Kitap Davam
Yazar Rahmi Erdem
Yayınevi Timaş Yayınları
Kağıt Cilt 2.Hamur, Karton kapak cilt
Sayfa Ebat 488 Sayfa - 13.5x21
Timaş yayınları, Rahmi Erdem tarafından yazılan Davam adlı kitabı incelemektesiniz.
Davam kitabı hakkında yorumları okuyup kitabın konusu, özeti, fiyatı, satış şartları hakkında bilgiyi geniş bir şekilde edinebilirsiniz.
Yaratan Rabbinin adıyla oku . O, insanı " alak " dan yarattı. Oku, Senin Rabbin en cömert olandır. Alak 1-2
Davam
Rahmi Erdem
Onlar inandıkları dava adına mücadele vermenin ağır bedellerine göğüs geren iman dolu nesillerdi. Evinde dini kitap bulundurmanın, hadis-i şerif meali, Kur’ân-ı Kerim tefsiri okumanın laikliğe aykırı hareket sayıldığı günleri gördüler. Sadece bu sebeplerle on binlerce Müslümanın mahkûm edildiği, vazifelerinden uzaklaştırıldığı dönemleri yaşadılar. Ama vazgeçmediler.
Bu insanların hepsinin “suç aleti” aynıydı: Dini kitap, tespih, takke, Kur’ân, cübbe, sarık…
Sadece Kur’ân-ı Kerim tefsiri ve dini kitaplar okudukları için o zamanki TCK’nın 163. maddesine dayanılarak şikâyet edilen, tevkif edilen, lehte bilirkişi raporları olmasına rağmen mahkûm edilen bir neslin verdiği hukuk mücadelesini, hayattaki son şahitleri aktarıyor.
Davam, genişletilmiş yeni baskısıyla yeniden raflarda. Türkiye’nin zor yıllarını daha iyi anlamak isteyenler için…
TAKDİM
1960'lı yıllarda Merhum Zübeyir Gündüzalp Ağabey'in tavsiye ve telkinleri ile öncelikli olarak Van'da Hz. Üstad'ın eski talebelerinin hayat hikâyelerini derleyip arayış içinde olan okuyucularıma arz ettiğim bu hatıralar 1993 yılında neşrettiğim "Davam" kitabı ile büyük alaka gördü ve ses getirdi.
Davam kitabında neşrettiğimiz hatıraları dinleyen ve okuyan çok insanlar, "Ağabey zaman zaman anlattığın çok farklı, yeni hatıralar var. Demek ki bazıları unutulmuş. Hafızanızı bir yok-lasanız, eksik kalan hatıraları da yazsanız, bu hatıralar sizinle birlikte kabre girmeseler iyi olur..." dediler. Ben de geçmişe bir baktım. Unuttuklarımı kaleme aldım. Yeni baskısında Davam kitabına ilave edilmesi uygun görüldü.
Bu hatıraların cazibesi yeni nesilde bir heyecan uyandıra-bilirse kendimi mes'ud hissedeceğim.
Bu mana yüklü, duygu yüklü, heyecan yüklü, feragat ve fedakarlıkla dolu hatıraları kadirşinas okuyucularımın severek, isteyerek okuyacaklarını ümit ediyor, berzah âlemine girdiğimde Hz. Üstad'ın bu fakiri karşılamasını arzuluyor, Allah'ın rahmetinin üzerimizde devam etmesini niyaz ediyorum.
Bu bilgileri aziz okuyucularımın mertebe-i irfanına emanet eder, saygılarımı sunarım.
Bu kitabın genişletilmiş baskısı için eklenen bölümlerin hazırlanmasında büyük emek ve himmet sahibi Muallim Serdar Zafer Beyefendi'ye hadsiz teşekkür ve minnetlerimi arz eder, aile efradı ile beraber iki cihanda aziz, çocuklarının da iman ve amel sahibi olmalarını Cenab-ı Hakk'tan niyaz ederim.
Rahmi Erdem
Bursa - Ocak 2018
GİRİŞ
Hatıralar, hakikatleri anlattıkları, insanların dünyalarına ışık tutarak yollarını aydınlattıkları ölçüde güzeldir. Bu hatıralar başkalarına örnek oldukça daha da güzelleşir.
Bazı insanların hayatı ciltlerle hatıralar, ibretli maceralarla doludur. Bazı insanların hatıraları kendi hayatlarından, bazılarınınki de hayatlarına te'sir eden mütefekkirlere yakınlıklarından dolayıdır.
Benim sizlere arz edeceğim hatıralar, milyonlarca insanın hayatını şekillendiren, imanının kurtulmasına ve tekâmül etmesine vesile olan ve onlara, "Hayatın gayesi nedir? Bu insanlar nereden geliyor? Nereye gidiyor? Niçin yaratılmışlar? İman ve İslâmiyet nedir? İmanın mahiyet ve derecatı nedir? İnsaniyet nedir? İmanın bir nuru olan muhabbet ve marifet nedir?" gibi yüzlerce mühim ve müthiş suallere muknî cevaplar vermiş olan asrımızın mücahid ve müceddidi Bediüzzaman kaynaklıdır. Bu hatıralar, şems-i tâbânı sönük âyinemde aksettirebildiğim takdirde ehemmiyet arz edecektir.
Bediüzzaman Bitlis'in Nurs köyünde 1876 yılında dünyaya teşrif etmiş. Oralarda mâlûm ve meşhur olan ilim ehlinden gayet kısa bir sürede bütün zahiri dinî ilimleri tahsil edip ilim ve irfan âleminde meşhur olmuş, kendini tanıtmış.
Cenab-ı Hakk'ın azim lütuf ve ihsanına mazhar olmuş bir ferd-i ferid ve allâme-i küll olarak, faziletini bütün dost ve düşmana kabul ettirip "Bediüzzaman" unvan-ı cehline bihakkın mazhar olmuştur.
Din-i Hakk'ın boğulmak istendiği, din adamlarının konuşturulmadığı, herkesin sustuğu veya susmaya mecbur bırakıldığı tehlikeli bir zamanda, susmayan gür sesiyle yılmayan, azim ve imanıyla, darda kalan imana muhtaç ve muztar gönüllerde te'sirini biiznillah icra etmiş, bu sevgi hâlesi durmadan genişlemiş, Anadolu'yu ihâta edip âlem-i insaniyet ve İslâmiyet'e sıçramıştır.
Me'yus ve muzdarip Anadolu insanı; bu mümtaz, mücahid ve mübarek insana el uzatıp ona gönülden ve kalpten ısınmış ve hoşamedi yapmış, onun arkasından sadakatle yürümüş, idam sehpalarının gölgesinde ona ve onun müdafaa ve neşr ettiği hakaik-i uzmaya ihlas ve cesaretle sahip çıkmıştır. Bu satırlarda o isimsiz, namsız, nişansız kahramanların küçük bir bölümünün resmigeçidini bulacaksınız.
Küfr-ü Mutlak'ın hakim olduğu o karanlık günlerde bir râh-ı necât, bir halaskâr-ı İslâm olarak ortaya atılan Bediüzzaman, bütün hizmeti, hamiyeti, meziyeti ilim ve irfanıyla tarihe mal olmuş şerefli bir insandır. Gelecek nesillerin eline sağlam ve sıhhatli bir şekilde Bediüzzaman'ın akıllara durgunluk veren Cihad-ı Ekberi'ni yazıp verecek ve ifade edecek tarihçiler mutlaka çıkacaktır.
Ama bu hizmetlerin içinde bütün günah ve hatiatlarıyla cüz'î de olsa bulunma nimetine mazhar olmuş aciz bir kimse olarak bize düşen, mümkün olsa, onun harikulâde hizmetinin destanını ve onun manevî şahsiyetinin azametini yazmaktır.
Bize düşen; herkesin korktuğu ve çekindiği bir dönemde, kırılmayan kaleminin, susmayan dilinin, âlî fikriyatının güzelliğini görmeyen kör gözlere göstermektir.
Bize düşen; Risale-i Nur'la tenevvür etmiş akıl, kalp ve ruh âyinemizde Bediüzzaman'ın ifade ve ifaza ettiği ölümsüz ruh, mânâ, efkâr ve hissiyatının tecelli ve in'ikasını tebellür ettirmektir.
Bize düşen; Anadolu insanının üzerine nizam namıyla örtülen o ince perdenin altında meyyit-i müteharrik gibi inleyen insanlara nasıl bir ruh üfleyip onları maye-i asliyesine nasıl döndürdüğünü, o küfür ve inkar perdelerini nasıl parçaladığını nâkıs akıllara, sönük idraklere göstermektir.
Bize düşen; o devr-i istibdatta mevcut imkanları ile büyük bir himmet ve hamiyetle meydana çıkan; Bediüzmaman'a, onun ulvî davasına ve mazlum talebelerine yardım eden ve onun yüce davasının tezkiye ve tebrie edilmesine vasıta olan fedakar insanların hamiyetlerini red ve inkâr değil, o hizmetleri ve sahiplerini nesl-i âtinin insaflı ve hakikatbîn nazarına vermek ve onları tarihe emanet etmektir.
Ne kadar yazık ki -maalesef istisnalar dışında- bizler, çekilen zulümlerin tiyatrosunu yapamadık, romanını yazamadık, filmini çekemedik, müzesini açamadık. Belki bu çalışmamız geleceğin yazarlarına bir ilham kaynağı olur düşüncesini taşıyorum. Bu hatıraların ekseriyetinin onun doğup büyüdüğü, ders okuttuğu Cihan Harbi'nin o müthiş hadisatının geçtiği mübarek Doğu Anadolu'da cereyan etmesi benim için büyük bir sürür kaynağı olmuştur.
Kendime ikinci vatan kabul ettiğim Van'ı ve çevresindeki iman ve ihlas sahibi şuûrlu insanları, onların ferâgat ve fedakarlıkla dolu hizmetlerini ve yardımlarını hürmetle yad ediyor, vefat etmiş olanlara rahmet ve mağfiret diliyorum.
Hz. Üstad'ın ve münevver talebelerinin cihanşümûl hizmetlerini yeni nesle bir nebze olsun tanıtmak maksadıyla kaleme aldığım bu hatıralarımla faydalı olabilirsem kendimi mes'ud addedeceğim.
Rahmi ERDEM
Beyazıt
İSTANBUL
RİSALE-İ NUR"U NASIL TANIDIM?
Ortaokulu bitirdikten sonra hayata hemen atılmak, artık kimseye yük olmamak için 1955 yılında Adana Ziraat Meslek Lisesi'ne kaydoldum. Bu mektep benim manevî ufkumda derin te'sirler icra eden Risale-i Nurlar'ı ilk tanıdığım yerdi.
Gerçi ailemden aldığım dinî terbiye ve sınıf arkadaşım Yahya Dağ'ın teşviki ile namazlarımı kılmaya çalışıyordum. Ama bu ibadetim tatmin edici değildi. Kendimde büyük bir noksaniyet hissediyordum. Zira taklid-i imanın verdiği zaaf, tembellik ve gaflet yakamı bırakmıyordu.
Dinî şuûrum kifayetsiz, imanın bana verdiği aşk ve alâka zayıftı. Her şeye sathî bakıyordum. Bütün ibadetlerim âdet hükmündeydi.
Bu halet-i ruhiyede iken, bir gün postacı bana bir paket getirdi. Bu paket, İzmir Bergama'da dinî ilimleri hem okuyan hem de okutan hâfız-ı Kur'ân olan dayım Abdullah Tekin'den geliyordu.
Paketi büyük bir heyecanla açtım. Kırmızı ciltli bir kitap, kitabın ismi Sözler, naşiri Atıf Ural. Mektebin dut ve çam ağaçlarıyla kaplı, ilahi güzelliklerle bezenmiş bahçesindeki banklarda rastgele açıp okuduğum bir namaz bahsi... Ruhumda farklı bir kıpırdanış var, adeta yeni bir pencere açılıyor.
Hayatımda ilk defa, şuûrla şu kainatın sahibi olan Allah'a (cc) ibadet ve secde etme ihtiyacını ruhumda hissediyordum. O esnada gurûba meyletmiş güneş, sanki hal lisanıyla bana, "Haydi vazife başına, bak ben memur olarak vazifemi tamamlamaya gidiyorum. Sen de ikindi namazına yetiş, namazın kazaya kalmasın," der gibiydi.
Bu güzel hislerle hemen lavaboya koştum, abdest alıp namazımı kıldım. Huşu ve huzur içinde secdeye gittim. İlk defa ilahî bir zevk ve şevk içinde Cenab-ı Hakk'a kul olmanın, ona muhatap olmanın, yaratılmışların en şereflisi olmanın manevî zevkini tattım. Allah'a yüz binlerce şükrettim.
Bir gün arkadaşım Yahya yanıma gelerek, "Hayrola," dedi, "bugünlerde farklı bir davranış içine girdin. Seni ibadete çok daha arzulu ve hevesli görüyorum. Sebebini öğrenebilir miyim?" dedi. Ben de Sözler'deki namazla ilgili bölümün bende bu tesiri hasıl ettiğini kendisine ifade ettim. Hakikaten bendeki bu değişikliğin manası neydi? Bir tek ders nasıl olmuştu da bende elektrik şoku gibi bir te'sir husûle getirmişti?
Bundan sonra dinî hayatım ve anlayışımda şuûr ve huzur devri başladı. O güne kadar mektep derslerinde, yüzde yüz bildiğim konuları bile öğretmenlerime anlatamazken ve tahsil hayatımda hep bu ezikliği yaşamışken artık kendime inancım, güvenim gelmişti. Kendimi fikren daha güçlü hissediyordum.
Artık iman ve İslâm, hayatımın gayesi ve ideali olmuştu. Adana'da yeni gelişen Nur derslerini takibe başlamış, Kuruköprü'de lokantacı merhum Cebrail Yetişyiğit'in yardımıyla Nur Risaleleri'ni temine ve eserleri daha iyi anlama imkânına kavuşmuştum. Bu arada seçkin bir Nur talebesi olan ve bütün hayatını bu eserlerin neşrine vakfeden Muzaffer Arslan'ın derslerine devam imkanı bulmuştum. Ufkum oldukça genişlemişti. Kendisine çok müteşekkirim.
1958 yılının Haziran ayında mekteple birlikte Eskişehir ve Bursa'ya bir meslekî tetkik gezisine çıkmıştık. Gezi esnasında zirai tesisleri incelerken Bursa'nın ilk Nur talebesi Leblebici Ali Çakmak'ın misafiri olmuş ve kendisinden istifade etmiştim.
Eskişehir'de ise oranın fedakar Nur talebesi, Saatçi Şükrü Yürüten'in dükkanını bütün aramalara rağmen bulamamış, ümit kestiğim anda bir limonata satıcısının dibinde dükkanı olduğunu öğrenmiştim. Hemen dükkanına dalarak kendimi tanıttığım anda Saatçi Şükrü Yürüten'in, "Kardeşim insan on dakika önce gelir. Üstadımız şimdi bir göz ilacı aldırıp Emirdağı'na gitti," demesiyle çok üzülmüştüm, fakat bu üzüntü ruhumdaki hasreti, aşkı ve şevki ziyadeleştirmişti.
1958 yılında Ziraat Meslek Lisesi'nden mezun olduktan sonra, Bozkır Ziraat Teknisyenliği'ne stajyer olarak tayin edildiğim altı ay içinde bütün şevk ve gayretimle Risale-i Nurlar'ı okuyor ve okutmaya çalışıyordum. Kaza merkezinde kendime âmâ bir hâfız-ı Kur'ân olan Hacı isminde bir ders arkadaşı ancak bulabilmiştim. Kazanın dindar insanları, cami cemaati bile bana farklı gözlerle bakıyordu. Kazamızın Avdan köyünde Haydar Hoca isminde bir zat, Üstad'ı ziyaret imkanı bulabilmiş ve imam olduğu köyde bir köylüden alıp götürdüğü beş kiloluk bir bal kavanozunu Üstad'a takdim etmiş, Üstad da, "El cerrü mine'l cer eşeddü mine'n nar," yani çerçiden cer almak, ateşten kor almaktan daha kötüdür, diyerek geri vermişti.
Fakat bu hocayı, içeri girerken, "Gel ey sülale-i Ömerü'l Faruk-u Haydar-ı Kerrar Efendi," diyerek karşılamış, kendisine nesebini bildirmiş. Avdan Köyü Mezarhğı'nın bir krokisini çizerek, orada Hz. Ömer'in neslinden gelen mübarek zatlara kendisi için fatiha okumasını istemişti. Böylece o köyde yıllarca mevcut olan tekkenin esrarını da çözmüş oluyordu.