Kitap 4 Halife Seti, Hz. Ebubekir, Hz. Ömer Hz. Osman, Hz. Ali
Yazar Ahmet Cemil Akıncı
Yayınevi Bahar Yayınları
Kağıt Cilt 2,Hamur, Karton Kapak Cilt
Sayfa Ebat 1.634 sayfa - 13,5x19,5 cm
Ahmet Cemil Akıncı 4 Halife, Hz. Ebubekir, Hz. Ömer Hz. Osman, Hz. Ali kitap Serisi ni incelemektesiniz.
Bahar Yayınevi Dört Halife Seti hakkında yorumları oku yup kitabın konusu, özeti, fiyatı, satış şartları hakkında bilgiyi geniş bir şekilde edinebilirsiniz.
Yaratan Rabbinin adıyla oku . O, insanı " alak " dan yarattı. Oku, Senin Rabbin en cömert olandır. Alak 1-2
SUNUŞ
İslâm'dan önce saygın, dürüst ve Allah'ın birliğine inanan bir tacir olan Hz. Ebû Bekir (ra)'ın (ra), Hz. Muhammed (sav) ile çocukluktan itibaren başlayan büyük dostluğu gittikçe derinleşerek Allah elçisinin hayatı boyunca devam etmiş, onun ölümüyle de büyük bir özleme dönüşmüştür. Hz. Hatice'den (r.anhâ) sonra Allah elçisine ilk iman eden o olduğu gibi dört büyük halifenin ve cennetle müjdelenenlerin ilki de odur.
Hz. Ebû Bekir (ra), Allah elçisinin buyruk ve sözlerini tereddütsüz bir şekilde kabul ettiği için onun, "Bütün insanların imanı bir kefeye, Ebû Bekir'inki bir kefeye konsa, onun imanı ağır basardı" şeklindeki büyük övgüsüne mazhar olmuştur.
Dini-tarihi roman edebiyatımızın öncüsü Ahmet Cemil Akıncı elinizdeki kitapta Hz. Ebû Bekir (ra)'ın (ra) hayatını tatlı bir roman üslubuyla anlatmakta, gerek tarihi bilgileri gerekse roman ve şiir üslubunu son derece başarılı bir şekilde kullanmaktadır. Hz. Ebû Bekir Yüce Allah'ın birliğine inanan 'Hanif'lerden olduğu için yazar kitabın başında İslam öncesinde o bölgedeki diğer dinlerin durumunu ve Hz. Ebû Bekir ve diğer haniflerin yeni bir din gelmesi ile ilgili beklentilerini de genişçe ele almıştır.
Bu eserle birlikte diğer üç büyük halifenin hayatlarını da yine uzman tarihçi ve ilahiyatçıların titiz incelemesiyle sizlere takdim etmenin mutluluğuyla selam ve sevgilerimizi sunuyoruz...
Bahar Yayınları
BİRİNCİ BASKININ ÖNSÖZÜ
Bu eser, Hz. Ebû Bekir (ra)'ın kişiliğini tam olarak açıklayabilmek için, yalnız onun hayatını anlatmakla kalmayıp, zamanının dünyasını da hikâye etmektedir.
O çağ insanının ihtirası, her yönüyle işlenmiştir. Yaşama savaşında kullanılan yöntemler üzerinde durulmuştur. Dinlerin, ticarette ve ahlâk kurallarında yaptıkları etkiye değinilmiştir. Millet ve devletlerin birbirlerine reva gördükleri, sözde hükümdar ve idarecilerin halka yaptıkları zulümler incelenmiştir.
Böylelikle; önce Yüce Allah'ı bulan ve aydınlanan bir ruhun insan kurtuluş hamlelerinde, tekamülde neler yapabileceği bütün gerçekleriyle gün yüzüne çıkarılmıştır. Fakat bütün bunlar roman tekniğiyle okuyucuyu sıkmadan sunulmaya çalışılmış ve böylece, okuyucuya konuyu tetkik imkânı ve fırsatı hazırlanmıştır.
Elbette her cümlesi hakikat olan bir roman yazmak pek zordur... Bilhassa, bin beş yüz sene öncesinin tarihi, her gaye ve maksada hizmet için çeşit çeşit rivayetler ile dolu olunca daha fazla sabır ve inceleme ister. Görünüşte böyle ise de, iyi niyet ve bundan alınan cesaret ve azim, her dileyeni arzusunda başarıya ulaştıracaktır. Şüpheler, şimdiye kadar alışılmamış, denenmemiş istikamete gidişten doğmaktadır. Unutmamalı ki geçmişin insanı böyle yapardı. Batı bundan daima faydalanmıştır. İslâm âlemi ise tarihi tarih olarak yazmakla yetinmiş, asırlarca atalarının yoluna gitmemekte ısrar etmiştir. Bugünün insanı bir eserden bilgi alırken zevkini hissini ve vicdanını doyurucu yöntemleri benimsiyor.
Bu çığırı bundan önce yazdığım Hz. Hatice isimli eserimle denedim. Beşinci baskısının hemen bitmesi, hakkında çok olumlu eleştiriler yapılması beni doğruladı ve cesaretlendirdi. Gerek Hz. Ebû Bekir ve gerekse Hz. İbrahim adlı eserlerim, Hz. Hatice ile atılan ilk adımın sağlam oluşundan doğmuşlardır.
İslâm ve Türk tarihi, bitmez tükenmez hazineler yatağıdır. Onlara eğilip onlardan bir avuç almak ve onlara bakmak, çağımızın şaşkın ve ne yapacağını bilmeyen, maddecilik yükü altında ezilen insanının yolunu göstermeye yeter. Çünkü bu hazinelerde her derdin devası vardır
Meselâ, Hz. Ebû Bekir okunup bitirildiği zaman görülecektir ki, o çağın meseleleriyle bu çağın meseleleri benzerdir. Hz. Ebû Bekir bu meseleleri en salim ve tek yoldan, önce ruhunu imanla yıkayarak, onu medeniyetine ulaştırarak çözmüştür. Allah'ını bulan aydın bir ruhun büründüğü bedenin, aklın, başarıdan başarıya ulaşacağını ispat etmiştir.
Hz. Muhammed (sav) vefat edince, bütün bir Arabistan'ı kaplayan yangının üzerine, hemen hemen bir avuç sahabeyle, kapanıp söndüren Hz. Ebû Bekir (ra), kuvvet ve kudretini yalnız imanından almıştı. Eserde, yaptığı inkılâplar okununca, Batı medeniyeti etkisinde kalanlar, bunların daha o devirde, şimdikileri gölgede bırakacak bir haşmet ve insanî duygularla yayıldığını görerek hayrete düşeceklerdir.
Bu sebepledir ki, Hz. Ebû Bekir en mümtaz insandır. Her sıkışana yardım etmiştir. O, bir örnektir. Kuvvettir... Kudrettir..
Gerek bu eserimde, gerekse diğerlerinde sayısız şiirler vardır. Bunların onda dokuzu kahramanlara söylettiğim ilhamlarındır. Ayırmayışımın tek sebebi sayfaların güzelliğini bozmamak içindir. Esasen, dikkatli bir göz bunları derhal birbirinden ayırabilir.
Arzu ve niyetim, aynı yöntemle ilk dört halifeyi işlemektir. Şüphesiz, Hz. Allah'ın izin ve müsaadesi şarttır.
O'na sonsuz hürmet ve şükran!
Ahmet Cemil Akıncı
SUNUŞ
Hz. Ömer İslam tarihinin en önemli şahsiyetlerinden biridir. Müslüman olmadan önceki hayatında toplumda lider ve gerçeği arayan bir kişi iken, oldukça çarpıcı olayların sonucunda müslüman olmuş ve onun İslam'ı seçmesi Müslümanlığın yükselişini ateşlemiştir. Daha sonraki hayatında Hz. Peygamber'in sürekli yanı başında bulunan ve karşılaşılan her meseleyi aşmak için görüşlerini belirten Hz. Ömer özellikle Halife olunca yaptığı idari, hukuki ve siyasi düzenlemeler ile İslam tarihine damgasını vurmuştur. Bizans ve İran'a karşı kazanılan büyük zaferlerle akıl almaz askeri başarılar sergilemiş, Mısır, Ürdün, Suriye, Irak ve İran gibi ülkeleri fethetmiş ve fethettiği yerlerin halkı tarafından saygıyla karşılanmıştır.
Ahmet Cemil Akıncı'nın elinizdeki eseri, Hz. Ömer'in (ra) hayatını eşsiz bir üslupla anlatan, bir nefeste okuma arzusuyla sizi heyecanla soluk soluğa bırakacak bir klasiktir. Hz. Ömer'in dolu dolu geçen hayatı, Akıncı'nın onu yansıtmaktaki başarısı ile birleşince çok az kitapta bu yoğunlukta hissedilebilecek manevi hazlar, okuyucunun her satırda devşireceği olgun meyvelere dönüşmüştür.
Ahmet Cemil Akıncı'nın en güzel eserlerinden biri olan bu kitabı yayınevimiz bu baskısında yazarın diğer serilerinde olduğu gibi uzman yazar ve ilahiyatçıların titiz inceleme ve kontrolüyle sizlere sunmanın mutluluğunu yaşıyor.
Bu kitapla birlikte, yayınlanmakta olan Hz. Ebû Bekir (ra), Hz. Osman ve Hz. Ali eserleri ile birlikte dört büyük halifenin hayatı tamamlanmış olacaktır. Bu eseri merhum yazarın ilk baskıya yazdığı önsöz ile sunuyoruz.
Selam ve sevgilerimizle...
Bahar Yayınları
İLK BASKININ ÖNSÖZÜ
Rahmet müjdecisi Hz. Muhammed, halîlürrahman Hz. ibrahim, sabır çağlayanı Hz. Eyyûb, Hz. Hatice ve Hz. Ebû Bekir'den sonra,' şu anda elinizde bulunan Hz. Ömer hakkındaki kitabı yazmayı da Yüce Allah bana nasip buyurdu. Hâlen Hz. Osman, Hz. Ali ve Allah'ın kılıcı Hâlid b. Velid üzerinde çalışmaktayım. Önümüzdeki yıl sonuna kadar bu eserlerin de tamamlanacağına güvenim var. Bu güveni ancak Allah'ımın engin desteğinden almaktayım. Ona şükranlarım sınırsızdır.
Bu kitap okunup bitirildiği zaman görülecektir ki, Hz. Ömer (ra), Hz. Allah tarafından insan üstü vasıflarla yaratılmıştır. Kendisinden ancak peygamberler üstün olmuştur. Esasen bu hükmü, Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav): "Eğer benden sonra peygamber gelseydi, Ömer olurdu." veya: "Ben size gönderilmemiş olsam, Ömer size gönderilirdi" hadisleriyle perçinlemiştir.
Bu bir hakikattir. Çünkü: Hz. Ömer (ra) bileği bükülmez, sırtı yere getirilmez bir bedene sahipti. Bunu kendisi geliştirmiştir. O, yiğitti, kahramandı. Kırk yaşına kadar çağının imkansızlıkları dolayısıyla, hiçbir devlet işinde çalışmamıştı. Bu konuda herhangi bir tecrübe görmemiş, ders almamıştı. Fakat halife olur olmaz, bu ağır yükü herkesten daha iyi taşımasını bildi. Sanki bu görev onun elbisesiydi. Giydi ve yakıştırdı.
On yıllık halifeliği, dehâsından fışkıran inkılaplar ile dolup taştı. O, gelmiş, geçmiş ve gelecek kumandanlara örnekti. Kazanmadığı savaş olmadı. İran, Bizans ve Mısır'dan Medine'ye gelen haberciler daima aynı sözü tekrarladılar: Zafer! Zafer!.. Ve böylece devrin en büyük devletleri yeryüzünden silindi. İslâm orduları Toroslar'ı aştı, Asya'nın, Afrika'nın kalbine dayandı.
İşte bu eser böyle bir insanın, Hz. Ömer'in (ra) hayat hikâyesidir. Hepimiz biliriz kitap arkadaştır, öğretmendir. Eseri yazarken bunu asla hatırdan çıkarmadım.
Bana birkaç dost, alınan kaynakları yeri geldikçe belirtmemi, ya da sonuna eklememi söylediler. Kaygıları, bu sayfalarda geçen bilgilerin doğruluğunu okuyucuya perçinlemekti. Elbette haklıydılar. Ancak, bunda ve diğer eserlerimde elim bir türlü böyle yapmaya gitmedi. Çünkü kitabın öğretmenlik, arkadaşlık vasfını kaybedeceğinden çekindim.
Çağımızın öğretim sistemi bir mekanizma kurmuştur. Takrirden ziyade, konferanstan çok, hikâye, gösteri, film, televizyon, tatbikat ile kesin sonuç alınabileceği kararındadır. Ben de romanı seçtim. Şüphesiz romanda hayal de vardır. Gerçek roman yazmak çok zordu. Hele okuyucuyu gerçekliğine inandırmak!
Eserlerimde yalan, uydurma bir şey yazmadım. İnanılırsa elbette arzulanılan maksada erişilir. Şüphesiz bilmeyerek hatalar, yanlışlar olmuştur. Fakat bunlar asla yalan demek değil dir. Kitaplarda olanlara inanmak, yalanla yapılacak savaş içir başlıca silahtır. Ben belki pek iyimserim. Fakat eserlerimde kaynak vermeyerek bu maksada hizmeti düşündüm. Sanırın benim yolumda olan pek çok inanç sahibi vardır. Kuvvet desteğimi onlardan almaktayım.
Hz. Ömer (ra) isimli eserim, bütün bir insanlığa hayırlı uğurlu olsun!
Ahmet Cemil AKINCI
ÖNSÖZ
Kul, iyi niyet ve temiz yürekle dileyince, Hz. Allah onu asla mahzun etmez. Esasen Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) şöyle buyurmuyor mu: "Cenâb-ı Hak açıklıyor ki: Bana bir karış yaklaşana ben bir arşın, bana bir arşın yaklaşana ben bir kulaç yaklaşırım. Bana yürüyerek gelene ben koşarak giderim."
Öyle yaptı. Arzumu kırmadı. Destekledi ve bana Hz. Osman (ra) eserimi de bitirmeyi nasip etti. Dil, Hz. Allah'ın bu engin yardımı karşısında, minnet ve şükranlarını arz etmeye nefes yetiştiremiyor. Tutuluyor.
Bu kitap, Hz. Osman (ra)'ın seksen yılı aşan hayatının hikâyesidir. Okuyup bitirildiği zaman çok düşünülecek ve karşılaşılan hakikat önünde akıl ve kalp nurlanacaktır. Kendisine yürüyerek gelene koşarak giden Hz. Allah, her zaman buyurduğu gibi, insanı yarattığı andan itibaren sakındırıcısız bırakmamıştır.
Son sakındırıcısı Hz. Muhammed (sav)'den sonra, zamana göre, kullara ihtiyaçlarına cevap verecek yardımcılar hazırlamıştır.
Birinci halife Hz. Ebû Bekir (ra) ve ikinci halife Hz. Ömer (ra) ne güzel, noksansız yapmışlardı görevlerini! O yıllarda bir başkasını düşünmek akla gelemiyor. Sanki yılları yaşamadılar, insanlığa yaşattılar Allah'ın emirlerine göre.
Üçüncü halife Hz. Osman (ra) da öyleydi. Hicretin yirmi üçüncü yılından (644), hicretin otuz dördüncü yılı sonlarına kadar (656), geçen on iki senelik halifelik devri ancak kendisinehastı" Bu yıllar devamınca, zamanı akışına bırakmadı İstikamet verdi ve her saniyesini insanlığın hayrına kullanmaya çalıştı.
Hz. Osman (ra) biraz yaşlanınca, kenara çekilip dünya işlerinden el etek toplayanlara büyük bir derstir. Değil şahsını ilgilendiren işler için, İlk İslâm Cumhuriyeti için, yetmiş yaşını aşkınken en büyük, yorucu vazifeyi yüklendi. Yüksünmedi.
Buna sebep dünya ikbâlinde gözü olduğu söylenemez, çünkü Cennetle müjdelenenlerdendi. Tarihçiler, her ne hikmetse, hilâfetinde geçen on iki yılı yarıya ayırırlar. İlk altı yılı başarılı, gerisini başarısız görürler. Bu en büyük haksızlıktır.
Hz. Osman (ra), ilk gününden son gününe kadar başarılarının zirvesinde kalmıştır. Milletler tarihinde on iki yıl, bir başkan için büyük bir zamandır. Hakkında hüküm vermek kolaydır. Fakat bu on iki yıl, o milletler için azdır. On iki gün gibidir.
Hz. Osman (ra) göz kamaştırıcı pek çok işler yapmıştır. Devletin temelini sağlamlaştırmıştır. İslam'ın geleceğini koruyacak muhteşem tedbirler almıştır. Asya ortalarında cihatların devamı bu cümledendir. Afrika'nın Cezayir ötelerine kadar zaptı yine bu cümledendir. Devlet topraklarına bir o kadar toprak katmıştır.
Daha hilaf etinin ilk yılında, bir plan dahilinde, donanma hazırlamış, buna deniz subayı ve askeri yetiştirmiştir. Ve çağın en büyük donanmalarıyla çarpışmış, hepsini mağlup etmiştir. Ne demektir bu! Akdeniz'in fethi değil midir? Malta adası dahil, bütün Akdeniz adalarının fethi, Akdeniz'i bir İslâm gölü haline getirmiştir.
Hangi başkumandan, o çağın imkânlarıyla daha büyüğünü yapmıştır? Üç beş seneye bunları sığdırabilmişti? Yine onun en büyük başarılarından birisi, öylece genişleyen devlet sınırları içinde, idareye daima hâkim oluşudur. Halife olduğu ilk günler müstesna, sınırlarda ve ona yakın yerlerde, içerde hiçbir isyana fırsat vermemiştir. Başta olanları da büyümeden ezmiştir.
O, tedbirliydi. Gururlanmazdı. Müsamahakârdı. Mahviyetkârdı. Ağırbaşlı ve insan severdi. Mesele toprak fethi değildi. Fethedilen topraklardaki insanları kurtarmaktı. Onlara İslam'ı hazmettirmekti. İdaresinden faydalandırmaktı. Her fetih sonunda birkaç devlet birden yıkılıyordu. Harabelikleri temizlemek, yeniden imara girişmek lazımdı. Ancak böyle yapılırsa devlet sağlam temellere oturtulurdu.
Nitekim halife olunca, düşmanlar kendisinin yaşlılığı ve hoşgörüsünden ümitlendiler, başkaldırmaya çatıştılar. Fakat bir granit kayasına kafalarını vurduklarını görerek sindiler.
Hz. Osman, (ra), Hz. Ömer (ra)'in giriştiği bayındırlık, maârif, asayiş, adalet işlerini ve benzerlerini durdurmamış, devam ettirerek genişletmiştir. İnkılapları sayısızdır.
Onun İslam'a bilhassa yaptığı hizmet, ebediyete kadar, kendisini hayırla yâd etmeye yeter ve artar. Hz. Ebû Bekir (ra), Kur'an'ı bir araya getirmişti. Hz. Ömer (ra) çoğaltmıştı. Hz. Osman (ra), tek harf (Kureyş telaffuzu) esasını cesaretle koydu. Diğer lehçelerle çoğaltılmış Kur'an'lan toplattı. Çoğaltmayı Kureyş lehçesi üzerine yaptırdı. Bugün mü'minlerin ellerinde, yürek ve dillerinde mevcut Kur'an işte o cesaretli hamlenin sonucunda insanlığa armağan edilmiştir. Kıymeti bir dünya değil, âlemler değerindedir.
Kitapta, her yönüyle bu olaylar incelenmiş ve hikâye edilmiştir. Bunlar okunduğu zaman şu kanaatte birleşilecektir: Hz. Osman (ra), her cephesiyle çok büyüktü. Devrini dolup taşırmıştı. Yine şu da kulağa küpe olacaktır:
Fitne odakları, Abdullah İbni Sebe'nin aynı silahlarıyla çalışmaktadırlar. İnsanlığa rahat yüzü göstermemek için ellerinden ne geliyorsa yapıyorlar. Silahları olan fitne ve fesat zehirleri bir gül demeti gibi insanlara sunuluyor. Uzun ve acı bir talihsizliğidir insanlığın bu.
Birkaç satırla özetlenemez. En doğrusu, kitaba yer bırakmaktır. Esasen Hz. Osman (ra) devrini işlerken, beni en çok uğraştıran, yoran bu meseleler oldu. Tarihçiler gibi, üstte kalamadım. Eşeledim araştırdım. Bu suretle Hz. Osman (ra), o elmas, yükseldi, yükseldi. Göz kamaştırıcı mertebesinde durdu. Ve fitne fesat âleti yahudiler, karanlık uçurumlarındaki zift katranlarına düştüler. Bu uğurda ne tarih tahrif edildi, ne fikir oy unlan yapıldı.
Gerek halifeleri, gerekse diğer İslâm büyüklerini hikâye diliyle ve anlatışıyla yazarken, cesaretime şaşıranlar olmuştu. Fakat, netice meydandadır. Beni haklı çıkardı. Böyle olacağı da normaldi.
Her biri dört yüz sahifeden aşağı olmayan yirmiyi aşkın eserlerimin, yüz bine yakın insan tarafından alınıp okunması, yakınlarına devri niçindir? Çünkü kendisinin diliyle konuşulmuştur onunla. İnandırılmıştır. Sıkılmadan, bir hikâye okuyorum hissiyle, öğreneceğini öğrenmiştir. Hatta ihtida edenler olmuştur. Fena mı oldu? Keski, piyeslerle, destanlarla, radyo vb. ile yapılabilse!
Hz. Allah'ın buyurduğu tekâmül çok daha çabuk gerçek tesirdi. Elbette o günler de gelecektir. Lâikliğin, dinin dünyayı, dünyanın dini gölgelemesi olmadığı anlaşılacaktır. Onlar bir bardakla içindeki su gibidirler. İç içedirler ama karışmazlar.
İnsan ne zavallıdır! Yüzyıllardan beri çalıştı, çırpındı. En iyi şekilde nasıl öğreteceğim diye düşündü. Çeşitli tecrübelerden geçti Şimdi en iyisini buldum diye öğünüyor. Konferans ve takriri, sıkıcı usulleri bir yana atmıştır. Benim örneğimde ve dilediğim diğer şekillerde çalışıyor. Bunu bir başarısı sanıyor.
Hâlbuki hulûsu kalple Kur'ana eğilseydi. Araştırıp faydalanmaya çalışsaydı bu kadar gecikmezdi. Kur'an, o ilâhî buyruk, o öğretmen, sanki başka türlü mü ders veriyor?
Hangi sûresi açılsa, hangi âyeti üzerine eğilinse, engin bir şiiriyet havası içinde, tarihten ibret vererek, hikâyeler anlatarak, şahsa hitaplarla dersi canlandırarak, kuru bir ottan kâinata kadar giderek mevzuu renklendirir. Hz. Allah'ın emirlerini bu arada sıkmadan anlatır.
İşte, insanlığın en büyük kaybı buradadır. Örnek alacağına, o yolda, o usûlle öğreteceğine, başka yollara sapmış, döne dolaşa aynı yere gelmiştir.
Bir hesap yaptım. Şimdiye kadar yazdığım, bu türlü eserler içinde, yarıdan çok Kur'an âyetleri, hadisler var. Evet, fena mı oldu? Bunları okuyanlar. Uyarıldılar. Sarıldılar Kur'an'a ve hadislere. Dertlerine derman aradılar. Benim de emel ve gayem buydu. Bir diğeri daha var:
Her aile büyüğü, rızıktan ayrı, evinde bekleşenlere bir şeyler daha götürmek mecburiyetinde olduğunu anlar. Ruhun gıdasıdır bu. Evdekiler eski dilden, anlatıştan habersizler. Her çağda diller de tekâmül etmiştir.
Onlara sokakta yığın yığın satılan neşriyatı mı götürecektir? Hayır. İşte, açılan bu dinî edebiyat yolu böyle çok önemli bir ihtiyacı karşılamıştır. Hüner, marifet, bir âlimin kendi seviyesindekilere hitabı değildir. Bu orada kalır. Belki kendisini dış bir görünüşle büyütür. Cemiyete faydalı olmaz.
Artık mü'minlerin ellerinde, evlerine göğüslerini gere gere götürecekleri, hastalarının başucuna koyacakları, yolculuğa çıkanlara hediye edecekleri, kandil ve bayramlarda sunacakları inancı besleyecek gıda kaynakları var.
Bunlar artırılmalıdır. Uyanış, ilerleme, İslâmiyet güneşinin önüne çıkan bulutları uzaklaştırma, ancak böylelikle mümkündür. Bunda herhangi şahsi bir faydam da yoktur. Huzurdan başka. Çünkü maddeye itibar derecem yakınlarımın malûmudur.
Şunu da anlatarak sohbetime son vereceğim. Bu kadar eserin, bir insandan böyle kısa zamanda çıkmayacağı düşüncesine saplananlar var. Olabilir.
Uyku zamanı hariç, günün on altı saatini bu yola harcayan bir insan, hele Hz. Allah'ın desteğini görürse, niçin yapamasın? İyi niyet ve temiz yürek, insanlığın şu perişan hâline karınca kararınca çare âramak, yeter sebepler değil midirler?
Sen Allah'ına yürü. O sana koşar.
Hz. Osman (ra) eserim bütün bir insanlığa hayırlı olsun.
Ahmet Cemil Akıncı
ÖNSÖZ
Eskiden beri huzursuzdum. Vatanımızda nüfus artıyor, bir nesil diğerine yerini bırakıyordu. Buna paralel olarak, her çağda olduğu gibi, bu çağda da, dil değişmişti. Yüzde yüzü müs-lüman olan kardeşlerimizin, evlatlarımızın, inanç gıdalarını eski ve bilmedikleri bir dille vermek mümkün değildi.[1]
Onlara tanıtılacak, kurtuluş yollarında sağlam adımlarla yürümelerini temin edecek nice nice mübarek zatların örnek hayatları vardı. Bilhassa ilk dört halifenin. O dört halife ki, isimleri Hz. Allah (cc) ve Hz. Muhammed Mustafa (sav) huzurunda, camilerimizi, mescitlerimizi süslüyor. Orada ve kalplerimizde en haşmetli, eşsiz murat yeşilliğimizdiler. Gölgelerine sığınmıştık.
Onları bugünün diliyle, kalemiyle, her yönlerini işleyerek tanıtmak gerekliydi. Huzursuzluğum bundandı. Zaman zaman, dayanamıyor, kaleme sarılarak kağıtlara eğiliyordum.
Hemen aklıma Sevgili Peygamberimizin hadislerinden bazıları geliyordu: "Bir iş yapmak istediğinde (o işin) netice ve akıbetini (bütün çarelere başvurarak) inceden inceye düşün. Eğer bundan sonra o işi hayırlı görürsen yap, hayırlı görmezsen bırak."
Ben de tekrar düşündüm. Kaleme sarıldım. Bu sefer başka bir hadîs-i şerif kalbimi ılıtarak, beni durduruyordu: "Bir işi yapmak istediğin zaman teenni ile hareket etmen gereklidir. Allah sana bir kurtuluş yolu ve çaresi gösterinceye kadar."
Nihayet, iki yıl önce bu kurtuluş yolu ve çaresi gösterilmiş olacaktı ki, kuvvet ve kudretimi kazandım. Kalem elimden artık düşmedi. Yazdı, yazdı...
* * *
Bu kitap Hz. Ali'nin altmış üç yıllık hayatının, doğumundan şehit edilişine kadar geçen ömrünün hikâyesidir. Diğerlerinde olduğu gibi, bu uğurda didiklemediğim eser kalmadı. İstiyordum ki, dışta durup, her cephesiyle onu anlatma saadetine ereyim.
Çünkü insandık. Zevklerimiz, sevgilerimiz, ilgilendiğimiz şeyler ayrı ayrıydı. Öyle yaratılmıştık. Normaldi bu. Toplu saygı ve hayranlığımız yanında, sevgimiz ayrılabiliyordu. Bir çiçek bahçesine girince her birimizin başka başka istikametlere koşuşmamız bundandı.
Dört halife de öyleydi. Müslümanlar, cümlesine minnettar bulunduğu halde, hilkatleri icabı, birini daha çok seveceklerdi.
İslâmiyet onlara çok şey borçludur. Dördünün Hz. Muhammed (sav?) çevresinde kenetlenip, engin bir sadâkat ve feragatle çalışmaları, öyle bir çağda az şey midir? Onlar ve diğer sahabeler, bir kere geldiler, örnek olup geçtiler. Benzerlerine rastlandı mı?
İnanmak için mucize aramaya lüzum yok. Gece ve gündüz, Hz. Muhammed'in huzurlarıyla şereflenen onlar, demek Allah (cc) ile elçisinin bağlantısını gözleriyle görüyor, kulaklarıyla işitiyorlardı. İnançları tamdı. Hiçbir zaman sarsılmamış, aksine artmıştı.
Hepsi daha sonra ehl-i sünnet olarak anılacak yolun ilk temsilcileriydiler. Yani Sevgili Peygamberimizin yolundan, amelinden, izinden gidenler. Sünnetleriyle yaşayanlar ve insanlığı yaşatmak isteyenler.
Hz. Ebû Bekir (ra) de öyleydi, Hz. Ömer (ra) de. Hz. Osman (ra) da öyleydi, Hz. Ali (kv) de. O halde hiçbirisi ayırt edilmeksizin, ehl-i sünnetin kılavuzlarıydılar. Böylece Hz. Allah'ın tam rızasını almış ve kendilerini sevdirmişlerdi. Neticede ilâhî hüküm, daha hayatlarında onlara tebliğ edilmiş, cennete girecekleri müjdelenmişti.
Tarih ve içini dolduran hâdiseler ancak sebeplerdir. Bahanelerdir. Onlara eğilerek, eşeleyerek biz âciz kullar hüküm veremeyiz. Haddimiz değildir, kudretimiz dışıdır.
O halde bize ne oluyor?
Müslümanlar, bilhassa şimdi birbirlerine kenetlenme ve işbirliği yapma mecburiyetindedirler. Çocuklarımıza doğar doğmaz fısıldadığımız kinleri, Allah'a havale edilmiş davaları bir kenara bırakmalıyız. Madem ki müslümanız, peygamberimizin izinden yürürken, izden dışarıya çıkmamalıyız.
Hâlâ, yine dış tahriklerle, farkında olmadan, bölünmeye mahkûm edilmek isteniyoruz. Neden? Çünkü keşif ve icatlar neticesinde dünya pek küçüldü. İnsan, saniye içinde birbirinden haberdar oluyor.
Bu yüzyılın hızlı gittim sanan maddecisi, nihayet çırılçıplak olduğunun farkına vardı. Üşüyor titriyor. Çıplaklığı, hastalığı, inançsızlığından, ona soyunduğundan gelmektedir. Kendine telkin edilen bozuk dinî, bâtıl itikatlar derdine derman olamıyor.
Hz. Ali (kv) okunup bitirildiği zaman, diğer halife devirleri, İslâmiyet'in intişârı da hatırlanacak olursa, dünyanın bu andaki çırpınışında ne kadar büyük bir vazifeyle karşı karşıya bulunduğumuzu anlarız.
Birleşmekten, kaynaşmaktan, kin ve intikam duygularından nefislerimizi kurtarmaktan çekinirsek, geç kalacağız. Müslüman olduğumuz halde, mukadder insanlık kurtuluşunda, hidâyete erişinde vazife alamamak, seyirci kalmak, şerefinden hisse alamamak acı olmayacak mı?
Ne yüzle huzuru ilâhîye çıkacağız?
İşte âhiret, son, asıl ev orada. Müslüman olduğumuz için görüyoruz. Bırakıldığımız dünya tarlasından bir adım atsak varacağız. O kadar yakın. Vazifelendirildiğimiz tarlada işlerimiz var; öylesine çalışacağız ki, son eve dönmemiz emredildiği zaman, tarladan yüklendiğimiz kazancımız ancak ve ancak hayır yüklü bulunmalı. Kullukla dolu olmalı amel yükümüz. Bunlar bize vaat edilen cennetlerin anahtarları olacaklardır.
Hz. Ali (kv) eserimin işte böyle, insanlığın tam kurtulmayı dilediği anda, cümlesine hayırlı olmasını Hz. Allah'tan (cc) niyaz ederim.
Ahmet Cemil Akıncı
[1] Yazarın burada kastettiği dil Osmanlıcadır. Türkçede İslam tarihini roman üslubuyla anlatan ilk ve en büyük külliyat yazara aittir. (Ed.)