Kitap 40 Mektup
Yazar M. Fatih Çıtlak
Yayınevi Sufi Kitap
Kağıt - Cilt 2. Hamur Kağıt, karton kapak cilt
Sayfa - Ebat 318 Sayfa - 13.5x21 cm
Yayın Yılı 2020
M. Fatih Çıtlak tarafından yazılan 40 Mektup adlı kitabı incelemektesiniz.
40 Mektup kitabı hakkında yorumları oku yup kitabın konusu, özeti, fiyatı, satış şartlarıbilgiyi geniş bir şekilde edinebilirsiniz.
Yaratan Rabbinin adıyla oku . O, insanı " alak " dan yarattı. Oku, Senin Rabbin en cömert olandır. Alak 1-2
TAKRİZ
Kelimenin kökeninde “
Mektup” ; en geniş manasıyla “yazılmış şey” demektir. Zaman içerisinde Türkçe’de bugünkü hususi manasına kavuşmuştur. Yani,
kitaptan farklı olarak
mektup, şahsa özel bir durum arzeder. Bu sebepten, gerek tarzında gerekse muhtevasından farklı bir hava ve gizem vardır. İki dostun aralarında konuşmaları gibidir adeta
mektuplaşmalar. Mahremdir
mektuplar. Namahreminde eline geçmemelidir.
Mektupların muhatabı onu okuduğunda sadece kendisine hitap edildiğinin idrakiyle derin bir haz alınca ikisi arasında gizli bir hat açılmış olur.
Haberleşme teknolojilerindeki biçimsel ilerlemeyle günümüzde pratik değerini yitiren
mektuplaşma tarzı yerini sığ notlaşmalara bırakmıştır. Tabii ki bu mesajlaşmalar ne bir edebi zevk ne de fikri emek mahsulü olmadığından saklanacak şeyler de olmazlar, binaenaleyh edebiyata konu teşkil etmezler. Modern her nesne gibi günlük tüketirler. Aşırı çokluk ve hızın başları döndürdüğü böylesi bir inat, keyfiyetli
mektuplaşma geleneği ise edebiyat ve düşünce tarihindeki seçkin yerini hep koruyacaktır.
Bu gelenekte her ne kadar
mektuplar gerçek kişilere hitaben yazılırsa da bazen mutasavver birine yönelik yazıldığı da olur. Bu durumda o
mektup adete yazanın kendiyle konuşması gibidir. Zira muhatabın durumu göz önünde bulundurularak yazılıyor değillerdir. Hatta nadiren insandan farklı bir muhataba yönelik de
mektuplar yazılır. Allah’a peygamberlere olabileceği gibi tabiattaki bir varlığa da
mektup yazılır.
Bir mürşidin manevi nazarı ve tasarrufu altında insanın kendini tanıması, eğitimi demek olan tasavvuf geleneğinde ise mektuplaşmalar ayrı bir ihtimam taşır. Bazen yazılar kişiye has bilgiler taşır, onun manevi ihtiyacına cevap verilmeye çalışılır. Bazen de “Kızım sana söylüyorum gelinim sen anla!” misalinde olduğu gibi
mektubun muhatabı üzerinden bütün hulefaya veyahut müridana tebliğ yapılır. Bazen mürşid ve müridi arasında uzun süre devam eden bu
mektuplardan muhatabın manevi tekamülü de izlenebilir. Hangi ismin tasarrufundan hangi ismin tasarrufuna inkılab edildiği gözlenebilir. Bu hususi
mektuplar çoğu zaman kişinin sandığında gizlice muhafaza edilir. Bazen okunur okunmaz yakılır. Bazen o kişinin vefatı esnasında kefeniyle gömülür, toprak olur. Bazen bendenizin neşrettiği Nusret Tura’nın
mektuplarında olduğu gibi muhatap kişi; “Ben sağken asla, benden sonra eyvallah” diyerek bunları başkalarının da okumasına izin verilebilir. Böylece yapılan nasihatlerden diğer müridân da istifade eder, mahreme dahil olurlar.
Bu geleneğin canlı olarak yaşandığı irfan mekteplerinde yetişmiş pek kıymetli kardeşim
Fatih Çıtlak Beyefendi’nin hazırladığı, elinizde tuttuğunuz bu “
mektubat” da aynı tefekkürün mahsulü muhteşem bir eserdir. İzn-i İlahi, Osmanlı Rumelisi’nde yaşayan bir şeyhin müridine yazdığı
mektuplarına, biz “gelin”lere de hitap etme fırsatı vermiştir. Cümle dervişan müteşekkirdir.
Mektuplar kısa kısa lakin yolun yolcuları için çok derin manalar ve sırlar ihtiva ediyor. Okuyunca herkes mertebesine göre bir zevk alacaktır bu
mektuplardan.
Yazan ve yazılana rahmet, hazırlayana selamet, okuyana da feyz ü bereket niyaz ederim. ( 40 mektup kitap , mektub kitabı , m.fatih çıtlak , sufi kitap , kırk mektup )
Mahmut Erol Kılıç
ÖNSÖZ
Cenab-ı Hakk’a hamd ü sena ve risalet penahi Efendimiz’e salat ü selam olsun herkesin hayatında muhakkak tesiri altında kaldığı veya özel hisler yaşadığı bir
mektup vardır.
Mektuplar zaten bu hususi hale işaret eder. Gönderilmiş bir zarfı elinize alsanız, hatta bu cemiyet davetiyesi bile olsa sizinle hususi alakadar olduğu hissine kapılırsınız. Yazılan satırların ve o satırların zarfın içinde bulunuşunun adeta bir tılsımı vardır. Elektronik postalar, toplu olarak gönderilen sms’ler şimdi insana bu nev’i hisleri tattırmıyor. Bendenizin hayatında da çok mektuplar oldu. Şahsıma gönderilmiş
mektuplar çok az, ancak
mektuplardan haşır neşirliğim epeyce fazladır, diyebilirim. Küçükken hocalarımın
mektuplarını yazar, kaleme alırdım. İmam-ı Rabbani’nin, daha sonra da Üstad Said-i Nursi’nin
mektubatıyla epeyce meşgul oldum. Şeyh Esad Erbili en-Nakşibendi’nin
mektubatını da saymadan geçmeyeceğim. Çanakkale’deki ruhu, bir erin mektubunda hissettim. Mahir İz Hoca’nın ve o kuşağa mensup üstadların mektupları, birbirleriyle yazışmaları hep bana hususi hallerin ifşaatı gibi gelmiştir. Seneler böylece geçti. Bundan 25 sene evvel çok kıymetli bir zatın huzurunda bulunmak nasip oldu. Kendilerinin yazdırmış olduğu yüzlerce
mektubu kaleme aldım ve bazı meşayihin
mektuplarının tercümesini bizzat kendileriyle istişare ederek hizmette bulundum. Mesela Şeyh Kerametttin Efendi’nin halifesine gönderdiği
mektubu ve o satırlar arasındaki irfani üslubu ayrı bir gözle görmek hep o huzurda bulunmam sayesinde oldu. Tasavvuf neşesine sahip olan zatlar konuşuyorlar amma bizim gibi konuşmuyorlar, yazıyorlar amma bizim gibi yazmıyorlar. Hele mahrem sohbetleri ve
mektupları ayrı bir alem adeta. Birçok müşkilimi sohbetler ve
mektuplar vesilesiyle çözdüğümü bu
kitabı kaleme almadan evvel fark ettim ve düşündüm. Ben bu kadar kıt ve zayıf aklımla, yok mesabesindeki irfanımla zevk alıyor ve bir şeyler öğrenebiliyorsam, bu sahada gayret eden arif ve zarif kardeşlerimiz kim bilir neler anlar, nice güzellikleri fark eder. Kıymetli hocalarımın ve bize muhabbet ettiğini düşündüğüm kardeşlerimin teşvikiyle arasıra kendilerine de okuduğum
mektupları bir eserde toplamanın faydalı olacağı fikrine kapıldım ve dört yüzden fazla
mektubun hulasası sayılabilecek bu
40 mektubun vucuda gelmesine gayret sarfettim.
Mektup fikri tamam niyetimiz de kendimizce iyi ama bu sefer başka bir durum zuhur etti. Huzurunda bulunduğum zat, fakiri bu sohbetlere ve satırlara mahrem etmişti. Bu mahramiyeti bozmadan acaba nasıl aktarabilirdik? Mana cihetiyle vuku bulan fakat bire bir aynı olmayan bir hadiseyi bu esere tatbik ederek bunun çaresini bulmuş olduk. Bu vakıa, şeyhiyle mektuplaştığını bilmeyen müridin hikayesiydi.
Mektuplarda sözü edilen Tuti İhsan Efendi isimli genç, Kumanova (Makedonya’da yaşar.) bu zatın mektuplaştığı şeyh, Ankazade Halik Efendi, Kostendil (Bulgaristan)’dedir. Halil Efendi Kumanova’da yaşarken sebebini bilmediğimiz çalkantılı bir dönemden sonra bir takım hadiselerden dolayı kendi muhitinden hicret eder ve Kostendil’deki münzevi hayatı tercih eder. İsan Efendi ile Halil Efendi’nin ayrıca akrabalık bağı vardır. Bu zat, gencin babasının amcasıdır. Hem bu yakınlık sebebiyle hem de bu zatın büyük bir sofi olduğunu çocukluğundan beri işittiği için onu danışabileceği bir büyüğü olarak düşünmüştür.
Bu buluşmayı hızlandıran vakaysa, tasavvufa alaka duyduğu sıralarda Kumanova’ya nadiren gelen bir şeyhin meclisinde bulunması ve çok tesiri altında kalmasıdır. Çok etkilenmiştir ama hiç bilmediği bu manevi cazibeye birden bire atılmak ve yanlış yapmak korkusu onu istişareye sevk etmiştir. Etrafındakilerin ilmine ve bu sahadaki tecrübelerine itimat edemez. Zaten gelen şeyhlede konuşma imkanı bulamamıştır. Çünkü bu zat hem çok yaşlı hem de fazla sohbet etmeden, sadece birkaç kişiyle görüşüp nereye gittiği belli olmadan sırra kadem basar gibi bir haldedir. Bunun üzerine hemen babasının amcası olan zatın izini sürer ve edindiği bilgiye göre
mektup göndermeye karar verir. Bu
mektupta kendisini, halini ve yakın zamanda tanışmış olduğu bu şeyhe kadar pek çok satıra döker.
Mektubun şeyhe ulaştığını cevaben yazılan
mektupla öğrenir ve hayatı tamamen değişmeye başlar. Çünkü umduğunun ötesinde adeta bir hazine keşfetmiştir. Zaten bu
mektupla o zatın da bir şeyh efendi olduğu ve bu buluşmanın tesadüf değil beklenilen bir tevafük olduğu anlaşılmıştır. Çünkü şeyh efendi be mektupta onu beklediğini ve onun bu maneviyatı kabiliyetli olduğu müjdesini seneler evvel babasına da ifade ettiği yazmıştır. Artık İhsan efendinin hiç bir şüphesi kalmamıştır. Kalbi mutmain olarak bu zatla istişareye devam edecek ve bu zatın sözlerini tam bir teslimiyetle kabul edecektir. Bu idrak etmiş, anlamıştır anlamasına da anlayamadığı şey, Kumanova’ya gelen yaşlı Halveti şeyhiyle,
mektuplaştığı kişinin aynı kişi olduğudur.
İlk
mektuplaşmada Kumanova’ya gelen şeyh efendiden bahisle tasavvuf yolundaki iştiyakının hatsafhada olduğunu hatta bu zata intisab etmek istediğini fakat şu anda ancak ilm-i hal bilgilerine sahip ve ticaretle uğraşan biri olması hasebi ile derinlemesine bir malumat sahibi olmadığını beyan etmiş, intisab, tarikat, tasafvuf gibi hususlarda kendisinden maluumat istediğini ve kendisini yol gösterirse minnettar kalacağını ifade
mektuplaşma süre böylece başlamış olur. Ama aslında şeyh efendi dervişini hususi sohbetiyle irşat etmekte tarikat adabını ona inceden inceye nakşetmektedir.
Vakıayı böylece özetlemiş olduk. Kumanova’lı bu zatın torunu olduğunu düşündüğüm kişi ile 1987 senesinde İstanbul’da tanışmıştım. Onun için müstear isimler kullandım. Yani isimlerde değişiklik yaptım. Bunu yaparken isimlerin özetlediğim tüm mektupların ruhuna, mürşit, mürid ilişkisine uygun olmasına dikkat ettim.
Ankazade Halil Efendi. Evet mürşitler bizim müşahede edebileceğimiz veya bildiğimizi zannettiğimiz alemlerin ötesinden hakikatleri naklediyor. Kaf Dağı’nın ardındaki anka ve ondan beslenen ankazade misali. Hakka aşık Rasulullah’a müştak olanlara hakiki yar oluyorlar. Halil misali. Müridler mürşitlerini dinleyerek ve ilk başta taklit ederek manevi miraca kanat açıyorlar. Tutiler gibi. Cenab’ı hakk, ilmi isteyene veriyor kendisine hakiki talep ile müracaat edenleri reddetmiyor. Bu sebebten istenileni veriyor yani ihsan gibi. İradesiyle gelip talepte bulunan murid ile ona hizmet eden mürşidin remizleri olmuş iki isim. Mektupların muhteviyatı ise arzettiğim gibi onlarca mektubun hulasası ve huzurunda bulunduğum zatın sohbetleri ile mütalaasından ibarettir. Nakıslıklar ve sürçi lisanlar tamamıyla fakire aittir. Ama güzellikler ve manevi müşkillerinize çözümler bulursanız anlayınız ki muhakkak bunlar velilerden birisinin sözü ve beyanıdır.
Kitap hakkında bazı teknik bilgilerde vermek isterim. Her
mektubun başında besmelenin kısaltılmış şekli olan ya b harfi vardır veyahut bihi kelimesi mevcuttur. Ben deniz çeviri yaparken bunları koymadım. Eskiler besmelenin ayet olması sebebiyle mektuplarının başına tam metni yazmaktan kaçınmışlar, b, h, yahut bihi yazmakla iktifa etmişlerdir. Bir başka hususta özel bazı tesbihat ile havasla alakalı malumatla ilgili. Bunlarıda yazmamayı uygun gördük
mektupların başındaki hamdele ve salveleler birçok mektuptan hulasa edilmiş ancak fakirinda bazı küçük ilaveleri olmuştur. Sondaki duaların hemen hemen hepsi büyüklerimizin dualarıdır. Belli bir dil üslubu oluşması için hitabi uslübla yazılmış
mektupları diğerlerine tatbik ettik. Ben deniz bu
mektupları yazarken ziyadesiyle istifade ettim ve seneler evvel duyduğum birçok mevzuu anlamadan geçtiğimi idrak ettim. Fark ettiğim bir başka hakikat ise doksan ila 140 sene evvel yaşanmış olan hadiselerle günümüzde yaşanılan hadiselerin şaşırtıcı benzerliğidir. Sanki bu zatlar günümüzde yaşamışlar da bu satırları öyle kaleme almışlar diye düşünmekten kendimi alamıyorum.
Tasavvuf neşesine sahip ve ehli tarikin hallerini merak edenler için eserde çok faydalı bilgilerin bulunduğu kanaatindeyim biraz malumat sahibi olan kardeşlerimiz burada yazılanların sadece belli tasavvuf mekteplerine mahsus olmadığını, sufilerin birçok ortak haline işaret ettiğini göreceklerdir. İnşallah istifade edebildiğim güzellikleri aktarabilmiş ve sizlerin hizmetinde bulunabilmiş olurum. Cenab’ı Hakk sizlere ve bizlere hayırlı muvaffakiyetler ihsan eylesin.
5 Mayıs 2010
İstanbul
Sufi Kitap, M. Fatih Çıtlak 40 Mektup kitabının tanıtımı bitti..