%33

Başarı ve Mutluluk İçin Hayata Gülümse

  • 0 / 5
0 / 5
120,00 TL
180,00 TL
Kazancınız 60,00 TL
Geçici olarak temin edilememektedir. Temin edildiginde

Bu ürünün yerine tercih edebileceğiniz ürünler

STOKTA VAR
1.750,00 TL
1.050,00 TL
Aynı Gün Kargo
STOKTA VAR
190,00 TL
128,00 TL
Aynı Gün Kargo
STOKTA VAR
425,00 TL
279,00 TL
Aynı Gün Kargo

Ürününüz 1-2 gün içerisinde kargoya verilir.

Güvenli Alışveriş

Ürününüzü 14 gün içerisinde kolayca iade edebilirsiniz.


Kitap           Başarı ve Mutluluk İçin Hayata Gülümse 
Yazar          Sıtkı Aslanhan
Yayınevi      Çınaraltı Yayıncılık
Kağıt Cilt     2.Hamur, Karton Kapak Cilt
Sayfa Ebat  216 sayfa  – 13.5x21 cm.
Yayın Yılı     2017 
   

 
Sıtkı Aslanhan Başarı ve Mutluluk İçin Hayata Gülümse kitabı nı incelemektesiniz.    
Çınaraltı Yayıncılık Başarı ve Mutluluk İçin Hayata Gülümse kitabı hakkında yorumları oku yup kitabın konusu, özeti, fiyatı, satış şartları hakkında bilgiyi geniş bir şekilde edinebilirsiniz.

Yaratan Rabbinin adıyla oku . O, insanı " alak " dan yarattı. Oku, Senin Rabbin en cömert olandır. Alak 1-2


ÖNSÖZ

Gece gündüz peşinde koştuğumuz, yakalamak için bütün gü­cümüzü, zamanımızı sarf ettiğimiz, yıllar geçmesine rağmen her yerde aradığımız ama bir türlü bulamadığımız mutluluk ve başarı... Bugün geçmişe göre daha çok para kazanıyoruz ama daha mutsuzuz.

Bugün geçmişe göre daha lüks ve daha büyük evlerde yaşıyoruz ama daha mutsuzuz. Geçmişe göre sağlık imkânları bin kat daha iyi olmasına rağmen daha sağlıksızız.

İletişim teknolojisi inanılmaz noktada. Cep telefonumuzu ve interneti kullandığımız halde en uzak veya en yakın olduğu fark etmeksizin her geçen gün insanlarla daha az iletişim kuruyoruz. Uzaya gittik, galaksileri keşfettik ama kendimizi, eşimizi, ço­cuklarımızı keşfedemiyoruz. Aya ayak basıp gelen biz insanoğlu, bir adım ötesinde sofrasına koyacak bir ekmeği olmayan komşusunu fark edemiyor.

21. yüzyıl teknolojisinin, bilimin hızla ilerlemesine rağmen r geçen gün daha da mutsuzlaşan insanımıza, gerçek mutluluk başarının ne olduğuyla ilgili farklı bir bakış açısı getirmeye ça­ğımız; kaybettiğimiz bazı değerleri, sahip olduğumuz ama kullanamadığımız potansiyelimizi gözler önüne sermeye çalıştığımız çalışmamızın faydalı olmasını dilerim.

İşten çıktıktan sonra gece 12'lere kadar köylerdeki kahvehanelerde bisküvi satarak okumamı sağlayan, üniversiteyi bitirdiğim-Kişisel Gelişim Uzmanı olmak için birçok iş teklifini reddedip aşık bir yıl para kazanamamış olmama rağmen inandığım bu yoIda ilerlemem için beni destekleyen, yanımda olan, bana inanan ve güvenen sevgili babam Ahmet Aslanhan, canım annem Ayşe Aslanhan; bu serüvende inancımı güçlendiren, zorluklara benimle beraber katlanan sevgili eşim Tuğba Aslanhan; yoğun çalışma­sı içerisinde, uykusuz geceler geçirme pahasına yazılarımı büyük özenle okuyan, düzelten, kitabıma şeklini veren kıymetli ağabe­yim Ahmet Maraşh; en zor anlarımda hep yanımda olan sevgili dayım Murat Kocakaplan; değerli dost İlyas Ertemur; bana olan inançlarını hep dile getiren sevgili kayınpederim ve kayınvalidem Fikri-Rahime Yarış; değerli Kevser Türkay; düşüncelerini, yardım­larını esirgemeyen Rahime Demir; İsparta ve Manisa'daki sevgili dostlarım; bu kitap, sizin... Hepinize çok teşekkür ediyorum...


MUTLULUK


Hepimizin hayattaki en büyük gayesi mutlu bir hayat sürmek­tir. Bunun için gece gündüz çalışır, her türlü zorluğa katlanırız. Mutlu olabilmek için hiçbir fedakârlıktan kaçmayız. Onu yakalaya­bilmek için koşarız nefes nefese, kalırız tam yakaladık derken, bir bakarız ki avucumuzun içinden kaçmış. Sabah evimizden mutlu olmak için çıkarız ama akşam evimize mutsuz döneriz.

Bugün sahip olduklarımız mutlu olmamızı gerektiriyor. Üç kıta­da nam salmış, büyük bir devlet kurmuş olan Osmanlı sultanlarının hayatına baktığımızda biz onlardan daha çok şeye sahibiz. Meselâ İstanbul'u fetheden Fatih, makam arabasıyla Boğaz Köprüsünden 180-200 km/h hızla gitmenin tadını yaşayamamış, canlı yayına iç katılamamış, cep telefonuyla konuşamamış, kışın ortasında domates, biber, patlıcan yiyememiş... Biz bugün çok daha fazlasına sahip olmamıza rağmen niçin mutlu olamıyoruz? Peki, mutlu olmamız için ne gerekiyor? Nelere sahip olursak mutlu oluruz?


Para Eşittir Mutluluk mu?

"Mutlu olmak için ne olması gerekiyor?" diye sorduğumda birçok seminerimde aldığım ortak cevap: "Para." İnsanların söylediği şey hep bu... Para olursa, daha iyi bir maaş alırsak, daha ok para kazanırsak, daha iyi bir mevki ve makam sahibi olursak mutlu olacağız. Ama gazete ve televizyonlara baktığımızda, ha­ber bültenlerini izlediğimizde, pek çok zengin ve ünlünün psiko­lojik ve ruhsal yoksunluğunu çok net bir biçimde görebilmekteyiz. "Ulaşırsak mutlu oluruz." dediğimiz hayata, daha ötesine sahip olan Elvis Presley'in aşırı alkolden 1977'de ölüme yenik düştü­ğünü, Blues'un en önemli isimlerinden olan Robert Johnson'un 27 yaşında kıskanç bir koca tarafından öldürüldüğünü, efsane grup Queen'in solisti Freddie Mercury'nin AİDS nedeniyle öldü­ğünü, Jimi Hendriks'in ve Jenny Jopi'nin uyuşturucudan öldük­lerini, efsanevî grup Let Zeppelin'in davulcusu John Bonham'ın alkol komasına girerek öldüğünü, AC-BC'nin haylaz solisti Don Scott'un da tıpkı John Bonham gibi alkol koması sonucu öldüğü­nü çok açık bir şekilde görebilmekteyiz dostlar.

Şov programı, dizi film çekimleri, stand-up gösterileri der­ken sürekli koşturan Beyaz'ın aşırı stresten dert yandığını, gece­leri uyuyamadığını, ünlü şovmenin; "Uyurken farkında olmadan dişlerimi sıkıyorum, bu nedenle yatarken ağzıma dişlik takmaya başladım. Ayrıca uyumadan önce kas gevşetici hap da içiyorum, bu kadar stresin sonucu ne olacak bilmiyorum?" diye dert yandı­ğını, genç bir mankenin röportajında özel hayat açısından; "Son beş senedir kendimi 40-50 yaşında gibi hissediyorum, çok yorgu­num!" dediğini medyada açık bir şekilde görmekteyiz. Bu örnek­leri çoğaltmak mümkün.

Mutluluğun ancak parayla olacağını söyleyen bir gruba, ne kadar maaş aldıklarını sorduğumda ortalama 1500 TL civarında olduğunu söylediler. "Peki," dedim, "maaşınız bundan sonra 1500 TL değil de 5000 TL olsa, lütfen elinizi vicdanınıza koyun ve bana şunu söyleyin: Eşinizle, çocuklarınızla, dostlarınızla daha mutlu olabilmek, daha mesut bir hayat yaşayabilmek için bu paranın ne kadarını, nereye harcayacaksınız? Akşam evinizde o lanet olası televizyonu kapatıp eşinize dönüp onun gözlerinin içine bakarak, çocuğunuza sarılarak onlarla beraber vakit geçirebilmenin kaç para olduğunu zannediyorsunuz? Yani aylık kazancımız arttığı, maaşımız 1500 TL'den 5 bin TL'ye, 10 bin ya da 100 bin TL'ye çıktığı zaman eşimize, çocuklarımıza, dostlarımıza, her şeyin öte­sinde kendimize ayırdığımız zaman, kendimizle baş başa kalma, kendimizi sorgulama sürecimiz daha mı fazla olacak? Dünyanın en zengin ülkesinde, teknolojinin en ileri olduğu ülkede sizce in­sanlar çok mu mutlu?"

1950'den beri sadece Amerikalı'lar, kendilerinden önce yer­yüzünde yaşamış olan tüm insanlardan daha fazla doğal kaynak kullanmışlar. Dünya nüfusunun % 5'ini oluşturan ABD, dünya kaynaklarının % 30'unu tüketmekte. Orta sınıf bir Amerikalı, dünya kaynaklarını orta sınıf bir Meksikalı'dan 5 kat, bir Çinli'den 10 kat, Hindistan'dan 30 kat daha fazla kullanmakta. 1978-98 yılları arasında Amerika'da kişi başına tüketim % 45 artmış. Fakat bugün 40 milyon Amerikalı bir tür uyku bozukluğu rahatsızlığı yaşıyor. 45 milyon kadarı düzenli olarak reçeteli psikolojik uyuş­turucular kullanıyor. Milyonlarca insan da alkol ve yasal olmayan uyuşturucu bağımlısı. Boşluk duygularını doldurmaya ve kaygıla­rını denetim altında tutmaya çalışan milyonlarca Amerikalı, obez olacak kadar aşırı yemek yiyor.


Paranın Verebilecekleri ve Veremeyecekleri

"insanlar mutluluğu yalnızca maddi ihtiyaçların karşılanması olmadığını kavrar. Böylece toplum maddî şeylerin ötesinde olan bir ödüller sistemi oluşturur. "

Yany Ghu


Laurence Boldun dediği gibi; para bize yaşamdaki basit şey­leri daha dolu olarak değerlendirecek zamanı verebilir. Ancak bunu yapmak için gereken saf ruhu ve merakı veremez. Para bize yeteneklerimizi geliştirecek zamanı verebilir ancak bunu yapacak cesareti ve disiplini veremez. Para bize başkalarının yaşamında değişiklik yapma gücünü verebilir ancak bunu yapma arzusunu veremez. Para bize ilişkilerimizi geliştirmek ve beslemek için za­man verebilir; ancak bunu yapmak için gereken sevgiyi ve özeni veremez. Para bizi kolaylıkla bıkkın, korkak, bencil ve yalnız biri hâline getirebilir. Kısacası, para kendisini ne için istediğimize ve onunla ne yapacağımıza bağlı olarak bize, özgürleşmemizde veya köleleşmemizde yardım edebilir. Bu açıdan Horace'ın, "Zenginlik, kendisine sahip olana ya hizmet eder ya da hükmeder." dediği 2000 yıldan bu yana hiçbir şey değişmemiştir.

Sahip olduğumuzda mutlu olacağımızı düşündüğümüz para­ları kazanmaya başladığımızda bu sefer mutluluğumuzun önünde başka engellerin olduğunu görürüz. Yang Chu der ki: "insanlar mutluluğun yalnızca maddî ihtiyaçların karşılanması olmadığını kavrar. Böylece toplum maddî şeylerin ötesinde olan bir ödüller sistemi oluşturur. Bunlar unvanları, tanınmışlığı, sosyal konumu, pratik gücü kapsar ve hepsi de kişisel tatmin denilen paketin için­dedir. Bunların cazibesine kapılan ve sosyal baskıyla kışkırtılan insanlar, kısacık yaşamlarını, bunların peşinde koşmak için zihin­lerini ve bedenlerini tüketerek geçirirler. Belki bu onlara yaşam­larında bir şeyler başardıkları duygusu verebilir ama gerçekte çok acı çekerler. Artık yürekleriyle göremez, işitemez, davranamaz, hissedemez ve düşünemezler. Yaptıkları her şeyin, kendilerine sosyal bir başarı getirip getirmeyeceğine bakarlar. Sonunda ha­yatlarını başka insanların taleplerine göre geçirir ve asla kendi hayatlarını yaşayamazlar. Bu, bir mahkûmun veya kölenin yaşa­mından ne kadar farklıdır acaba?"

Maalesef biz başkalarına göre hareket ediyoruz. Hayatımızı onlara bakarak, onların isteği doğrultusunda şekillendiriyoruz. Sonbaharda Kızılderililer şeflerine kışın soğuk geçip geçmeyece­ğini sormuşlar. Herhangi bir fikri olmayan şef, kışın soğuk geçe­ceğini ve hazırlanmak için odun toplamaları gerektiğini söylemiş.

İyi bir önder olan şef, en yakın telefon kulübesine giderek ulusal hava durumu servisini arayıp sormuş: "Kış soğuk mu geçecek?" Telefondaki adam; "Evet, bu kış epey soğuk olacak." demiş. Şef, köye geri dönüp odun toplama işini hızlandırmış. Bir hafta sonra tekrar ulusal hava durumu servisini aramış: "Kış soğuk mu geçe­cek?" Telefondaki adam; "Evet, bu kış gerçekten oldukça soğuk olacak." cevabını yinelemiş. Bunun üzerine şef geri dönüp adam­larına, bulabildikleri bütün odun parçacıklarını toplamalarını söy­lemiş. Bir hafta sonra tekrar ulusal hava durumu servisini aramış: "Bu kışın kesinlikle çok soğuk geçeceğine emin misiniz?" Telefon­daki adam; "Kesinlikle eminim. Çünkü Kızılderililer deli gibi odun topluyorlar." diye cevap vermiş.


Mutluluğumuzun Önündeki Engeller

Biz mutluluğumuzu sürekli erteliyoruz. Mutluluğumuz kollarını açıp bize doğru gelirken biz başka bir yöne doğru onu yakalama­nın peşinde koşuyoruz. Mesela üniversiteye hazırlık döneminde en büyük hedefimiz, bir yerlere kapak atmaktır. "Ah," deriz, "üniversi­teyi bir kazansam dünyalar benim olacak." Dünyada benden daha mutlu başka kimse olmayacak. Gecemizi gündüzümüze katar; zor şartlarda bütün arzularımızı, isteklerimizi, zevklerimizi erteler; bir üniversite kazanırız. Ama üniversite yılları başladığında büyük bir hayal kırıklığına uğrarız. Çünkü kazandığımız üniversitenin hayallerimizdeki üniversite olmadığını görürüz. Yani üniversite bizi mutlu etmez. Her gün aynı şeyler, her gün aynı şeyler... O zaman mutluluğumuzu diploma alacağımız güne bağlarız. Evet, evet dip­loma! Bir diploma alsam, işte o zaman çok mutlu olacağım! Yıllar geçer, üniversiteyi bitirir diplomayı alırız ama bu sefer hayatın baş­ka sorunuyla karşılaşırız. Erkekler için ciddi bir askerlik problemi söz konusudur. Askerliği aradan bir çıkarsam işte o zaman mutlu olurum, diye düşünürüz. Askere gideriz, askerliğimiz biter.

Bu sefer mutlu olabilmemiz için üniversite mezunu, askerliğini yapmış biri olarak mutlaka iyi bir iş sahibi olmamız gerekir. "Hele bir sırtımı devlete dayayabilsem, iyi bir devlet işi ya da özel sektör­de iyi bir iş olsa, şöyle iyi bir maaş alsam, düzenli bir işim olsa, işte o zaman çok mutlu olacağım!" diye düşünürüz. Zaman geçer, bir işimiz de olur. Sabah kalkıp gider, akşam döneriz. Bakarız ki, o ilk günlerdeki mutluluğumuz yine kaybolmakta. Sahip olduğumuz iş de bizi mutlu etmemekte. Bir şeylerin eksik olduğunu hissederiz. Etrafımıza bakarız: Yalnızlık. "Evet, mutluluk evlilikte! Eğer evle­nirsem, sıcak bir aile yuvam olursa, sabah evden mutlu çıkabile­ceğim, akşam eve dönmek için hararetle koşacağım sıcak bir aile yuvam, beni çok seven ve benim de çok sevdiğim bir eşim olursa, dünyalar benim olacak! Evlilikte benim mutluluğum!"

Nasip olur, karşımıza kısmetimiz çıkar evleniriz; bir gün, üç gün, beş gün, iki ay derken mutluluğun tek başına evlilikte de olmadığını görürüz. Bir şeyler eksiktir. Evde bir şeylerin kırılıp dökülmesi lazımdır. Evet, mutluluk bir kız çocuğu sahibi olmakta. "Bir kızım olsa, işte o zaman mutlu olacağım." deriz. Kızımız olur. Yanına bir de oğlan lazım. Bir seminerimde arka sıralardan biri el kaldırıp; "Olmaz hocam!" demişti, "Olmaz!" "Niye abi?" dedim, "Bir hata mı yaptık?" "Olmaz hocam!" dedi. "Önce oğlan, sonra kız. Çünkü biz Trabzonluyuz." "Peki." dedim. "Nasıl olsa sipariş veriyoruz, önce oğlan olsun, sonra da kız." Çocuklarımız da olur ama mutluluğumuz yine eksiktir.

Kirada oturuyoruz, hayat şartları çok zor. "Şöyle başımızı so­kacak, iki küçük odalı da olsa, semti falan da çok önemli değil, bir evimiz olsa, bak işte o zaman ne kadar mutlu olacağız!" diye düşünürüz. Yıllarca yemez içmez para biriktiririz; bir kooperatife gireriz, borç harç derken bir şekilde ev sahibi de oluruz. Evimize gireriz ama birkaç sene geçtikten sonra artık evimizin de bizi mut­lu etmediğini görürüz.

Çoluk çocuk bir yerden bir yere giderken toplu taşıma araçları sıkıntı vermektedir. Eşin dostun da rahatça gidip geldiği arabaları vardır. Bunları görürüz ve mutlu olmak için; "Ayağımızı şöyle yer­den kesecek bir arabamız olsa, bak ne kadar mutlu olacağız!" de­meye başlarız. Nasip olur, bir arabamız da olur. Ve bir gün eşinizle beraber çay kahve içerken eşinize döner dersiniz ki: "Yâ hanım, şu çocukları hayırlısıyla bir başgöz etsek ne kadar güzel olacak, ne kadar mutlu olacağız değil mi?" Yaş 50-60 ve biz hâlâ mutlu olmayı bekliyoruz.

Sevgili dostlar! Mutlu olmamız için ne olması lazım. Hayat geldi ve işte hızla gidiyor. Hepimiz bir şeylerin peşinde koşuyo­ruz. Ev sahibi, araba sahibi olmak, güzel mobilya, daha güzel imkânlar, bunları istemek çok doğal. Ve bunlara sahip olmak için tabiî ki sıkıntılar çekeceğiz, tabiî ki birçok problemle karşılaşa­cağız, elbette canımızı sıkan birçok şey çıkacak karşımıza. Bir­çoğumuzun okul taksidi borçları, kredi kartı borçları, bir şekilde sürekli ödemek zorunda olduğumuz taksitlerimiz, yani hepimizin borçları var. Benim çözemediğim, anlayamadığım nokta şu: Biz ev taksidini öderken suratımızı astığımızda, evde terör estirdiği­mizde, iş yerinde arkadaşlarımızla hoş olmayan diyaloglar içine girdiğimizde taksitler daha hızlı mı ödeniyor? Mesela kooperatife girmişsiniz; yedi-sekiz sene gülmek haramdır artık, gülemezsiniz! Çünkü taksit ödüyorsunuz.

Mutluluğu Nerede Bulacağız?

Dostlarım! Mutluluğu ulaşılacak bir yer olarak görüyoruz. "Ev sahibi olursam mutlu olacağım!" Ne zaman?

Sekiz sene sonra, on sene sonra. Peki, arada geçen sekiz-on sene ne olacak? "Araba sahibi olursam mutlu olacağım!" Ne zaman? Üç sene sonra. Peki, araba sahibi olana kadar geçecek üç seneye ne olacak? Mutluluk, ulaşılması gereken yer değil, gidilen yoldur. Arzu ettiğimiz şeyleri elde etmek için yola düşerken, onları elde etmeye doğru giderken mutlu olabiliyor muyuz? Cevap veril­mesi gereken soru budur.

Bir otobüs yolculuğunda, yanımda 40 yaşlarında biri vardı. Sohbet etmeye başladık. Ne iş yaptığını sordum. Çalışmadığını söyledi. İzmir'de oturuyormuş. "İzmir gibi bir yerde çalışmadan geçiminizi nasıl sağlıyorsunuz?" diye sorduğumda; "Sağolsun, pe­derden 30-35 daire kaldı, onların kirasıyla geçiniyorum." dedi. "Peki, çoluk çocuğunuz var mı? Evli misiniz?" diye sorduğumda bir anda çok sert bir şekilde; "Deli misin be adam! Ben kendime zor bakıyorum, bir de çoluk çocukla mı uğraşacağım?" deyiverdi.

Bir dershaneye danışmanlık yapıyordum. Çok iyi bir öğren­cimiz vardı. Kendisinden Türkiye'de derece bekliyorduk. Bir gün öğretmen arkadaşlara dedim ki: "Öğrencimizin ailesini bir ziyaret edelim, ortamını görelim, acaba daha başarılı olması, daha iyi yer­lere gelmesi için ailesiyle beraber yapabileceğimiz neler var? Hem ailesini de görmüş oluruz." Bir grup öğretmenle beraber ziyarete gittik. Evlerinin bulunduğu yer gecekondu bölgesindeydi. Asgarî ücretle çalışan bir babanın altıncı çocuğu. İki odalı, çok mütevazı bir ev. O kadarını tahmin edemediğimiz için biraz kalabalık git­miştik, inanın bize çay ikram edecekleri bardakları yoktu. Evin hanımı gidip komşudan ödünç aldı. Ama siz o evin içine girip, eşlerin birbirleriyle, çocuklarıyla olan konuşmalarını, o göz temas­larını, o yüz ifadelerini gördüğünüzde diyorsunuz ki: İşte mutluluk bu! Hani bir yere girersiniz, buz gibi bir hava; bir yere girersiniz sıcacık, güzel bir hava. Bugün birçok evde, lüks yemek masası etrafında anne, baba ve çocuklar, herkese ayrı tabaklarda yemek­ler; kimse konuşmuyor, suratlar asık, çocuklar sofradan kalkıyor, biri bir odaya, diğeri başka bir odaya, evin hanımı mutfağa, beyi televizyonun başına, vatanı milleti kurtarmaya...

Dostlar! Biz, mutluluğumuzu erteliyoruz. Mutluluk yanıbaşınızda. Mutluluk sizin içinizde. Birileri size mutluluk vermeyecek.

Hep bir şeylere sahip olursam mutlu olurum düşüncesi var in­sanlarda. Sahip olma duygusu ister istemez borçluluk duygusuna sahip olmayı doğuruyor. Yani, sahip olmamız için birilerinin bize borçlu olması lazım. Devlet bize borçlu, annemiz babamız bize borçlu, çocuklarımız bize borçlu, eşimiz bize borçlu, komşuları­mız, dostlarımız herkes bize borçlu. Sahiplenmeye takılıp kalmı­şız. Eğer beklentilerimize cevap verilirse, yani devlet isteklerimizi, annemiz-babamız arzularımızı yerine getirirse, eşimiz ve çocuk­larımız beklentilerimize cevap verirse bize olan borçlarını ödemiş oluyorlar. Peki ya getirmezlerse? İşte o zaman da bize ihanet etmiş oluyorlar. Bu düşünceye sahip olduğumuz zaman, kaçınılmaz ola­rak mutsuz oluyoruz dostlar!

Hayatın Makineleşmesi

Mutsuzluğumuzun bir başka nedeni de hayatımızın tamamen makineleşmesi. Eskiden kuş sesleriyle, hoş bir rüzgâr esintisiyle uyanan insanoğlu bugün makine sesleriyle uyanıyor. Makinelere biniyor, makinelerle dolu işyerine gidiyor, oradan tekrar makine­lerle dolu evine gelip bütün zamanını makineler arasında geçiri­yor. Yani, insanlar makineleşti. Ve bizler zamanla makineler gibi duygularımızı kaybetmeye başladık.

Yeteneklerimizin Farkında mıyız?

"Ördel[erin dacadları dışadır ama onları uzatmaya çalışırsad ördeyın canı yanar. Uurnanın dacadları uzundur ama onların dır parçasını deşmeye çalışırsad turna acı çeder. "
Cduany Uzu




 
Diğer Özellikler
Stok Kodu9786055563592
MarkaÇınaraltı Yayın
Stok DurumuBu ürün geçici olarak temin edilememektedir.
9786055563592

İlgili Ürünler

En yeni ürünler
Güvenli teslimat
Kampanyalı ürünler
Piyasadaki en iyi fiyat