Büyük Ahidler El Uhudul Kubra

Fiyat:
320,00 TL
İndirimli Fiyat (%25) :
240,00 TL
Kazancınız 80,00 TL
Geçici olarak temin edilememektedir. Temin edildiginde

Bu ürünün yerine tercih edebileceğiniz ürünler

STOKTA VAR
350,00 TL
250,00 TL
STOKTA VAR
180,00 TL
135,00 TL
STOKTA VAR
570,00 TL
435,00 TL

Kitap             Büyük Ahidler, El Uhudul Kubra
Yazar            İmam Şarani
Tercüme        Selahaddin Alpay
Yayınevi        Bedir Yayınevi
Kağıt - Cilt     2.Hamur  - Ciltli
Sayfa - Ebat  1.032 sayfa - 16,5x23,5 cm
Yayın Yılı       2019 SON BASKI 


 
İmam Şarani nin Büyük Ahidler adlı kitabını incelemektesiniz.
Bedir Yayınevi İmam Şarani el uhudul kubra büyük ahidler adlı kitap hakkında yorumları oku yup kitabın konusu, özeti, fiyatı, satış şartları hakkında bilgiyi geniş bir şekilde edinebilirsiniz.


Yaratan Rabbinin adıyla oku . O, insanı " alak " dan yarattı. Oku, Senin Rabbin en cömert olandır. Alak 1-2


Büyük Ahidler El Uhudul Kubra
İmam Şarani

  

Her müslüman bilmelidir ki, yegane kurtuluş yolu itikad ve amelde ehl-i sünnet mezhebidir. O da, yukarıda belirttiğimiz gibi inançta iki, amelde dört hak şubeye ayrılmıştır. Hepsi doğrudur, temelde ve esasta birdir. İnanç ve amelde bunların birini tatbik ve taklid etmek şarttır, zarurettir.
 
Bedir Yayınevi
 
        
    MÜTERCİMİM ÖNSÖZÜ
 
Saygıdeğer okuyucularım,
 
Bu kitap hicri 973 (milâdi 1585) senesinde Mısır'da vefat eden büyük bilgin, sülük sahiplerinin önderi, talebelerin yetiştiricisi, toplumun uyarıcısı, gerçekçi­lerin imamı, ictihad sahibi bilginlerin sonuncusu, ahlâk-ı Muhammediye vârisi, kutupların kutbu, millet ve din yaşatıcısı, ilâhi azametin müdriki, itaatli bilgin­lerin medâr-ı iftiharı, yüksek makam sahibi, büyük mutasavvıf Şeyh Abdülvehhab Şa'râni Hazretleri'nin telifidir.
 
Bu büyük zatın şeceresi şöyledir: Abdülvehhab ibn Ahmed, ibn Ali, ibn Ah-med, ibn Muhammed, ibn Zerka, ibn Musa, ibn Sultan Ahmed et-Telmesâni Şa'râni'dir. Kendisi hadisci ve mutasavvıf olup Telmesan sultanlarının kuşağından gelmiştir. Mısır'da Kahire'de yefat etmiştir.
 
Kıymetli okuyucularım! Gelmiş ve göçmüş her büyük mutasavvıf gibi İmam Abdülvehhab Şarani Hazretleri de, telif eserleriyle cesaretli düşünceleriyle za­manının ahlâkça bozulmuş toplumuna karşı güçlü hamleler yapmış çevresini bu ahlâk ve vicdan çıkmazından kurtarmaya ve uyarmaya çalışmıştır. Kendisini hazmedemeyen dar fikirli düşmanları, kitaplarına sırf bu şahsiyeti küçük düşür­mek ve kötülemek için uydurma konular sokarak bu büyük zatın eserlerini ve düşüncelerini baltalamaya ve toplumun gözünden düşürmeye çalışmışlardır.
 
İmam Gazali; Şeyh Muhyiddin ibn el-Arabi, Mevlâna Celâlüddin Rumi gibi bü­yük mutasavvıfeye karşı yapılan saldırılar bu büyük şahsiyete de yapılmak is­tenmiş, özellikle Mısır'da Ezher Üniversitesi'nde aleyhinde fırtınalar estirilmiş, fakat gerçeğin ortaya çıkmasiyle olaylar yatışmış, bu ulu kişinin kıymet ve iti­barı, düşeceğine artmıştır. Aleyhinde yalan isnadlarla ona karşı çıkanlar hüsra­na uğramış ve seslerini kısmak zorunda kalmışlardır.
 
Telif olarak bilinen kitapları tahminen elliden fazladır. Tasavvuf babında en önemli kitaplarından biri de elinizdeki bu Büyük Ahidler  kitabı dır. Dolayısiyle tasavvuf yolunu izleyen kıymetli kardeşlerimin manevi gıdasını temin maksadiyle daha önce tercüme etmiş olduğum Muhyiddin ibn Arabi'nin *Fütûhat-ı Mehkiyye» ve «ilâhi Tedbirler», İmam Gazali'nin » Mükâşefetü'l Kulûb» adlı eserlerin­den sonra bu tasavvufi eseri de meraklılarına sunmuş bulunuyorum. Kemal ve tamamiyet  Allah'a mahsus sıfatlardandır. Ben mümkün mertebe müellifin kita­bındaki ifade, anlam ve düşünceleri eksiksiz ve ilâvesiz, gerçeğe yakın ve anla­şılır bir dille yansıtmaya çalışarak Allah'ın lütuf ve inayetiyle bu kitabın tercü­mesini bitirmiş oldum.
 
Her ne kadar yarım asra yaklaşan bir zamandan beri bu dilde tasavvuf, edebiyat ve felsefe üzerinde çalışmalarım olduysa da, hatasız kul olmayacağına göre mâna ve medlulde görülecek hatâ ve eksiklerimin bildirilmesini rica eder, bu yolda aşk ve sebatla yürüyenlere Allah'dan başarılar dilerim.
 
Selâhaddin Alpay (Kartal - İstanbul) 1976
 
  müellif imam şarani nin önsözü
 
Alemlerin Rabbi olan Allah'a hamd ü senalar olsun... O'ndan gayrı bir Allah'ın var olmadığına, görülen görülmeyen bütün var­lıkların padişahı olduğuna, O'nun azametli birliğine, medar-ı iftiha­rımız ve güvenimiz olan büyük önderimiz, Allah'ın sevgilisi ve dos­tu yüce Peygamberimiz sallâllahü aleyhi ve sellem Muhammed Mus­tafa Efendimizin O'nun elçisi ve peygamberi, öncekilerin ve sonra­kilerin Efendisi olduğuna şehadet ederim.
 
Ey Allah'ım! Senin salât ve selâmların ile birlikte bizlerin de sa-lât ve selâmı yüce Efendimizin ve bütün peygamberlerle beraber on­lara intisabı olanların, ashab-ı kiramın ve tabiînin üzerlerine olsun. Âmin... Âmin... Âmin...
 
Gelelim bu kitabın konusuna: Bundan önce hiç kimse bu mevzu­da bir kitapla beni geçemediği gibi, Resûlullah Efendimizin bizlere bildirdiği ve yapılmasını emrettiği vasiyetlerini kapsayan, bizlere ne yapacağımızı ve üzerimize düşen ödevlerin neler olduğunu, ne gibi yasaklardan uzak kalacağımızı, haram ve mubah şeylerin neler ol­duğunu bildirir bir eser bırakıldığını da tahmin etmiyorum.
 
Kitabıma «Levâkıhu'l-Envâri'l-Kudsiyye fi Beyani'l-Uhûdi'I-Muhammediyye» adını verdim.
 
Bu kitabımın telif sebebine gelince, o da şudur: Birçok din kar­deşlerimin dünya hayatlarındaki eksiklikleri tamamlamak için çalı­şıp çabaladıklarını, buna mukabil pek azı hariç, çoğunlukla dini yöndeki vecibelerinden ne gibi eksiklikleri bulunduğunu araştırma­dıklarını görmüş olmamdır.
 
Binaenaleyh dinî gayretimin tahrikiyle, din kardeşlerimin bu yönden eksikliklerini bilmeleri için bû geniş, uyarıcı ve ilgi çekici ki­tabı ortaya koydum.
 
Din kardeşlerimden her kim kendinden uzaklaşan ve kaybolan dini konuları öğrenmek isterse bu kitabın bölümlerinde açıklanan ve taahhüd edilen vasiyet ve öğütlere baksın ve ondan faydalanıp ders almağa çalışsın.
 
Kardeşlerim, kitabın bölümlerindeki konularla temasa geldikçe kendilerinde olan yetersizlikleri ve yanlışlıkları okuyup öğrenmiş olacaklardır. Şayet bu konular okuyucuyu etkileyecek olursa, geçmiş hayatındaki boşlukları, kayıpları öğrenecek, bunlardan pişmanlık duyarak telâfisi için tevbe ve istiğfarda bulunacak ve geleceği için kendini hazırlamış olacaktır.
 
Ey kardeşim! Şu gerçeği bilmen icap eder ki, Şeriat üç emre istinad eder. Bu cihet, senin bilmediğin şey değildir. Bunlar ise yapılması emrolunanlar, yapılmaması emrolunanlar ve bunların yapılıp yapılmamasını etkileyen âmillerdir.
 
Tasavvuf yolunda yürüyecek olanlar, ne gibi şeyleri yapacakla­rını ve nelerden uzaklaşıp yapmayacaklarını, kendilerine gösterecek, açıklayacak, belirtecek anlaşılması kolay bir rehberden yoksun bu­lunmaktadırlar.
 
Kişi ancak kendi anlayışı ile bunları yapıp yapmamada bir se­vap kazandığını bilir veya sevap denizine dalmak için bunu yapar veya korktuğu için o ameli yapmaz.
 
Misal olarak, abdestli bulunan bir kişinin yeni baştan abdestini tazelemesindeki sevab gibi... Kişiyi böyle bir şey yapmaya heveslen­dirmek, kendi rızasıyle sevab üzerine sevab kazanmasına yol açar. Bunun aksini düşünelim; kişinin aşağılık kötü bir fiilde bulunmama­sı için onu korkutarak o fiilden uzaklaştırmak gibi emir ve nehiy de­recesinde açık olmasa dahi bu korkutma ve çekindirme keyfiyeti o kişiye faydalı olur.

«Kavâid-i Kübrâ» adlı eserinde Abdüsselâm oğlu Şeyh İzzüddin bu konuyu açıklayarak şöyle der: «Şunu bil ki herhangi bir fiil kendi zatiyetinde kendini överse veya failini fiilinden dolayı över veya ona bu fiilinden dolayı dünya veya âhirette bir hayır ve iyilik getirece­ğini vaad ederse, o iş, yapılması gerekli bir emirdir. Şu kadar ki, bu emir, vâcib bir emir midir, yoksa müstehab mıdır? diye sahibi tereddüd içindedir».

Bütün bunları göz önünde bulundurarak bu konuları iki bölü­me ayırdım. Her bölüm başlı basma bir kitap tır. Bu iki bölümden birincisi, insanların, emredilenleri yapma hususundaki eksikliklerini açıklama hakkındadır.
 
İkinci bölümü teşkil eden kitabım ise ilâhî nehiyler (yasaklar) hakkındadır. İnsanların bu yasaklara uymadığının nedenlerini, ek­sik ve bozuk yönlerini gösterip açıklar.
 
Kitapta ilkönce birinci kısmı yani yapılması emrolunanlar (me-mûrât) bölümünü ele alıp yasaklar bölümünü —her ne kadar ilâhî yasaklara (nehiylere) eğilimli olanlar daha çok olmakla beraber— sonraya bırakmamın nedeni şudur: Hiç şüphesiz din babında Allah'a ta at asıldır. Mâsiyetler ise geçici, yani arızîdir. Ve yine bilinir ki, mü'min adı altında her- kul Allah'ın emirlerine itaat etmeyi arzular, O'nun emirlerine hiçbir zaman karşı gelmek istemez. Şu kadar ki, Hale Taâlâ'nın kullarına mâsiyetleri yasak etmesinde birçok hikmet­ler ve gizlilikler vardır ki, bu hikmetler kalbinde iman nuru taşı­yanlara gizli değildir.
 
Ey kardeşim! Şunu bil ki, zamanımızda sünnet ve kitap üzerine giden yollar zorlaşmış, tıkanmış ve bozulmuştur. Anlatılması uzun olacak bazı sebep ve etkilerden dolayı bu yolda yürüyenler de azal­mıştır.
 
Öyle bir hale gelmişiz ki, kişi Muhammedi ahlâkı okuyup gör­düğü halde bu sıfatla sıfatlanmayı ve onu elde etmeyi, ona varmayı -başaramamaktadır. Bu sebeple kitabımın birçok yerlerindeki Ahidler de şunu söyledim: Bu emir ve tavsiyeler de kendilerini yaptırta­cak ve öğretecek bir öğretmene veya mürşide muhtaçtır. İşte bu öğ­retmen veya mürşid talebesine yolu açıp gösterecek, onları doğru yolda yürütmek için yollarındaki mânileri ve engelleri kaldıracak, onları hedefe ulaştıracaktır.
 
Bütün bu işler fakihin fıkıh ve ahkâm bilgilerine vâkıf olmasiyle elde edilemez, ona erişilemez; bu yolda yürümek isteyenlerin fıkıh ve ahkâm bilgileri yanında doğru yolu gösterecek, gerçeği anlatacak bir mürşid veya öğretmene ihtiyaçları vardır.
 
İmam Gazali olsun, Abdüsselâm oğlu Şeyh İzzüddin olsun gerçe­ğe bir mürşidle varabilmişlerdir.
 
Ey kardeşim! Sana bir iz göstersin ve yolunu aydınlatacak bir ışık olsun diye birinci bölümü teşkil eden kitabımdaki her emir ve vasiyeti (ahdi) şerefli ve kıymetli hadîslerle donattım.
 
Bu kitaptaki ahidlere (emir ve vasiyetlere) gelince: Kötü ve kıs­kanç kişilerin bu kitaba hücum edip leke sürmemeleri için bunların tümü Kur'an-ı Kerim'den ve yüce Peygamberimiz sallâllahü aleyhi ve sellem Efendimizin sünnetinden alınmıştır. Bu eserimde hiçbir te'vil ve tahmin yoktur.
 
Nitekim bundan önce telif ettiğim (büyük şeyhlerin öğüt ve va­siyetlerini ihtiva eden) «El-Bahrü'l-Mevrud fi'l-Mevâsik ve'l-Uhud» adlı kitabıma karşı dar zihniyetlilerin kopardıktan yaygara ve- fitne tekrarlanmasın diye bu kitabımı yazarken de en ince söz ve fikirle­re son derece dikkat ettim. Yukarda adı geçen kitabımın halk tara­fından takdir, rağbet ve sevgi kazandığını gören ve kıskanan kötü tabiatlı bazı bilginler, kitabımı okuyunca kendi acz ve eksikliklerini anladıklarından, beni halkın gözünden düşürmek, müşkül bir du­rumda bırakmak için, kitabı ma uydurma ek ve ilâveler yaparak yay­mışlar ve kendilerinin bozguncu fikirleriyle, benim ve kitaplarımın Kur'an ve sünnet yoluna aykırı olduğunu iddia ederek, kitap muh­teviyatını kısmen de olsa değiştirerek Mısır'da bana karşı bir hare­kete teşebbüs etmişlerdi.
 
Böylece Ezher Üniversitesi içinde ve dışında aleyhimde büyük bir fitne ve feşad çıkarmış ve kargaşalıklara sebep olmuşlardı. Bere­ket versin beni ve kitabımın muhteviyatım iyi bilen büyük meşayih den Şeyh Nasrüddin Ellekani ve Şeyh Şehabeddin Remlî gibi şahsi­yetler beni ve kitabımı müdafaa ederek bu fitneyi çıkaranlara cevap vermişlerdi.
 
Ezher çevresinde ortaya çıkan bu fitneyi durdurmak için elimle yazmış olduğum asli nüshayı orada bulunan bilginlere göndererek üzerinde inceleme yapmalarını istedim. Bu bilginler sözü geçen ki­tabımı inceledikten sonra bunun içinde1 Kur'ân ve sünnete aykırı bir şeyin bulunmadığını görerek, kitabımın içine benim olmayan düşün­celerin kasden sokulduğunu anlamışlar, aleyhimde başlatılan bu fit­ne de böylece son bulmuştu.
 
Bu olaydan sonra da her kitabımda bir bahane bulmaya ve dine aykırı hükümler sokarak beni kötülemeye uğraşmalarına karşılık, yılmadan bu güruha karşı düşüncelerimle, yazılarımla mücadele verdim ve mücadelemde sebat ettim; aleyhimdeki her fitne ve kötü­lüğü gerçekle söndürdüm ve susturdum.
 
Ve yine bu kitabıma bir bahane bulmamaları ve hile katmama­ları için kitabın her ahdini hadîslerle. Kur'an âyetleriyle-ve büyük­lerin sözleriyle güçlendirdim. Zira kıskanç ve kendini beğenmiş kim­seler kitabımdaki hadîslerin bazı yönlerini aykırı ve uydurma şeyler­le değiştirecek olsalar dahi, halk nazarında bu durum anlaşılmış ola­cak ve müellifi için, «Nasıl olur?.. Hem hadîsi anlatsın, hem de sonra buna aykırı cevap versin!..» diyeceklerdir. Böylece Hak Taâlâ kitabı­mı bu gibilerin şerrinden korumuş olacaktır.
 
Ey kardeşim! Şunu bil ki, sallâllahü aleyhi ve sellem Efendimiz kendi ümmetinin gerçek şeyhi olduğundan bütün çağırılan bizler içindir. Bu sebepledir ki, kitabımızın ahidlerinde ve her konu başın­da «Bizlere, yani bütün ümmet-i Muhammed'e vekâleten. Resûlullah'-dan umumî bir ahid alınmıştır» ifadesini kullanmamız caiz olmuş­tur. Çünkü Resûlullah Efendimizin herhangi bir ilâhî emir ve nehyi veya teşvik ve terhib konusu üzerinde ashabına hitabının hükmü, bunun yalnızca onlara ait olmayıp, bu hitabların kıyamet gününe ka­dar Muhammed ümmetine ait olduğudur. Gerçek şeyhimiz, mürşi­dimiz, önderimiz odur. Ondan sonra da, vasıtalı vasıtasız onu izle­yen ve o yolda yürüyen şeyhler, bilinen şartlar içinde ve yakaza ha­linde onunla buluşan, ondan talimat alan Allah'ın velî kullandır.
 
Allah'a şükürler olsun ki, bu makam sahibi kişileri idrak ettik, onların nasıl yaşadıklarını gördük. Meselâ —Allah'ın nzası üzerleri­ne olsun— şeyhim ve efendim Aliyyü'l-Havvâs, Şeyh Muhammed el-Adl, Şeyh Muhammed ibn Anan ve Şeyh Celâlüddin es-Süyûti gibi ulu zatlar bunlardandır.
 
Ey kardeşim, şu ciheti sen de iyi bilirsin ki, ehlullah kendi mü-ridlerinden (talebelerinden) emir ve nehiylerden gayn —onlan Al­lah ve Resulü yolunda daha ileri götürmek için—helâl kılınmış ya­ni Müslümanlara mubah olanı dahi bırakmaları için söz ve ahid alır­lar.
 
Çünkü zâtı yönünden mubah olan bir şey insanı ileri götürmez veya yükseltmez. Çünkü mubah berzâhî bir emirdir, yani emir ve nehiy arasında bir keyfiyettir.
 
Hak Taâlâ mükellefler için mubahı bu iki şey arasında mükellefin nefes alması için koymuştur. Bununla mükellefler yüklenen zahmetli ve zor külfetlere karşı soluk alırlar. Zira devamlı olarak emirleri yapmak ve yasaklardan da kaçınmak beşerin gücü dahilin­de değildir. Allah ehli bü ciheti bildikleri için, devamlı olarak emre imtisal ve nehiylerden sakınmak için talebelerinden mubah olan şey­ler üzerindeki arzularını da kısmalarını ve azaltmalarını isterler. Bu mubah kılınanların müridlerce yapılmasını öyle bir hale getirmiş olacak ki, talebesi bunu emrolunmuş bir fiil veya içtinâbı zarurî bir yasak gibi bilecek. Bu mübahların bırakılmasını teşvik etmelidir ki, onlar da bu yönü gevşetmeden bütün güçleriyle bunlan yapmak ve­ya bırakmak imkânı bulmuş olsunlar.
 
Bir yönden görürsün ki, bunlardan biri bir mendubu bütün gü­cü ile sanki vacibmiş gibi dikkat .ve itina ile yapar, mekruh olan bir fiilden de haram kılınmış gibi ictinab edip kaçar, mubah olan (helâl kılınmış) bir fiili de sanki mekruhmuş gibi bırakır.
 
Bütün bu anlattıklarımdan öyle bir durum çıkmış olur ki, yuka­rıda sayılan fiillerden tercih ettiğini veya en yakışanını müstehab kılınmış nazarı ile yapar; mekruh olan bir fiilden de sanki günahmış gibi tevbe ve istiğfarda bulunur; üstün tuttuğu veya mendub görü­len bir fiilin aksini yaptığında kerahet işlemiş gibi tevbe eder.
 
Sûfiler topluluğundan bazıları mubah olan bir nesneyi hayırlı bir fiille veya sâlih bir niyetle değiştirir de bununla mendub olan bir fiili işlemiş gibi sevab alır.
 
Meselâ yenilen yemekle Allah'a ibadet için güç kazanmayı ni­yet etmek veya «Gece ibadetine kalkmak için kuşluk (kaylûle) uykusuyla istiânede bulununuz» mealindeki hadis-i şerifin sahih olma­dığını söyleyenlere göre; gece ibadetine kalkmaya kuvvet kazana­bilmek niyetiyle gündüz uyumak gibi.
 
Ama mezkûr hadîsin sahih olduğunu söyleyenler nezdinde gün­düz uykusu müstehab olduğundan mevzuumuza misal olmaz.
 
Ünlü meşayihden Ebü'l-Hasan eş-Şazilî ([1]) Hazretleri uykuya «vird» adını verir ve çevresindekilere, sakın hiçbir kimse beni, ken­dim kalkıncaya kadar uykumdan kaldırmasın ve uyandırmasın, di­ye tenbih ve tavsiyede bulunurdu.
 
Şu hakikat bilindi ki, daima vâcib bir fiil veya mendub veya iyi bir hareket içinde bulunmak, yahud da yasaklardan, mekruhlardan veya evlâ olanın kolayını yapmaktan sürekli kaçınmak Allah dost­larının şiârındandır. Bunun içindir ki, ulu kişilerden birinin mubah olan bir şeyi bırakması için talebesinden vaad ve söz aldığını duyar ve görürsen veya ona buna benzer tenbih ve vasiyette bulunduğunu işitir veya görürsen, zinhar onlara karşı gelip fiillerini inkâra kalkı­şarak: Efendim nasıl olurda Allah ehli bir zat talebesinden Allah ve Resûlü'nün. helâl kıldığı bir şeyi yapmamasını veya bırakmasını is­teyebilir? Veya mâni olarak bunların yapılmamasını nasıl ister? Vâ-zı-ı kanun ona bu hakkı vermiştir; bunun terki doğru değildir, de­me. Çünkü sen bir vadide, Allah ehli de diğer bir vadidedir. Nitekim sallâllahü aleyhi ve sellem Efendimizin kendi ailesinden olanlara, özellikle en yakınlarına mubah olan bir fiilin yapılmasını yasakladı­ğı sahih olarak rivayet edilmiştir. Meselâ, kızı —Allah'ın rahmet ve rızası üzerine olsun— Hazret-i Fâtıma'nın ipekli elbise giymesine ve altın ziynet takmasına mâni olmuş ve bu gibi teşebbüslerini yasakla­mıştı. Ezcümle ona, «Ey Fâtıma! Kim ki dünyada ipekli elbise giyer­se, âhiret gününde o elbiseyi bulup giyemez» buyurmuşlardı.
  
[1]-Bu zat Şâzili yolunun başkanı olup mezhebce Mâliki'dir. Hicrî 050, Milâdi 1258 senesinde vefat etmiştir.
 
Ve yine sallâllahü aleyhi ve sellem Efendimiz —Allah'ın rahmet ve rızası üzerine olsun— zevcesi Hazret-i Âişe'nin günde iki kez ye­mek yemesini yasaklamış ve şöyle buyurmuşlardı: «Gün içinde iki kez yemek yemek israf sayılır; Hak Taâlâ müsrif olanları sevmez.
 
Halbuki sallâllahü aleyhi ve sellem Kendimiz, ipekli elbise giy­meyi, altın ziynet takmayı ümmetinin kadınlarına mubah kılmıştı. Ve yine günde sabah ve akşam olmak üzere iki kez ve daha çok ye­meyi de ümmetinden zayıf olanlara acıyarak mubah kılmıştır.
 
Mürşidier de sadık müridlerine karşı bu şekilde davranmışlar; mubah olan şehvetlerden faydalanan, zaruretsiz olarak yanını yere koyan (yatan), acıkmadan yiyen, (vazifelerini) unutan, ihtilâm olan (rüyalanan), gece veya gündüz zaruret olmadan ayaklarını uzatan veya bunlara benzer fiilleri yapan müridlerini kınamışlardır. Onla­rın bu gibi şeyleri talebelerinden istemeleri bazı kuvvetli iz ve de­lillere dayandıklarını göstermektedir.
 
Onların, mubah olan şehvetlerden faydalanan müridlerini muaheze etmelerinin deliline gelince; o da, Hak Teâlâ'nm ateş ehline dünyada arzuladıklarını yediklerini haber verdiği şu âyettir: «Kâfirler, ateşin karşısına (getirilerek) gösterileceği gön, (denilir ki): Siz bütün zevk­leri (nizi) dünya hayatınız içinde (yaşayıp) bitirdiniz. Bunlarla safa sürdünüz. İşte yeryüzünde haksız yere kibirlenmekte ve fıska sapmak­ta olmanıza mukabil bugün horluk azabıyla cezalandırılacaksınız.» ('). (1) Ahkâf 20.  
 
Allah ehli der ki: Cenab-ı Hakk'ın ateş ehline felâket olarak haber verdiği ve o nedenle kendilerini azaba çarptırdığını bildirdiği şeyi mü'minlerin terketmeleri gerekir.
 
Allah'ın rızası üzerine olsun Abdullah ibn Mes'ud Hazretleri, «Son­ra arkalarından öyle kötü bir nesil geldi ki namazı bıraktılar, şehvet­lerine uydular. İşte bunlar da azgınlıklarının cezasına uğrayacaklar­dır.» (2) mealindeki âyet-i kerimenin tefsirinde bu âyette geçen «Gayy» kelimesi için, «Cehennemde bir vadidir ki, şehvetleri ardından gidenler oraya atılacaklardır» demişlerdir.
 
(2) Meryem 59.
 
Hakk Taâlâ, Allah'ın salât ve selâmı üzerine olsun Hazret-i Da­vud'a, «Ey davud! Kavminin tümüne şu haberi ver, onları uyar, şehvet­lerine kapılmamalarını ve şehvetlerle karınlarım doyurmamalarını ih­tar et. Çünkü şehvet ehlinin kalbleri bana karşı kapalıdır» buyurmuş­lardır.
 
Uyumak veya uyku da kişinin Hak Taâlâ'ya karşı kalb gözünü kapar.
 
Mürşidlerin unutkan müridlerini muaheze etmelerinin deliline ge­lince —ki müriddeki bu unutkanlık hali ancak müridliğin ilk merha­lelerini aştıktan sonra mazur sayılabilir— o da, sefer halinde suyunu unutan veya suyunu kaybedip de sonra bulamayan kimse hakkında ulemâmızın şu görüşüdür:
 
Böyle birisi teyemmüm edip namaz kılar; sonra da teyemmümle kıldığını kaza eyler. Bilginlerimiz o kişiyi suyu unutması veya kay­betmesinden dolayı kusurlu bulmuşlardır.
 
Ve yine aynı bilginler, şayet İçişi bilmeden üzerinde bir necaset varken namaz kılsa,, o namazı yeni baştan kaza olarak kılması vacib olur; derler. Şayed o necaseti üstünde taşıdığını bildiği halde unutup namaz kılarsa, mensub olduğu mezhebe göre kaza olarak o namazın lü­zum ve vücubu vardır. Bu gibi örnekler çoktur.
 
Allah'ın rahmet ve rızası üzerine olsun büyük bilgin Muhyiddin el-Arabî Hazretleri şöyle buyururdu: «Cemaat müridi unutkanlıkla muaheze ederler. Çünkü onların yollarının, istikametlerinin temeli da­ima Hak Taâlâ ile birlikte olmaya dayanır. Onlarda unutkanlık nadi­ren görülür, böyle nadir ve az olan şeylerin de bir hükmü yoktur».
 
Böyle olmakla beraber Şeriatın temeli ve kaidesi unutkanlık hük­münü kaldırmaktır. Gerçi bazı istisnalar vardır, fakat bunlar namaz kılarken unuttuğu rükünleri yerine getirmesi veya sahibinden izin al­madan unutarak yediği yemeğin parasını ödemesi gibi şeylerdir.
 
Şayet bu~ unutkan kişi dünya umurunu elde etmek için gösterdiği dikkat ve itinayı nefsinde düşünecek olursa görür ki, dünya işlerinde hiç de unutkanlık göstermemektedir. Meselâ kendisine bin dinar veri­leceği vaadini alan bir kişi, alacağı emanetin vaktini saniye saniye he­sap ederek nasıl da dünya malını bekler ve unutmaz!..
 
İşte, Allah ehli, talebelerinden böyle bir davayı veya iddiayı, dün­ya üzerine yıkıp atmayı ve fiil ve hareketlerini âhiret emrine saklayıp dünya ve âhiret evinde Allah ile birlikte kalkıp oturmalarını isterler. Rüyalarındaki ihtilâmları yönünden Allah ehlinin müridlerini azarla­maları sebebine gelince: Bu hal ve bu durum müridde, helâl olmayan şeye bakmak, yahud o hususta düşünmek gibi ihtilâmı kolaylaştırıcı sebeplerden husule gelir. Mürid o düşündüğü şeye varamayip âciz ka­lırsa o vakit îblis müridin tasarladığı şeye uyku esnasında sokulur; müridin varamadığı o düşünceye veya o mahrem fiile onu düşürmüş olur.
 
Şu cihet iyi bilinmeli ki, yasak ve haram bir şeyi düşünmeyen kişi uyurken hiçbir vakit ihtilâm olmaz. Uykudaki ihtilâmlar çoğunlukla ancak müridlerde ve cahil halk tabakalarında görülür. Bundan Allah ehli zatlar ve ulu kişiler istisna edilmelidir. Çünkü bu ulu kişiler ya peygamberler gibi masumdurlar (kendileri her türlü kirden temizdir­ler, böyle şeyler onlardan uzaktır) veya Hakk Taâlâ tarafından velîler gibi korunurlar.
 
Şayet büyük velîlerden biri rüyasında ve uyurken ihtilâm olursa, bu şuuraltı fiil kesinlikle, ya helâli olan zevcesiyle veya câriyesiyle münasebette bulunduğunu görmesiyle vukua gelir. Başkaca helâli ol­mayan birinin etkisiyle ihtilâm olmaz. Bunun sebebi de o her an Allah azze ve celle ile veya Müslümanların işleriyle meşgul olduğundan cis­minin (fizikî ihtiyacının) tedbirini ihmal etmiş olmasıdır.
 
Allah'ın rızası üzerine olsun Hattab oğhı Ömer Hazretleri bir gece uykusunda cariyesini görerek ihtilâm olur ve şöyle der: «Müslüman­ların işleriyle, dertleriyle uğraştığımızdan beri bu derde düştük».
 
Allah ehlinin bir zaruret ve sebep olmadan talebelerinin gece veya gündüz gelişigüzel ayaklarım uzatıp vücudlarını rahata vermelerini is­tememelerinin sebebine gelince; bunu şöyle açıklarlar: Allah'a yaklaş­mak isteyen kişi veya mürid, devamlı olarak, sürekli, hissetsin veya et­mesin Allah'ın huzurunda bulunuyor demektir. Hocaları onlardan, inanç ve imanları hükmünce, Allah'ın huzurunda bulundukları için ayaklarını uzatmamalarını ve bu huydan vazgeçmelerini isterler ki, Hakk Taâlâ'nın hicabı onlardan kalksın da bu hicabın kalkmasiyle ilâhî emirleri yakînen veya gözleriyle görmüş olsunlar.
 
Bu sebepledir ki, mürşidler veya Allah ehli zatlar müridlerinin bu hareketini önlemek için, onların sebep ve zaruret olmadan Allah huzurunda uzatmış oldukları ayaklarını bir kılıç darbesiyle vurup kes­meyi onlar için daha hayırlı görürler. Hatta müridi Allah huzurunda ayak uzatmakla ateşe girme hususunda muhayyer bıraksalar, ateşe girmeyi tercih etmesi kendisi için daha hayırlıdır, demişlerdir.
 
Allah'ın rızası üzerine olsun Edhem oğlu İbrahim'den haber aldı­ğımıza ve öğrendiğimize göre, Hazret şöyle bir olay anlatır: Bir gece oturmuş virdimi okurken, farkına varmadan ayaklarımı uzatmışım. Ani­den bir sesin bana, «Ey İbrahim! Padişahların huzurunda ve meclisin­de böyle mi oturulur?» diye gâibden hitab ettiğini duydum, buyurmuş­tur. Derler ki bu olaydan sonra İbrahim İbn Edhem Hazretleri ölünce­ye kadar yirmi sene ayaklarını uzatmamıştır.
 
Yukarıda sırasiyle geçen konulardan anlaşıldığına göre, karara vardığımız ve üstün tutulması icap eden şey şudur ki: Hakk Taâlâ'nın ulu kişileri, müridin zahirî ve bâtınî, belli yasaklardan başka, mekruh olan herhangi bir şeyi yapmasını asla müsamaha ile karşılamazlar. Çünkü Allah ehlinin yolu ancak ve ancak Kur'an-ı Kerim'in ve sünnet-i şerifenin yazıp gösterdiği şeyleri müdafaa etmektir. Nasıl ki altın madeni diğer madenlerden arındırılıp saflığına ve temizliğine dikkat edilirse, onlar da ilâhi konuları ve mevzuatı öylece korurlardı; bu yol­da yürümeyenlerin, düşündükleri gibi düşünmezlerdi.
 
Bütün ehlullah şu noktada birleşmişlerdir: Namaz ve diğer ibâ­detlerde Hakk Taâlâ'nın huzuruna ve civarına her türlü lekeden ve kö­tü sıfatlardan arınmış, zahirî ve bâtınî temizliğini yapmış olanlardan başkası giremez.
 
Nitekim elbisesinde veya vücudunda namaza mâni olacak miktar­da necaset taşıyan veya bir uzvunda temizlenmeyen bir taraf kalan ki­şinin kıldığı namazın sahih olmadığı malûmdur. Böyle bir kişinin na­mazı suret gibi ruhsuz olur ve hakikat taşımaz. Yine kişinin kalbi, na­maz sırasında Hak'tan bir lahza dahi uzaklaşsa, kişinin kıldığı o na­maz bulunduğu cemaat içinde bâtıl olmuş olur, bir işe yaramaz.
 
Bu kanun ve gerçekleri bizlere getirip öğreten sallâllahü aleyhi ve sellem Efendimiz, bu konuda zahiri temizlik ile bâtını temizliğin birleşmesinin şart olduğunu bizlere işaret buyurmuşlardır. Bu sebep­ledir ki Allah ehli, müridlerinden zahirî ve bâtını temizliği bir araya getirmelerini isterler ki, nifaktan kurtulsunlar. Allah Taâlâ şöyle buyuruyor: «Şübhesiz münafıklar cehennemin en aşağı tabakasındadırlar». (1).
 
Müslim'in kaydettiği bir hadîste, sallâllahü aleyhi ve sellem Efen­dimiz: «Hakk Taâlâ ne suretinize ve ne de cisimlerinize bakar, O ancak kalblerinize bakar» buyurmuşlardır.

Allah ehli yine şu noktada birleşmişlerdir ki: însanın Hakk Taâlâ'nın huzuruna temiz bir kalble girebilmesi, namaz kılmasına mâni sıfat­ları yok edebilmesi için bir muallime, yani bir mürşid veya şeyhe bağ­lanması gerekir. Çünkü şu genel bir kaidedir: «Vacib bir emri tamam­lamaya ihtiyaç duyulan şey de vacibdir».
 
Dünya sevgisi, kibirlilik, kendini beğenme, riya, kıskançlık, yalan, nifak ve benzerleri gibi hastalıklara, (ruhî ve manevî) illetlere bir ilâç arayıp bulmak hiç şüphesiz vaeibdir. Bütün bu adı geçen dertler bizler için hadîslerle açıklanarak haram kılınmış ve yasaklanmıştır. Hadîsler bunları yapanların cezalanacağını bildirmektedir. Bundan anlaşıldığına göre, bu kötü sıfatlardan kurtulmak için kendisine bir rehber veya mürşidin lüzumunu görmeyenler, Hakk Taâlâ ve Resûlü'ne âsî olduk­larını bilmelidirler. Zira doktorsuz bir hasta, düştüğü hastalıktan kur­tulamayacağı gibi, hocası ve şeyhi olmayan kişi de, bilgi yönünden bin aded kitap okumuş olsa dahi, gerçek yolu bulamayacağını bilmelidir. Nitekim okulsuz, öğretmensiz kişi gerçek yolu bulamayacağı gibi, hiç bir vakit âlim de olamaz.
 
Meselâ insan yalnız başına bir tıb kitabını ne kadar iyi ezberlemiş olsa da, herhangi bir hastalığın ilâcını bulup o derde deva vermesini bilmez. Bütün bildiği ve işittiği kitaptaki konudur. Sadece, o  okudukça, bunu yazan büyük bir doktordur, diyebilir. Fakat kendisine bir hastalık hakkında soru sorulsa ve hastalığın izalesi istense, o vakit bunu bilmediğini söyler.
 
Ey muhterem kardeşim! Bu sebepledir ki kendine bir yol gösterici hoca bul. Benim öğüdümü dinle. Sakın bu yola (tasavvuf yoluna) ki­tapsız ve mesnedsizdir deme. Çünkü tasavvuf yolu tümü ile, kumaşı ile, nakısı ve ipliği ile Muhammedi ahlâk ve davranış'tan başka bir şey değildir.
 
Şunu bil ki! Eski sâlih kişiler ve ietihad sahibi imamlar gibi, Hak Taâlâ herhangi bir kimseye bâtınî hastalıklardan selâmet rızkı verdi mi, o vakit o kişinin şeyhe ve mürşide ihtiyacı kalmaz. Çünkü âyet-i kerimede meâlen şöyle buyururlar: «Belki insan (bizzat) kendisine karşı bir şahiddir». (2).
 
Ey kardeşim! Bu sözlerime ve yazdıklarıma dikkat et; kitaba göre amel et. Böyle davranırsan Allah'ın izni ve yardımı ile sapıklığa düş­mez, perişan olmazsın. Âlemlerin Rabbı olan Allah'a hamd ü senalar olsun...
 
Şimdi Allah'ın yardımı ile kitabin mevzularına geçelim ve Allah'­tan başarılı kılmasını dileyelim.  ( Bedir Yayınevi, İmam Şa’rani, Büyük Ahidler imam şarani, bedir yayınları, büyük ahidler, İmam Şa’rani, kitapları )
 
(1) Nisa 145.   (2) Kıyamet 14.
 

 
 
[1]Bu zat Şâzili yolunun başkanı olup mezhebce Mâliki'dir. Hicrî 050, Milâdi 1258 senesinde vefat etmiştir.


Bedir Yayınları İmam Şa’rani nin Büyük Ahidler El Uhudul Kubra adlı kitabı incele diniz. 
Diğer Özellikler
Stok Kodu9789758514526
MarkaBedir Yayınevi
Stok DurumuBu ürün geçici olarak temin edilememektedir.
9789758514526
En yeni ürünler
Güvenli teslimat
Kampanyalı ürünler
Piyasadaki en iyi fiyat

PlatinMarket® E-Ticaret Sistemi İle Hazırlanmıştır.