Ruha neş'e veren nefesleri velayetten bir nişane, rahmânî bir cezbe ve keşf-i keramet olduğu; Sultân-ı Enbiyâ ve Server-i Asfiyâ Resûl-i Kibriya sallallahu aley­hi ve sellem Efendimizin fermanı şerîfleriyle te'lîfine me'mûr olup te'lîften sonra o Hazretin indinde mergûb ve makbul bulunduğu büyük kerametine kuvvetli şâhidtir.

Özellikle Peygamber Efendimizi medh sadedinde inşâ eylediği Kaside-i Nûniyyesi ki, matlaı: Elâ ey server-i mahbub minel eyni ilel eyni... ateş saçan o kaside­sini yazarken aşk ateşinin yaralı gönlünde kuvvetli te'sîrinden yakıcı bir nefesle elinde yazmakta olduğu kâğıt tutuşup simsiyah olması fizikî kerametlerinden sayıl­maktadır.

Ve yine müstezatlı (her mısraına onunla kafiyeli bir mısra veya beytin vezin parçası ilâve edilen şiir) diğer kasidesi ki, matlaı: Cihanın canı ve canın Muhammed'dir cânânı ki katı'dır makalatı...

Ve rü'yet (cemâl-i İlâhî'nin temaşası) bahsinde yine müstezatlı diğer kaside-i nûniyyesidir ki, matlai: Elâ ey Hazreti zâta delâlet isteyen insan, işit gel intihasın­dan... vesâir alfabetik olarak bina ettiği kaside ve mesnevilerini akıllar onları idrâk ve kavramada şaşkın, fikir ve fehimler fehvasında âciz ve bitkin kalmışlardır.

Hak celle ve a'lâ Hazretleri bu güzel çalışmalarını kabul ve yeşil türbelerini pür-nûr edip bütün muhib ve dostlarını feyz ve» şefaati ile sulayıp mesrur eylesin. Âmîn, bihürmetin Nebiyyi'l-Kerîm. ( abdulvahap öztürk tercümesi, Muhammediye kitap, Yazıcıoğlu Muhammed, çelik yayınları, muhammediye kitabı , muhammediyye kitap fiyat , şamua kağıt )
 

Abdülvehhab Öztürk

             

                 MUHAMMEDİYE KİTABININ YAZILMA SEBEBİ


Günlerden bir gün Allah'ın emir ve takdîri ile Gelibolu'da halktan uzak evim­de oturmuştum.

- Burada Nâzım Hazretlerinin Gelibolu'da iskan ettiğini ve kitabı orada yazmaya başladığını görüyoruz. Kitabın sonunda bitirirken verdiği bilgilerden Malkara'da doğduğu anlaşılıyorsa da ömrünü Gelibolu'da tamamlamıştır (A.Ö.).

Elimi, eteğimi insanlardan çekmiştim; kendimi lisan ve kalb ile zikre vermiş­tim.

- Zikir, Allah'ı hatırlamak demektir ki bu hem dil, hem de kalb ile olabilir. Ni-
tekim Kur'ân-ı Kerîm:

"Rabbinize yalvara yakara ve gizlice dua edin," buyurmuştur (En'âm: 55) (A.Ö.).

Gelibolu'nun Peygamber âşıkları toplanıp yanıma geldiler.

- Peygamberimiz Habîbullah olduğu gibi, ashabı ve ümmetleri de O'na âşıktı­lar. O'ndan bahs ederken (sevgilim, habîbim) derlerdi (Müslim, Müsâfirin,86; İbn Mâce, Sadâkat, 10). Bu konu yukarıda geçmişti, oraya bkz (A.Ö.).

 

Ey dost, "Neden Resûlullah'ın vasf ve na'tini insanlara müjdelemezsin?" dedi­ler.

- Kendisinde bu niteliği gördükleri için ondan böyle bir kitap (divan) hazırla­masını istediler. Zira senin gibi birinin bulunduğu mertebeden Resûlullah'a na't
yazması Resulün yüzlerce cihetten rahmeten lilâlemin olduğunun müjdesidir, de­diler (İ.H.).

 

Ey gözümün nuru cemâat, Allah'ın izzet ve yardımına mahzar olasınız.

 

- İzet ve nusret (yardım) ile duâ etmesinin sebebi budur ki, o zamanlar Gelibo­lu halkı cihâd-ı asgar (küçük cihâd, nefisle mücâdele) ve cihâd-ı ekber (düşmanla savaş) ile meşgul idiler. Nâzım Hazretleri onların hallerine münâsip olacak şekil­de sözüne başladı (İ.H.). Bunu da kitabın bitiminde Müellif Hazretleri geniş geniş anlatmaktadır (A.Ö.).

 

Allah ve Resûlullah katında şeref ve övgülere lâyık olasınız.

 

Nice kitaplar, özellikle siret kitapları yazılmış ve her tarafa yayılmıştır.

Siret; Peygamber Efendimizin mübarek hâl tercümesi ve bundan bahs eden kitaplara denir, Siyer-i Halebî, Siyer-i Nebî ve Siyer-i îbn Hişâm gibi (Şemseddin Sami, Temel Türkçe Sözlük) (A.Ö.).

 

Nice Mevlid kitapları yazılmış; nice na'tler söylenmştir.

- Peygamber Efendimizin doğumunu anlatan mesnevi tarzında kitaplara mev­lid denir. Müellif İkinci Murad ve kısmen de Mehmed Fâtih devirlerindec(1451)ya­şadığından İkinci Murad devrinde (1421) yaşamış Süleyman Çelebi'nin Mevlid'i mevcuttu ve pek makbuldü.

 

Na't olarak Ka'b bin Züheyr'in Banet Suadu kasidesi ve İmâm Busirî'nin Kaside-i Bürdesi çok bilinen ve okunan kitaplardı (A.Ö.).

Bunlar herkes tarafından bilinen, okunan, her zaman anılan kitaplardır.

Müellifin bu nazlanmasına karşılık onlar (A.Ö.):

Yazacağın tefsîr olsa, hadîs olsa yine olur; zira mütâlaaya en lâyık ilimler bun­lardır. dediler.

-   Tefsîr; Kur'ân-ı Kerîm'i tamamen veya kısmen açıklayan kitaplara denir.
Hadîs de Peygamber Efendimizin sözleridir. Bunlar da ulemâ tarafından ge­nişçe açıklanmıştır (A.Ö.).

Dedim: Eğer Allah takdir etmiş ise, zülüf gibi yeni taranmış bir kitap yazayım.

- Bu kelâmda siyer kitapları sevgililerin çehrelerine ve Muhammediye kitabı da o çehrelere süs ve ziynet veren zülfe benzetilmiştir (İ.H.).

Bir gece rüyamda, "sübhânellezi esrâ" sırrına (yani Mi'râc'a) mahzar olan Muhammed Mustafa'yı gördüm.

 

Rüya ile îsrâ (Mi'râc) olayları birbirine çok benzeyen olaylardır. İkisi de âlem-i misalle ilgilidir. Rüyasında Peygamberimizi gören onu gerçek sureti ile görmüştür. Çünkü şeytan O'nun suretine giremez (Buhârî, İlm, 38; Ahmed bin Hanbel, 2/232) (A.Ö.).

 

Malûm ola ki, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ve ona kavlen, fi'len ve hâlen (hâl itibarı ile) gerçek vâris olanlar, Cenâb-ı Hakk'ın Hâdî (doğru yolu gös­teren) isminin mezâhiridir. Şeytan ve ona tâbi olanlar ise Mudili (saptırıcı) isminin mezâhiridir. Bir kimse Resûl-i Ekrem'i veya büyük evliyalardan birisini bilinen şek­liyle rüyasında görse, gerçek onları görmüş olur. Rüyanın üstü insilah âlemi veya âlem-i yakaza da (uyanıkken) görmektir. Bu ikisi peygamberlere ve büyük evliya­lara mahsustur. Bazı sâlih kimselerin temessülat görmesi nâdirdir ve mu'teber de-

 

ğildir. Amma, peygamberler uyanıkken melâikeyi görürler. Büyük evliyalar da is­tedikleri mânâyı hissi bir şekilde mütâlaaya kaadirdirler. Bu da kâmilin rûh-ı sulta­nî ve kalb-i melekûtisi bu hiss-i beşeriyeten soyunup âlem-i misâle girmesidir... (İ.H. Ferâhû'r-Rûh, 1/12). Bu bilgiler kitabın ileri kısmında çok lâzım olacağı için şimdiden not ettim (A.Ö.).

 

Nûr olup ashabının arasında oturmuş; kırlar ve şehirler tamamen nûr olmuş.

Ashâb yüzleri peçeli olarak saf saf oturmuşlar, hiçbirinin yüzü görünmüyordu.

Önünde suyla dolu çini (porselen) taslar vardı; fakat kimse o sulara dokunmu­yordu.

- Çini taslardaki sulardan maksat sarhoşluk veren şarap'tır. Letafet ve incelik­te şarabı suya benzetti. Burada gerçek su olarak anlamak daha doğru görünüyor. O zaman şarap demek demek meşrûb, içecek demek olur (I.H.).

 

Birine, neden kimse bu sulardan içmiyor; bunu bana anlat, diye sordum. Dedi: Yüzlerindeki perdeyi kaldırırlarsa, cemâlinden şaşıp kalırlar. Veyahut,bu şaraptan (sudan) içerlerse, mest ü hayran olurlar.

- Yüzlerini örtmelerinin sebebi, gözlerini Peygamberin cemâlinden fışkıran ışıktan korumak içindir. Bir de bundan şu anlaşılır ki, sevgilinin cemâli dâima per­desizdir. Perde var ise gerçekte âşıkların gözündedir ve o perde de hikmete mebni ve dairdir. Sudan içmemeleri de manen sarhoş olmamaları içindir.Yoksa ce­mâlini tam olarak seyredemezler (İ.H.).

 

Bu sözü işitince ağlayarak, yakamı parça parça eyledim. Ciğer bu ayrılığa nasıl dayansın? Sert (kara) taş bu derdi nasıl anlasın! Şâh-ı Cihan bu feryadımı görünce, yüreğimin yarasına merhem vurdu. Gizliden gizliye beni irşâd etti: Ey âşık, gönlündeki perdeyi kaldır, dedi. Gönlünün üzerindeki perdeyi kaldır, cemâlimin nurunu kendi özünde ara.

- Yâni gönülde ve basîret gözünde perde olmayıp nûr-ı cemâli müşahede et­mek müyesser olsa, dış perde zarar vermez. Bu müyesser olmazsa perdenin ol­maması da hayır etmez. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurur:

 "Onları sana bakar görürsün, oysa onlar görmezler" (A'râf: 198).

 Bu kelâm­da ma'rifetin görmekten daha üstün olduğuna işaret vardır (Î.H.). Ümmetime hikmet şarabını içir, sözümü insanlara açıkça duyur.

- Hikmet: En yüksek ilimle en fazîletli şeyi bilmektir; yâni Vehbî ilimle Allah'ı tanımaktır. Buna göre bir kimse her şeyi bilse de Allah'ı bilmese ona hakîm (hik­met sahibi) denmez. Buna karşılık, bir kimse sıradan ilimleri bilmese de Allah'ı bil­se ona hakîm denir.

 "Kime hikmet verilmişse, ona çok şey verilmiş demektir." (Bakara: 269) (İ.H. Ferâhû'r-Rûh, 1/14).

 Herkes mu'cizelerimi duysunlar, her taraf sözlerimi işitsinler.

Beni öyle anlat ki Mısır, Şam, Rumeli ve Türkistan işitsinler.

Mevlid'imi yeniden gün yüzüne çıkar; uzun zamandır okunsa da öyle yap.

Dünyâ halkı sıfatlarımı karada ve denizde işitse de sen de kemâlâtımı bütün şehirlere ulaştır.

 

Bana ümmet olan dâima sabır ve şükür ederek Hakk'a hamdetmelidir.

- Bollukta her zaman, "elhamdülillâh" denir. Ni'metin artması için, "Allah'a şükür" denir. Ama sıkıntı ânında, "Allah'a şükür" dememeli; "Hamd olsun Al­lah'tan gelene," demelidir. İnsanların çoğu, hatta âlimlerin çoğu bu meseleden ga­fillerdir (İ.H.).

 Allah'ın bütün buyruklarını yerine getirmeli; hiçbir farzına ve emrine karşı gel­memelidir.

Bir kimse kimi severse onunla haşrolunur; bu sevdiği bir taş olsa da böyledir.

Beni seven de benimle haşrolur; bu yüzden çok fazîlet ve mertebelere nail olur.

 - Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'e bir adam geldi, "Yâ Resûlallah, biri­ne katılmadığı halde onu seven için ne dersin?" dedi. O da: "Kişi sevdiğiyle bera­berdir," buyurdu (Müslim, 3/2034; Ahmed bin Hanbel, 1/392).Buhârî rivayetide şöyledir: Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'e bir adam yaklaştı; "Yâ Resû­lallah, kıyamet ne zamandır?" dedi. Ona: "Kıyamet için ne hazırladın?" diye sor­du. Adam da; "Çokça oruç, namaz, zekât gibi şeyler hazırlamadım; ancak ben Al­lah'ı ve Resûl'ünü seviyorum," dedi. Efendimiz de: "Sen sevdiğinle berabersin,"buyurdu (Buhârî, Ahkâm, 10) (İ.H.).  Muhammediye tercümesi

 Beni seven, sözümü dinleyen, yüzümü görmek isteyenin gündüzü bayram, ge­cesi Kadir olur.

Dili ve kulağı benim sözümde olan da irfan sahiplerinin önderi olur, yüzü de Ay gibi parlar.

O iki cihanın nuru bunları bana söyleyince, sözünü tuttum; onun dışına çıka­mazdım.

- Gerçi Nâzım Hazretleri Yazıcıoğlu bu emri rüyada almıştı; hem rüya sahibi­ni bağlayacağından hem de o gibi makam sahibi zâtların rüyaları gerçek sayılaca­ğından bu emri yerine getirmeyi bir vazife bilmiş ve bundan da Muhammediye gi­bi ölümsüz hârika bir eser ortaya çıkmıştır (A.Ö.).

 

Hakk'a sığındım; onun gizli ve açık vasfını (na'tini) yazmak için elimi kaleme uzattım.

 - Çünkü Yazıcıoğlu'na gelinceye kadar siyer yazarları Peygamberimizin hep zahirî sıfatlarını yazmışlardı. Muhammediye kitabı ise bunun yanı sıra Bâtınî sıfat­larını da vermeye çalıştı. Çünkü öncekiler, sonrakilere yer bırakırlar. Nitekim, za­manımızda da yeni âlimler eskilerin el atmadıkları birçok konuları bizlere ikramederler (İ.H. 1/12).

 İlahi,  Yazıcıoğlu Muhammed, Sen'in yüzü kara bir kulundur.

Habîb'in hürmetine O'nu affet ki, dergah-ı izzetine varmaya yüzü olsun.

Yâ Rabbi. herkesle beraber, bize de fazl u rahmet, atâ ve ihsan eyle!

- Allah'a dua ederken yalnız kendisi için istemedi, başkalarını da dualarına or­tak etti. Çünkü böyle duâ daha çabuk kabul olunur.

  Hz. İbrahim, duasında:

 "Ey Rabbimiz! (Amellerin) hesap olunacağı günde beni, ana-babamı ve müminleri bağışla!"(İbrahim: 41) demiş ve bize bu yolu göstermiştir.

 Duâ edenin duâ ettiği kimselere duası ulaştığı gibi duâ edilenlerin de bereket ve himmetleri duâ edene vâsıl olur. Hadîs:i şerîfte, "Duâ ederken niyetine aldığı kimselerin sayısı kadar ona birer hasene yazılır," denilmiştir (İ.H., 1/15).

 

Diğer Özellikler
Stok Kodu9799756457879
MarkaÇelik Yayınevi
Stok DurumuVar
9799756457879
En yeni ürünler
Güvenli teslimat
Kampanyalı ürünler
Piyasadaki en iyi fiyat

PlatinMarket® E-Ticaret Sistemi İle Hazırlanmıştır.