Kitap Cami Sohbetleri
Yazar Rahmi Serin
Yayınevi Pamuk yayıncılık
Kağıt - Cilt 1.Hamur Beyaz Kağıt, Citli
Sayfa - Ebat 672 Sayfa, 17x24 cm.
Yayın Yılı 2015
Ürün Kodu Sohbet 021
Pamuk yayıncılık Cami Sohbetleri kitabını incelemektesiniz.
Rahmi Serin Cami Sohbetleri kitabı hakkında
yorumları oku yup
kitabın konusu,
özeti,
fiyatı, satış şartları hakkında bilgiyi geniş bir şekilde edinebilirsiniz.
Yaratan Rabbinin adıyla oku. O, insanı " alak " dan yarattı. Oku, Senin Rabbin en cömert olandır. Alak 1-2
Vaaz ve irşat. dinimizde önemli bir yer tutar. Bu sebeple İslam alimleri vaaz ve irşadı hiçbir zaman ihmale uğratmadan devam etmişlerdir. Bu eser hazırlanırken Peygamber (s.a.v)in güzel ahlakından. siretinden. sahabelerin yaşayayışlarından örnekler verilmiş. İslam büyüklerinin hayat hikayeleri bu eseri süslemiştir.Arapça metinlerin de yer aldığı bu eserin özellikle DİN GÖREVLİLERİMİZ için ciddi bir ihtiyaca cevap vereceğine inanıyoruz. ( Cami Sohbetleri, Pamuk yayıncılık, rahmi serin cami sohbetleri, pamuk yayınları sohbet kitabı, rahmi serin vaazlar, nasihatler )
ÖNSÖZ
Vaaz ve irşâd, dinimizde önemli bir yer tutar. Bundan dolayı asırlar boyunca irşâd hizmeti bir görev sayılıp; bu konuda nice gayretler sarf eden pek çok İslâm büyüğü bulunmaktadır.
Allah Resulü Efendimiz (s.a.v.) de, İslâm'a davette vaaz ve nasihata büyük önem vermiştir. Nitekim Allah Teâlâ, sevgili Habibine "(Ey Muhammed!) Rabb'inin yoluna hikmetle, güzel öğütle çağır..."
(NahlSûresi, âyet: 125) buyurarak; insanları doğru yola çağırmanın, güzel vaaz ve nasihatlarla yapılmasını vahiy etmiştir. Konunun önemini ve dindeki yerini ortaya koymak için, sevgili Peygamberimiz (s.a.v.): "Din nasihattir" buyurmuşlar ve öneminden dolayı bu cümleyi üç defa tekrar etmişlerdir.
Yukarıdaki ilâhî emirle birlikte, Allah Resulü Efendimiz (s.a.v.)'in hadîs-i şeriflerini göz önünde bulunduran İslâm âlimleri, vaaz ve irşadı hiçbir zaman ihmâle uğratmadan devam ettirmişlerdir.
Vaazların esasını âyet-i kerîmeler ve hadîs-i şerîfler teşkil etmelidir. Bunların açıklamaları yapılırken, sevgili Peygamberimiz (s.a.v.)'in güzel ahlâkından, sîretinden, sahabelerinin yaşayışlarından, ciddi kaynaklardan yararlanarak örnekler verilmeli; İslâm ve Türk Tarihi'nin hakikat dolu sayfalan, İslâm büyüklerinin örnek hayat hikâyeleri ve yapılan konuşmaları süslemelidir.
Görevin gerektirdiği hassasiyet ve ciddiyet gösterilerek özel konular kürsiye getirilmemeli, bulunulan yerdeki kişileri yerici veya övücü konuşmalardan dikkatle kaçınılmalıdır. Özellikle aktüel, günlük siyasî yorumlardan uzak kalmak bir zarurettir. Tarafsızlığı korumak çok önemli ve gereklidir.
Vaiz, cemâatine inandığını, yaptığını, yaşadığını anlatmalı; hak ve gerçek olanları inandırmalı, benimsetmeli, öğretmelidir. Onları mes'ud etmek, iyi bir kul ve güzel huylu olgun bir insan kılmak için çalışmalıdır.
Bu hususlara riâyet edildiği takdirde hem bu mübarek görev yerine getirilmiş, hem de Allah Teâlâ (c.c.)'ün rızâsı kazanılmış olacaktır.
Eserin, insanlık için hayırlara vesile olmasını yüceler yücesi Allah Teâlâ (c.c.)'tan dilerim.
R. SERİN
Emekli Müftü ve Osmanlı Arşiv Görevlisi
DİKKAT
Bu eserin hazırlanışı sırasında, sohbetlerini içeren eserlerinden azamî derecede yararlandığım merhum Beykozlu Hacı Osman Akfırat (Medineli Osman Efendi) Hocamızla, Mısır'ın yetiştirdiği mümtaz âlimlerden merhum Abdülhamid Kişk Hocaefendi'ye Allah Teâlâ'dan rahmet ve mağfiret niyaz eder; onların Cennet ve cemâlüllah ile müşerref olmalarını dilerim.
R. SERİN
Vaaz Öncesi Dua
Sallû alâ Resûlinâ Muhammed. Sallû alâ Tabibi Kulûbinâ Muhammed. Sallû alâ Şefîı zünûbinâ Muhammed.
01 menbeğı bağı belagat ve ol mahzeni fazlı seâdet. 01 ande-lîbü gülüzân fasâhat Muhammed Mustafa Râ Salavat. Allahümme salli alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âli seyyidinâ Muhammed.
Eûzü billahi mineşşeytânirracîm. Bismillâhirrahmânirrahîm.
Va'bûd Rabbeke hattâ ye'tiyekel yakîn. Sadakallâhül azîm ve belleğanâ Resûlühül kerîm ve nahnü alâ mâkâle hâlikunâ ve râ-zikunâ ve mevlâna mineşşâhidineşşakirîne bi kalbin selîm.
Cenâb-ı Hakk ve Feyyazı mutlak ve Rabbül Felak Hazretleri cümlemize mededi inayet ve lutf-u hidayet eyleyip tevfıkât-ı ilâhiy-yesine refik eyleye.
Her halimizde rızâ-ı şerifine muvafık a'mâl ve akvâl ve harekât ve sekenat ve hüsn-ü itikattan ayırmaya.
îmânın mahalli ve Rabb'ımızın nazargâhı olan kalblerimizi Kur'ân'ın nuru ile nurlandırıp, efendimiz Aleyhisselamın mübarek hadis-i şerîfleri ile müteessir eyleye.
Kötülüklerin anası, fîsk-ı fücurun başı olan cehaletten kalblerimizi arındırsın, llm-i İlâhisinin nurlanyla gönüllerimizi nurlandırsın.
Ezelî düşmanımız Şeytan Aleyhillane'nin mekir ve hilelerinden cümlemizi masun ve mahfuz eyleye.
Peygamberlerin, âlimlerin, sâlihlerin, fakirlerin, zenginlerin toplanacağı kıyamet gününde, yüzlerimizin karasına bakıp ta bizleri rusvây-ı âlem eyleme Allah'ım!
Son nefesimizde, can boğazımıza gelmeden ol kelime-i tayyi-be ki buyurun:
Eşhedü enlâ ilahe illellâh ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve Resulün, diyerek çene kapamayı cümlemize nasip eyleye.
Ol Cenâb-ı Kibriya, Cibrîli Emîn ve Nâmûs-u Ekber vasıtasıyla Efendimiz Sallellâhü Teâlâ Aleyhi ve Sellem Hazretleri'ne inzal buyurduğu Kur'ân-ı Kerîm'inde bu hususu bu âyet-i celîlesinde buyurur ki:
Bismillâhirrahmanirrahîm. Va'büd Rabbeke hatta ye'tiyekel yakîn.
SOHBET 1
ALLAH TEÂLÂ'YA VE KULLARINA KARŞI GÖREVLERİMİZ
Bizleri kendisine kulluk etmek için yaratan ve verdiği çeşitli nimetleriyle yaşatan yüceler yücesi Rabb'imize sayısız hamd ve senalar olsun.
O'nun âlemlere rahmet, mü'minlere de örnek olarak gönderdiği Son Peygamber Muhammed Mustafâ (s.a.v.)'e, Ehl-i Beytine ve Sahâbeleri'ne de salât ve selâm olsun.
Bu yüce ve mübarek dini, kalplerinde ve kafalarında geliştirip kitaplarına ve talebelerine aktaran; onlardan da bizlere ulaştıran bütün İslâm âlimlerinden Allah (c.c.) razı olsun.
Cümlemizi onların hak ve hidâyete uzanan yollarından ayırmasın.
Tâ-Hâ ve Yasin hürmetine, âmîn! Azîz ve bahtiyar müslümanlar!
Aklı başında olan her insan, şu uçsuz bucaksız kâinata baktığı zaman; cansız varlıklardan bitkilere bütün canlıların bir sebep ve hikmete dayalı ve bir amaca yönelik olarak yaratılmış olduklarını görür. Durum böyle olunca, yaratılmışların en şereflisi olarak yaratılmış bulunan insanın da yaratılışının, yapmakla yükümlü bulunduğu bazı görevleri vardır. Nitekim yüceler yücesi Rabb'imiz, Kur'ân-ı Kerîm'de insanla ilgili olarak şöyle buyurmaktadır:
"E yahsebü'l-insânü en yütrake südâ?"
"İnsanoğlu başı boş bırakılacağını mı sanıyor?"
(Kıyamet Sûresi, âyet: 36)
Gerçekten de insan başıboş bırakılmış değildir. O, pek çok görevlerle görevlendirilmiş ve sorumlu tutulmuştur. İnsan olarak bu görevlerimiz başlıca iki kısma ayrılmaktadır.
- İnsanın, yaratan Allah (c.c.)'na karşı görevleri ki, din dilinde bu görevlerine "Hukûkullah" denir.
- Bir insanın diğer insanlara, hemcinslerine karşı görevleri ki; buna da din dilinde "Hukûk-u Ibâd" denilmektedir.
Nasıl ki namaz, oruç, hac gibi ibâdetler, yüceler yücesi Rabb'imiz için yaptığımız dinî görevlerimiz ise; sağlığımızı korumak, ailemize bakmak, muhtaç durumda olan yakın-ırak insanları özellikle din kardeşlerimizi kollayıp gözetmek, onların her türlü ihtiyaçları ile ilgilenmek, haklarını korumak ve kollamak da birer din görevidir. Bir başka deyimle kul hakkıdır.
Bir müslüman olarak namaz kılmamak, oruç tutmamak, üzerimize farz olduğu halde hacca gitmemek... Nasıl ki Rabb'imizin haklarını ihmâl etmek, O'na karşı büyük günahlar işlemek ise; haksız yere adam öldürmek, başkasının malına, namusuna tecâvüz etmek, gıybet ve dedikodu yapmak, yalan söylemek ve iftira etmek de aynen öyle haramdır. Sonuçta büyük günahlar işlenmiş olmaktadır. Bunlar da kul haklarına tecâvüzdür.
Gerçek bir mü'min ve müslüman olabilmek için hem Rabb'imize, hem de diğer insanlara karşı görevlerimizi yapmak, onların haklarına riâyet etmek zorundayız.
Gerek dinî, gerekse dünyalık olarak görevi yerine getirmek bir borç olduğundan; her insan üzerine düşen görevleri yerine getirmelidir. Yerine getirilmesi gereken bu görevlerin veya hakların kimlere karşı olduğunu Allah Resulü Efendimiz (s.a.v.) şöyle açıklamışlardır:
"... Senin üzerinde muhakkak ki Rabb'inin bir hakkı vardır. Kendinin de öyle bir hakkı vardır. Aile fertlerinin de hakları vardır. Bundan dolayı her hak sahibine hakkını vermelisin."
Azîz müslümanlar!
Görev, öncelikle Allah Teâlâ (c.c.)'ya olan kulluk borcunun ödenmesiyle başlayıp; sonra kişinin kendi ihtiyacını gidermesiyle, daha sonra bunu akrabaya, komşulara, dindaşlara, vatandaşlara ve bütün insanlığa doğru yaymasıyla devam eder.
Konuyu biraz daha açmak gerekirse, yüce dinimiz İslâm'a göre yerine getirmekle yükümlü bulunduğumuz görevler başlıca beş kısım olarak karşımıza çıkar.
1.Allah Teâlâ (c.c.)'ya karşı yükümlü bulunduğumuz görevler, yâni Allah hakkı veya din görevi.
Kendi şahsımıza karşı görevlerimiz.
Aile fertlerimize karşı görevlerimiz.
4. Vatanımıza, milletimize karşı görevlerimiz: Buna "Medenî görevlerimiz" de denilebilir.
5. Bütün insanların birbirlerine karşı insanlık görevleri.
Her insan önce kendini yoktan var eden yüceler yücesi Rabb'ine kulluk görevlerini yerine getirmekle yükümlüdür. Bu görevler, O'nu tanıma ve O'na kulluk etme olarak iki çeşit görevdir. Nitekim Allah Teâlâ (c.c.) Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle buyurmaktadır:
"Vemâ halaktü'l-cinne ve'l-inse illâ İi
ya'büdûn ."
"Cinleri ve insanları ancak bana kulluk etmeleri için yaratmı-şımdır."
(Zâriyât Sûresi, âyet: 56)
İşte Rabb'imize karşı yerine getirilmesi gereken başlıca görevimiz budur. Cinlerin ve insanların yaratılış maksadı, Allah Teâlâ (c.c.)'yü tanıyıp O'na kulluk etmektir.
Tefsir âlimlerinden bazıları bu âyette geçen "Li ya'büdûn" kelimesini "Li ya'rifûn" olarak tefsir etmişlerdir. Bunun anlamı da yine: "Beni Ma'bûd tanısınlar" demektir. Bu ifâde ise "Benim emirlerimi tutarak bana kulluk ve ibâdet etsinler" demeyi içerir.
Bu duruma göre de insanların ilk görevi, Allah Teâlâ (c.c.)'yü bilip tanımak, O'na kulluk ve ibâdet etmektir.
Değerli müslümanlar, azîz kardeşlerim!
Bilinmelidir ki, yüceler yücesi Allah Teâlâ (c.c.) bütün âlemlerden müstağnidir. Hiç kimsenin ibâdetine muhtaç değildir. Fakat insanlar ibâdet etmeye muhtaçtırlar. İnsanların mutluluk ve huzuru, Allah Teâlâ (c.c.)'ya hakkıyla kulluk etmelerine bağlıdır.
Yüceler yücesi Rabb'imiz ne kadar kerîm, ne kadar rahîm'dir ki; bizim kusur dolu ibâdetlerimizi kabul buyuruyor. Karşılığında da bize pek çok sevaplar ihsan ediyor. Yoksa bizim şu nâçiz amel ve ibâdetlerimizin ne kıymeti olabilir?
Bizim ibâdetlerimiz, Mesnevî-i Şerifte açıklandığı üzere bir çöl bedevîsinin nâçiz bir hediyesiyle temsil olunabilir. Şöyle ki:
Hayatını çölde geçiren bir bedevî Arap son derece fakirlik ve ihtiyaç içinde kalmıştı. Sonunda eşiyle bir çâre düşündüler. Bağdat'a giderek zamanın sultanına başvurmak ve onun Iütfuna mazhar olmak yapılabilecek tek çâre... Fakat Bağdat'a elleri boş olarak gitmeyi de uygun bulmadılar. Kendilerine göre her şeyden daha kıymetli olan 'çölde ender bulunan' bir testi yağmur suyunu hediye olarak götürmeye karar verdiler. Biçâreler sanıyorlardı ki, Bağdat'ta 'çöldeki gibi' su kıtlığı vardı.
Bedevî Arap, bir testi yağmur suyunu alarak Bağdat'a yöneldi. Günlerce çöllerde yol yürüyerek nihayet bir gün Bağdat'a erişti. Sultanın yakınında hizmet görenler durumdan haberdar olarak bedevîyi karşıladılar. Yüzüne gül suları serperek kendisine iltifatta bulundular.
Bedevî şöyle dedi:
"Bu armağanı Sultan'a götürünüz. Pâdişâhın fakirini ihtiyacın ve yoksulluğun pençesinden alıp kurtarınız. Bu tatlı bir su ve yeşil kap yeni bir testidir. Çölde toplanmış bir yağmur suyundan alınmıştır."
Sultanın maiyyet görevlileri, bedevinin saf sözlerinden dolayı gülümsemeye mecbur kaldılar. Bununla beraber o hediyeyi tam bir memnuniyetle alıp pâdişâhın huzuruna takdim ettiler. O da bunu memnuniyetle kabul etti, karşılığında bedeviye o testinin doluşunca altın verdi. Daha başka bahşişler, kıymetli elbiseler de ihsan ederek zavallı adamı ihtiyaçtan kurtardı. Bununla beraber memurlarına:
"Bu bedevî Arap kara yoluyla çöllerden gelerek hayli sıkıntılar çekmiş. Dönüşünde kendisini Dicle Nehri üzerinden vapurla gönderiniz" diye emir verdi. Memurlar da Sultan'ın istediği gibi yapıp onun Dicle Nehri üzerinden gemi ile göndermek üzere vapura götürdüler.
Obasına gitmek için gemiye bindirilen bedevî Arap, o zamana kadar varlığından habersiz olduğu kocaman Dicle Nehri'ni gördü. Hemen utancından secdeye kapanıp iki büklüm olarak kaldı. Görmüş olduğu iltifattan dolayı hayretini ve şaşkınlığını göstererek şöyle dedi:
"0 ikramı ve ihsanı bol olan pâdişâh ne kadar cömertmiş. Beni daha da şaşırtıp hayretler içinde bırakan husus şu ki; bu zât, böyle dipsiz 'dibi görünmez derecede bol' sulara sahip iken benim getirmiş olduğum şu bir testi dolusu nâçiz yağmur suyunu kabul etti!.."
Azîz ve muhterem cemâat!
Bizim yaptığımız ibâdetler de şu Bedevî Arabın hediyesi olan bir testi su mesabesindedir. Şüphesiz yüceler yücesi Rabb'imiz bunları lütfü ile kabul buyuruyor. Karşılığında bizlere nice lütuf ve ikramlarını sergiliyor. Ne yazık ki bazı gâfıl insanlar Allah Teâlâ (c.c.)'ün melekûtunun genişliğini hakkıyla takdir edemiyorlar. Kendilerinin kusur ve eksikliklerle dolu ibâdetlerine büyük kıymet veriyorlar. Çok bir şey yaptıklarını sanıyorlar.
KENDİ NEFSİMİZE KARŞI GÖREVLERİMİZ
Saygıdeğer cemâatim
Rabb'imize karşı görevlerimizi kısaca anlattıktan sonra, şimdi de kendimize karşı görevlerimize geçelim.
Kendimize âit görevimiz, varlığımızı korumak ve yükseltmekten ibarettir. Şu halde her insan için öz varlığını korumak ve yükseltmek dinimizin emrettiği bir görevdir. Allah Teâlâ (c.c.) bakınız Kur'ân-ı Kerîm'de ne buyuruyor:
"... vela tülkû bi eydiküm ile't-tehlüketi ve ahsinû."
"... kendinizi ellerinizle tehlikeye bırakmayın ve güzel hareket edin..."
(BakaraSûresi, âyet: 195)
İnsan, cisim ve rûh denilen iki unsurdan meydana gelmiş bir varlık olduğu için, kendimize karşı görevimiz de ruhî ve cismî olmak üzere iki kısımdır.
Muhterem cemâat
Ruhî olan şahsî, görevimiz, ruhî kuvvetlerimizi terbiye etmek demektir. Bunlar hissî, zihinsel ve irâde güçleridir. Bunları hayırlı, faziletli ve yararlı bilgilerle beslemek ve takviye etmek lâzımdır.
Cismî, yâni fiziksel görevlerimize gelince; dinimiz, yalnız ruhumuzun değil, bedenimizin de korunması ve geliştirilmesini emrediyor. Bundan dolayı vücudumuzu yıpratacak içki, kumar... gibi kötü alışkanlıkları terk etmeliyiz. Ayrıca pislikten ve bulaşıcı hastalıklardan da korunmalıyız.
Allah Resulü Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyuruyor:
"Kıyamet gününde Âdemoğlu, şu beş şeyden sorguya çekilmedikçe yerinden ayrılamaz:
- Ömrünü nerede ve ne şekilde harcadığından,
- Yaptığı işleri ne maksatla yaptığından,
- Malını nereden kazandığından ve nerelerde harcadığından."
AİLE ÇEVREMİZE KARŞI GÖREVLERİMİZ
Azîz ve saygıdeğer kardeşlerim!
Dinimiz aile fertlerinden her birini birtakım görevlerle sorumlu tutmuştur. Aile, insanın içinde büyüdüğü küçük bir cemiyettir. Ana, baba, evlât ve akraba bu cemiyetin azalarıdır.
Önce ana-babanın evlâtlarına karşı görevlerinden işe başlayalım. Ana-babaların evlâtlarına karşı en önemli görevleri, onları bağlı bulundukları millete, hatta bütün insanlığa en yararlı bir uzuv olacak şekilde terbiye etmek ve yetiştirmektir.
Enes bin Mâlik (r.a.)'tan rivayet edildiğine göre, sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuşlardır:
"Çocuklarınıza ikramda bulununuz. Terbiye ve eğitimlerini de güzel yapınız."
(Sünen-i İbn Mâce, 1211. Kahire 1952-1953 M.)
Ana-baba yedi yaşına kadar sağlık kurallarına riâyet eder ve güzel bir örnek olarak çocuğun büyümesini temin ederler. Yedi yaşından sonra çocuğa ilim, ahlâk ve edep öğretilir. Daha sonra da bir san'at ve meslek sahibi olması sağlanır. Evlenmesine ve ev bark sahibi olmasına imkân nispetinde yardım edilir.
Evlâdın ana-babasına karşı görevlerine gelince, bunlar sayılamayacak kadar çoktur. Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) bir hadîs-i şeriflerinde şöyle buyurmuştur:
"Evlât babasının hakkını asla ödeyemez. Meğer ki onu 'babasını' köle olarak bulup satın almış ve âzâd etmiş ola."
(Tirmîzî, cilt 3, bâb 8, hadîs no: 1971)
Ana hakkının, baba hakkından daha ağır olduğu yine hadîs-i şeriflerle belirtilmiştir.
(Müslim, Kitâbü'J-Birr ve's-sıla ve'l-âdâb. Cilt 8, sayfa: 94, Hadîs' no: 140-141).
Allah Resulü Efendimiz (s.a.v.) bir başka hadîs-i şeriflerinde de şöyle buyurmuşlardır:
"Komşuları, kendisinin şerrinden güvende olmayan kimse mü'min değildir." (Riyazu's-Sâlihîn, cild 1, hadîs no: 303)
Muhterem Müslümanlar!
Allah Resulü Efendimiz (s.a.v.), Vedâ Haccı'nda, bütün mü'minlere hitaben çok etkili bir hutbe okumuş; bu hutbesinde hak ve görevleri veciz bir şekilde belirtmiştir. Allah Resulü bu hutbesinin bir yerinde şöyle buyurmuşlardır:
"Ey insanlar! Sizin kadınlarınız üzerinde haklarınız vardır. Onlar sizin haklarınıza riâyet etmelidir. Siz de onlara iyi muamele etmelisiniz. Müminler hep birbirinin kardeşidir. Bir kimseye kardeşinin malı helâl olmaz. Meğer ki kendi isteği ile vermiş ola. Ben sizin için gerekli olan dinî hükümleri tebliğ ettim ve size iki şey bıraktım ki; onlara sarıldıkça hiçbir vakit dalâlete düşmezsiniz. Onların biri Allah Teâlâ (c.c.)'nın Kitabı Kur'ân-ı Kerîm, diğeri Peygamberi'nin sünnetidir." (Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiyâ ve Te-vârih-i Hülefâ, cild 1, sayfa 232).
Değerli kardeşlerim!
Dersimizin başında da arz edildiği üzere, haklar başlıca: Allah'ın hakları ve kulların haklan diye ikiye ayrılıyor. Bu haklardan hangisi daha öncelikle yerine getirilmeye lâyıktır? diye sorulacak olursa; cevap olarak şöyle demek gerekir:
Haklardan her ikisi de hak olarak önemlidir. Hattâ bir bakıma kul hakkı daha önemlidir. Çünkü Allah Teâlâ (c.c.) çok esirgeyici ve çok bağışlayıcıdır. O'na karşı yerine getirmemiz gereken görevlerde kusur etmişsek, âhirette O'nun affını ve bağışlamasını umabiliriz. Kulların affı ve merhameti ise yüce Rabb'imizinkine göre çok az olduğundan, kul hakkına tecâvüz etmekten ve kula borçlu kalmaktan kaçınmalıyız.
Allah Resulü Efendimiz (s.a.v.), sahabeden borçlu olarak ölen birinin cenaze namazını kılmaktan kendileri kaçınmış, sahabelerine de:
"Arkadaşınızın namazını kılınız" diyerek ashabının kılmalarını emir buyurmuşlardır. Sahabeden biri onun borcunu ödeyince Allah Resulü Efendimiz (s.a.v.) yine o kimsenin cenaze namazına katılmamıştır.
(A. H. Akseki, Müslümana Büyük İlmihal, s. 198)
Burada dikkat çeken çok önemli bir durum vardır ki o da: Kul hakkının İslâm Dini'nde çok önemli bir yeri oluşudur.
Ebû Hüreyre (r.a.)'tan rivayet edildiğine göre, Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) bir gün sahabelerine:
"Müflis kimdir, bilir misiniz?" dedi. Sahabeleri:
"Bize göre müflis, parası ve malı olmayan kimsedir," dediler. Bunun üzerine Allah Resulü (s.a.v.) şöyle buyurdu:
"Benim ümmetimin müflisi o kimsedir ki, kıyamet gününde namaz, oruç ve zekâtla gelir. Fakat şuna sövmüş, buna iftira etmiş, şunun malını yemiş, bunun kanını dökmüş, şunu dövmüş. Bundan dolayı onun sevaplarından, o adamların her birine verilir. Üzerinde olan kul hakları ödenmeden sevapları tükenirse; ayrıca hak sahiplerinin günahları o kimsenin boynuna yükletilir. Sonra o kimse Cehennem'e atılır." (Müslim, Kitâbü'l-Birr, cilt 8, hadîs no: 59)
Sevgili Peygamberimiz'in (s.a.v.) şu mübarek sözlerine de çok dikkat etmeliyiz:
"Haklar kıyamet gününde sahiplerine iade edilecektir. Hatta boynuzlu koyundan boynuzsuz koyunun öcü alınacaktır."
(Müslim, Kitabüi-Birr, cilt 8, hadîs no: 60).
"Bir kimse haksız olarak başkasının bir karış yerine tecâvüz ederse o yerin yedi katı da o kimsenin boynuna geçirilir." (Riya-zü's-Salihîn, cilt 1, hadîs no: 209)
Pamuk yayıncılık cami sohbetleri kitabı nı incele diniz.