Kitap Zarif Nükteler, En Nüket'ü Tarife Tercüme ve Şerhi Muhammed
Yazar Zahid el Kevseri
Yayınevi Ravza Yayınları
Kağıt Cilt 2.Hamur, Kalın Ciltli
Sayfa Ebat 655 sayfa, 17x24 cm.
Ravza Yayınları Zarif Nükteler, En Nüketü Tarife Tercüme ve Şerhi kitabı nı incelemektesiniz.
Zarif Nükteler kitabı hakkında yorumları oku yup kitabın konusu, özeti, fiyatı, satış şartları hakkında bilgiyi geniş bir şekilde edinebilirsiniz.
Yaratan Rabbinin adıyla oku . O, insanı " alak " dan yarattı. Oku, Senin Rabbin en cömert olandır. Alak 1-2
EN NÜKETÜ TARİFE TERCÜME VE ŞERHİ
ZAHİD EL KEVSERİ
en-Nüketü't-tarîfe fi't-tehaddüs 'an Rudûdi İbn Ebî Şeybe 'alâ Ebî Hanîfe.
Zahid el-Kevseri (r.h) bu eserini, İbn Ebû Şeybe'nin, 125 ana meselede Ebû Hanife'nin sahili hadislere muhalefet ettiğine ilişkin iddiasına karşı cevap vermek için yazmıştır. Bu eser üzerinde çalışmamız şöyle başladı: Emin Saraç Hocamızın teşvikiyle kendi evinde Ahmet Turan Arslan ile beraber bu kitabı ders alarak okumaya başladık. Derse gitmeden önce okuyacağımız yeri Tükçeye çevirdikten sonra gitmeyi kendim için uygun buldum. Ahmet kardeşimin Malezya'ya gitmesiyle ders kesildi. Fakat ben, geriye kalan az bir kısmını da kendim tamamladım. Muhammed Zahid el-Kevseri hocamızın yetiştirdiği Abdulfettah Ebû Gudde Hoca Efendi, Emin Saraç Hocamızı ziyarete gelmişti. Halel - selef bir aradaydı. Zahid Hocamızın bu eserini tercüme ettiğimi söyledim. Ebû Gudde (r.h.) çok sevindi ve derhal yayınlanmasını istedi. Hocasının ismini andığımda gözleri dolmuştu. O, beni çok etkiledi. Bunun neticesi kitabı yayınlamaya cür'et ettim.
Yine tavsiyeler doğrultusunda eserin tahriç ve tahkikini yaptım. Aslını değştirmeden olduğu gibi (tercümeyle) nakletme yolunu seçtim. Ancak kısa ifadelerin, yanlış anlama ve yorumlara y ol açacağı yerlerde parantez içindeki izahlarla müdahalelerde bulundum. İmla ve yazım bakımından en çok kullanılan kuralları seçtim. Hadislerdeki şahıs zamirlerini, aynı kavramı ifade eden kelimeleri ve kalıplaşmış tabirleri yaygın şekliyle yazmaya çalıştım.
Ahmet Yüksek
EN NÜKETÜT TARİFE TERCÜME VE ŞERHİ
MUKADDİME
En mükemmel övgülerin ve bütün kemâl sıfatların sahibi, her türlü noksanlıklardan münezzeh olan Allah'ımıza hamd ve senâlar olsun. Resû-lü Ekrem, Seyyid'ül-Beşer, Âlemlere Rahmet, Habîb-i Kibriyâ, Muhammed Mustafa olan Efendimize, Onun âline ve ashâbına salât ve selâmlar olsun. Ömrünü ihlas ve samimiyetle O'nun yoluna vakfedip güzel dinimizi bizlere aktarmaya vesile olan Peygamber vârislerine de aynı şekilde salât ve selâmlar olsun. Bu hidâyet kandilleri ile İslâm âleminin tekrar zilletten izzete kavuşmasına, cürmümüzle işlediklerimiz seyyiatların affına ve iki cihan saadetimize vesile olsun.
Şimdi ölümünden bin yüz kadar sene sonra "en Nüketut Tarîfe" isimli kitabın yazılmasına sebep olan Ebû Bekir İbni Ebî Şeybe'den (öl:235h.) biraz bahsedelim. İbni Ebî Şeybe, "Kütüb-i Sitte" dediğimiz en meşhur hadis kitaplarının müelliflerinin hocası durumunda olan en büyük âlimlerimizdendir. Onun "el-Musannef' ismiyle maruf eserini gören kimse, eser hakkında derhal takdirlerini beyan eder. Eserini yazdığı devirlerde; hadis ve fıkıh ekolleri arasında ilmî tartışmaların devam ettiğini herkes bilmektedir. Ebû Hanife'nin şöhreti herkesin gözünü kamaştırıyor ve onun aleyhinde reddiyeler yazılıyordu. Biz onların hepsini rahmetle anıyoruz.
İbni Ebî Şeybe'nin "el-Musannef" isimli eserinin Murat Molla Kütüphanesindeki yazma nüshası 8 cilttir. Son cildinin 94-121 varakları arasındaki 27 varaklık bölümünde; Ebû Hanife'nin, 125 meselede Peygamberimizden gelen haberlere aykırı görüş beyan ettiğine dair bir reddiye vardır. İbni Ebî Şeybe, o bölümde; bu meselelerin her birini sıra ile ele almıştır. Ele aldığı mesele aleyhinde gelen her türlü (merfu, mevkuf, mevsuk, maktu) hadisleri, tabiilerin ve diğer âlimlerin sözlerini yorumlamadan, sırasıyla ve senetleriyle birlikte zikrettikten sonra "Ebû Hanife ise şöyle dedi" şeklinde bitirmiştir. Diğer meselelere de aynı şekilde sırayla devam etmiştir.
Bu meseleler, kitabın reddiye bölümünden önceki yerlerde de; ayrı ayrı kısımlarda ve çoğunlukla aynı konu başlığı altında geçmiştir. O kısımlarda, bu 125 konunun yeri geldiğinde de; hem Ebû Hanife lehinde olabilecek delilleri, hem de Ebû Hanife aleyhinde olacak delilleri zikretmiştir. Bazen de diğer konuların içine serpiştirmiştir. îşte bunlardan, İbni Ebî Şeybe'nin böyle bir reddiye yazmaya niyetli olmadığı anlaşılmaktadır. Onun ikilikli hareketi, bu kısmı başkasının ilave etme şüphesini de akla getirmektedir. Anlaşıldığına göre müellif, aleyhte olan delillerin tamamına yakınını tekrar konunun içinden seçerek reddiye şeklinde yeni bir bölüm oluşturmuştur. îş böyle olmasaydı, daha tarafsız olacaktı. Gerçekte bu eser, bütün mezhep ve görüşlere mesnet teşkil edebilen her türlü görüşlerin kaynağıdır. Her istikametteki delilleri, tarafsız olarak senetleriyle birlikte zikretmiştir. Bu "Musannef "in, Medine'de yeni bir tertip ve fihristleriyle birlikte 26 cilt halinde Muhammed Avvâme'nin gayretiyle baskısı çıkmıştır. Ebû Hanife'ye reddiye bölümü (37202-37688) rakamlar arasındaki hadislerdedir. Onu kısa bir zamanlık emanet alabildim ve faydalandım.
Bir asır önce; İttihatçılar, bu milletin zayıf düştüğü bir devirde ezikliğin faturasını dine çıkarmışlar ve "dine yön verme" hevesine kapılmışlardır. Mezheblerin kurucuları ve onlara gönül veren din öncüleri, bu anlayışlar sebebiyle en fazla saldırıya uğrayanlardır. Sözleri ve kalemleriyle yamukluk saçanlara "artık durun" denmeli ve temel değerlerimize sahip çıkılmalıydı. İşte M. Zahid Efend'inin "En-Nüketü't-Tarife"si bu gaye ve hedeflere ışık tutmuştur.
Bu eser üzerinde çalışmamız ise şöyle başladı: Emin Saraç Hocamızın teşvikiyle kendi evinde Ahmet Turan Arslan ile beraber "Te'nîbu l-Hatîb"i bitirip bu kitabı da ders alarak okumaya başladık. Derse gitmeden önce okuyacağımız yeri Tükçeye çevirdikten sonra gitmeyi kendim için uygun buldum. Ahmet kardeşimin Malezya'ya gitmesiyle ders kesildi. Fakat ben, az kalan kısmını da kendim tamamlamıştım. Bir gün, Muhammed Zahid Hocamızın yetiştirdiği Abdulfettah Ebû Gudde Hoca Efendi, Emin Saraç Hocamızı ziyarete gelmişti. Halef - selef bir aradaydı. Zahid Hocamızın bu eserini tercüme ettiğimi söyledim. Ebû Gudde de sevinip derhal yayınlanmasını istedi. Hocasının ismini andığımda gözleri dolmuştu. O, beni çok etkiledi ve cüretle bu işi tamamladım.
Yine tavsiyeler doğrultusunda eserin tahriç ve tahkikine başladım. Aslını değiştirmeden olduğu gibi (tercümeyle) nakletme yolunu seçtim. Ancak kısa ifadelerin, yanlış anlama ve yorumlara yol açacağı yerlerde parantez içindeki izahlarla müdahalelerde bulundum. İmla ve yazım bakımından en çok kullanılan kuralları seçtim. Hadislerdeki şahıs zamirlerini, aynı kavramı ifade eden kelimeleri ve kalıplaşmış tabirleri yaygın şekliyle yazmaya çalıştım.
Hadislerin tahricinde "Kütübü Tis'a"da kullanılan metot kullanıldı. Tahriç yapılan yerlerin hepsi Arapça eserler olduğundan, latin harfleri kullanılmadı. Çünkü Arapça harfleri kullanamayanlar, onlardan faydalanamazlar. Tahriç yapılırken; konumuza en lazım olanının, diğerlerinden kolayca ayırd edilmesi ve bulunması için ilaveten parantez içinde rakamlar da verildi. Bu rakamlar, bazen oradaki sayfa numarasını, bazen de hadis numarasını gösterir. Tek cilt olanların, sadece sayfa numarası kullanılmıştır. Eğer hadis numarası da var ise; o da kullanılmıştır.
İbni Ebî Şeybe'nin "Musannef "inden tahriç yapıldığında; bazen bir önceki ve bir sonraki rakamlara bakmak gerekir. Çünkü mikrofilmlerde bir varağın (yaprağın) birinci yüzü ile, öbür varağın ikinci yüzü birlikte çekilmektedir veya tam bunun tersi yapılmaktadır. Musannef'in reddiyesindeki 125 meselenin tamamına yakını, yine İbni Ebî Şeybe'nin getirdiği delillerle; kendisi, kendisine reddettirilmiştir. Yine meseleyi daha iyi kavramak için, çok az da olsa Ebû Hanife aleyhindeki hadisleri de zikrettik. Ebû Hanife'yi destekleyen delillerin senet ve metinleriyle beraber yazılması, ciltlerce yer tutacağından sadece yerlerini vermekle yetindik. Yeni baskıda E. Hanife lehindeki delilleri; metin, senet, tercüme ve "Musannef "teki yerlerini gösterdik. Metin ve senetlerini değerlendirmeye karışmadık. Her konunun hadis tahririni o konunun sonunda verdik. İ. Ebî Şeybe'nin "Musannef"inden getirdiğimiz tahriçlerin tamamına yakını ise, kendi iddiasının aleyhindedir. Müellifin, kendisine reddiyesi, o konunun sonunda hem yazma nüshadan, hem de M. Avvâme'nin tetkikli nüshasından verilecektir.
M. Zahid el-Kevserî'nin, Ebû Hanife lehinde getirdiği bu hadisler hakkında; bazen çok sayıda ve bazen de birkaç hadis bulunmaktadır. Bu hadisler, senet ve metin yönünden birbirinin aynı veya biraz farklıydı. Yahut da, bir birine zıt ve aynı konuların hadisleriydi. Bu 125 konu, umumiyetle mezheplere ait farklılıkları oluşturmaktadır. Yani müçtehidlerin değişik istikamette içtihatlarına açık konulardır. Her meselenin lehinde ve aleyhinde çok sayı
da hadis vardır. İsteyenler, kendi görüşleri istikametinde deliller bulabilirler. Metot ve tercih sebeplerine göre, görüş zenginliği ortaya çıkarırlar. Bunlar, daima Allah'tan kullarına ikram edilen bir rahmet olurlar.
Bu kitabın şimdi okurlarımıza kazandırılmasının lüzumluluğu: Zamanımızda bir âyet meali veya bir hadis tercümesi bulanlar; dinin ve dilin, kural ve metotlarını tanımadan, yeterli ilimleri almadan, bunları açıklamaya kalkışmakta ve gelişigüzel hükümler vermekteler. Hem kendileri "Hakk"tan sapmaktalar ve hem de başkalarını sapıtmaktalar. Hatta; "Hadisi Şerifleri, rast gele aktarılmış sözler zannetmekteler. Her hadisi zayıflıkla nitelemekte-ler ve zayıf hadisleri tehlikeli virüs zannetmekteler. Onların en zayıfında bile; vahiy olma ihtimali vardır. Vahiy: Allah'ın, dilediklerini çeşitli tarzlardan biriyle peygamberlerine iletmesidir. Onlar, yanılmayan doğrudan gelen kesin ve doğru bilgilerdir. Hâlbuki İnsanların ittifak ettiği nice bilgiler, modası geçince kaldırılırlar.
Âyet ve hadis dediğimiz metinler, zamanımıza kadar hiçbir millete nasip olmamış bir şekilde, Allah'ın korumasında, en sağlam usul ve gayretlerle gelmiştir. Her türlü fikir ve akımlar, on dört asırlık zaman sürecinde o metinlerin önünde diz çökmüş ve boyun eğmiştir.
Bu kitapta; hadislerin nasıl değer taşıdığı, onlardan nasıl hüküm çıkartıldığı, birbirine nasıl tercih edildiği, nasıl manalandırıldığı, onları aktaranların rastgele insanlar olmadıkları, hiçbir şeyin kafadan savurmakla yapılmadığı ve herkesin haddini bilip ona göre konuşması gerektiği canlı örneklerle öğretilecektir. Dinimizin ne kadar sağlam temellere dayandığı görülecek, kalpler güvenle dolacaktır.
Daha güzeli yapılması için yapılacak uyarılara şimdiden teşekkür ederiz. Allah'tan, göremediğimiz kusurların affını niyaz ederiz. O'na iltica eder, O'ndan yardım dileriz. O'ndan geldik, O'na gideriz. Allah, en iyisini bilir. Her bilgi, ancak O'nun bilgisiyle var olur. Hidayetine gitmeyen bilgilerden O'na sığınırız.
Ahmet YÜKSEK
MUHAMMED ZÂHİD EL-KEVSERÎ
(1296-1371h.)/(1879-1952m.)
"Son 4 Asrın Muhakkiki", "İmam", "Sâhili Olmayan Hadis ve Fıkıh Deryasında Emsalsiz", "Yeri Doldurulamayacak Şahsiyet", "Habîru'l-Mah-tûtât", "Selefi Salihinin Son Temsilcisi" tabirleriyle anılan Muhammed Zâhid el-Kevserî, hicri 28 Şevval 1296 (miladi 16 Eylül 1879) Salı günü, Düzce'nin Hacı Hasan Köyünde doğmuştur.
Kafkasya'dan hicret edip Bolu'ya yerleşen Hasan Hilmi Efendinin oğludur. Çerkez asıllıdır. Babası ve dedeleri âlim kimselerdi. O sebeple küçük yaşta babasından temel bilgileri, fıkıh ve hadis gibi ilimleri okumuştur.
Rüştiyeyi Düzce'de bitirip çevresindeki âlimlerden dersler almış ve 1893 (1311 h.) yılında İstanbul'a gelip Kazasker Hasan Efendinin kurduğu Daru'l-Hadis'e girmiştir. (Şimdiki Ahmed Rasim Lisesi, o yerdedir). Fatih Camii'ndeki derslere de devam etmiştir. Başta Eğinli İbrahim Hakkı ve Alasonyalı Ali Efendi olmak üzere çevredeki hocalardan dersler okumuştur. Fatih Kütüphanesi ve o çevredeki kütüphanelere gidip mahtut (yazma) eserlerle meşgul olmuştur.
Hocam Emin Saraç Efendiden (hocalarından naklederek) işittiğime göre; kendisi, daha 20 yaşlarındayken "Habîru'l-Mahtûtât" ismi ile anılmıştır. On yıl zarfında yüksek öğrenimini tamamladığında 26 yaşına basmıştır. Alasonyalı Ali Zeynelâbidin Efendi'den 1904 (1322h.) yılında icazet almış ve "Ruûs İmtihanı"na girmeye hak kazanmıştır. Muhammed Zahid Efendi 28 yaşında bu imtihana girerek şer'î, edebî ve aklî ilimlerde ders okutma icazeti almıştır. Komisyonda; Ders Vekili Ahmed Asım Efendi, Muhammed Esad, Mustafa Muazzam ve îsmail Zühdü Efendi gibi kimseler bulunmuştur.
Bundan sonra Fatih Camiinde müderrislik yapan Kevserî, 1913 yılında "İstanbul Müderrisliği Ruûsu"na ehliyetli görülmüş ve medreseleri ıslah için kurulan komisyona üye seçilmiştir. Bu ıslah işinde İttihatçılarla arası açılıp -İstanbul'dan uzaklaştırılmak için- Kastamonu'da açılacak medreseyi faaliyete geçirmek üzere görevlendirilmiştir. Oraya gitmeden önce; Daru'l-Fünun'da fıkıh okutmak için açılan imtihanı birincilikle kazanmıştır. Fakat, İttihatçıların karşı çıkması ile tayini gerçekleşmeyip Kastamonu'ya gitmek mecburiyetinde kalmıştır. Kastamonu'daki medreseyi faaliyete geçirmiş ve 3 yıl sonra deniz yoluyla İstanbul'a gitmek için Düzce'ye dönmüştür. Geçirdiği deniz kazasında kıymetli yazma eserleri de kaybetmiştir. Emin Saraç Hocamdan işittiğime ve onun da Zahid Efendiden naklettiğine göre; bu kazadan önce, sayfaları bir bakışta; sanki resmini çekmiş gibi kafasına nakşedermiş. O kazadan sonra eski yeteneğine kavuşamadığını tevazu olsun diye ifade etmiş.
Düzce'ye geldiğinde; telgrafla Daruşşafaka'ya atandığı haberini almış ve İstanbul'a dönüp derslere başlamıştır. Bir ay sonra "Süleymaniye Medresesi, Medresetü'l-Mütehassısîn Müderrisliği"ne atanmıştır. 1919 Yılında "Ders Ve-killiğfne tayin edilmiştir. Bu vazifede şeyhülislama vekaleten medreselerin eğitim ve öğretim işlerini yürütmüş ve ona vekaleten II. Beyazıt Medreselerinde ders okutmuştur. Bir vakıf medresesine ait haksızlığa karşı çıkıp dava açmıştır. (Bu yer, Lalelideki THK'nın binalarına ait olan yerdir). İttihatçılarla yaptığı bu çatışmadan dolayı görevinden azledilip aynı yerde 3 sene sadece azalık görevini yürütmüştür.
İttihatçılara bir şiirinde "decacile" (deccallar) tabirini kullandığından dolayı kendisi hakkında; "faili meçhul" bir plan ile yok edilme kararı alınır. Bir dostunun haber vermesiyle, İstanbul'dan İskenderiye'ye giden gemiye gizlice binmiş ve 1922'de memleketini terk etmiştir. İskenderiye'den Kahire'ye, daha sonra tekrar İskenderiye'ye gitmiştir. Deniz yoluyla Beyrut'a, oradan da tren yoluyla 1923'te Şam'a gitmiştir. Şam'da kaldığı sürelerde Zahiriyye Kütüphanesinin yazma eserleri ile haşır neşir olmuştur. Şam âlimleri ile tanışıp ilmi faaliyetlerine devam etmiştir. 1926 Yılında Mısır'a dönmüş, 1928 yılında tekrar Şam'a gitmiştir. Bir yıl sonra tekrar İskenderiye üzerinden Mısır'a gitmiştir. Türkçe vesikaları Arapçaya çevirme imtihanına girip birinci olmuş ve memleketten ailesini getirtmiştir. Muhammed Zahid el-Kevserî'nin 1 erkek ve 3 kız çocuğu olmuştur. Bir oğlu ile bir kızı, henüz kendileri istanbul'da iken vefat etmişlerdir. Kızı Seniha, Hulvan semtinde 1934 yılında vefat etmiştir. Diğer kızı Meliha, sıhhî sebepler yüzünden kocasından ayrılmak mecburiyetinde kalmış ve şeker hastalığından 1947 yılında Kahire'de vefat etmiştir.
Eşi ise; Kevserî'nin ölümü ile rahatsız olmuş ve Türkiye'ye dönüp 1957 yılında geldiği köyde vefat etmiştir.
Mısır'da kaldığı süre boyunca da ilimle uğraştı. Birçok talebe yetiştirdi. Eserler yazdı. İslam'a ve Müslümanlara yapılan saldırılara yazılarıyla cevap verdi, islam âlemini uyardı. Gelen tehlike ve akımları, mücadeleleriyle önlemeye çalıştı. Yol gösteren ve sönmeyen abide eserler bıraktı. Kevserî, 75 senelik ömrünü; çile, sıkıntı, yokluk, gurbet, ilim dolu bir hayat ve dine hizmet içinde geçirdi. Ömrünün son zamanlarında; şeker, yüksek tansiyon, prostat, yaşlılık ve bir gözünde akıntı gibi hastalıklara yakalandı. Tedaviler fayda vermedi. Fakat hafıza ve muhakemesinden bir şey kaybetmedi. Bir günlük şiddetli ateş çekip 11 Ağustos 1952 (19 Zilkade 1371h.) Pazar günü öğleden sonra Rahmet-i Rahmana kavuşmuştur. Cenaze namazı, ertesi gün öğle namazından önce ve Ezher Camiinde Külliyetü'l-Lüga el-Arabiyye Şeyhi Ab-dulcelil Isa tarafından kıldırılmıştır. Kabri "Karafetü'l-Imam eş-Şâfiî" denilen kabristanda, Rıdvan Caddesi üzerinde, kızlarının kabri yanındadır.
Ahmet Turan Arslan'ın naklettiğine göre; M. Zahid el-Kevserî, hicret ettikten sonra ilmi çalışmalara devam etmiştir. Kendisinden icazet almak isteyenlerin artması üzerine icazetini "et-Tahrîru'l-Vecîz fımâ Yebteğîhi'l-Müs-tecîz" adıyla Kahire'de, 47 sayfa olarak 1360h. yılında 300 adet bastırmıştır. Bunları, bütün ülkelerden gelen icazet verdiği öğrencilere takdim etmiştir. Prof. Dr. Ahmet Turan Arslan Hocamız, Malezya'da görevliyken bunlardan bazılarına rastlamış ve isimlerini de zikretmiştir. Yine zikrettiğine göre; bu icazetname, onun mümtaz talebesi Abdulfettah Ebû Gudde tarafından ilaveli olarak Halep'te tekrar bastırılmıştır. Zahid Efendinin ilmi çalışmaları hakkında Ürdün Üniversitesi'nde iki master tezi ve Ezher Üniversitesi'nde de bir doktora tezi hazırlanmıştır. Ürdün Üniversitesinde lyâd el-Gûc isimli bir öğrenci tarafından da doktora tezi hazırlanmaktadır.
Muhammed Zahid el-Kevserî hakkında onun çok sevdiği talebesi M. Emin Saraç Hocamızdan çok güzel şeyler dinledik. Dinlediklerimden birkaçını çok kısa olarak zikredeceğim:
Bana anlatılanlara göre; M. Zahid el-Kevserî Hocamız, Osmanlı'nın ve İslam Dünyası'nın son dört asırda yetiştirdiği zirvedeki imamıdır. Son hayatını; gurbette, hiç eğilmeden ve İslam'a yönelen fitnelerle mücadele ile geçirdi. Mısır'a gidişimden itibaren beni kendi evinde, her Cuma günü saat 9 ile 12 arasında devamlı okuttu ve öldüğü sene (ölümünden 20 gün kadar önce) de icazet verdi.
Emin Hocam dedi ki: Beni, Ali Yakup Efendiye tanışmam için gönderen Zahid Efendi Hocamdı. O, size de anlattığım faili meçhul bir cinayetle yok edileceği, haberini alınca; gizlice Mısır a hicret etti.
Zahid Hocam, bir gün beni "Boşama Hükümlerine Titremek" isimli kitabı satın almak için Hüsameddin el-Kudsî adındaki bir kitapçıya gönderdi. Kitapçı "yok" deyince; ben de "kitabın müellifi istiyor" dedim. O, kitabı arayıp buldu. Ben de getirip hocama verdim. Bu tanışıklık sebebiyle Zahid Efendi Hocamın ölüm haberini de bu kitapçıya ben haber verdim.
Mısır'da medrese eğitiminin 15 yıldan 8 yıla indirilmesine, "Şeria", "Usu-lü'd-Din" ve "Arap Edebiyatı" adları altında bölümlere ayrılmasına Zahid Efendi karşı çıktı. Mısır'daki "Usulü'd-Din" adı altında eski eğitim sisteminin bozulması, Muhammed Abduh'un gayretiyle olmuştur. Abduh, Âdem'i ve Hazreti İsa'nın inmesini inkâr eder ve banka faizini de helal görürdü. Bunları bana M. Zahid el-Kevserî Hocam anlattı. M. Abduh'un Menar isimli tefsirine bakılırsa; daha birçok hataları görülebilir.
Şeyh Muhammed Abdulvahhab el-Buhayrî Hocam onun hakkında bana dedi ki: "400 Yıldır meseleleri genişçe ele alan ve birbirine güzelce bağlayan yalnız Zahid el-Kevserî gelmiştir". "Son dört asırda Zahid el-Kevserî gibi 'muhakkik' bir âlim yetişmedi". Yine Ezher'in diğer hocaları da şöyle dediler: "Zahid el-Kevserî, zamanın âlimleriyle değil de; Kemaleddin İbni Humâm gibi âlimlerle kıyas edilmelidir. Zamanımızda usûl ve furûu onun kadar bilen yoktur."
M. Zahid el-Kevserî Hocam, Fatih Camii'nin sol tarafında ders veren Gürcü Said Efendiden teberrüken ve sadece tefeyyüz için "Kasideyi Bürde" okumuştur. Zahid Hocamın evine son gidişimde bana "Şu rafta, Tiflis'te ilme hizmet edenlerin bir listesi var. Sana göstereceğim" dedi. Fakat gösterme fırsatı bulamadan vefat etti.
Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi, beni Zahid Efendiye gönderip şu haberi vermemi istedi: "Ben Zahid Efendinin evinin üst katına çıkamayacağım. Çıkabileceğim bir yerde ziyaret etmek istiyorum" dedi. O da; aralarında onca ilmî münakaşalar olmasına rağmen, memnuniyetle dostunun bu isteğini derhal kabul etti. Onun kolaylıkla gidebileceği yer olan Nil kenarında beraberce sohbet ettiler. Hiç küsmediler. Bu uzun sohbetleri, birbiri ile son konuşmaları oldu.
Onun hayatı ve eserleri hakkında daha geniş bilgiler, kendisinden yararlananların ve dostlarının eserlerinde, hakkında yazılmış tezlerde ve kitaplarda bulunabilir. "Makâlâf'ının Türkçe neşre hazırlandığını duyuyoruz. Zâhid Efendi hakkında iki sempozyum yapıldı. Birini Seha Neşriyatı 1996 da neşretmiştir. Bu kitapta Prof. Dr. A. Turan Arslan'ın tesbit ettiği M. Zahid Efendiye ait eserleri aşağıda zikrettik. Bu eserler kendini tezkiyeye kâfidir deyip M. Zahid el-Kevserî Hocamıza Rabbimizden rahmet ve mağfiret niyaz ediyoruz.